…
Bunlar
Engerekler ve çıyanlardır
Bunlar
Aşımıza, ekmeğimize
Göz koyanlardır
Tanı bunları
Tanı da büyü
….
…
İşte böyle öğüt veriyor şair Ahmed Arif. Başbakanımız da bu şiirdeki işaret zamirini kullanarak “Bunlar” diyor. Bu şiiri okumuş ve bilinç altında tutan herkes “Bunlar” kelimesinin “Engerek ve Çiyan” anlamına geldiğini biliyor. Ben de “Bunlar” kelimesi ile Adiloş Bebe’ye seslenmek istiyorum. Bunlar neler neler yaptılar be Adiloş bebe…
Bunların kepazelikleri çağlar ötesinden gelir ancak biz Cumhuriyetimiz dönemine bakmak durumundayız. Kurtuluş Savaşının gerçek kahramanların vakurluğunu fırsat bilen bunlar, hak etmedikleri halde kılıksız yakalarına İstiklal Madalyası bile takmışlardı. Çocukluğumuzun gazete manşetlerinde aklımıza takılan en büyük şerefsizlik bu idi. Böylece bunlarla tanışmış olmuştum. Bunlar halkın Cumhuriyetini, kendi iktidarlarına oyuncak etmişlerdi. Geleneklerine ve dinine bağlı vatandaşların bu yönlerini fırsat bilerek, siyaseten üstünlük kazanmak istemişlerdi. Amaçları daha önceden alıştıkları monarşik ve feodal sisteme hizmet etmek idi. Halkın ideolojisini, dinini, cinsiyetini, tabiyetini kullanarak meydana getirdikleri husumetten siyaset ve ticaret yapmışlardı. Hepsinin hayattan anladığı kirli bir siyaset ve kirli bir ticaret idi. İmtiyazlı kurallar bunlar için çok gerekliydi. Daha güçlü olabilmek için, Türkiye Büyük Millet Meclisini ele geçirdiler. Çıkardıkları yasalarla devletin organlarını Zenginler Kulübüne çevirdiler. Cumhuriyet hiç hoşlarına gitmedi bu kirli insanların be Adiloş Bebe…
Bunlar anayasa dinlemediler. Devletin içinde Yasama, Yürütme ve Yargı erklerine uymayan kurumlar oluşturdular. Anayasaya aykırı kanun ve yönetmelikler hazırlayıp vatandaşın haklarını gasp ettiler. Sonra da yaptıkları rezilliklerin tüm suçunu asla uygulamadıkları anayasaya attılar. Hep anayasa yetersiz deyip işin içinden çıktılar. Oysa hangi yeni anayasadan sonra çalışma hayatının düzenlenmesinde olumlu adım attılar ki.
Vatandaş bunların umurunda değildir. Bunu zehirli gıdalar üreterek, cahil adamın eline hormon ve kimyasal ilaç vererek, hatta ekmeğimize bile zehir katılmasına müsaade ederek, vatandaşın sağlığıyla oynayarak kanıtladılar. Çernobil Nükleer Santrali patladığında bunlar Askere radyasyonlu fındık dağıttılar. Bunlar radyasyonlu çaylar satılsın diye televizyona çıkıp çay bile içtiler. Bunlar Karadenizin dibini Avrupa’nın zehirli varil deposu yaptılar. Halkın tümünü zehirleyen bunlar Karadeniz’de yıllar sonra artan kanser vakalarını bile araştırmaya lüzum hissetmediler. Ama küçük dünyalarında kendilerince sağlık çalışması yapıyorlar. Sigara ve içki ile mücadele ediyorlar. Kullanım alanlarını daraltıp ve ücretlerini arttırıp bir taşla iki kuş vuruyorlar. Amaç sağlık mı? Asla… Tamamen dinsel dayatma. Sosyal destek derneği gibi sözde obezite ile mücadele ediyorlar. Ama obeziteye, kansere ve diğer hastalıklara yol açıcı gıdalarla mücadele etmiyorlar. Yaptıkları birtakım markalarla mücadele etmek. Buldukları çözüm de kendilerince çok akıllıca. Bu ülke nasıl olsa İsrail’e düşman ya… Bu ümmet nasıl olsa yahudiye düşman ya… Yahudi malı de! İçmesinler, yemesinler. Oysa bunların taraftarlarının restoranları pis, bunların taraftarlarının ürettikleri besinler sağlığa zararlı, bunların taraftarlarının sattığı ürünler hilelidir. Bu nedenle bunlar bu tür şeylerle mücadele etmezler.
