Cumhuriyetimizin 91. Yıl dönümünü coşkusuzca ve sessizce kutluyoruz. İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif Ersoy’un dediği gibi. “Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın!” Her şey dua ile, amin ile olsaydı futbol maçlarında sahaya çıkıp iyi oynamaya gerek kalmazdı. Çalışmak lazım. Değerlendirmek lazım. Geçmişin ışığında geleceğe yürümek lazım.
Öğüt vermek, güzel güzel anlatmak iyi de, geliştirmeden aynı cümleleri sarfetmek, özellikle devrimcilik ilkesine üvey evlat muamelesi yapmak bakın bizleri ne hale getirdi. Maalesef orta yaşlılarımız Devrimcilik ilkesini, solculuk hatta dev solculuk olarak gördüler. İhtilaller bizlere Cumhuriyetin özgür bireyleri olmaktan çok, biat etmeyi öğretti. Cumhuriyete sadakati bile statükoya ve vesayete sadakate çevirdik.
Peki sana neler oldu sokaktaki vatandaş? Ne çabuk unuttun Cumhuriyetin nimetlerini… Hani sen kimsesizdin? Hani Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesiydi? Sokağa çık bak. Bak da utan Cumhuriyetimizin geldiği durumdan. Utan seni kimsesiz bırakmayan Cumhuriyeti bıraktığın kimsesizlikten…
Bu devletin milyonları bitmiş gibi, adının başında Cumhuriyet olan partiler de babadan oğula geçen siyasete alet oldular. Rejim, tıpkı din gibi, para gibi, köy köy, kasaba kasaba, şehir şehir, feodalitenin korumasına verildi. Öyle ya… ağanın pohu üstüne poh olmaz… Okumuşluk, entelektüellik, bilim, feodal kapitalizmin emrine yeniden girdiğinde cici, farklı şeyler söyleyince kötü oldu. Yıkılmaya yüz tutmuş feodal ortaçağ derebeyi şatoları tekrar inşa edildi. Bu şatoların desteklediği imparatorluklar yeniden inşa ediliyor. Yine ruhbanlar iş başında…
Maden faciası içimizi cızlattı. Ancak ondan bir önceki hafta Yüksekova’da, dün Diyarbakır’da görev başında haince vurulan askerlerimiz ya da Eskişehir’den Isparta’ya gelirken trafik terörüne kurban olan sekiz öğrenci acı değil mi? Onlar alışılmış acı mı? Onları kanıksadığımız için mi kameralarımız artık az bahseder oldu? Elma bahçesinden dönen mevsimlik işçiler de mi kader kurbanı? Hep şoför uyudu deyip nereye kadar gideceğiz? Yolların, araçların teknik şartlarını şoförler mi hazırlıyor. Bu ülkenin fakirinin fukarasının cebine elini sokan sokana. Acıdır ki, kredi kartı aidatınızı geri alacaksınız diye ümit verip bile ellerini ceplerimize sokan bir soysuzlaşmadan bahsediyoruz. Bunlar olurken biz hepten de dilenci edasında yaşar olduk, korkar olduk, kendimizi eleştirmez olduk, etkisiz eleman olduk. Yöneticilerin halka hayvan gözüyle bakmasına ramak kaldı.
Kapitalizm acımasız diyoruz ya… Öyle acımasız ki, insanın ne kadar köşeye sıkıştığını bilmeye koysun. Adamın donunu bile alıyorlar da gıkı çıkmıyor. Her şeye sahip çıkmak istiyor vahşi kapitalizm her şeye. Kanunları da o yapmak istiyor. İnançları da o şekillendiriyor. Kapitalizmi koluna takmış bir iktidara muhalefet olmanın dayanılmaz sonuçları neler oldu? Dinsiz, ezana karşı gelen, camide şarap içen, başörtüsünden haz etmeyen, ateistler, komunistler, Vandallar, onlar, bunlar, şunlar deyip bir aşure çorbasına çevirdiler muhalefet olmayı. Hapse girenler iğdiş edilip çıkarılıyor. Sesi yükselene de çare var. Keyfe keder kanunları çıkarılıyor. Alın size bir kanun örneği vereyim. Kişinin iki yıl öncesine kadar olan bilgisayarda dolaştığı sitelerden yargılanması yetkisi kanunun elindedir. Yani biraz muhalefet ettiysen, sesin çıkıyorsa, dolaştığın sitelere bakacaklar. Vay efendim kazara bir seks sitesine girdiysen yandın. Porno kanununa muhalefetten yargılanacaksın. Yargılandığına mı yanarsın yoksa rezil olduğuna mı? Yüzünü kapatınca polis şüpheli görüp arayabilecek. Durun bir dakika.. Olamaz… Bu hükümet bunu yapamaz. Çünkü bu ülkede çarşaf ve peçeyle dolaşanlar var. Hem de muhafazakar bir tabanı olan hükümet bu kişileri nasıl arayacak. Canım konuştuğum lafa bak. Benim polisim işini bilir.
