Dolar 34,8660
Euro 36,6144
Altın 3.049,83
BİST 10.058,47
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara 7°C
Hafif Yağmurlu
Ankara
7°C
Hafif Yağmurlu
Per 4°C
Cum 3°C
Cts 5°C
Paz 2°C

YOZLAŞMA

"Yazarların yazıları kendi düşünce ve sorumluluklarını taşır"
27/12/2012 2:50 PM | Son Güncellenme: 30/03/2024 12:45 PM
4

Nasrettin Hoca çok eski zamanlarda yaşamış, bir çok Türk devletinin kültürüne farklı biyografi ile girerek günümüze ulaşmış, hayatı ve yaşadıkları mizah konusu edilmiş bir karakterdir. Nasrettin Hoca bir Türk büyüğü değildir. Bir filozof veya tarikat önderi de değildir. Sadece Türk edebiyatının sarsılmaz köşe taşlarından biridir. Hakkında çıkarılan fıkralardan birçoğu hakkında kuşkusuz onun bile haberi yoktur. Fıkralarından çıkardığımız ana ders şudur. Zaman akıp gitse de eğitim olmadıkça paradigmalar değişmiyor.Hâl böyleyken ben de Nasrettin Hoca’nın fıkralarını başka türlü mizanse ederek bir paylaşımda bulunmak istiyorum.

Nasrettin Hoca cemaatinin sayısını, varlıklısını, kuvvetlisini, güçsüzünü, cimrisini, cömerdini bilen, cenazeye bile hangi umutlarla gidebileceğini kestirmeye çalışan bir hoca imiş. Hocalıktan elde ettiği gelirlerle kalırsa sıradan bir hayatı olacak olan hoca, bulunduğu ortamların nimetlerinden faydalanmaya çalışırmış. Nasrettin Hoca’nın bu sıradan halleri gerçek nüktedan olan halk folklorunda fıkra olup anlatılarak günümüze gelmiş.

Rahmetli Özay Gönlüm’ün deyimiyle, “Halk denen o koca usta” Nasrettin Hoca’nın kişiliğinde döktürmüş de döktürmüş…

Nasrettin hoca bir taraftan hocalık yaparken, bir taraftan da halkın kendine verdiği yumurta ve tavukları yakın kasaba pazarında satarak, dünya işleriyle din işlerini harmanlayan bir zatı muhteremmiş. İnsanoğlu bu ya… Maaşı az olan hocaya halkın birtakım yardımları olurmuş olmasına da, artık bu yardımlar o kadar sistematik olmuş ki, hoca bunları kendine hak görür olmuş. Ne de olsa pazara götürecek kadar yumurta toplaması gerekiyor. Ancak yine de yetmezmiş. Bu sırada Hoca’nın zekası devreye girer ve başlarmış halkı söğüşlemeye…

Hoca semt pazarına giderken harçlık edecek parasını bile çocuklardan toplarmış. Köyün çocuklarına pazardan oyuncak getirip üstüne kâr koyup satarmış. Hâttâ bazen elinde kalmayınca da çocuklar sipariş verirmiş. Çocuklardan bazıları hocanın verdiklerini bedava zanneder, onlar da sipariş verirlermiş. Ancak hoca getirdiğinde de bir türlü parasını alamazmış. Sonra hoca düşünmüş taşınmış ve karar vermiş. Parasını almadığının siparişini getirmezmiş. Hâttâ bir gün bir arkadaşının yanında kendisi de düdük isteyip ağlayan bir çocuğa bir tokat patlamış. “Sen para verdin mi de, düdük istiyorsun lan kerhaneci.” demiş.

Bir gün Nasrettin Hoca pazarda dolaşırken kazan almak istemiş. Ama o zamanlar metal şeyler çok pahalı. Şimdiki buzdolabı gibi fiyatları  var. Her şey tartıyla ama kazan çok ağır. Bir türlü alamadığı kazanların fiyatını her hafta sorar, uzun uzun pazarcıyla sohbet edermiş. Pazarcı artık hocanın her hafta gelip bir umut ucuz kazan almaya heveslendiğini anlamış. Ancak kazan çok para. Hediye de edilmez ki… Hocaya küçücük bir tencere hediye edip onu başından savuşturmuş.

Hoca eve gelmiş ve bu tencereyi nasıl kazana çevirebileceğini düşünmeye başlamış. En uygun bir cemaati aramış. Bu adamın yaygaracılığı meşhurmuş. Öyle ki köyde bir olay olsa herkes ona sorarmış. Hoca yaygaracı komşusundan rica ile kullanmak için bir kazan istemiş. Kazanı kullanıp geri verirken de hiç işine yaramayan pazarcının hediye ettiği minik tencereyi de içine atmış. Adam sorduğunda Nasrettin hoca da gülümseyip “kazan doğurdu” demiş. Adam bu olayı her yerde anlatmış.