Bunlar yarı devlet gibi tek taraflı kararlar alabilen, müşterisine dayatan bir bankacılık sistemi kurarak milleti hortumladılar. Bunlar paravan şirketler kurarak, hayali ihracatlar yaparak, yolsuzluğun ve tüyü bitmemiş yetim hakkı yemenin çarpıcı örneklerini gösterdiler. Milletin tükettiği her üründen, utanmadan sıkılmadan “sorma ver” veya “ben yaptım oldu” mantığıyla vergiler aldılar. Kendi yandaşlarına kurdurdukları firmalar ile hem ticaretin hem de siyasetin tek hakimi olmak istediler. Bunlar dünyanın en pahalı benzinini, internetini, haberleşmesini, otomobilini bu vatandaşa reva gördüler. Devletin milyarlarını göz göre göre birkaç kişiye peşkeş çeken kendilerinden önceki iktidarları sorgulamak yerine, sıra bize geldi mantığıyla davranıp ceplerini doldurmayı tercih ettiler.
Bunlar kendilerine oy kazandıracak herkese kucak açtılar. Bunlar asılan başbakanların kan davasını güdermiş gibi konuştular. Bunlar kendilerine yakın sanatçıların ağızlarından siyaset yaptılar. Bunlar tarikatlarla sıkı dostluk bağları kurdular. Bazıları tam da tarikatların göbeğinden geldiler. Bunlar sıkı Amerika dostu oldular. Bunlar kendi basınlarında bile Amerika Başkanına, Amerika Başkanı değil, “Başkan” diye hitap ettirdiler. Yargı kararlarını bile doğru karar, yanlış karar diye etki altına aldılar. Bunlar kendilerinden sonraki nesilleri için kefelerini yüklerken de profesyonel davranıp kendilerince emin kişiler bulup paralarını, evlerini, yatlarını, katlarını onların üzerlerine de yaptılar. Kendi keselerine sığmayınca güvenilir başka keseler aradılar. Yabancı bankalarda gizli hesaplar açtırdılar.
Bunlar yerel yönetimleri halkın sırtına ikinci kambur gibi koydular. Belediyeleri taşeron olarak kullandılar. Devletin yer altı ve yer üstü kaynaklarını belediyeler vasıtasıyla parsellediler. Seçilmeden önce açlıktan nefesi kokan adamlar, belediye başkanı olduktan sonra servet sahibi oldular. Bunların üzerine gitmeyip, sadece siyasi emelle soruşturma yaptılar.
Bunlar emekçinin sendikasını sulandırdılar. Emekçiyi bile böldüler. Devletin emekçisi kurtarılmış bölgede oldu. Kendi ticarethanelerinin emekçisine köle muamelesi yaptırdılar. Önce sendikaya üye olana karşı çıkmışlardı. Şimdilerde sendikaları aşağılayıp istediklerine ulaşıyorlar. Değişik görüşler altında patronlar ligi kurdular. Bunlar sendikayı tarif ederken, sendikayı sömüren kendileri gibi olan insanları tarif ettiler. En sevmedikleri ve tahammül edemedikleri şey halkın ve emekçinin örgütlenmesi idi.
Bunlar devletin içinde kastlar yarattılar. Devletin imkanlarını kast sistemiyle dağıttılar. Hastanelerde, trenlerde birinci ikinci mevkiyi bunlar çıkardı. Bunlar devletin sağladığı sosyal tesisleri böldüler. Devletin imkanlarını eşit dağıtmadılar. Bunların sisteminde birazcık yükselen, bir yerlere gelen, kendi statüsünden aşağıda olanlardan kendini ve ailesini soyutladı. Bunlar kibirli ve mağrur sırça köşkleri çok sevdiler. Alt tabaka olarak saydıkları kesimle diyalog kuranları ayıpladılar, dışladılar.
Bunlar eğitimsiz ve cahil halkı çok seviyordu. Bunlar varoşları çok seviyorlardı. Çünkü çaresiz insanlar bunların dibinden ayrılmazdı. Çünkü halkı avucundaki buğday tanesi ile tavukları çağırıp yem yediren bir kişi edasıyla yönetiyorlardı. Bunlar halkı tavuk gibi görüyordu. Bunun için halkın ekseriyatı varoş olmalıydı.
