Kahveye oturdum. Bir köşede gazeteleri karıştırırken Hüseyin emmi yanıma geldi.
- Gomutan yav ne oluyoru böööle?.. Haberleri dinleyinca asabım bozuluyoru A..na goyam ya… Asgerler neden intaar ediyoru?
- Emmi, normal bir insana ne kadar anlatırsan anlat intihar duygusunu anlaması zordur. İnsanın kendi kendisini yok etmesine anlam vermekte hep güçlük çekeriz. İntiharların çok çeşitli boyutları var. Çok fakir ve açlıkla mücadele edilen bir ülkede insanlar hayatta kalmak için her çareye başvururken, dünyanın en zengin ülkelerinde de intiharlar dünya ortalamasının oldukça üstünde. Rahat olmalarına rağmen intihar ediyorlar.
- O gavırlara rahat batıyo argadaş onu anladım da bizimkilere ne oluyo… S.ktir et gavırları…
- Çok kapsamlı ve uzak olmadığımız bir deyimle, asimetrik bir sıkışma sendromudur intiharlar.
- Af bıyır…?
- Hüseyin emmi sen hiç intiharı düşündün mü?
- Haşaaa.
- Ben düşündüm. Ama yapamadım. Yirmili yaşlarda kız arkadaşımdan ayrılınca kutsal aşk dağının altında kalmış biri olarak tek yapmam gereken şey kendimi yok etmekti. Kendimce öyle bir cevap verecektim ki… Görev yaptığım birlik zaten bir uçurumun kenarındaydı. Akşam hava yeni kararmıştı. Bir bira içmiştim. Unutamıyordum. Uçurumun kenarında, kesilmiş bir ağacın dip kütüğüne oturdum. Kafamdaki senaryolar küçüle küçüle yok olmaya başlamıştı. Çıkar yol atlamaktı. Kendimce zaman kolluyordum. Haydi… Haydi… Haydi…diye birbiri arkasına gelen gurur sesime karşı bir şeyler karşı koyuyordu. O an yanıma bir arkadaşım geldi. “Ne haber” dedi. Onu görünce intihar modundan çıktım. Ona çaktırmadan “oturuyorum” dedim. Onunla sohbet ettik. Canının çok sıkkın olduğunu anlattı. Bir sigara uzattı. Bana anlatıp duruyordu. Ben ise onu dinlemiyor, ancak birkaç dakika önce arkadaşım gelmese yapacağım olayı düşünüp kendi kendime hayıflanıyordum. Bir uyanış içinde idim ancak bunu ona hissettirmek istemedim. Sonra “-Kalk haydi misafirhaneye gidelim.” dedi. Benim koluma usulca girdi. Misafirhaneye gidince ona sarılıp uzun uzun ağladım. Arkadaşım benim intihar edeceğimi anlamış ancak hiç çaktırmadan beni engellemişti. O anki psikolojimi sonraları hiç anlayamadım. Daha sonra hiç bir defa bile öylesi melankolik bir duruma düşmedim.
- Lan ooolum deeer mi bee elalemin ..ospusu için !..
Hüseyin emmiye şöyle bir ters baktım. O da yanlış bir şey söylediğini anlamıştı.
- O deeel de argadaş asgerin anası babası, gomutanlar neden sahip çıkmayoru deyi soruyoru.