Her kentin bir imar planı var. İmar planına göre yeşil alan, okul, ibadethane gibi kurumlar zaten şehir plancıların kanunları ile sınırlı. Ama birisi çıkıp bu planı koruduğu zaman, koskoca devlet ezan sesine karşı olmakla, camiye karşı olmakla halkı suçluyor. Yazık… Yazık… Bu kadar bilimden uzak, bu kadar çağdışı olmaya meğer ne kadar hazırmışız… Sonra bir sabah koskoca İstanbul Büyükşehir belediye başkanı televizyona çıkıp diyor ki; “1/50.000 lik planlar hazır. Artık inşaat yapabiliriz. Kanuni bir engel yoktur.” Sayın başkana şu soruyu sorasımız geliyor. “-Arkadaş demek biz neye itiraz edersek itirazımızı boşa çıkarmak için tüm kurumları yuttunuz.”
Ülkemde bir paralel yapıdan söz ediliyor. Öyle bir trajikomik bir durumdayız ki? Sanki başkaları döneminde birileri gelmiş ve devletin içinde paralellik oluşturmuş. Sanki devletin içinde tek bir paralel varmış. Tabii ki her hükümet içine sızıp etken olmak isteyen organizasyonlar olabilir. Devletin işi bunu def etmektir. Devletin istihbarat ağı ne işe yarıyor? Neden zamanında harekete geçmedi? Mamanın paylaşılamadığını bilen geniş bir halk kitlesi Stockholm Sendromu içinde olan biteni seyrediyor. Bu örgütlü yapılanmayı neden bir kabadayı kavgası mantığıyla çözüyoruz? Akıl sağlığı yerinde olan bir kişi bu kadar aleni bir gayriciddiliği hemen görüverir. Peki gözlerimizi kapayan nedir? Duble yollar mı? Yüksek katlı modern binalar mı? Ancak parallelik olmalı. Devlet kurumlarıyla paralel çalışmalı. Maalesef ben merkezci bir yapılanmanın esiriyiz. Bir taraftan MGK’da her türlü paralel yapılanmalarla mücadeleden bahsederken, Çalışma Bakanı televizyona çıkıp, “Madenleri kapatmak istiyoruz ama araya 50 kişi koyuyorlar. O nedenle kapatamıyoruz.” diyor. Paraleli sen içinde ara Hükümet! Paraleli Bakanına sor! Kim bu elli kişi? Ücretlerine zam isteyene, kapıdaki işsizleri gösteren bir siyasetçiden ne kadar halkçı olmak beklenir ki!..
Bir maden faciası yaşanıyor. Yetmedi diğeri yaşanıyor. Sorumlular yakalanıp yargı önüne çıkarılacağına toplum önünde yaşananların idaresi yoluna gidiliyor. İmaj ve makyaj ile sorunlar çözülüyormuş gibi yapılıyor. TRT FM spikeri haberde şunları söylüyor; “Madende yaşanan felakete devlet tüm olanaklarını seferber etti. Kurtarmalara 580 kişi, iki helikopter ve bir uçak katılıyor.” Ben bu borazanlara soruyorum. Uçak ne iş yapıyor? Ve soruyorum. Sendikal organizasyonlardan neden hesap sorulmuyor. Çünkü yok. Çünkü iş sağlığı ve çalışma koşullarından el çektirilmiş. Çünkü kurumsal olarak iğdiş edilmiş. Çünkü patronlar sendika lafını sevmez. Bugüne kadar hangi sendika çıkıp ta son yaşananlar için eylem lafını telaffuz etti? Edemez. Sendika başkanlarının koltuğu bile üyelerin elinde değil. Senin adayın, benim adayım. Sağcı, solcu mantığı alabildiğince ayırımcılığıyla sürerken maalesef ve bağımsız olarak söylüyorum ki, solculuk linç ediliyor.
