Yetmişli, seksenli yıllarda milli takım hocası olmak gerçekten zor bir işti. Yapılan teklifi onur meselesi sayıp kabul ediyordunuz ama başınıza gelecekleri de gayet net biliyordunuz. Çünkü o dönemlerde milli takımın sadece adı vardı. Bir kulüp havası verilemeyen ve takım kurgusu çeşitli nedenlerle oluşturulamayan milli takım, teknik direktörlerin çaresizlik içinde günü kurtarma maksatlı yaptığı futbolcu seçimleriyle, tesadüfi başarılar için şansını zorlamaktan öte bir şey yapamıyordu. Milli maçlar, haydi çocuklar toplanın, öteki mahalleye gidiyoruz edasıyla yapılan mahalle maçlarına benziyordu. Kulüp takımları hep ön plandaydı ve onlardan futbolcu alıp hazırlık kampı yapmak, takım oyunu çalışmak çok zordu. Milli takımın ne bir tesisi vardı, ne bir bürosu. Ne de kendine ait idman sahası. Fethi Demircan, kendi dönemini anlatırken şu vurguyu özellikle yapmaktadır:
O dönem milli takımın ne forması, ne topu vardı. Kamp yaptığımız yerde çay, kola içmek bile problem olurdu. Hatta şartlar iyi olmadığı için bazı oyuncuların gelip beni Milli Takım’a seçmeyin dediğini hatırlıyorum. O dönemler, çok zor dönemlerdi.
O dönemlerde alınan başarısız sonuçlar için ne futbolcular suçlanabilir ne de teknik direktörler ve ekipleri. Çünkü ana sorun zihniyet sorunuydu. Tesis yokken, organizasyon yokken, plan ve program yokken, çamur sahalardan başka sahalar yokken bir başarıdan söz edebilmek elbette ki mümkün değildi. Akşama düş kurup sabaha gerçeğe uyanmaktı yapılan. Başarı için önce zihniyetin değişmesi gerekliydi. Ancak ondan sonra diğer şartlar değişebilir, yokluklar giderilebilir ve başarıya giden yol açılabilirdi. Bu anlamda, o dönemlerde milli takıma hocalık yapmış tüm teknik direktörler, gerçek manada büyük fedakârlıklar yapmış, zorluklara ve baskılara göğüs germiş ve ellerinden geldiğince, olumsuzluklardan zaferler üretmeye çalışmış cesur insanlardı.
Olayları abarttığımı düşünüyorsanız, o günlerin bazı önemli olaylarına, eylem ve söylemlerine şöyle kısaca bakarak, satırbaşlarına dokunarak, Fethi Hocamızın milli takım hocalığı dönemine geçiş yapalım isterim.
Galatasaray’da hocalık yapan Malcolm Allison’un sözlerine bir bakalım isterseniz, şunları söylüyordu İngiliz Hoca:
Her maçta 50 bin taraftar toplayan bir takımın antrenman yapacak bir çim sahası yok” ve bir başka sözü: ”Berbat sahalarda oynanan futbolunuz karşısında bir gün taraftar isyan edecek.
1975 yılının Eylül ayında rakibi Beşiktaş’ı izlemek için Türkiye’ye gelen İtalyan ekibi Fiorentina’nın gözlemcisi Biagotti, maçın oynandığı sahaya bakarak şöyle haykırıyordu:
Doğrusu sahanın toz toprak içinde olduğunu bilseydim, Türkiye’ye gelmezdim. Dünyanın hiçbir ülkesinde artık birinci lig takımları toprak sahada oynamıyorlar.
1981 yılının Şubat ayında Beşiktaş ile Bursaspor golsüz berabere kalıyor ve gazeteler şu manşeti atıyor: “Beşiktaş, Bursa’yı ve çamuru geçemedi…” Evet, doğru duydunuz, Türkiye’nin en büyük kulüplerinden birisi, maçlarını çamur bir sahada oynuyor ve bu saha, milli maçlar için de kullanılıyor.