- Bir keresinde dağ başında bir taburda geçici görevli idim. Bir sabah saat on sıralarında başka bir bölükten bir askerin intihar ettiği haberini aldım. Öğle yemeğinden sonra revir çadırına uğradım ve Tabip Asteğmen arkadaşla buluştum. Çok üzgündü. Ben de herkes gibi intihar olayını sordum. O da anlattı. Üstüne gitmişler çocuğun. Üst kura askermiş. Ancak acemi asker gibi patates soyar, mıntıka temizliği yaparmış. Çok az konuşurmuş. Aldığı tüm operasyon parasını da annesine gönderirmiş. Hâttâ doğuya askere geldiği için sevinmişmiş. Çünkü o askerden önce çalışarak biricik annesine bakıyormuş. Askere gelince annesine kim bakacak? Allah’tan operasyon parası var ya… Onu da annesine gönderiyormuş. Ancak onun bu sessiz tavrı ve diğer arkadaşlarının sohbetlerine uyum göstermemesi, sanırım bazı arkadaşlarınca yanlış anlaşılmış. İstirahatinde pançosundan dışarı çıkmazmış. Uzun süre ortada görünmezmiş. Bunun üzerine arkadaşları bölük komutanına gidip, bu arkadaşlarının ot içtiğini söylemişler. Bölük komutanı da Bölük Assubayına “Git otu bul getir!” demiş. Bölük assubayı da askere gidip otu sormuş. Asker öyle bir şey olmadığını söyleyince, Astsubay ona bir tokat atmış. Aramış taramış ama ot yok. Sonra asker pançosuna girmiş ve G-3 tüfeğini karnına dayamış. Sonra basmış tetiğe…
- Savcı neyim gelip hesap sormadı mı yav? Kimse ceza almadı mı?
Güldüm.
- Cık. Bir helikopterle gelip metre ile ölçü alıp gittiler. Toplam bir iki saat…
O sırada kahveci sıcak çaylarımızı getirdi. Hüseyin emmi arkadaşına yaslandı ve sohbetin kendi fikirlerine çakışan veya uyan yanlarını bardaktaki kaşıkla karıştırır gibi devam etti.
- Lan oolum ben asgeryeyi böle bilmezdim. Ama gene de asgeryeyi garıştırmak için mahsustan laf çıkarıyollaa gibimi geliyoru…
- Valla ölesini böylesini bilmem. Bence ordudaki binlerce intihar vakasının çoğunun sebebi aynı. Bir gurur, bir melankoli hali ve kötü bir zamanlama beraberinde bu faciayı getiriyor. Aynı birlikte aynı günde kaç tane asker bir üst devresinden veya rütbeliden azar işitmiştir, tokat yemiştir veya cezalandırılmıştır. Ya da kaç astsubay komutanının haksız yere eleştirisine maruz kalmıştır. Bu kişilerin ek sorunları da artık taşıyabileceğinin son noktasında ise, tıpkı dolu bir bardağın son damlasının bardağı taşırması gibi… Olan oluyor.
İntihar vakaları bazen bağıra bağıra geleceğim derken, bazen de sessiz ve derinden kendini gösteriyor. Bir bölük düşünün. Bu bölükte işler nasıl yürüyor. İnsanlar birbirleri ile hangi şartlarda iletişim kuruyorlar? Gelen askerlerin kimi evin en küçüğü ve ailesi üzerine titremiş, kimi çok varlıklı aileden gelmiş, kimi ailenin tek oğlu, kimi şımartılmış. Uzman çavuşu düşünün. Bu mesleği sevdiği için ve kariyer yapmak için yapmıyor, yapamıyor. Çoğu ekonomik sorunlar nedeniyle bu mesleği son noktada seçmiş. Sadece parası için seçtiği meslekte, mutlu olmak için görevini en iyi şekilde yapmaya çalışıyor. Ordu içinde kendine konulan sosyal statükodan rahatsız olduğu için kendini ve ailesini diğer rütbelilerden izole ediyor. O etmese bile şartlar çok güzel izole ettiriyor. Özellikle genç subay ve assubaylar Uzman çavuşun varlığını görmezden geliyor. Onunla arkadaş olmuyorlar. Bir astsubay ve bir subay düşünün. Aynı yaşlarda mesleki okul hayatına atılmışlar. Askerliğin her boyutunu çok iyi biliyorlar. Kendilerine çizilen yol gereği, daha genç yaşta, tabiri caiz ise herkes kıçının yerini biliyor. Mevcut kurallar mecrasında birbirlerinden kopuk yaşamak onlar için en iyisi. Bir subay elindeki nimetleri paylaşmamak için sosyal ortamının, çalışma ortamının önüne koca koca duvarlar örüyor. Bir astsubay ise o kadar küsmüş ki “en iyisi ölüsüdür.” diyecek kadar ileri gitmiş ve kışla içinde ikinci bir dünya kurmuş. Böylece birbirinden kopuk birkaç dünya ordunun içinde yaşayıp duruyor. Subayların dünyası, Assubayların dünyası, Uzmanların dünyası, Erlerin dünyası… Her birinin içinde sorun var. Oysa her bir grubun diğeri ile yoğun mesaisi olması lazım. Ancak samimiyetsizlik gereği herkes kalkanla dolaşıyor. Kalkanınız düşerse vay halinize… Bir aile ortamından yeni bir hayat ortamına ayak uydurmaya çalışan gençler tabii ki ruhsal sıkıntılara hemen girmiyorlar. Bazı zorlukları zaten askere gelmeden önce biliyorlar. Çünkü hepsinin abisi, babası, arkadaşı askerlik yaptığı için anlatıyor ve öğüt veriyor. Gelen acemi asker aslında yarı yarıya eğitimli askerdir. Ancak adapte olmaya çalışırken bunun üzerine farklı problemler eklenen gençler depresyona giriyor. Tüm bunların üzerine yapılan bariz haksızlıklar her şeye tuz biber oluyor. Köşeye sıkışma ve savunamama hali beraberinde büyük bir çöküntüyü getirir.
