Özellikle yaşlı vatandaşlarımızın assubayları gördüğünde kullandıkları bazı hitap sözcükleri dikkatinizi çekmiştir. Assubaylara zaman zaman “Gedikli Zabit”, “Baş Gedikli”, “Gedikli” ya da “Baş Efendi” şeklinde seslenirler. Ülkemizde “Gedikli” terimi artık kullanılmadığından dolayı özellikle genç assubaylar bu işin sırrını bir türlü çözemezler. Kendilerince araştırıp uygun cevaplar bulmaya çalışırlar.
Ülkemizde de uzun yıllar saygın bir yapılanma olarak kullanılan ve daha sonradan kaldırılan “Gedikli Zabit” yapılanması, tarihsel derinliğinde; gedikliliğin ve bu yönüyle de deniz assubaylığının başlangıcını oluşturduğundan önem arz etmektedir. Bu yüzden, gelin hep birlikte bu konuyu inceleyelim ve bu güzide mesleğe ömür vermiş insanlarımızı da böylece yad etmiş olalım.
Gedikli zabitler, belirli bir alan ya da konuda uzmanlık derecesinde ihtisaslaşmış özel görevli subaylardır. Gedikli zabitler askeri yapılanmalarda subay ile assubay arasında bir rütbe konumuna sahiptirler. Türk Ordusundaki şekliyle tarif edersek, asteğmen ile teğmen aralığına yerleştirildiğini söyleyebiliriz. Daha çok kıdemli assubaylığın bir uzantısı olarak görülseler de gerçekte ayrı bir sınıf oluşturmaktadırlar. Fakat pek çok ülkenin silahlı kuvvetleri, uzun yıllar orduya emeği geçmiş kıdemli assubaylarına yeni bir kariyer sunmak ve onları onurlandırmak amacıyla “Gedikli Zabit” yapılanmasını kullanmıştır.
Gedikli Zabitlik, dünya ordularında ve orduların her kuvvetinde çok az farklılaşan bir yapıya sahip karışık bir rütbedir. Genel anlamda teknik becerilerine ve yeteneklerine göre rütbe alırlar. Komuta pozisyonunda kendilerine pek görev verilmez. Yine de Cenevre Antlaşması içeriğine göre genel olarak subay tanımı içinde yer alırlar.
Özel bir rütbeleri olmadığı için onlara “Bay …”, “Bayan …” ( ve soyadı) şeklinde hitap edilir. Ancak, uygulamada çoğu personel bu söylemi kullanmak yerine, onlara, “Efendim”, “Madam” ve daha çok “Şef” şeklinde hitap etmeyi tercih eder. Bizdeki uygulamalarda ise hitap şekli “Efendi” olarak kabul görmüştür.
NATO kodu olarak WO-1’den başlayan rütbeleri WO-5’e kadar gider. Ülke tanımlamaları da bu standarda bağlı olmak kaydıyla değişiklik gösterir. Örneğin Amerikan Ordusunda bu rütbelerin karşılıkları aşağıdaki gibidir.
WO-1= WO1 (Warrant Officer 1)
WO-2= CW2 (Chief Warrant Officer 2)
WO-3= CW3 (Chief Warrant Officer 3)
WO-4= CW4 (Chief Warrant Officer 4)
WO-5= CW5 (Chief Warrant Officer 5)
Bu rütbe yapısı ilk olarak İngiliz Kraliyet Donanmasında kullanılmış, daha sonra günümüze değin pek çok ülke tarafından benimsenmiştir. Bugün İrlanda ve ABD gibi pek çok devlet tarafından kullanılmakta olan bir sistemdir. ABD dışında genellikle kıdemli assubayların uzun yıllara dayalı askeri tecrübelerinden yararlanılması niyetiyle ve onları mümkün olduğunca etkili olarak kullanmak gayesiyle oluşturulmuştur.
Fakat Amerikan ordusunda özel bir konumları vardır. Teknik konularda liderdirler ve konularında uzman derecesinde ihtisas sahibidirler. Şef pozisyonundaki gedikli subaylar (Chief Warrant Officer) bizzat Başkan tarafından yetkilendirilir ve atanırlar, subaylarla aynı şekilde yemin ederler. Teknik uzman olarak, doğrudan orduya giriş yapabildikleri gibi, uzun hizmet yılları göz önünde bulundurularak (özellikle helikopter pilotları) orduda kalmaları da sağlanmış olabilir.
Gedikli Zabitliğin ve buna bağlı olarak Gedikli sınıfının doğuşu, İngiliz Kraliyet Donanmasının kuruluş yıllarına değin uzanır. Bu yapının askeri bir sınıf olarak kullanılması yaklaşık olarak, 13.yüzyılda başlamıştır.
Bilindiği gibi o dönemlerde henüz silah teknolojisi çok gelişmiş olmadığından kara ordularında herkes kısa bir eğitimle hemen görev yapabiliyordu. Oysa deniz kuvvetleri için özel yetenek, mesleki yeterlilik, bilgi ve tecrübe gerekiyordu. İlerleyen yıllarda hava kuvvetlerinin gelişmesi de aynı gereksinimlere ihtiyaç duyacaktı. Hatta gelişen ordu silahları ve savaş teknikleri dolayısıyla, kara kuvvetleri de ilerleyen dönemlerde bu yetenekli sınıfa ihtiyaç duyacaktı.