Bunlar herkesten çok milliyetçi oldular. Herkesten çok Cumhuriyetçi, herkesten çok özgürlükçü. Bunlar anadilde eğitime karşılardır. Bunlar anadilde eğitimi en çok savunanlardır. Bunlar terörü lanetlerler. Bunlar teröristle kucaklaşırlar. Bunlar Hakkari’ye gittiklerinde Türk Bayrağını gizleme gereği duyarlar. Bunlar Habur’a seyyar mahkeme kurarlar. Bunlar ilköğretimi bile dinsel ideoloji yuvasına getirirler. Bunlar çağdışı hurafelerle bezenmiş kafalara prim verirler. Bunlar ramazanda oruç yiyeni döverler. Bunlar insanların ibadet edip etmediklerini takip ederler. Sonra da hoşgörü maskesini takarlar. Bunlar mahalle kabadayısı gibi ali kıran baş kesendir. Bunlar Tutuklu Generallerin masumiyetini savunarak Atatürkçülük siyaseti yaparlar. Ancak hakkı yenen toplumun tüm diğer katmanlarına kulaklarını tıkarlar. Bunlar halkın asker sevgisini bile kendi yaklaşımlarına angaje ederler. Bunlar “Sarı saçlım mavi gözlüm.” Şarkısı söylerken diğer taraftan da Dersim Katliamı deyip Atatürk’e ve bir döneme saldırırlar. Bunlar her türlü yalanı söyleyen ve halktan hiç çekinmeyenlerdir.
Bunlar çocuklarının istikbalini kendi ülkelerinde görmezler. Erkek çocukları sakat olduğu için askerlik yapmazlar. Bunların iktidarıyla, muhalefetiyle en mutabık oldukları konu aileleriyle birlikte özerk ve dokunulmaz bir hayata kavuşmuş olmalarıdır. Aynı zamanda bunlar fakirlerin terör kurbanı çocukları üzerinden siyaset ve politika üretirler. Gündem oluştururlar. Bu yitip giden gençlere “Şehit” diyerek toplumun tepkisinden ustaca uzaklaşırlar.
Bunlar Türk-kürt kardeşliğine hiç inanmazlar. Oy kaygısı nedeniyle hiç öz eleştiri yapamazlar. Bu devletin birbiri ile evlenmiş akraba olmuş bu halklarını görmezden ve duymazdan gelirler. Terörü Kürtlerin üstüne yıkıp kurtulurlar. Kürtleri suçlu ilan ederler. Ne kadar çok ağızlarından tükürük çıkarsa varoşlar tarafından o kadar kabul göreceklerine inanırlar. Bir paradoks içinde yaşar dururlar. Hem Kürtlerin acılarını kabul etmezler, ellerinden tutmaz ve devletin güvenlik şemsiyesine almazlar, sosyal hayatlarını terör örgütünün kontrolüne bırakırlar, hem de Kürt halkının içinde bulunduğu çıkmazı kullanırlar. Tıpkı trafik canavarı, enflasyon canavarı yaratıp sonra bu canavarı aradıkları gibi, terör canavarı arar dururlar. Kestirip atmak, uğraşmamak, kafa yormamak, günü kurtarmak yeterlidir. Araştırmaları hep tek yönlüdür. Oylarımı neler arttırıyor ve neler azaltıyor? Bunlar terörle mücadele edeceklerine Kürtlerle veya Türklerle mücadele etmeyi yeğlerler. Bunlar bu konulara giren aydınları hiç sevmezler. Önce alay ederler. Baş edemezlerse aydınları kendi varoşlarına taşlattırırlar ve yaktırırlar.
Bunlar sıkışınca laiktir. Yine bunlar kadın erkek eşit değildir derler. Bunlar din kurallarına göre yaşarlar. Diğer insanları da din kurallarıyla yaşamadıkları için sözde özgür bırakırlar ama özde dinsel görevlerini de yaparlar. Yani dine çağırırlar. Bunları siz kendi tarafınıza çağıramazsınız. Ama bunlar çağırırlar. İşte böyle taassup içinde debelenir dururlar bunlar Adiloş bebe…
Bunlar Atatürkçüyüm de der. Atatürk’ün devrimlerinin sebebini bilmeden, kendilerince akademisyen ve kartvizit sahibi kişileri tercih ederek, halktan uzak duran burjuva bir yapılanma ile biraz militarist biraz sosyalist savlar üretirler. En temel özgürlükleri bile kartvizitlerine reklam olsun diye kullanırlar. On yıl önce şehir kulüplerinde süsleyen bunlar, şimdilerde bu kabuklarından da sıyrılıp bu derneklerden uçarak daha güvenli limanlar arıyorlar.