O olaydan sonra hoca kasabayı soymuş soğana çevirmiş. Kazan ne ki? Sorana da diyormuş ki… “Kazanın doğurduğuna inandınız da, sizin emanetlerin öldüğüne neden inanmıyorsunuz?

Hoca pazara gidip gelirken yolda çok aylak vakitler geçirirmiş. Gölün kenarına gider oyalanırmış. Yüzermiş, elbiselerini kuruturmuş, yanında getirdiği yemeklerini yermiş. Bir gün köylüler hocayı ırmak kenarında bulaşık yıkarken görmüşler. Hocam merhaba ne yapıyorsun? Diye sorduklarında, o da bulaşıkları yıkıyorum demeye utanmış ve elindeki yoğurt kabını gösterip, “göle maya çalıyorum.” demiş.  Onlar da gülerek, hocam bulaşıkları yıkadığını görüyoruz. Bizi kandıramazsın deyince hoca da cevaben “ Yerse” demiş.

Nasrettin Hoca’nın Timur’un huzurunda fil istemesi de ayrı bir hikaye. Köy halkı Timur’un fillerinden bıkmış, bıkmasına da… Hocanın hesabı farklı. Hem köyün beğenisini, hem de Timur’un beğenisini kazanmak istiyor. Fıkranın gerisini siz yazın.

Nasrettin Hoca’nın fıkraları gördüğünüz gibi çok. Edebiyatımıza giriş şeklini değiştirebilmek benim gibilerin işi. İki satır yazarsan ve de güzel yazarsan değişir. Ama sonuç iyi mi, kötü mü? Bunu bilmek gerek. Tabii ki kötü. Bu tür ben yaptım oldu yaklaşımları beraberinde yozlaşmayı getiriyor.

Yozlaşma son zamanlarımıza damgasını vurdu. 2012 yılı insanlık tarihine yozlaşmanın zirve yaptığı yıl olarak girmeye aday. Uluslararası boyutta baktığımızda, ülkelerin birbirleriyle diyaloglarının yozlaştığını görüyoruz. Saygıya ve çıkarları korumaya dayalı ilişkiler yerini bambaşka bir şeye terk etti. Bir ülke istediği ülkeyi işaret ediyor. Taşeronlar geliyor. Komik sebepler buluyor ve o ülke diğer ülkenin istediği hale getiriliyor. Başka ülkeler de artık “sarı öküzü” verdiklerine bin pişman ama yapacak bir şey yok. Tarihin dejenerasyonu ve yozlaşması bu olsa gerek. Bir ülkenin etnografyasına, kültürüne, varlığına, çok inandırıcı olmaya gerek duymadan üstünkörü mazeretle saldırmak. Bundan önceki olayları yazdığı gibi, tarih bu olayları da yazacak. Ama tarihin yazarken en çok zorlanacağı ve en sonunda yozlaşma olarak göreceği örnek bir konu da şudur. Suriye Türkiye’nin komşusudur. İki ülke arasındaki ticaret hacmi, bu ülkelerin diğer ülkelerle yaptıkları ticaretin çok üstündedir. Ortak tarihleri vardır. Ortak gelenekleri ve halkları vardır. İnsan hakları ihlalleri yönünden birbirlerine söz söyleme noktasında hiçbir farkları yoktur. Ama biri ötekinin kuyusunu kazdı. Bunu yaparken de iç kamuoyuna yozlaşmış politikalar sundu. Halkını bu bilgilerle yozlaştırma gayretine girdi. Tarihin bizimle ilgili bu sayfasını nasıl yozlaştıracağımızı şimdiden düşünsek iyi olur. Ya da sınırın hemen yan tarafında insanlar birbirlerini öldürürken, biz bunun sebeplerini aradığımızda, bizim onlardan tek farklı olduğumuz yönün, şeyimizin altın kaplı olduğunu düşünmekten başka bir şey bulamayan yoz politikanın esiri olmak. Ya da beklemek… Ürdün’ü, Katar’ı, S.Arabistan’ı, İran’ı.. Ya da onların beklemesi bizi…

Jet ski… Jet ski… Jet ski… Hepimiz ne kadar gülmüş ve eğlenmiştik. Yüzünü görünce gülümsediğimiz “Aç gözünü seyret tekrarı yok bunun, İşimiz muhabbet…..” le başlayan skeçlerde özellikle sarhoş tiplemesine bayıldığımız Levent Kırca’ya ne olmuş. Delirmiş mi? Neden koca Parti başkanına sitem ederken terbiye dışına çıkmış? Neden millete mâl olmuş sanatçıların yüzüne tükürüyor? Ne kadar hayal kırıklığı yaşadık. Meğer ne kadar düzeysiz bir adammış. Bak Atatürkçü geçinenler ne kadar düzeysiz insanlarmış? Gerçekten öyle mi? Katılıyor musunuz? Toplumun sesini duyar gibiyim. HAYIRRR…