- Vallaa ben genede her söölenene inanmam argadaş. Bunun hastanesi vaaa.. Dokturu vaa… Gontrolü vaa… Hem asgeryede herkes götünün yerini bilecek argadaş. Asger ocaaaa ora…
- Güldüm. Emmi bak, Kıdemli başçavuş olarak Ankara’da görev yapıyordum. Bitmek bilmeyen bir ishale yakalandım. Revire çıktım. Doktor bana “non spesifik ishal” dedi. Yani teşhisi koyulmamış ishal. Sonuç: Görev. Artık bıkıp usandım revire gidip aynı cevabı almaktan ve doktora dedim ki; beni Hastaneye sevket! Doktor sonunda isteğimi kabul etti. Beytepe Jandarma Hastanesine gittim. Orada barsaklarda bakteri olup olmadığına baktılar. Yoktu. Biraz ilaç yazıp on beş gün sonra tekrar gel dediler. Ben de ishal bir türlü geçmiyordu. Tekrar revire çıktım. Doktordan beni başka hastaneye sevk etmesini istedim. Doktor -Olmaz. Bizim sevk edebileceğimiz hastane sadece Beytepe, dedi. Durumumu izah ettim. -Beytepe’ye git, oradan sevk etsinler. Emir böyle… dedi. Eeee emir deyince asker susar. Ben tekrar Beytepe’ye gittim. Daha önce hiç gitmemişim gibi benden aynı testleri istediler. Ben doktora direkt olarak Gastroentoloji servisine çıkmak istediğimi ancak bu servisin bu hastanede olmadığını söyledim. Beni onlar sevk edemezmiş. Tekrar birliğime gitmeliymişim. Revirden sevketmeleri gerekirmiş başka hastaneye. Artık yapacak bir şey yok. Hastanenin çıkış koridorunda ilerlerken bir yazı dikkatimi çekti. “Rehber hekim.” Hemen odasına girdim ve beni Gastroenteroloji olan bir hastaneye sevk etmesi için yalvardım. Revirle bu hastane arasında mekik dokuduğumu, neler çektiğimi anlattım. Neyse kabul etti ve Etimesgut’a sevk ettiler. Orada Gastroenteroloji servisine muayene oldum ve ülseratif kolit, kısaca barsak ülseri olduğum anlaşıldı. Böylece benim de kronik bir hastalığım olmuş oldu. Hastalığımı bulduğum için sevinmiştim.
Yahu bunu nereden anlattım. Neyse emekliyiz ya vakit çok. Döneriz bir yere anlatmaya devam ederiz. Beytepe’den sevk almak için uğraşırken beni psikiyatriye sevk ettiler. Neymiş efendim, bazen ishalin sebebi psikolojik olurmuş. Sorun neymiş biliyor musun? Doktorlara itibar etmediğim için sorunum. psikolojikmiş. Ne de olsa iki aydır hep revire çıkıyorum, hastaneye gidiyorum. Neyse… Hayatımda ilk kez psikologla konuşuyordum. Şöyle bir havalara girdim. Vay beee… Bende bazı sorunlar var sanırım. İçimi doktora dökeyim de anlasın beni. Meğer herkes öyle yaparmış. Doktor gayet normal olduğumu söyledi. Oysa ben de biliyordum normal olduğumu. Ancak doktor bana yine de bir zarf, bir de hap verdi. Bunun içinde kıta anket formu var, dedi. Sen amirine doldurt ve bana getir, dedi. Ben amirimin doldurduğu anket formunu mühürlü bir zarfla doktora teslim ettim. Doktor zarfı açtı. Hem güldü hem de bana gösterdi. Sen intihara meyiliymişsin, dedi. Ben de valla öyle bir durum yok sadece ishalim ve tedavi olmak için çabalıyorum deyince bastı kahkahayı. Düşünüyorum da acaba amirim neden böyle yazdı? Nasıl bir emare gördü? Dönüp silahımı teslim edip, alın bunu benden diyesim geldi. Neyse dişimi sıktım. Nasıl olsa emekli olacaktım. Ben gece gündüz sağlığımı düzeltmek, düzeltemesem de hastalığımı bulmak isterken, nelerle uğraşmıştım. Psikiyatrın verdiği lustral hapı işte burada işe yaradı. Bol bol uyuyup, ayrıntılardan uzak ve saman kafayla dolaşmak ne kadar güzeldi.
- Şimdi anadıımm. Sen adamın yolunu gapatıyoon. Yardım etceene zorluk çıkarıyon. Yani sana derdini anlatmayı bilen, yol yordam bilen, gırk yaşında adamı bile dinneyemiyoon. Olluummm sen asgeri nasıl dinneyccennn? Vayy yavrum vay… Asgeryenin işine şeytanın aklı ermemiş delle de inanmazdım. Heyyy de heyyy… Bitmişiz biz yavvv… Üç guruşluk keyfim varıdı onu da gaçırttın gomutan.
- Dur daha yeni başladık Hüseyin emmi. Sana Assubayların neden intihar ettiklerini anlatacağım.
- Boşveee bunlar ömür törpüsü. Ooollum ordan Ganalı deeeştir. Buluve güzel bi ganal. Gomutan sen de ganalı deeeştir…
- Valla sen sordun, ben söyledim Hüseyin emmi. Beğensen de beğenmesen de benim yaşadığım bu. Sen beğenmeyip dinlemiyorsun. Öbürü askerlikten soğutmaktan, çalışırken yaşadıklarını anlatmaktan diye başlayan zırvalarla dava açarım diyor. Evdekine anlatamazsın. Zaten o birebir yaşadı. Hükümet bana gelme ona git diyor. Millet zaten kıytırık orduevine ve çürük lojmanıma kafayı takmış. Ne dersen de inanmıyor. Bizi bir tek erler anlıyor. Biraz yanımıza yaklaşabilseler diyorlar ki; “Komutanım ya nasıl dayanıyorsunuz? Ömrünüz tel örgünün içinde geçiyor.” Kör kuyulara bağırıp duruyoruz işte…
- Tööbee olsun daaa sormam. Bildiinizi yapın. Beni garıştırmayın.
Tam o sırada kahveci açtı şöyle bir oyun havası Oğuz Yılmaz’dan. Hüseyin emmiyle kalktık bir göbek attık. Ohhh.. Hayat devam ediyor…
Gece gündüz gezerdin
Kimseyi dinlemedin
Hergün başka bir güzelle
Geziyodun gördün mü
Gençlik gitmiş gördün mü
Pilin bitmiş gördün mü
Rengin solmuş gördün mü
Belin dönmüş gördün mü
Havaları basmayı gördün mü
Paraları basmayı gördün mü
Gördün mü gördün mü
Gördün mü gördün mü
Havaları basmayı gördün mü
Paraları basmayı gördün mü
Havan sıfıra inmiş
Benzin sararmış solmuş
Hani dünya güzeliydin
Aynaya bak gördün mü
Nerde kaldı servetin
Nerde kaldı hürmetin
Nerde kaldı şöhretin de
Dönde bir bak gördün mü
Gördün mü gördün mü
Gördün mü gördün mü
Related Posts