Dolayısıyla bu başlangıç, hem gedikli zabitliğin hem gedikli sınıfın doğuşu olarak işlenecekti tarihe. Gedikli sınıf ise o günkü anlamıyla deniz assubaylığına ve onun devamı olan bir sisteme işaret ediyordu.
13. yüzyılda İngiltere’de Deniz Kuvvetleri’nin kontrolü ve komutası, askeri deneyimleri nedeniyle, soylu sınıfın elindeydi. Bu soylu sınıfa mensup insanlar, genelde teğmen ve yüzbaşı gibi rütbeler taşıyorlardı ve gemilere kumanda ediyorlardı. Askeri tecrübeleri vardı, bilgi ve görgüleri vardı fakat denizcilikten bihaberdiler. Gemi yaşamına çok uzaktılar. Gemide işlerin nasıl döndüğünü, silahların nasıl kullanılacağını, geminin sevk ve idaresinin nasıl olacağını bilmiyorlardı. Denizcilerin güvertede hangi işlerle meşgul olduklarına, bir geminin tek başına nasıl seyir yapacağına, deniz haritalarının kullanımına, yön bulma tekniklerine, pusula kullanımına ve daha pek çok denizciliğe özgü bilgilere çok yabancıydılar.
Asıl mesleği denizcilik olan gemi kaptanlarına ve onların kıdemli, tecrübeli denizcilerine bel bağlamışlardı. Onların işbirliği ve teknik uzmanlığı ile tüm bu işleri kotaracaklarını düşünüyorlardı. Bu usta denizciler ve kaptanlar, gemilerin kullanımı ile ilgili teknik detaylara ve silahların çalıştırılmasına dair tüm bilgilere sahip oldukları gibi kullanmaya da yatkındılar. Her türlü teknik bilgi ve beceriye, denizciliğin gerektirdiği yetenek ve ustalığa tam anlamıyla sahiptiler.
Bu usta denizciler böylece ilk gedikli sınıfını oluşturdular ve gedikli zabitan ile deniz assubaylığının ilk nüvesi oldular. Zaman zaman “Boat Mates”, bazen “Boswans Mates” olarak anıldılar. Tecrübe ve özgüvenleri ile zamanla vazgeçilmez oldular ve daha sonra “Royal Warrant” (Kraliyet Gedikli Zabitanı) olarak ödüllendirildiler.
İşte bu başlangıç günümüze değin sürüp gitmiştir. Modern ordular bu tabuları yıkmış olsa da günümüzde Türk Ordusu gibi kendisini geliştirememiş ordularda halen bu asil sınıf ve halk tipi sınıf ayrımı derin bir şekilde sürdürülmektedir.
Gedikli subaylar yıllar süren gelişmeler sonucunda dört kategoride değerlendirildiler.
1843 yılında Subay Salonunda kalan gedikli subaylar normal subay yapılmış, düşük dereceli gedikli subaylar ise yeniden yapılanan assubay sınıflandırmasında Chief Petty Officer olarak Kıdemli Assubay yapılmış ve böylece gedikli subay kategorisinin ikisi sonlandırılmıştır.
Birinci Dünya Savaşı sürecinde Salonsuz Gedikli Subaylar; “Gedikli Subay” ve “Şef Gedikli Subaylar (Yetkilendirilmiş Gedikli Subay)” olarak ikiye ayrılmıştır.
Donanmada modern teknolojinin gelişmesi doğrultusunda onların da sisteme adaptasyonu amacıyla rütbe tanım ve kapsamları değiştirilmiştir. Telgrafçı, Elektrikçi, Gemi Onarımcısı, askeri teknisyen ve benzeri isimler almışlardır. Subay Salonu yerine Gedikli Subay Salonunu kullanmaya başlamışlardır. Küçük gemilerde ise yine subay salonunu kullanmaya devam etmişlerdir. Gedikli Subay ve Şef Gedikli Subaylar kılıç takmışlardır, rütbelerine göre selamlanmışlar ve selamlamışlardır. Teğmen ile asteğmen arasına yerleştirilmiş bir rütbe sıralamaları olmuştur.
1949 yılında yeniden tanımlama yapılmış ve isimleri “yetkili subay” ve “kıdemli yetkili subay” olmuştur. Fakat rütbe kıdemleri yine teğmenden sonra gelmiştir. Yine yerleri subay salonu olmuş, gedikli subay salonları kapatılmıştır.
1956 yılında yeniden bir tanım değişikliği yapılmış ve şimdiki branş subayı anlamında özel görev subayları tanımı yapılmıştır. 1998 yılında bu özel görevli subaylar listesi, normal kraliyet subay listesi ile birleştirildi ve böylece tüm subaylar eşitlenmiş oldu.
