Seçimlerden yeni çıktık. Toplum tamamen iktidarın zaferine tutunmuş durumda. Ancak iktidarda bu zafere sevinecek mecal kalmamış. Kendilerince toplumun gündemini Cumhurbaşkanlığı seçimlerine yoğunlaştırıyorlar ancak gerçek gündem çok farklı. Keşke bütün derdimiz seçim olsa. Keşke kara tablolar masal kadar uzaklarda olsa. Keşke sadece kesilen ağaçlar, katledilen doğa, kaybolan çocuklar gündemine üzülecek kadar lüksümüz olsa… Hatta keşke sadece çalınan oy pusulalarına kahredecek, trafoya giren kedi esprilerine gülecek manidar günler geçiriyor olsak.
Artık çok geç. Tren kalktı. Ve ne makinist biziz, ne de trenin içindeyiz. Maalesef kaçırdık treni. Çaresizliğimizin bile farkında olmadan bir karanlığa doğru gidiyoruz. İdeolojilerimizi öldürdük ve tek adamın ideolojisine angaje olduk. Bildiklerimizi unuttuk. Artık söylenildiği şekilde yaşayacağız. Güvencemiz ancak feodal devlet büyükleri. Ağalarımızı milletvekili ve belediye başkanı seçtik. Şu an televizyonda çalan bir şarkı gibiyiz.
Ben bir karaağaç gölgesi buldum. Cebimde ümitlerim.
Halka rağmen, kurumlara rağmen, tüm bunlar bir elin tersi ile itilerek yönetilen ülkedeyiz. Duydunuz mu? Suriye ile savaş halinde imişiz. Benim bildiğim savaş kararlarını Türkiye Büyük Millet Meclisi alır. Ortada dimdik duran bir facia var. Meclis yok sayılıyor. Ama kimse üstüne düşmüyor. Sebep çok basit. Kimi antidemokratik duruşlara karşı tepki vere vere toplumun tepkisizliği karşısında pes etmiş. Kimi de bir Karaağaç gölgesi bulmuş.
Dünya bir soğuk savaşın, bir de sıcak savaşın eşiğinde. Direkt savaşamayan ülkeler piyonlarını savaştırıyor. Afrika Ülkelerinde, Ortadoğu ülkelerinde ne olduysa bugün Kırım’da o oluyor. Alabildiğince bir nüfuz savaşı. Alabildiğince jeostratejik ve ekonomik noktalarda varlığını arttırma, ele geçirme çabaları.
Henüz daha içine ateş düşmemiş ülkeler kendilerini 1990 önceki konumlarına çekmeye çalışıyorlar. Bu soğuk savaş sürecinde bazıları için en iyisi bilinen cephelere geri dönmek. Ama bazı ülkeler için bu kolay olmayacak. Bu süreçte hiç ummadığımız ülkelerde, hiç ummadığımız kadar çok kan akacak.
Bizim hayat damarlarımız zaten kurumuştu. Şöyle bir geriye doğru bakın. Son beş yılda bestelenip hit olmuş, dillerde dolaşan sanat müziği veya halk müziği şarkısı var mı? Son yıllarda tiyatrolarımızı seyreden seyirci sayısını önceki yıllarla kıyaslayın. Gösterime giren oyunu kıyaslayın. Açılan resim ve heykel sergilerini kıyaslayın. Çok basit şeyler yazdım değil mi? Bununla ne alakası var değil mi? Alt tarafı Ucube işler.
Bir de şuradan yaklaşalım. Savaş çıksa (ki çıkmış, Başbakan söyledi.) ve ülkemizi, namusumuzu savunma durumunda kalsak, kiminle savaşacağız? Kimlere karşı kendimizi savunacağız? Suriye ile ordu savaşı yaparsak, karşımızda kimleri bulacağımızı tahmin bile etmek istemezsiniz. Tabii ki Rusya. Çünkü Rusya hiçbir zaman Türkiye’nin aktif belirleyici bir ülke olmasını istemez. Bu nedenle ilk yapacağı şey Türklerin yaşadığı ülkeleri sıkı bir şekilde zaptı rapt altına almak, Azerbaycan’a gözdağı vermektir. Çünkü kendince Birleşmiş Milletlerde oluşacak taraflar grubunu kuvvetli tutmak ister. Doğu’dan ülkemize girip ülkemiz topraklarında Ermenistan haklarının savunuculuğuna soyunması hiç de uzak bir ihtimal değildir. Zaten sadece Türkiye’ye karşı yönelmiş iki adet Rus Tümeni Ermenistan’da göreve hazır beklemektedir. Türkiye ile Rusya’nın silahlı bir mücadeleye girmesi trajedi olacaktır. Tarihte Türklere karşı kaybetmeyi alışkanlık edinmemiş bir ülkenin kazanmak için neler yapabileceğini ben düşünebiliyorum.