Böyle bir gündemle Cumhuriyetin 91. Yılını kutlarken, çarşı ortasında Devletin askerleri infaz edilmeye başlandı. Otobüsteki Gazimiz bile, “senin Gazin benim Gazim” diye adlandırılıyor. “Ananı da al git!” “Gaziliği suistimal etme!” “Askerlik yan gelip yatma yeri değildir.” siyasetinden nerelere geldik. Eğer biz ilkeli olmaz ve adamcı olursak tabii ki daha neler göreceğiz. Dün ak dediğini alkışladığımız kişilerin, bugün kara demelerini alkışlar olduk.
Bir kıvılcım bekleyen kurumuş otlar gibiyiz artık. Gelecek nesillerimize saygımızı yitirmiş, geleceği düşünmeyen, biat eden, korkutulmuş bir toplum olduk. İşimize gücümüze bakmayı, boyumuzdan büyük işlere bulaşmamayı öğütlüyorlar. Sokaklar parti terörü uygulayan polisten geçilmez oldu. Gençler sokak ortasında devletin polislerince dövülüp öldürülüyor. Eski TEMAD başkanımızın bir sözünü hatırlıyorum. “Başbakan sokakta yürüyenlere hak vermiyor. O nedenle eylem yapmıyoruz.” demişti. Tekel işçilerini örnek göstermişti. Maalesef bir gerçeğin dışa vurumu bu kadar sade ve basit olabilirdi. İşte böyle bir sevimsizlik çöküverdi emeğe sahip çıkanların üzerine.
Türk Milletini tekrar ayağa kaldırıp, Eskişehir eski Milletvekili Mail Büyükerman’ın da Kanal 26’da, ayakta ağlayarak okuduğu Atatürk’ün onuncu yıl nutku çizgisine davet etmek lazımdır. Tüm bu gerekçelerle toplumun her alanının üretimden gelen gücünü devletin bekası ile birleştirmesi görevdir. Niçin çalışıyorum? Diye sormak lazımdır? Neye ve kime çalıştığımızı bilmek lazımdır? O nedenle evimizin önünü temizlemeliyiz. Herkes kendi hakkını kapitalistlerin korkunç emellerine karşı gerek yegen yegen, gerekse birleşip koruması lazımdır. Ülkemizi onların bir kan emme arenası olmaktan çıkarmamız lazımdır. Aksi taktirde daha çok maden kazaları, daha çok şehit haberleri, daha çok trafik canavarları göreceğiz. Bizi geleceğe taşıyacak yegane unsur çağdaş medeniyete sahip çıkarak Cumhuriyetin temellerine bağlı kalmaktır. Sivil toplum örgütlenmelerini yükseltmek, halkın ve emekçinin ezilmesini önlemektir. Bu nedenle kapitalistlerin ve ağaların itibarsızlaştırdıkları sendikal yapılanmayı canlandırmalıyız. Demokratikleşme adına devrim yapma fırsatı şu an bizlere verilmiştir. Son günlerde yaşadığımız olaylar, sivil toplum örgütlenmelerinin kuvvetli olması ve memleketin sorunlarının çözümünde söz sahibi olması gereğini bir kez daha ortaya koymuştur. Bunu değerlendirip değerlendirmemek bizlere bağlıdır.
01 Kasım 2014 Günü yapılacak olan TAS-SEN çalıştayına bu ümit ve duygularla katılacağımı, tüm meslektaşlarımın bu bilinçle hareket ederek katkı sağlayacağını ümit ediyorum.
Saygılarımla…