Bunlar bir dönem devrimci, solcu iken sonraları milliyetçi, hatta ve hatta ülkücü ya da tam tersi olabilenlerdir. Bunların doğruyu gördük demeleri aslında parayı gördük ya da kendi selametimizi burada bulduk demek kadar ideolojiden uzaktır.
Bunlar namusu kafada değil, etek altında arayanlardır. İbadet ederken bile ticaret düşünen, ticaretinde hileye yer veren, namusu ise kendi çevresindeki insanlarla kısıtlayan insanlardır. Yabancıyı bulduklarında her şeyi yapabilen bu zihniyet ne kadar namuslu olabilir.
İşte böyle Adiloş bebe… Bunlar işine geldiğini duyan işine gelmediklerine kulaklarını tıkayanlardır. Ülkenin dört bir tarafından gelerek Ankara sokaklarında hakları ve onurları için yürüyen, çalıştıkları demeyeceğim, “Uğruna öldükleri” kurum ve devlet tarafından sahiplenmek isteyenleri duymayanlardır.
Bunlar düzmece belgelerle krizler çıkaran, darbeler yapan, hükümetler deviren, insan asan, hatta devlet başkanı zehirleyenlerdir. Bunlar aydınları ve gazetecileri suikastle öldürenler, hapislerde çürütenler, insanların fikirlerine tahammülü olmayanlardır. Bunlar devleti gladyoya çevirenler ve halkı bu ülkenin içinde yaşayan hayvanlara benzetenlerdir. Bunlar kapılarında bulundurdukları ucuz katillerin, mafya bozuntularının ve din afyonu yutmuş sözde mücahitlerinin namlularını aydınlara ve halka çevirtenlerdir.
Bunların vatandaşlarının değil varoşlarının çocukları tek tip olmalıydı. Yani ilkokullardan itibaren tek tip vatandaş yetişmeliydi. Ama zenginler için birbirinden güzel, saray gibi okullar da yapılıp herkes kıçının yerini bilmeliydi. Daha çocuk yaşta ilköğretim sıralarından başlayan bir sosyal algılama farklılığı yaratılmalıydı. Bunların en vahşi tarafı da bu idi Adiloş bebe… Bunun için bilerek fakir bırakıldık. Bunun için varoş olmamız ve varoş kalmamız isteniyor. Bunun için haklarımız çiğneniyor. Bunlar kendi geleceklerini de şekillendirerek, senin geleceğini karartıyorlar. Tanı bunları, tanı da büyü! Sen de bunlarla mücadele et, Adiloş bebe!..
Bunlar yandaşları için kişiye özel yasalar çıkardılar. Bu konuda muhalefetler gık etmedi. Çünkü onlarında birkaç yandaşına özel yasa çıkarıp birbirlerine kıyaklar yaptılar. Bedelli askerlik yasası ile askerliği bir fiil fakirlerin yapmasına karar vermiş oldular. Gazete manşetlerinde ve televizyonlarda ülkenin gerçeklerini değil, kendi gündemlerini yansıttılar. Senin babanın hakkını yerken ve başkalarına peşkeş çekerken kulaklarını tıkadılar, gözlerini kapadılar, ağızlarından bir kelam çıkmadı. Ancak bildikleri tek şey birbirlerinin kirli sofralarına misafir olmak ve kirliliklerinin sidiğini yarıştırmak. İşte bunlar böyle şerefsiz idi Adiloş bebe…
Gördüğün gibi bunlar her zaman ve her yerde varlar. Sadece üzerlerindeki kıyafetler farklı. Kimi zaman sağcı, kimi zaman solcu, kimi zaman milliyetçi, kimi zaman akademisyen, kimi zaman üniformalı. Ama hepsinin amacı aynı. TOPLUMU ZEHİRLEYEREK, İÇLERİNDEKİ PİSLİĞİ VE CEREHATI KUSARAK, NEFRET TOHUMLARI SAÇARAK, BÖLEREK, HAKSIZLIK YAPARAK, İHTİRASLA, KISKANÇÇA KARTELLEŞMİŞ, PİS EGOLARINA HİZMET EDERLER.
Ama güvenmek gerek Adiloş bebe.. İnanmak… Ve itimat etmek… Çünkü itimat ettikçe insanlığa hizmet eder ve insanlığı yüceltiriz. Biz inanıyoruz Adiloş bebe… Bizim ümidimiz var. Çünkü biz hala daha iyilerin kazanacağını düşünüyoruz. Ama mücadele etmemiz gerekecek. Hem de öyle böyle değil. Sıkı bir mücadele. Bil bunları, bil de büyü…