Sayın İlhan ŞEŞEN’in şarkısında cümle aleme fâş ettiği gibi hep “Ankara’dan abim gelecek” değil ya! Bu kez de “İstanbul’dan arkadaşım geldi” önceki hafta. Evde bir bayram havası. Arkadaşım beni çok severmiş…
Senelerdir birbirimizi görmemişdik. İpdil, bir güzel hasb-ı hâl ettik hep beraber. Artık geri gelmeyeceğini bildiğimiz mâzide kalan o eski güzel günleri yâdeddik uzun uzun. O da, ben de aynı sene evlenmişdik İstanbul’da. Yediğimiz içdiğimiz ayrı gitmezdi. Gönül gezip tozup, görüp eğlenmek istiyor… Serde gençlik var hani. İstanbul dipsiz koca bir kazan, bizler birer çomçe… Kimi zaman çocuklar gömlek cebimizde, kimi zaman sekiz bacak bizler hep birlikde arşınladık oraları. Paramızın elverdiği nispetde tabi ki… Para keselerimiz kadifeden idi. Lâkin, içinin dolduğunu hiç görmedi şu gözler.
Güzel insanlarla güzel mekanlar birleşince yaşananlar ne de güzel anılara dönüşüyormuş. Bir daha gidip gezme imkânı bulamadığımız onca yerleri dördümüz beraber gezmişdik. Ne kadar da keyifliymiş meğer o güzel günler… Gençlik, insana sermaye değil derler, doğruymuş…
Misafire izzet-i ikram etmek, gezdirmek, gönlünü hoş tutmak gerek değil mi? Biz de bu fikirle, haydi size Ankara’yı gezdirelim deyip maaile vurduk kendimizi yola. Eteklerimize tutunanları da sayarsak bu kez sayımız tam iki misliydi. Malum, Ankara deyince akla ilk gelenler 3K’sıdır. Bir başka ifadeyle; sağ cenahınızda nazar eylediğiniz kalesi, keçisi ve kedisidir. “K” ile başlamasa da ister inanın ister inanmayın bir de Ankara tavşanı var ki gerçekten görmeye değer. Her şeyi benden beklemeyin artık. Onu da araştırıp siz bulun.
“3K”’ye bir de “A” ilave edeceğiz elbet. Dünya Astsubaylar Günü vesilesiyle 17 Ekim’de, elimizde Türk bayraklarımızla bahçesini gelincik tarlasına çevirdiğimiz Anıtkabir’in her Türk’ün gönlünde müstesna bir yeri olduğunu söylemeye luzüm yok tabi ki.
Zamanın İngiliz elçisi, Ankara’da ikâmet ederken tiftik keçisinin kerametini idrâk etmiş. Daha doğrusu keçinin değil, kılının kıymetini fark etmiş. Keçinin kendisi değil, kılı meşhurmuş. Benden duymuş olmayın, hatta keçi bile hâlâ bilmiyormuş bu hakikati ve sırf bu yüzden kendini taa o zamandan beridir Abdurrahman Çelebi zannettiği pek yaygın bir tevâtür buralarda.
Allah’ın topraklarımıza bahşettiği bu keçimiz, çok inatcı oluşundan kelli beyaz, uzun, parlak ve sağlam kıllarıyla pek namlıymış. Dünyanın en uzun ve sağlam kılı bu keçilerimizden elde ediliyormuş. Kendim görmedim. Büyük bacımdan duymuşdum bıldır. Dirhem dirhem satılan yününden pek nadide ve bir o kadar da bahalı kazak, kaşkol gibi giysiler örülürmüş.
Ankara’da görevi bittikten sonra utanmaz İngiliz elçisi, memleketine dönerken biri erkek, biri de dişi olmak üzere bir çift Ankara keçisi kaçırmış. İngiliz atının atasının da bir Türk aygırı olduğunu biliyor musunuz?(¹) Adam elçi değil, resmen keçi hırsızı! Bugün bile Türkiye’de icra-i sanat eyleyen elçi kılıklı ecnebi adamların her birinin azılı birer casus ve arsız birer hırsız olduğunu ve buldukları çöpümüzü bile ilk fırsatta alıp kendi memleketlerine kaçırmak için yanıp tutuşduklarını söylemeye gerek var mı?