Milli takıma hocalık yaptığı dönemde (29.4.1981), (Çekoslavakya yenilgisi sonrasında) Fethi Hoca’nın da durumu özetleyen, anlamlı bir açıklaması var:
Bana soruyorlar, Çeklerin fizik gücü bizden üstün mü? Tabii ki üstün. Çünkü onlarda saha var, tesis var fakat bizde sadece futbolcu var. Saha ve tesis yok. Düşünün ki hazırlandığımız Sarıyer sahasında Şenol, Tuncay ve Muzaffer sakatlandılar. Bu da saha ve tesis bakımından nerede olduğumuzu gösteriyor. Laf kalabalığı yerine eksikliklerimizi giderme yolunu aramalıyız. Gerisi boştur.
Ayrıca tesisleşmenin önünü tıkayan bürokrasiden de bahsetmek gerekir. Malcolm Allison, G. Saray’dan ayrıldıktan sonra bu konuda şöyle bir söz sarf etmişti:
Bırakın Ali Sami Yen’i çimlendireyim dedim, bırakmadılar, bölge yapacak dediler. 15 ay geçti, bir hareket yok. Onlar yapar belki torunlarınız görür.
Milli takımın gerçek bir takım kimliği kazanamayışı, yenilgilerin ana sebeplerinden birisiydi. Bu durum, öyle iki günde bir hoca değiştirilerek çözülecek bir hâl değildi. 1980 yılının Kasım ayında Çekoslovakya ile yapılacak maç için yurt dışına giden milli takım kafilesi, yolculuğunu borç para ile yapıyordu. Elde nakit kalmadığı için Türk Hava Yolları’ndan borç bilet alınıyordu. Bir takım işleyişi olmadığı için plan ve program da yoktu, bütçe ayarlaması da…
Bir de kulüplerin dinmeyen serzenişleri vardı tabii ki! Bir büyük kulüpten futbolcu alsan niye aldın şampiyonluğumuzu etkiliyorsun, almasan; niye bizim futbolcumuzu almıyorsun, milli kadroya lâyık değil mi, söylemleri hiçbir zaman bitmek bilmedi.
1981 yılının Ağustos ayı sonlarında, Fenerbahçe meneceri Necdet Niş, Milli Takım Hocası Fethi Demircan’a veryansın ediyor. Fethi Hoca, F. Bahçeli Alpaslan ve Cem’i kendi taktik oyun kurgusu gereği, denemek istiyor. Bu oyuncuları 45 dakika izledikten sonra kadrodan çıkartıyor. Necdet Niş, haykırıyor;
Alpaslan ve Cem denenir mi? Onlar denenecek oyuncu mu?
Yahu ya o oyuncular, hocanın oynatmak istediği sisteme uymuyorsa? Milli takımın hocası Necdet Niş değil ki, o mertebedeki insana saygı duymak gerekir, oraya öylesine adam getirmiyorlar ki…
Zaten milli takım hocası bir kadro açıklamayıversin, ortalık şenleniyor hemen. Eski hocalar, yeni hocalar, menecerler, başkanlar, futbolcular ve spor yazarları başlıyorlar oradan buradan eleştirmeye. Takım daha maç oynanmadan o denli yıpratılıyor ki yenilgi için rakibe dâhi ihtiyaç kalmıyor.
1982 yılının ilk günlerinde, Trabzonspor Kulüp Başkanı Mustafa Günaydın, milli takıma gönderilen oyuncular nedeniyle puan kayıpları verdiklerini söylüyor:
Puan kayıplarımızın bir başka önemli nedeni de, Dinamo Kiev ile Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupasında oynadığımız maçlar oldu. Takımımız Dinamo Kiev’e karşı Rusya’da mükemmel bir oyun çıkarınca, teknik direktör Fethi Demircan, milli takıma Trabzonspor’dan birçok oyuncu almak istedi. Demircan’a futbolcularımın yorgun olduklarını ve hem milli takımda hem de Trabzonspor’da görev yapmalarının mümkün olamayacağını bildirdim. Demircan, başka çaresinin olmadığını belirtip Trabzonspor’dan tam altı futbolcu aldı. Daha sonra milli takım hezimete uğradı.
