“Hayat yapraklarımızın önemli bir muhasebe günü olan yeni yıl başlangıçlarından birindeyiz. Geri dönüp bakmak ve ilerisi için hesap yapmak.” Ne kadar inandırıcılıktan uzak bir cümle değil mi? Aslında hiç kimse öyle ciddi bir muhasebe ya da plan yapmıyor. Sadece böyle konuşuyor.
Tek yaptığım şey var. Ummak ve korkmak.
Bir alkış, bir aferin, birkaç kuruş…
İçten gelen sesi kandırmak. Onun gönlünü yapmak. Birşeyler düşünüyormuş gibi görünürken korkularını ve kaygılarını en üst seviyede kendine kalkan edinmek.
Tedbir, tedbir, tedbir…
O kadar çok tedbir alıyorum ki, neredeyse artık ağzımdan çıkan sözler dolambaçlı yola döndü.
Bir saklambaç oyununda ebe olmamaya çalışan çocukların tedirginliği kadar tedirginlikler bile ağır geliyor gitgide…
Ama gerçekler kaçtıkça insanın üzerine geliyor. Her köşe başından karşıma çıkıyor. Sanki bir aynalı labirentteyim. Her yere bakınca kendimi görüyorum.
Vazgeçmek ağırlaştıkça, akıl gözümü sıkı sıkıya kapatıyorum. Oysa mezarlıklar ve hastaneler de var.
Yazmak, yazmak… Alabildiğince yazmak. Kitaplar doldurmak. Kime? Niçin?
Yazabiliyormusun yüreğinden kopup gelivereni? Ya da korkusuzca, ya da beklentisizce?
Hayır ise cevap, ne yazıp duruyorsun? En baştaki sarmalı yaşamak için mi? Alkış, nam, para…
Yoook… “Evet” ise yaz! Ama nereden başlayacaksın ki?
Uzar gider bir derinlik yakalama isteği. Ama umutları yazmak daha kolaydır. Orası bir cennet bahçesi gibidir. İyilikler ve güzelliklerle dolu dilekler…
Oysa, cesur olsam alabildiğine… Kapımı çalınca polis, titremese dizimin bağları… Gerçeği söylerken doktor, boncuk boncuk terlemesem. Sevmediğim birini severmiş gibi yapmasam. Ceketimi alıp çekip gitmeyi becerebilsem. “Sen haksızsın adamım” desem makamına aldırmadan. Onun bana baktığı gözle ona bakabilsem. Övünebilmesem bana ait olmayan başarılarla. Trajikomediye gülmesem. Gerçek bir hayatı tiyatro sahnesine fazla benzetmesem. Seyircilerin zekasıyla alay etmesem. Azıcık kendime saygım olsa…
Yeni yılınız kutlu olsun.