ODTÜ’de yaşanan öğrenci olayları aslında anlayana şamar gibidir. Öğrencilere, çalışana, emekçiye orantısız güç kullanılmakta ve bu olaylar tamamen satın alınmış basın tarafından yozca yanlış bildirilmektedir. Neymiş efendim, ODTÜ’lü gençler Göktürk adlı, sözde Türk ürünü olan gurur verici bir uyduyu protesto etmişlermiş. İnanıyor musunuz. HAYIRRR…

Vesayet… Siyasetimizin bir türlü içinden çıkamadığı  bir olgu. On yıllarca ihtilal ve asker vesayeti altında inim inim inleyen Türk halkı, kendince “aslında”lar üretti durdu. Halkın duygu ve düşüncelerine rağmen Cumhuriyet tarihimizin iki gerçeği olan siyasiler ve darbeciler, çıkarcılarla işbirliği yaptılar. Çıkarcılar tıpkı dut ağacındaki sığırcık sürüsü gibi siyasilerden ve darbecilerden alacaklarını aldıktan sonra başka dallara konmaya başladılar. Şu an bir din vesayeti ile karşı karşıyayız. Çıkarcılar şu anda bu ağacın dallarına konmaya başladılar. Ancak bir gün gelecek bu ağaçtan da uçacaklar. Kimine göre vesayet “Yükselen değerler.”… Biz toplumun kabusundaki karabasanın altında kalan, sessiz çığlıklarla kan ter içinde uyanmaya çalışan vatandaşlarız. Ancak her seferinde burnumuza eter dayayarak bizi tekrar derin kabuslar uykusuna atan bir sarmal ile karşı karşıyayız. Tabii ki bu sarmalı karamsarlığa çevirmek yanlış. Tabii ki “-GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER

Bir haber kanalında şu yazı dikkatimi çekti. Kur’an-ı Kerim sayfasından yapılmış gazete kağıdını göstererek atılan başlık; “Cumhuriyet Kur’an-ı Kerim’i kese kağıdı yaptı.” İğrenç bir yoz haber ve insanın içinden bir haykırış yükseliyor. “İşte yobazlar geliyor.” 1920’li yılların cahil Anadolu halkı gazete küpürüyle kur’an ı ayırt edemeyecek kadar maalesef cahil idi. Ama çıkarılan sonuç o kadar çarpık ve vahim ki… Konu ile ilgili yorum ve haberleri okurken insan birazcık daha bilinçleniyor. Birisi aynen şöyle yorum yapmış. Sıra Atatürk’e de gelecek. Atatürk’ün sex hayatını, ahlak anlayışını, vatan sevgisini, kahramanlığını, milliyetçiliğini, devletçiliğini,… hepsini yozlaştıracaklar.

Tüm bu yazılanlardan sonra yukarıda kasıtlı olarak Nasrettin Hoca’nın fıkralarını sadece örnek olsun diye yozlaştırmamdan dolayı Nasrettin Hoca’dan binlerce kez özür dilerim. Ancak yozlaşma kültürü yaygınlaşırsa birileri çıkıpta karşı tarafın değerlerini yozlaştırırsa ne olacak? Hazreti Muhammed’in hayatını yozlaştırmakla, başka bir gerçeği yozlaştırmak farklı farklı şeyler mi?

Yozlaşmak bir düşünce tarzını menfaate göre alenen değiştirmek, zaman zaman geçersiz saymak demektir. Yozlaşmak bir vicdan hastalığıdır. Yozlaşmak cehaletten medet ummaktır.

Cehalet, bütün kötülüklerin anasıdır. (Hadis-i Şerif)

  • 2012 yılı 21 Aralığının bir kıyamet olmadığı, ancak bir düşünce uyanışı olduğunu görebilmek adına,
  • İnsan emeğine saygı gereği eşitliğin tekrar sağlanması adına,
  • Çağdaş, insan haklarına saygılı, sosyal devlet anlayışına kavuşmak adına,
  • Tüm Türk Silahlı Kuvvetleri Emekçilerinin, bu duygu ve düşüncelerle girmekte olduğum yeni yıllarını kutlarım.

Saygılarımla…

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR
12/12/2015 3:40 PM
12/12/2015 3:40 PM
05/09/2015 11:04 AM
27/02/2015 5:22 PM
07/02/2015 7:04 PM
04/01/2015 6:09 PM
01/01/2015 2:00 PM
19/12/2014 9:17 AM
31/10/2014 6:24 PM
04/07/2014 7:37 PM
16/05/2014 7:49 PM
27/04/2014 8:10 PM
06/04/2014 11:02 PM
18/03/2014 10:33 PM
16/03/2014 9:43 PM
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.