Madalyonun öbür yüzüne bir bakalım. Diyelim ki, Suriye yönetimi yıkıldı. Diyelim ki, Türkiye bu süreçte mevcut durumunu korumaktan öteye gitmedi. Ya da ileri gitti. Peki, Suriye’nin bugünkü sınırlarının aynı kalacağını kim söyleyebilir? Diyelim ki Suriye’nin haritası değişecek. Masada Türkiye var mı? Eğer yoksa ve eğer İsrail masada ise Türkiye’den de Kürdistan adına bir toprak istenmeyeceğini nasıl söyleyebiliriz?
Bu senaryolar uzar… uzar… Hatta aklımıza gelmeyen başka durumlar bile oluşur. Ancak tüm bu durumlara karşı keşke hepimizi temsil eden demokratik, bir meclis aritmetiği ile hareket etsek. Keşke bu işin daha başında Kürt-Türk, Sünni-Alevi, Sağ-Sol, Cemaat- Hükümet gibi ayrışmalara gitmemiş olsaydık. Keşke gezi olayları, 17 Aralık olayları olmasaydı. Keşke halkın inanacağı bir şeyler kalmış olsaydı.
Saygılarımla…
[b]Aynı sıvasız evlerin terzi Ahmet, marangoz Hasan çiftçi Rıza,amele Hüseyin’in oğlu kahrolası ön yargı ile subay olunca kendini gökten zenbille inmış asilzade, assubay ise TSK hamalı olarak görülür.
Birlikte görev yaparsın,yaralandığında onu korumak adına canını riske atarsın sırtında taşırsın hâttâ şehit olurken son bir yudum suyu sen verirsin ama aynı ordu evinde,kampta birlikte olamazsın; işte bu kahrolası ön yargı TSK sevgisizlik sarmaşığını büyütüyor haksızlıkları hiyerarşi kılıfına sokmaya çalışıyorlar, oysa kimsenin hiyerarşiye itirazı yok sadece adaleti ve insan olmayı istiyor.
Sn.Özdemir’in trajik hikayesindeki kahraman bir kişi değildir yüzlerce kişi bunu yaşadı, sonradan nasıl oldu ise subay evlatların assubay babaları ve anneleri birlikte ordu evlerine girmeye başladı. Birlikte paylaşılan sosyal tesislerde bir tek olumsuzluk yaşanmıyor,o halde hâlâ bu çağ dışı zihniyet neden devam ediyor?[/b]
Nasıl bir zihniyetle yetiştiriliyor bu zabitler ki aynı birlikte çalışan Assubay olan babasını tanımamazlıktan gelebiliyorlar ? Bu nasıl bir kafa yapısıdır? Hangi çağın ürünüdür bu düşünce ? Yazıklar olsun.
ÇAĞDAŞLIKTAN NASİBİNİ ALMAMIŞ
VE DÜNYADA BENZERİ OLMAYAN İPTİDAİ,
İNSANCIL YAKLAŞIMLARDAN UZAKLAŞTIRILMIŞ
BİR SİSTEM MAALESEF
ÜLKEMİZDE SONUÇLARI YAŞANMIŞ.
İDRİS BABA, OLAYI.
SUBAYLARIN ASSUBAYLARI KÜÇÜMSEME VE DIŞLAMA OLARAK.
AİLELERİNİ HUZURUNDA BENZERİNİ YAŞAMALILAR Kİ,
DİLERİM O BİNBAŞI.
VE BU TÜR DÜŞÜNCE VE KÜLTÜRE SAHİP OLANLAR DA
TADI NASIL OLDUĞUNU TATSINLAR.
İNSAN AŞAĞILARIN. ACILARI TATMALILAR Kİ.
ÇAĞDAŞLIĞI REVA GÖRÜNTÜLERİ,
İNSANIN, İNSANA YAKLAŞIMINI BELKİ ÖĞRENİRLER.
KABUL EDİLEMEZ OLUMSUZ ÇOK BASİT BİR OLGUDUR.
YAŞANMIŞ BİR OLAYDIR.
BU İDRİS BABA (İDRİS SATICI) OLAYI.