Hani “keçileri kaçırmak” derler ya, işte aynen öyle olmuş. Bu İngiliz hırsız, afedersiniz elçi, keçileri gerçekten kaçırmış. Hem de Ankara’dan taaa memleketi İngiltere’ye… Oradan da aborijinlerin memleketine… Sadece Ankara’ya mahsus olan Ankara tiftik keçisini, o gün bu gündür Ankara sokaklarında bir daha gören olmamış. İngiliz almış götürmüş fakat geri getirmemiş. Bir zamanlar bizim onlara sattığımız angora denen tiftik keçisi yününü, bügünlerde o soğuk nevâle İngilizlerden biz para verip alıyormuşuz, iyi mi?..
Hiç merakınızı celbetti mi? Ağacın dalına sımsıkı sarılan yaprak, bir zaman gelince sanki birisi ona “Haydi, atla bakalım” demiş gibi ağaçdan aşağı niçin düşüyor? Bu soruyu binaltıyüzseksenyedi senesinde NEWTON’dan bir kaç gün önce ben sorsaydım şayet, o değil de ben meşhur olurdum hani. Madem senenin beş altı ayında hiç gıpraşmadan yerinde öyle durup duruyor ve altından geçerken bizlere tepeden bakıp kısı kıs gülüyorsun, yılın geri kalan günlerini de hep o çöreklendiğin tahtında geçirsen ya! Koruk bağda, yaprak dalda güzel, değil mi? Anam der ki; “Oğul, daldaki yaprağın yere nâfile düşdüğünü mü bilirsin? O yaprağın toprağa nüzûl etmesinde bile elbet Yüce Rabbimin sayısız hikmeti gizlidir. Adam o dur ki bu hikmeti anlayabile!” Demek ki bir hikmeti var…
Ya da hiç düşündünüz mü? Sayın Ersen GÜRPINAR’ın kaleminin ucu niye hep ıslak? Bazen gecenin olmaz saatlerinde siteye girdiğimde; ana sayfanın (sahi, baba sayfası da var mı acaba?) sağ alt tarafındaki KİMLER SİTEDE? bölümünde, kırmızı harflerle Ersen GÜRPINAR’ı görüyorum. Elâlem rüyalar diyarının arnavut kaldırımlarını arşınlarken ve pireler dağlık coğrafyalar üzerinde biteviye meydan turu atarken demek ki kendisi o saatlerde sitenin içinde ve oralarda bir şeyler yapıyor!..
Ankara kedisine gelince. Biz, bunca yıldır ailecek Türkiye’nin Başkentinde mukimiz. Ben, hani o iki gözünün rengi birbirinden farklı olduğu söylenen Ankara kedileri var ya onlardan bir dane bile görmedim bu muhitde. Kıymetli vaktinizi almayayım, sokaklarda her cinsden çok miktarda köpek ve göbelez vardı, onları gördük. Hatta misafirlerimiz de gördü. Fakat parkların orasına burasına rastgele serpiştirilmiş alçıdan mamûl tiftik keçileri ve belediyenin olur olmadık yerlere ilişdirdiği plasdikden mürekkep ve “ucube”ye benzeyen Ankara kedilerini saymazsak ne Ankara kedisi gördük ne de Ankara keçisi. Yukarıda söyledim. Bana sormayın, yavrusuna göcen dedikleri Ankara tavşanını da varın siz kendiniz keşfedin gayrı…
Hûlasa, Ankara’nın meşhur 3K’sinden sadece bir “K”sini, yani kalesini gezdirmek kısmet oldu misafirlerimize. Oraları gezerken, etrafda kum gibi Japon gezgin (turist) ler gördük. Hepsinin elinde bir kalem, bir kağıt; ya da bir kamera… Hiç getirmeyen, erinmemiş, kameralı, tokaç kadar telefonlar getirmiş yanında… Ellerindeki fotoğraf makinesinin dürbünü boylarından büyük. Ankara’nın andezit taşı kaplı sokalarında, yerlerde sürünüyor! Hani, “Türk kardeş, al sana”, deyip de eğer varsa oralardan bir iki tane Çin lokumu getirseler ne olurmuş sanki?.. Zavallılar; yememiş içmemişler, çünkü boylarından belli, aha bu kadarcık… Eee, yağsız tuğsuz pirinç pilavını sen kalkıp da bir çift çöp ile dane dane yersen, aha işte ancak bu kadar büyürsün tabi… Al eline şimşirden bir kaşık, daldır şöyle pilav sinisinin içine derinden derinden. Doldurup kaşığı, taşıra taşıra doya doya bir yesen ya!.. En uzun boylusunun kafası bizim oğulun göbeğinin seviyesinde. Hafazanallah, ayakkabımın içine düşseler, dışarı çıkmak için merdiven isteyecekler.