İngiliz Kraliyet Donanmasındaki rütbe yapılarını ve gerçek yaşamdan kesitlerini “Dünyanın Uzak Ucu” (Master And Commander: The Far Side Of The World) isimli filmde bulabilirsiniz. Deniz Subayı, Gedikli Subay, Assubay, Denizciler ve Deniz Talebesi gibi rütbelerin hepsinin canlandırıldığı bu film, 1800’lü yıllarda Pasifik’te bir İngiliz Gemisi (HMS Surprise) ile bir Fransız gemisi (Acheron) arasında geçen çetin mücadeleyi konu almaktadır. Brezilya sahillerinden başlayan macera dünyanın büyük bir kısmını dolaşarak devam etmekte, Cape Horn’un fırtınalı sularından dünyanın uzak ucundaki Galapagos Adasına varmaktadır. Napolyon dönemindeki deniz savaşlarını konu edinen film; 2003, Amerikan yapımı. Yönetmeni Peter Weir, başrol oyuncusu ise Russel Crowe. İnternet üzerinden ulaşabileceğiniz bu filmi izlemenizi tavsiye ederim.
Gedikli Subaylar Amerikan Ordusu’nda son derece özel bir konuma sahiptirler. Tek bir mesleğe, konuya ya da branşa yönelik olarak çok özel bir şekilde yetiştirilirler. Gedikli Subay olarak ilk göreve başladıklarında Ordu Sekreterliği tarafından yetkilendirilirler ve Warrant Officer-1 (WO1) rütbesini taşırlar. Daha sonraki aşamalarda Gedikli Subay Komisyonları tarafından üst rütbelere yükseltilirler. Bu komisyon doğrudan A.B.D. Başkanı’nın temsilcisi olarak görev yapar.
Gedikli Subaylar, kendi uzmanlık alanları söz konusu olduğunda diğer subaylarla aynı otorite, saygınlık ve komuta yetkisine sahiptirler. Müfrezelerde, birlik, birim ve timlerde, gemilerde ve icra edilen harekatlarda hem görev ve sorumluluk alabilir hem de komuta ve liderlik üstlenebilirler. Ayrıca astlarına danışmanlık görevleri de söz konusudur.
Konusunda uzman oluşuyla ve liderlik özellikleriyle birliklere ve komuta kademesine özel uzmanlık tecrübelerini ve rehberliğini sunar. Özellikle teknik konulardaki kabiliyetleri ile dikkati çekerler.
Çeşitli eğitim aşamasından geçerek rütbe ve kariyer basamaklarını oluştururlar. Kısaca değinirsek; orduya katılma kararı sonrasında ilk olarak Gedikli Subay Aday Kursu’na dahil olduklarını ve daha sonra da meslek yaşamları boyunca sürekli eğitim gördüklerini söyleyebiliriz. Gedikli Subay Aday Kursu ile temel subay ve lider özellikleri kazandırılır.
Bir sonraki aşamada Gedikli Subay Temel Kursu görürler ve burada Gedikli Subay görevlerini teknik liderlik derecesinde yapabilecek yetenekle donatılırlar.
Daha sonra gelen Gedikli Subay Tekamül Kursu ise önceki eğitimleri ve edinilen tecrübeleri geliştirme, ileri aşamalara hazırlanma sürecidir. Bu kurs CW3 rütbesine haiz bir Gedikli Subay tarafından verilir.
Gedikli Subay Karargah Kursu ise CW4 rütbesine geçiş için gerekli olan karargah görevlerinin öğrenilmesini amaçlar. Bu süreçte gedikli subaylar; ordu, personel, iletişim, eğitim yönetimi ve personel yönetimi ile özel liderlik konularında bilgi ve deneyim kazanırlar.
Son aşamada görülen kurs ise Gedikli Subay Üst Düzey Karargah Kursu’dur. Gedikli Subayların CW5 seviyesine terfi edebilmelerini amaçlayan ve bu rütbeye haiz bilgilerin öğretildiği kurs sonrasında, mesleklerinin en önemli kariyer aşamasına gelmiş bulunurlar. CW5 rütbesi, askeri eğitim için en önemli seviye olarak tanımlanır. Orduya daha geniş açıdan bakmayı öğrenirler. Örgütsel düzeyde en yüksek seviyedeki eğitmenler olarak görevler alırlar. “Amerikan Ordusu nasıl daha iyi işler, nasıl daha başarılı olur” konusu üzerinde özel olarak çalışırlar. Orduyla ilgili politikalar ve programlar üretirler. Özel konular hakkında bilgilendirme yaparlar.
Özellikle CW5 aşamasına gelen Gedikli Subay, tam anlamıyla Amerikan Ordusunun en vazgeçilmez ve aynı zamanda en üretken personeli olur. Ordunun politikasından, eğitimlerine değin pek çok konuda söz sahibidir ve de işlevselliğinde lokomotif rolündedir. Kısa başlıklar halinde görev tanımlarına bakacak olursak, şunları söyleyebiliriz:
Amerikan Ordu yapısında rütbeler sadece görev amaçlıdır. Tüm yaşamınızı etkisi altına almaz. Yani birileri sizden rütbe ve kıdemce üst olduğu için yaşamınıza, duygu ve düşüncenize ve hatta vereceğiniz oylara karışmaz. Astlarını cahil olarak nitelemez. Onları izlemeyi ve fişlemeyi düşünmez. Ev ve aile yaşamını denetlemeyi aklından bile geçirmez.