Öyle ya kulüplerin lig şampiyonlukları, milli takımlardan çok daha önemli o günlerde. Her şey kulüplerin başarısı için. Kimse Dünya Kupasına ya da Avrupa Şampiyonasına katılabilecek bir milli takım yapılanmasını gerçekçi bulmuyor, o kupaların ne denli önemli olduğunu anlamak istemiyor.
Bir gün iş o raddeye geliyor ki milli takım bir uluslararası turnuvaya gönderecek kadro oluşturamıyor. İslam Oyunlarında sahaya çıkacak 11 futbolcu bulunamayınca, Futbol Federasyonu Başkanı Mazhar Zorlu, 30 Eylül 1980 tarihinde şu demeci veriyor:
İzlanda maçı için 28 kişiyi kampa alınca avaz avaz bağıranların, şimdi 11 futbolcuyu sahaya sürebilmek için ecel teri döktüğümüzü görmelerini isterim.
Bir de idman sevmeyen yıldız futbolcu sorunumuz var elbette. Fethi Hoca’dan önceki dönemlerden bir örnek verelim bu konuda. Gazetelere de yansımış olan Yasin örneğini aktaralım. Don Howe, bakın milli kalecimiz için neler söylemiş:
Yasin; hem fiziği hem de kaledeki duruşu ile bence Avrupa çapında bir kaleci. Ancak kendisi antrenman yapmayı pek istemiyor. Evvela eli çatladı ben İstanbul’dayken. Karşıma geldi: ‘Sir, ben idmana çıkacak mıyım?’ dedi. Ona ‘elbette ayağında sakatlık yok ki’ diye cevap vermiştim. İdmana çıktı tabii. Ancak idmandan bir şey alacağına, kuvvetleneceğine, aksine sıkıntı ile çalıştı. Sonra Torpedo maçı öncesi beş gün otel odasında yattıktan sonra sahaya çıktı… Bana kalsa oynatmazdım ama yardımcılarım istedi. Ayrıca diğer futbolcuları ve seyircileri olumlu etkileyecekti. Nitekim milli takım teknik direktörü de Yasin’den İrlanda maçında vazgeçemedi.
Milli takımda görev başındayken elinden geleni yapmaya çabalayan Fethi Demircan’ın yaşadığı bir olay da tam anlamıyla ibretlik bir manzara sunuyor bize. 7 Ekim 1981 tarihinde oynanacak olan Sovyetler Birliği milli maçı öncesi hazırlık kampı yapılıyor, çalışmalara başlanıyor ama bilin bakalım kaç kişiyle? Milli takım tam dört futbolcuyla hazırlanıyor o milli müsabakaya. Çeşitli nedenlerle, takımlar, futbolcularını geciktirebildikleri kadar geciktiriyorlar.
Elbette kaçınılmaz son, milli takıma hoca dayanmıyor. Sistem yok, altyapı yok, tesis yok, plan ve program yok. Avrupa kupalarında tutunamayan kulüpler, ülkedeki kupa başarılarıyla yetinmeyi seviyor. Uluslararası tecrübe hiç yok. O halde kaçınılmaz olarak birileri kurban edilecek. En başta da futbolcular ve teknik adamlar. Bakın o dönemlerde hem harcanan milli takım hocalarına hem de kısa sürede gönderilen kulüp hocalarına vurgu yapan yazar İslam Çupi nasıl çarpıcı bir sözle bu durumu dile getirmiş: “İran’da Şahçıları, Türkiye’de ise antrenörleri asıyorlar.”