Bu ufak tefekliğine rağmen bir lahzâ bile boş duranı yok. Sanki tatile değil de çalışmaya gelmişler buralara. Hepsi bir şeyler çiziyor, yazıyor, resim, video çekiyorlar. Hanım, şunlara bir sor bakalım, kimmiş dedi? Yanlarına yaklaşıp sordum kendilerine, “Japonya’da havalar nasıl” diye! Hep bir ağızdan “Biz Nippon değiliz, biz Çin’liyiz” demezler mi? Saklamıyorum, hepimiz de epeyi afalladık hani! Önce onlara, sonra da birbirmize bakdık afal afal! Japonları gördük de hanımların ipe dizip boyunlarına takdığı kolyedeki kum boncuklarının danesinden epeyce fazla sayıdaki Çinli’lerin taa buralara kadar geldiğine ilk defa şahit olduk. Devlet büyüklerimiz gerdanlarını kıvıra kıvıra ne diyorlar? Bizlerin pişirip yemediğimiz fakat hunnak olasıca bazı fesat kumkumalarının sosis salamın içine tepdiği tavuk ayaklarını kasdederek “her Çin’liye bir çift tavuk ayağı satsak IMF’ye olan borcumuzu bilmem kaç zamanda öderiz”… Sayın pek muhterem Bakanım, al sana, şu âciz kulundan pek parlak bir tavsiye… Çinli’ye tavuk ayağı satmak istiyorsan şayet tavuk ayaklarını frigofirik (her ne demekse) uçaklara bindirip beşbindokuzyüzkırkdokuz kilometre mecbûri uçak yolculuğu yaptırmaya ne hacet! Maksadın Çin’lilere tavuk ayağı yedirmek değil mi? Evet. Öyleyse, buyur, gel, Ankara Kalesinin önüne… Aç orada bir kaç tezgâh. Doldur üzerine her neviden tavuk ayaklarını… İster tavada, ister mangalda… Maksat döviz kazanmak ise al sana bir fikir de bizden. Bak o zaman sen Yuan’a Yuan diyor musun?…
El’in Çin’lisi erinmeyip, yemeyip, içmeyip taa Çin’den kalkıp Ankara’ya kadar geliyor ve oturup orada etrafı seyreylerken Ankara Kalesinin sahifeler dolusu resmini çiziyorsa; ne var ne yok diye sağa sola dikiz atıp habire resim çekip kameraya kayıt ediyorsa, belki de bilemediğimiz başka bir şeyler de çeviriyorsa; Yaprak, istemez miydi ana gibi kendini besleyen, kollayan, koruyan ağacın dalları arasında ilelebet durmayı? Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz nasılsa, değil mi? Demek ki bir hikmeti var…
Ya da Sayın Ersen GÜRPINAR istemez miydi, gecelerin yalnız adamı gibi emekliassubaylar.org sitesinin domain’lerinde, ıssız sessiz sörvırlarında, kuytu köşelerdeki rutubetli modemlerinde, karanlık rautırlarında ömür törpülemek yerine “assubaylara yapılan tahakküme varan haksızlıklara” bir şaplak patlatıp da bir hamlede hepsini berhevâ etmeyi? Kurumu yıpratanlar, haksızları yazanlar değil, bilâkis haksızlığı yapanlardır değil mi, nasıl olsa? Ya da “mesaj panosunda” astsubayların dertleriyle vakit öğütüp ona buna cevap yetiştirmek için kar yağmış saçlarını tutam tutam yolmak yerine, binbir güzelliklerle bezenmiş Ege’nin cennet mekanlarında, oraların kerempelerinde, Atatürk’e de verilen kırmızı şeritli İstiklâl Madalyası sahibi Manisa Tarzanı gibi cesurca, özgürce, gönlünce, biraz da âvâre âvâre dolaşmayı?.. Demek ki bir hikmeti var…