Askeri bir kişi de olsanız önce insan olmanın onur ve haysiyetini koyar önünüze. “Rütbesi yüksek olanın ve mevkisi yüce olanın her şeyin en doğrusunu bileceği” saplantısı günümüz dünyasında sadece bir safsatadan ibarettir. Ortaçağ zihniyetinin bir ürünüdür. Herkes kendi hayat tecrübesinden, günlük yaşamından ve biriktirdiklerinden öğrendikleriyle bir çıkarım yapar ve yolunu öylece seçer. Düşünün ki, aylık emekli maaşı yaklaşık olarak 4.000 TL’yi bulan bir Emekli Kıdemli Albay ile bunun yarısını dahi alamayan Emekli Kıdemli Başçavuş; aynı siyasi eğilimi ya da ideolojiyi her nasılsa benimsesin. Eğer bu mümkün oluyorsa zaten bir yerlerde bir yanlışlık var demektir. Ya ülkenin siyasi partilerinde bir sorun vardır, yelpaze geniş değildir ya da yukarılardan somut ya da başkaca baskılar ve etkiler vardır.
Nihayetinde insanı öncelemek açısından oldukça uzun ve meşakkatli bir yolumuz olduğunu söylememiz gereklidir.
Osmanlı’da da Donanmadaki uygulamalar hep farklı olmuştur. Yüzyıllar boyunca Kara Ordusundan değişik, denizciliğe ve bu mesleğin zorlu şartlarına uygun bir hiyerarşi yapısı uygulanmıştır. Nihayetinde askeri alanda batılılaşma çabaları başlayınca, Donanma yapısı da bundan payını almıştır. Bilindiği gibi öncelik subay yetiştirilmesine verilmiştir fakat yaşanan olaylar, zorluklar ve savaşlar; Donanmayı modernleştirmenin, yapısını değiştirmenin o kadar da kolay olmadığını göstermiştir. İthal komutanlara teslim edilen ordularda ilk arayış mesleğini bilen bir ara sınıf oluşturmak fikrini sabit kılmıştır. Bu ara sınıf fikri, Osmanlı Paşalarının saltanatçı kafa yapısıyla arabeskleşmiş ve subay sınıfından ayrı olarak, Gedikli Sınıfı oluşturulmuştur. Gedikli Sınıfı, Gedikli Zabitlerden ve Gedikli Küçük Zabitlerden teşekkül edecek şekilde düzenlenmiştir. İngiliz Sisteminden alınan bu yapı, söylediğimiz gibi, şarkçı bir zihniyetle uygulama safhasına konmuş, Zabite ayrı, Gedikli Zabite ayrı ve Gedikli Küçük Zabite daha bir ayrı kurallar, kanunlar işler hale sokulmuştur. Zaten pek çok tarihçi bu dönemdeki modernleşme uygulamalarının daha çok taklitçi olduğunu ama daha da ötesinde kötü versiyonlar olduğunu vurgulama gereği hisseder.
5 Şubat 1890 tarihinde Bahriye Nazırı Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa’nın gayretleriyle donanmanın teknik ve ameli personel ihtiyacını karşılamak üzere, topçu, işaretçi, serdümen ve porsun, sanayi ve makine sınıflarında görev yapmak üzere “Deniz Gedikli Subay ” sınıfının kurulması için bir nizamname çıkarıldı. İngiliz sistemi örnek alındı. Nizamname, Ceride-i Bahriye gazetesinde yayımlandı ve yürürlüğe girdi. İşin aslı, hızlı bir şekilde toprak kaybetmeye başlayan Osmanlı Donanması, gemilerinde görev yapacak yetenekli leventler ve ara sınıf personel bulamamaktaydı. Özellikle Rum kökenli Osmanlılardan faydalanıyorlardı ama Yunanistan elden gidince, Rumlarda da kopuş başladı. Gemilerin teknolojisi değişmişti ama Osmanlıda bu teknolojiye ayak uyduracak ne Paşa, ne zabitan ne de devlet adamı vardı. Bunlar olmayınca, körü körüne son model gemiler alınıyor ama yürütülemiyordu. İşte bu zorunluluktan dolayı Gedikli Sınıfının kurulması şart olmuştu.
Nihayetinde, 3 Nisan 1890 tarihinde 21 Sayılı Ceride-i Bahriye’de çıkan Şura’yı Bahriye Nizamnamesiyle “Deniz Gedikli Sınıfı” resmen kurulmuş oluyordu. Böylece resmi olarak hem Osmanlı Bahriyesinde hem de Osmanlı Ordusunda “Gedikli Zabitliğin” bir parçası olarak, assubaylık mesleği de başlamış oluyordu. Elbette ki daha önce de benzer konumlarda bir ara sınıf vardı fakat kafa karıştırıcı bir sistem bütünlüğüne sahipti. Örneğin, Osmanlı Donanmasının rütbe ve hiyerarşisini çözmeniz için donanmayı iyi bilmeniz ve tanımanız gerekiyordu.