Her ne kadar yıpratıcı olsa da milli takım hocalığı yine de cazip bir yer. Kariyer defterine bu unvanı da eklemek isteyenler hiç eksik olmuyor. Üç beş maç sonra, şerefli mağlubiyetlerle görevden ayrılmak kader olsa bile milli takım hocalığına göz koyan, böyle bir görev bekleyen nice isimler var. Bunlardan kimileri daha ilk maçtan sonra, görevdeki hocaya en acımasız eleştirileri yaparak göze girmeye çalışıyor. İşte o dönemlerde de İzmirli bir antrenör olan Emin Gürler, çok ağır sözlerle Fethi Demircan’ı eleştiriyor. Fakat bu olumsuz eleştirilere tokat gibi bir cevap alıyor. Cevabı veren Fethi Hoca değil, daha önce onunla birlikte görev yapan Özkan Sümer:
Biz hatalarımızı gizlediğimiz sürece bir yere varamayız. Hangi antrenör bulunduğu kente tesis kazandırmaya çalışıyor? Bu hepimizin ayıbıdır. Türkiye’de açlıktan ölen yoktur. Ama haysiyetsizlikten ölen çoktur. Birbirimizi horlayarak, karalayarak; birbirimizin yerine göz dikerek bir yere varamayız. Birbirimize saygı duyup sahip çıktığımız sürece varlığımızı kanıtlayabiliriz. Hak ve kabiliyetlerin emrettiği yoldaki mücadele şereflidir.
İşte o dönemlere damgasını vuracak, o dönemleri en açık şekilde ifade edecek bu çarpıcı sözleri bir meslektaşını korumak adına sarf ediyor Özkan Sümer.
1 Kasım 1980 tarihinde milli takımın başına getirilen Özkan Sümer ve onunla eş yetkili hoca olarak görev yapan Fethi Demircan, şöylesi bir tabloyla karşı karşıya idiler:
Almanya’nın tanınmış futbol dergilerinden Fussball-Aktüell dergisi tarafından yapılan Avrupa uluslararası milli futbol takımları 1980 yılı başarı klasmanında Türk Milli takımı 34 ekip arasında sonuncu sırayı almıştır. Başarı klasmanında Lüksemburg, İsrail, Arnavutluk, Kıbrıs, Finlandiya ve Malta Türkiye’nin üzerindeki sıraları paylaştı. 1980 yılında, yaptıkları karşılaşmalardan tek bir puan bile çıkaramayan ekipler ise Malta ve Türkiye olmuştur.
Takvimler 18 Ekim 1980 tarihini gösterirken, spor basını milli takımın acınası durumunu dile getirmekteydi. Sabri Kiraz yönetimindeki milli takım, son 3 hafta içinde yapmış olduğu 3 müsabakada tam 9 gol yemiş, sadece 2 gol atabilmişti. Libya’dan 2 gol ve İzlanda’dan 3 gol yenmiş, sonrasında Galler’den yenen 4 gol ise bardağı taşıran damla olmuştu.(Suudi Arabistan ve Malezya’ya karşı alınan 3-0’lık galibiyetler pek önemsenmedi.) Seyirci; Cardiff’te “Yeter artık” diye bağırır hale gelmişti bu manzara karşısında. Federasyon, tepkilere dayanamamış ve Sabri Hoca’nın görevine son vermişti. Artık yeni bir hoca arayışı başlamıştı. Ahmet Suat Özyazıcı, yapılan teklifi nazik bir şekilde geri çevirince, Muhtar Tunçaltan’a yöneliyordu ilgililer. On, on beş günlük bir arayıştan sonra milli takımın yeni yapılanması oluşturuluyordu.
Milli takımın hocalığına Özkan Sümer getiriliyordu, yardımcılığını ise Fethi Demircan yapacaktı. Teknik danışmanlık görevi ise Fenerbahçe’nin hocası Rausch’a veriliyordu. Yakın plandaki Çekoslovakya maçı öncesi milli takımı bu üçlü hazırlayacaktı. Her üç hoca da bu işi fahri olarak yapacaklardı. Yani hâlihazırda çalıştırdıkları takımda görevlerini sürdüreceklerdi. Fethi Demircan, hem Bursaspor’daki görevine devam edecek hem de milli takıma katkı sunacaktı.
Bu üçlü yapı daha işin başında sallanmaya başlıyordu. Futbol Federasyonu Başkan Vekili Doğan Andaç, milli takımda Özkan Sümer ve Fethi Demircan’ın eşit şartlarda, yani eş yetkili olarak, görev yapacaklarını açıklayınca; Özkan Sümer; “Futbol Federasyonu tarafından ihdas edilen ve bana verilen görevde yetki eşitliğinin mümkün olmayacağı ortadadır. Bu konuda daha işin başında tartışmalara girmek üzücüdür” beyanında bulunuyordu. Federasyon bu konuda biraz bastırınca, Özkan Hoca; “Milli takım çalışmalarını F. Demircan ile birlikte yürüteceğiz. Kendisi yardımcım değil, en az benim kadar yetki sahibidir” açıklamasıyla, tartışmalara son noktayı koyuyordu.
Eş yetkili hoca kavramı, Türkiye insanı için sorunlu bir kavram olarak algılanır genelde. İnsanlar, herhangi bir göreve geldiklerinde ya da getirildiklerinde tüm günahları ve sevapları kendi hanelerine yazdırmak isterler. Paylaşımlı yönetim, bizde, tartışmaları ve fikir ayrılıklarını büyütür. Başarıdan ziyade, başarısızlığa payanda olur. Siyasette de koalisyon hükümetleri en başarısız hükümetler olagelmiştir bu yüzden. Her ne kadar Özkan Sümer, durumu kabullenmiş olsa da ülkemiz insanının yabancı olduğu bu eş yetki kavramı kargaşası, uzunca bir vakit sürecekmiş izlenimi vermektedir. Fakat federasyonun imdadına, Fethi Hoca’nın almış olduğu ceza yetişir. Fethi Hoca, Gaziantep’te oynanan Gaziantep-Bursaspor maçında hakem Cumhur Demir’e söylemiş olduğu kötü sözler nedeniyle 3 aylık bir ceza alır. Merkez Ceza Kurulu’nun vermiş olduğu bu ceza, milli takımdaki görevi için de uygulanır. Hem de nasıl, son anda Çekoslovakya maçı kafilesinden çıkartılarak. Yani tebligat son anda yapılır, bir büyük ayıp işlenir.
Böylece Federasyon zaten hocalar arasına bir hiyerarşiyi otomatik olarak koymuş oluyordu. 16 Aralık 1980 tarihinde milli affa uğrayıp yeniden göreve davet edilinceye kadar Fethi Demircan, milli takımdan uzaklaştırılmıştı.
Özkan Sümer Hoca da şerefli mağlubiyetler serisine dur diyememişti. Eksi 12 derecede oynanan Çekoslovakya maçı, 2–0 mağlubiyetle sona ermişti. Spor medyası, fark yemediğimiz için mutluydu. Üstelik milli kadro, oynadığı futbolla göz doldurmuş, gelecek adına umut vermişti. Oyun beğenilmişti ama yine de yenilgiden kurtulamamıştık. Az fark ve geleceğe dair umut, tesellimiz olmuştu.
Bu maç sonrasında da istifa dedikoduları ve beklentileri ile Özkan Sümer yıpratılıyor, arada bir ‘istifa etmedim, görevimin başındayım’ açıklaması yapmak zorunluluğu hissediyordu. Hiyerarşi sorunu da çözülmüştü, basın, Özkan Sümer hoca için Milli Takım Baş Antrenörü tanımlamasını kullanıyordu. Eş yetki paylaşımı sonlanmıştı.
Mart 1981 ayı sonlarında kendi evimizde Galler karşısında almış olduğumuz 1-0’lık mağlubiyet, Özkan Sümer Hoca’nın da istifasını hazırladı. Galler’e burada yenilmiş ve onu kendi elceğizimizle İspanya’daki Dünya Kupası’na uğurlamıştık. Dünya Kupası Elemeleri 3. Grupta mücadele eden takımımız, oynadığı dört maçtan puan çıkaramadığı gibi, yediği 10 gole karşılık ancak ve ancak bir gol atabilme kabiliyetini göstermişti. İstifa sesleri Özkan Hoca’yı çileden çıkarmıştı, ‘golü kaçıran ben miyim, istifayı düşünmüyorum’ dese de kaçınılmaz son çok yakın bir zamanda yaşanacaktı. Grubumuzda dörtte dört yapan Galler, birinciydi. Sovyetler ikinci, Çekoslovakya üçüncüydü. Dördüncü İzlanda’nın ardından son sırada Türkiye bulunuyordu.
Hemen bir gün sonra istifa süreci gerçekleşmişti. 28 Mart 1981 tarihli gazeteler, