….Arabamla yolda gidiyorum. Karım ve çocuklarım yanımda. Yolun kenarında arabamı durduruyorum. Bir daha onları hiç göremeyeceğimi bile bile, onları acele ile öpüp koklayıp, bağrıma basıyorum. Göz yaşlarımı içime dışıma, her yerime akıtarak direksiyona biniyorum ve uzaklaşıyorum. Bir daha onları göremeyeceğimi biliyorum. Ama üzüntüm buna değil. Gerçek üzüntüm onlara ne olacak? Ben belki birkaç saat sonra işkence edilerek öldürüleceğim. Ancak çocuklarım?… Karım?…
Bu kabusu hiç gördünüz mü? Hiç terleyerek uyanıp yanınızdaki eşinize ve çocuklarınıza sarıldınız mı?
Yıl 2013… Daha düne kadar ülkesinde huzur içinde yaşayan, hiçbir etnik sosyal problemi olmayan devletine bağlı Suriyeli memurun bunları yaşadığını hissetmek çok zor olmasa gerek. Her köşeden kıstırılmış, çocukları için yapabileceği tek şey, onları bir çölün kenarına bırakmak olan bir babanın duygularını ne kadar hafife alabiliriz? O çocuklara kimbilir neler olacak? Kimbilir belki bir Arap ülkesinin sınırında beğenilip seks kölesi yapılırlar. Belki de şefkatli biri onları korur ve saklar.
Peki neden böyle oldu? Neden insan kendi komşularının bir gün gelecekte, onun kanını içeceğine, ciğerini çıkarıp yiyeceğine şahit olur? Tabii ki tek bir sebep var. ABD ve onun taşeronu Türkiye Hükümeti öyle istedi diye. Çok uzun düşünmeye ve ikna etmeye ne zaman var ne de cesaret. Ellerinde bu kadar kan olan insanlar kendi vatandaşlarına da bu kanı sürmezler mi? İş işten geçtikten sonra, tüm dil ifadelerinin ve akli melekelerin önüne bir duygu geçiyor. . “-Öl ! ya da Öldür!”
Yıl 2013 Haziran başları… İstanbul Belediye Başkanı, Valisi, İçişleri Bakanı, Hükümet Sözcüsü, Başbakan yardımcısı… Hepsinin açıklamaları aynı. “Biz yaşanan olaylardan üzerimize düşen mesajı aldık.” Alınan mesaj belli… İnsanların eylem yapış sebepleri sulandırılacak. Sonra onlar gönüllerde, vicdanlarda mahkum edilecek. Sonra da toplum terörize edilerek isyan eden eylemcilerin üzerine gidilecek. Böylece bir taşla iki kuş vurulacak. Hem istenildiği gibi bir düzen yaratılacak, hem de daha güçlü olunacak… Yıl 2015… Türkiye… Eline silahını, palasını alan Faşist dikta yanlıları çete bile kurmaya gerek görmeden cadı avına çıkıyor. Ülkede yaşanan hak ve özgürlük eylemlerinden gına gelmiş. Tek kurtuluş, gezicileri, çapulcuları, yuvalandıkları yerlerde bulup yok etmek. Toplumu ateistlerden, islama hakaret edenlerden, dış mihraklara uyarak ülkeyi karıştıranlardan korumak. Devletin medyasının yapacağı ise belli. Her zamanki gibi masum ve haksızlığa uğramış maske takanların reklamı yapılacak. Devlet, cadı avcılarının peşine düşülüp yakalanacağını söyleyecek. Ancak palalı, satırlı bu yandaşlara el altından adresler dağıtılacak. Yıl 2023… Evinde, işyerinde, kütüphanesinde başta Atatürk resmi ve ilgili kitaplar olmak üzere sakıncalı kitap bulunduranlar cezalandırılacak. Herkes devlet tarafından dijital olarak sıkı takip edilecek. İbadet vakitlerini bilerek ve isteyerek kaçırdığı tespit edilenler, toplumu kötü yönlendirdikleri gerekçesi ile cezalandırılacak. Kırbaç, recm, ve kısas uygulanacak.
Yıl 1989… Iraklı bir profesör. Bir bilim adamı. Bağdat’ın saygın üniversitelerinden birinin başında çalışıyor. Varlıklı bir adam. Ülkesinde bir şeyler ters gidiyor ancak cesaret edip söyleyemiyor. Çünkü rejim çok katı. Yıl 2007… Bu adam her şeyini savaşta kaybetmek üzere. İşine gidiyor ama öylesine… Umudunu yitirmiş ama kimseye hiçbir şey söylemiyor. Susuyor… Susuyor… Sonra günün birinde yanında bir patlama oluyor. Gözlerini kaybediyor. Eşi de sakat kalıyor o patlamada… Türkiye’ye gelip yerleşiyorlar. Akşamları bir parkın köşesine çıkıp derin derin bu dünyanın acı nefesini soluyorlar. Yiyemediklerine, göremediklerine, yaşayamadıklarına üzülemeden. Hayatta kalmanın mutluluğu olsa olsa bu kadar acı olabilir.
Saygılarımla…
Devletin istatistik kurumu iktidarı mutlu edecek açıklamalar yapıyor halkın uzaktan yakından tanımadığı malların fiatları ile enflasyon tespit ediliyor oysa bazı temel gıdalarda artış %100 olmuştur Neymiş Haziran ayında enflasyon 0.51 olmuş YALANCININ…….