Söz konusu nizamname ile birlikte, gemilere sivil personel alınmaması, yalnız İstanbul çocuklarından olmak üzere gedikli temin edilmesi kararlaştırılmıştır. 15 Haziran 1890 tarihinde Selimiye Gemisi’nde ilk Deniz Gedikli Sınıfı eğitim ve öğretime başlamıştır. Fakat kısa bir süre sonra uygulamada karşılaşılan sorunlar nedeniyle bu sınıf kapatılmıştır.
Nizamnamede yer alan ve Gedikli Sınıfın esaslarını belirleyen ana hususlar şöyleydi:
İlk Gedikli Sınıfı 15 Haziran 1890 tarihinde Selimiye Eğitim Gemisinde eğitime başladı. Başlıca dersler; Hesap, Güzel Yazı, İmla ve Okuma dersleri olmuştur. Öğrencilere mesleki eğitim kapsamında ayrıca, Branda Bağlamak, Geminin Kısımları, Direk, Seren, Yelkenler, Sabit Arma, Makara ve Tornalar, Gemici Bağları ve çeşitleri, Top ve Kundak ayrıntıları, Ateşli Silahlar ve kısımları öğretilmiş ve top, tüfek, arma ve kürek talimleri yaptırılmıştır.
Bu nizamname esaslarına göre kurulan ve tipik İngiliz yapılanması olduğu hemen göze çarpan Osmanlı’nın ilk Gedikli uygulaması, çeşitli nedenlerden dolayı çok kısa bir dönem hayatta kalabilmiştir. Bunun başlıca sebeplerinden birisi, o dönem bahriyede hakim olan başıbozukluklardır. Özellikle maaş ödemelerinden kaynaklanan sorunlar nedeniyle, ne donanma subayına ne de denizcilerine söz geçirilemiyordu. Yapılan yenilikler de bu yüzden etkili olamıyordu.
Ayrıca nizamnamesinde belirtilen hususlar gereğince, Gedikli Sınıfına başka kaynaklardan kimsenin alınmayacağı belirtilmesine rağmen bu kural kısa sürede çiğnenmişti. İstanbul dışından kimsenin alınmayacağı kuralı da çoğu kez görmezden gelinmişti. Yine nizamnamesi gereğince, Gedikli Sınıfından kimse zabitan yapılmayacaktı. Yani başarılı olsalar bile hiçbir Gedikli Zabitan, Mülazım ve Yüzbaşı gibi rütbelere terfi edemeyecekti. Kapalı devre bir sistem tasarlanmıştı. Buna rağmen, II. Abdülhamit’in emri gereğince bazı Gedikli Subaylar, üsteğmen rütbesiyle zabitan sınıfına geçirilmiş ve bir kere başlayınca da arkası gelmişti. Başlangıçta tasarlanmış olan kuralların bütünü bozulmuş ve ihlal edilmişti. Tüm bunlardan sonra, bu şekliyle Gedikli Subay yetiştirmenin bir fayda sağlamayacağı değerlendirilmiş ve mevcut olan Gedikli Subayların muhtelif zabitan rütbelerine nakli sağlanarak, Gedikli uygulaması sonlandırılmıştır.
Gedikli Zabitliğin ilk uygulandığı dönemlerden bilinen isimlerin en başında İsmail Hakkı Kaptan gelir. Zaten başkaca da bir isme rastlanmaz. Gazi Alemdar Gemisi ile İstiklal Savaşı’nda destan yazan isimlerden birisi olan Gemi Süvarisi İsmail Hakkı Kaptan, Osmanlı’nın ilk Gedikli Zabitlerindendir ve Kurtuluş Savaşı döneminde emekli durumdadır.
Gedikli uygulamasının ikinci safhası ise 1900’lü yılların başında denemeye geçmiştir. 1909 yılına gelindiğinde, Osmanlı Devletinin pek çok yerinde, ilkokul ve ortaokul seviyesinde Gedikli Küçük Zabit Mektepleri peş peşe açılmaya başlamıştır. Fakat bu süreçte söz konusu olan Gedikli Küçük Zabitlerdir. Gedikli Zabitlikle ilgili yeni bir uygulama söz konusu olmamıştır.
19 Temmuz 1913 tarihinde “Sekeni Hümayunda Gedikli Sınıfının Sureti Tesciliyle Usulü Terfi ve Terakkileri” hakkındaki kanun kabul edildi. Bu kanun Gedikli Sınıfının teşkil esaslarını kapsamaktaydı. 14 Temmuz’da deneme uygulamasına başlanmıştı ve bir senelik denemeden sonra, 1915 yılında hayata geçirildi. 24 Şubat 1915’de geçici bir kanun ile küçük zabitlerin üstünde olarak “Gedikli Zabit” sınıfı yeniden teşkil ediliyordu. Böylece Gedikli Zabit ve Gedikli Küçük Zabitten teşekkül eden Gedikli Sınıfı, kanun ve nizamnamesi oturtulmuş olarak bir kez daha uygulamaya konuluyordu.
İlerleyen dönemlerde Gedikli Sınıf yapılanması yeni kurulmaya başlayan Hava Kuvvetlerinde ve başladığı yer olan Deniz Kuvvetlerinde oldukça etkili olarak kullanılacaktı.