Neyse, haydi hayırlısı. İyisiyle kötüsüyle artık devr-i saltanı sona erdi mevsim-i hazanın. Kendini tazelemek, güzelleşip neşvünema bulmak üzere uykuya daldı bir süreliğine… Binbir renkli altın sarısı yapraklarını bir başka baharda geri almak üzere, birer ikişer ödünç verip toprak ananın bağrına, koltuğunu kışa devretti. Hazan vakdi hüzün vakdidir derler lâkin hüzünlü değil ağaçlar. Niye olsun ki? Hazan vaktinde gurup renginde borç verdiği yapraklarını, tazelenmiş olarak cennet yeşilinde geri alacak bahara nasıl olsa…
Kıymık kıymık çizilmiş, nar gibi kızarmış, mis gibi kokan kestaneler mangalda… Sahlepciler, enfes tarçın kokan tezgâhlarını sokaklara indireli günler oldu. Paltolar, koyu renki esvaplar, kaşkollar askıda… İhtiyadı elden bırakmayanlar da şemsiyelerini, hatta zincir takoz ve çekme halatlarını çokdan hazırladılar bile. Kış geldi, çattı. Havalar iyice soğudu buralarda. Artık zaman, devr-i kış zamanı… Sobaların borusu yerinde, biz de dönelim makalemizin konusuna.
Her yenilik, bir bozulmanın neticesidir. Eski, artık bozulmuş; yerini, yeniye bırakmışdır. Her bitiş, yeni bir başlangıçdır.
Atatürk, “Her işin iptidâsı müşgüldür” der. Ne kadar da kerâmet yüklü bir deyim imiş meğerse… Biz astsubaylar için pek müşgül de olsa bakın, göz açıp kapayınca kadar, şuncacık bir sürede avucumuzun içinden akıp giden ikibinoniki senesinde neler zuhur eylemiş astsubayların makûs tarihinde ilk defa. Hiç birisi kolay olmadı, defter-i kebire kayıt edilmeyi hepsi ziyadesiyle haketdi… Derler ya “geç olsunda, güç olmasın!” Biz astsubaylar için hem müşkül oldu, hem de iptidâ!.. Olsun varsın, yürümek, durmakdan yeğdir, değil mi?
Bir düşünün şöyle. Bugüne kadar rahmetli olmuş meslek büyüklerimiz, bu ilk’leri göremeden hak’kın rahmetine kavuşdular. Mümkün olsa da gelip kendileri bir görseler ne derlerdi acap? Hepsi huzur içinde yatsınlar. Onlara kısmet olmayanlar, mücadele bayrağını devretdikleri bizlere nasip oldu, olacak inşallah.
Elimde olmadan şöyle bir düşündüm şu kıt aklımın yettiği kadarıyla bir iki gün evvel. İptil dedim ki, üçyüzaltmışbeş günlük ömür takviminin yaprak tomarlarını koparta koparta en nihâyetinde sonuna geldin. Şunun şurasında bir deste gün sonra nereye gidecekse, ikibinoniki senesine güle güle diyeceğiz. Peki biz ömrünü milletin, vatanın, mukaddesâtımızın uğruna askerlik değirmeninde öğüten astsubaylar için ikinbinoniki senesi arz-ı vedâ eylerken bakalım neler yedecek? Aklıma gelenleri aşağıda yegân yegân yazdım… Başka varsa üşenmeyiniz, unutulmasın, ekleyiniz. Ekleyiniz ki tarih de kayıt etsin. Bakalım, kaç kişi olanların farkında…
İnanın ya da inanmayın, hayırlara vesile olan bunca olay sadece üçyüzaltmışbeş günlük şuncacık zaman zarfında meydana geldi. Bunların hiçbirisi karın doyurmuyor dediğinizi duyar gibiyim!.. Doğrudur, dostlarım. Bunlar, karnımızı doyuracak kanunlar değil fakat o kanunların temeline emekle, çileyle, mihnetle ve binbir zahmetle döşenen dolgu taşlarıdır. İpdil, temel sağlam olsun bir hele…
Her işin iptidâsı müşgüldür pek muhterem büyüklerim, çok kıymetli küçüklerim!.
İpdil, katre düşer. Yağmur, ardından gelir; İptidâ katre düşdü… Beklemeye râzıyım!..
İlave edeceğiniz bilgi varsa ki olmalı, bir zahmet bu satırın altına gelecek şekilde sabit ve koyu siyah kalem ile ekleyiniz…
Yeni yılınız şimdiden kutlu, hayırlara vesile ve her şey gönlünüzce olsun inşallah…
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Astsb.III Kad.Kd.Bçvş.
SAYIN SAVCI !
SİZLER GİBİ KALEMLERE, TEMAD ‘IN İHTİYACI OLMAYABİLİR.
SİZİN DEĞERİNİZİ ANLAYAMAMIŞ OLABİLİRLER.
SİZLERE BİZİM İHTİYACIMIZ VAR.
ASSUBAY TOPLUMUNUN İHTİYACI VAR.
ZATEN ASSUBAYLARIN HAKLARININ GÜNDEMDE TUTULMA OLGUSUNDA SON ZAMANLARDA SESSİZLİK VAR.
ETKİLİ KALEMLER DE SUSTU.
BELKİ YAKINDA YENİ BİR LİSTE ÇIKAR.
MAĞDUR ARKADAŞLARIMIZ.
GENEL MERKEZİMİZCE AF EDİLİRSİNİZ.
KAYIPLARINIZI KAZANIMLARINIZI ZATEN YAZMIŞSINIZ. TOPLUMA HİZMETTE ZATEN DUYARSIZ KALAMAZSINIZ.
ÜZÜLMEYİN. SEN VE SENİN ANLAYIŞINDAKİ, ARKADAŞLARI TOPLUM TANIYOR, ANLIYOR. YAZILARINIZ OKUNUYOR. BU MUTLULUK DA YETERLİ OLMALI SİZLER İÇİN. SELAMLAR.
Saygıdeğer Arkadaşlarım
Farz edelim ki bizim tüm kazanımlarımızı TEMAD yönetimi sağlayacak. Peki TEMAD’a üye olmayanlar,destek vermeyenler bu haklardan yararlanmayacak mı? Elbette yararlanacaklar, demek ki bizler hiçbir mecburiyetimiz olmadan kendimize ve mesleğimize saygımızın gereği TEMAD’a üyeyiz, destek veriyoruz. Gönüllü desteğimizin yanı sıra olumsuzlukları eleştirmek en doğal hakkımızdır. Hiçbir şey mükemmel olamaz, eleştiriye tahammülsüzlük donanımsızlığın,eksikliğin kanıtıdır. Her fırsatta size muhalif olduğunu düşündüğünüz kişileri İHRAÇ ederseniz bu toplumun birliğine dinamit atmış olursunuz. İhraç ceza değildir ve kamu vicdanını rahatsız etmektedir; suç varsa cezasını yargı verecektir,kendinizi yargı yerine koyarsanız kendinize uygulanan hukuksuzluklardan da şikayet etme hakkınız olmaz.Mücadelenin başarısı ayrışma ile değil birlik içinde sağlanacağı unutulmamalıdır.Huzur dolu günler diliyorum.
İhraç partilerde olur, milletvekilisindir; maaşında vardır…partinle uyuşamazsın hop disiplin ihraç ederler.
Maaşını almaya devam edersin.
Bizler gönüllüleriz, yani hancı…kimi nereden kovuyorsunuz.
Mesleğimizi ve meslektaşlarımızı seviyoruz.
Selam ve dualarla.
Ya Müheymin CC.
Elinden gelse rahatı için Temad tüm muhalifleri ihraç edecek,lakin aidata ve bağışlara ihtiyacı var…