Hazırlayan : Aydın Kulak
Ersen Baba saygılar…
Baba yasanın bazı defoları var, tamam ama çok ta kötü bir yasa değil bence. Ben halen görevdeki bir Jandarma Astsubayıyım. Memur pozisyonundada çalıştım, amir pozisyonundada çalıştım. Memur pozisyonu için eleştirilere katılıyorum. Amma amir pozisyonunda çalışırken bu yetkilerin çok az olduğunu düşünüyorum. Bizim astsubay arkadaşlar subay amirinin önünde kırk takla atarlarken astsubay amiri adam yerine bile koymamayı zorlarlar. Astsubaydan amir mi olur diyen malesef astsubaylarımız var. Ama tabur idare edecek başçavuşlarımız var. Yeni yasa astsubay üstçavuş ile yüzbaşıyı aynı kefeye koymuş. Eski yasadaki gibi verirsen ver ne olacak tevbihten kim ölmüş diyemeyecek kimse çünkü o da bir puan. Kusura bakmayın hep sorumluluk almış bir astsubay olarak kimse bana bu yasaya kötü dedirtemez.
Bu yasanın tek kötü yanı var görebildiğim kadar şimdilik, erbaş ve erlere hiçbir kayda değer bir yaptırımı yok. 2 aya kadar geç terhis cezasını ekleselerdi, her tevbih 1 gün geç terhis olsaydı. İşte o zaman tam itaat hissini yakalardık.
Saygılar…
Sayın Ersen Ağabey..
Buyurun burdan yakın..
İlk yorumu okudun. Siz diyorsunuz ki “Binlerce yıllık insanlık tarihinin birikimleri var. Hukuk da bunlardan biridir ve bilimdir. Çıkan yasa çağdaş hukuka, insanlığa aykırıdır. Türk assubayları çağdaş hukuka uygun, insanca yasalarla yönetilmelidir.” Devamını ben getireyim. Yasalar kişiye özel olmaz genel olur.
İlk yorumu yapan ve yazdıklarından anlaşıldığı kadarıyla her astsubayın oturamayacağı sıklıkta bir koltuğa sahip olan meslektaşımız, yasanın çağdaş olmasını, hukuka ve insanlık normlarına uygunluğunu bir yana bırakıp, bu yasalar benim işime geliyor diyor.
Bu durumdan da şu anlam çıkıyor ki yasalardan kurallardan önce bunları uygulayacak insanı yetiştireceksin anlamı çıkıyor..
Biri de derse ki kardeşim askeri disiplin yasalarında da şeri kurallar uygulansın. Vallahi bu da sürpriz olmaz.
Önce insan… önce insan… önce insan..
Sayın Ersen abi, Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz olacak. Sanırım ufak bir hata yapıp geçmişe gidip yine bal yapmayan bir arı olan İsmet Sezgin’i anmış olduk.
Sizin yazınızı okuyunca yine isyanlarım depreşti. Diyorum ki, bu disiplin yasası TEMAD hukukçularının bile hata bula bula yetiştiremediği bu yasa aslında hiç önemli değil. Önemli olan bize sunulana, reva görülene bizim nasıl tepki verdiğimizdir.
Sayın Abiciğim, bu vesile ile bir kez daha söylüyorum ki, TEMAD sınıfta kalmıştır. Assubaylar camiası sınıfta kalmıştır.
Disiplinle ilgili kanun gündeme geldiğinde bizler böyle kanun olur mu dedik. Aldığımız cevaplara bir bakalım.
Şirin bey, paşalığının etkisiyle sitemlerimizi küfür olarak algıladı ve haklarımızı savunmamızda bu nedenle geri durduğunu dillendirdi. Şöyle bir söz vardır. Adın ne? Mülayim… Sert olsan ne yazar…
Milli Savunma Bakanımız da bizim çırpınış ve sitemlerimizden alınmış olacak ki, o da verilen sözlerinin bağlayıcı olmadığını söyledi.
Peki biz ne yaptık? TEMAD ne diyor? Efendim… Efendim..??????
——————————————————-
EDİTÖRÜN NOTU. Sn.Günşer Sn.Gürpınar günün asgari 12 saatini mücadeleye adayan biri o bakanın soyadını yorgunluktan yanlış yazması doğal biz düzenlerken farketmediğimiz için özür dileriz hemen düzeltilmiştir.
Yeni disiplin yasasında belirttiğiniz gibi bazı değişiklikler var,assubayların ceza yetkileri arttırılmış ama disiplin kurullarında assubay olmalıydı,şahsi hürriyet yine amir keyfiyeti ile kısıtlanıyor, erleri disipline edecek geç terhis,izinden kesme gibi cezalar olmalıydı acele hazırlanmış ve top yekün baktığımızda hukuk normlarından ve disiplini sağlamaktan uzak kalmış bir yasadır.
MSB açıklamalarını anlamak kabul etmek imkansızdır. Hiyerarşi kilıfına uydurup subaya birçok tazminat ve ayrıcalığı hak görenler adaleti katlediyorlar imtiyazın egemen olduğu bir toplumda adalet sağlamak mümkün değildir buna da adında adalet olan parti göz yumuyor
Bu güne kadar yaptığım yorumlarda İktidar-Gen.Kur ikilisinin şaşmaz bir kesinlikle aynı çizgide hareket ettiğini belirttim. Bu çizgi adeletsizlik ve eşitsizlik çizgisidir. Topluma hakim olan ekonomik çizgi ne ise (Kapitalizm) bütün kurumlarındaki ilişkide aynıdır. Şirketlerin 2012 karlarını açıkladıkları bu günlerde İş Bankası 2012 ilk 9 ayında 2,3 milyar Tl kar elde etmiştir. Bu kadar kar eden bankanın çalışanlarına baktığımızda ortalama 800-1000Tl ücretle çalışmaktadırlar. Yöneticiler ise bunun çok çok üstünde bir aylık almaktadırlar. Büyük şirketlerin Genel Müdürlerine baktığımızda ortalama 25.000TL aylık aldığı görülmektedir. Bu tabloda kimseyi rahatsız etmemektedir. Milli Savunma Bakanı da son görüşmelerde Sb.-Astsb eşit değil demiştir. Evet her şey sihirli kelime eşitlikte düğümlenmektedir. Kapitalistlerin mantığına göre patronla işçi, müdürle işçi aynı değildir. Biri Trilyonlarla oynayacak, biride asgari ücretle açlığa talim edecektir. Tabi bu durumun TSK’ya yansımasıda Subayla-Astsubay eşit değil şeklinde olacaktır. Bu arada Marksist literatürde karın, ücreti ödenmemiş emek değeri olduğunu da unutmayalım. Emeğe ne kadar az para verirsen sana o kadar çok karşılığını ödemediğin emek yani kar kalır.
Bir düşünce (Teori) ortaya attığımızda tutarlı olması için Mantığın üç temel ilkesinden hareket etmemiz gereklidir.
1- Özdeşlik (Aynılık) İlkesi:
Kendi olan ve kendinden başka herhangi bir şey olmayan anlamını içeren ilkedir. Bir şey ne ise odur. Mantık bunu özdeşlik önermesi denen “A, A’dır” ifadesiyle açıklar.
2-Çelişmezlik ilkesi:
Özdeşlik ilkesi, mantık için en temel ilke durumunda olmasına rağmen tek başına yetersizdir. Bir şeyin hem kendisi hem de başka bir şey olması ise çelişkidir. Buradan yola çıkarak çelişmezlik ilkesi; bir şeyin aynı anda hem kendisi hem de kendisinden başkası olamayacağını öne süren bir mantık ilkesidir “ A ve A olmayan” şeklinde iki alana ayırdığı için özdeşlik ilkesine yeni bir katılımda bulunmaktadır.
3-Üçüncü Halin(Durumun) Olmazlığı(Olanaksızlığı) İlkesi:
Önerme sonucu ortaya çıkan yargı ya doğrudur ya da yanlıştır. Bir şey hem doğru hem de yanlış olamaz. Bir şey ya kendisidir veya kendisi değildir ve bunun dışında bir hal düşünülemez- sembolik mantıkta AV~A(A veya değil A) biçiminde tanımlanır.
Yukarıdaki açıklamadan yola çıkarsak, İktidar-Gen.Kur ikilisi tutarlı yani mantıklı olarak hareket ettiği bizim ise kafamızın karışık olduğu açıktır.Aynı konu içersinde Gen.Kur-İktidar ikilisine mantık ilkelerine uymayan çelişik yakıştırmalarda bulunmaktayız. Ortaya sürülen teorilerde mantık ilkeleriyle hareket edersek daha doğru sonuçlara varırız. Emek mücadelesinde grilik yoktur. Ya aktır ya karadır ve herkes sınıfsal çıkarlarına uygun hareket etmektedir. Kısaca Şirin Ünallarla oyalanmamak lazım.
Ergenekon davasın Başbakan Erdoğan, “Ben bu davanın savcısıyım” dediği günlerden, “Bakın bunların içinde karacısı, havacısı ve denizcisi var. Şimdi bizim bu kadar firkateynlerimiz, gemilerimiz vesaire, yani neredeyse komuta kademesinde oralara gönderilecek subayımız kalmıyor, böyle şey olmaz. Zaman zaman bazı medya organları TSK’ya çok haksız saldırının içine giriyor. Bakın şu anda içeride 400’e yakın muvazzaf ve emekli subay ve astsubayımız var. Bunların hemen hemen ağırlıklı kısmı tutuklu ve mağdur veya şüpheli şeklinde zaman zaman çağrılanlar da oluyor. Bir ara bir ajan meselesi çıktı. Şimdi hele hele çok daha ağır olanı, yani örgüt kurmaktan, örgüt elemanı olmaktan, şimdi böyle bir şeyin delilleri kesinse ver hükmünü işi bitir. Ama elinde kesin deliller yokken, sen yüzlerce subayı örgüt elemanı veya örgüt kuran olarak, hele hele Genelkurmay Başkanını kalkar da bu şekilde değerlendirirsen, burası Silahlı Kuvvetlerin moral değerlerini alt-üst eder. O zaman terörle nasıl mücadele edecek bu insanlar?” “Böyle şey olmaz ya…” dediği günlere gelmiştir.
Sayın Başbakanın bu Görüşlerinin değişmesinde, Sayın Genelkurmay Başkanının ikna çabalarının olduğunu düşünüyorum. Yani Sayın Genelkurmay Başkanı isterse, Astsubayların özlük hakları konusunda da Sayın Başbakanı ikna edebilir.
Hasan ÇANKAYA kardeşim güzel şeyler yazdığın kesin ama fazla anlayamadım kusura bakma ama güzel yazmışsın kalemine sağlık velhasılı sonuç=? ama yılmak yok onlar keçi inadı diyor veya toplu olarak assubaylara gıcıklar anlayamadım yunanistanlılara deseydik şimdiye hallolmuştu.Gariptir anlamak mümkün değil subay istedimi anında eller havaya assubay mevzubahis ise eller alafora tamyol ileri assubayları teyet geçiyor. İnsanda baht olmalı assubayların %90’ı oy vermiştir. Ama umudun sunu acı oldu ne ekersn onu biçersin bundan sonra iktidar hesabı olmadığı için assubayları önemsemiyorlar ah o sandık ah o sandık yaktın bizi hakkımız olanı alcağız.
Hakkını arayan, haksızlığın giderilmesini talep eden assubaylardan hiçbirisinin, ben hiyerarşiye karşıyım, TSK.da hiyerarşi gereksizdir, kaldırılsın diyeni görmedim. Albayla aynı tazminatı ve aynı maaşı almak isteyen, ne emekli, ne muvazzaf assubayı da ne gördüm ne de işittim. Makam arabası yada kadrosuzluk tazminatı isteyen assubaya da rastlamadım. Yalnızca verilmeyen haklarını ısrarla talep edenler var. Bu Taleplerin haklılığı konusundaki gerçeği kendileri de defalarca itiraf ettiler zaten.
Durum böyleyken; Şimdi durup dururken, “Assubayla, bir subayın eşit ya da aynı maaşı alamayacağına dair hukuki gerekçe!” hangi nedenle ortaya atılmıştır? Daha önce, “Askerlik mesleğinin gereği, statü ve hiyerarşi var” deniyordu. Disiplin yasa teklifi kanunlaşmak üzereyken, birden bire, “assubayların, subaylara eşit veya yakın maaş alamayacağı” gerekçesi çıktı. Bir kere hangi subayla, hangi assubay eşit ya da yakın maaş alamaz? Mesela Asb.Kd.Başçavuş, Teğmene dahi yakın maaş alamaz mı denmek isteniyor? Disiplin Yasasının geçmesi ile bunlar daha rahat söylenebilir hale mi geldi acaba? O halde TSK.nın büyük bir çoğunluğunu oluşturan rütbeli personelin bu açıklamalar karşısında sevinçten göklere uçması gerekir herhalde. Böyle bir açıklama karşısında, moral bozukluğundan, motivasyon kaybından bahsetmek fitne ve bozgunculuğa mı girer? Assubayların hak talep etmesi, hiyerarşiyi bozup birilerini kızdırıyorsa, o zaman hiyerarşinin daha sağlam olması için “ihtiyaç duyulduğunda, hiyerarşilerinin gereğini!” daha çok yapmaya devam etsinler. Bir engel yok.
Sanıyorum bu şekilde, TSK.nın daha güçlü ve disiplinli olacağı düşünülüyordur. İkide birde hak talep ederek, ordunun içine nifak! Sokmaya, sayın komutanlarımız ve Bakanlarımızı üzmeye hiç gerek yoktur. Hak arayanları değil, alanları alkışlamak ve onlarla gurur duymak, Ülkemiz ve Ordumuz için her zaman iyi sonuç verecektir. Onları üzüntüye sokmaya hiç birimizin hakkı ve haddi olduğunu sanmıyorum. Üzüntü yaratmadan yeni yolları denememiz, sabırla ve metanetle beklememiz gerekiyor. Herkes yaşamına gerekli özeni göstermeli, daha görecek güzel günlerimiz, çıkacak güzel yasalarımız olacak…
Ersen Abi eline sağlık. Saygılar.
Bu ülkede hak, hukuk, alınteri, emek rafa kaldırılmış!
Her zaman olduğu gibi taraflı, tek yanlı yasalarla haklar GASP edilmiş.
Yalan, dolan, talan almış yürümüş….
SAFLARI sıklaştırmalıyız, SONUNA KADAR MÜCADELEYE DEVAM…
Eline sağlık Ersen Abi…
GEN.KUR.BŞK.NI,HAFTADA BİR BAŞBAKANLA,AYDA BİRDE CUMHURBAŞKANI İLE GÖRÜŞMEKTEDİR.BU GÖRÜŞMELERİN BİRİNDE ASSUBAYLARINI HATIRLAYIP,SORUNLARININ ÇÖZÜMÜ İLE İLGİLİ İKİ KELİME ETME ZAHMETİNDE BULUNSA,KRONİKLEŞEN SORUNLARIMIZIN HALLEDİLECEĞİ KANAATİNDEYİM.SAYGILARIMLA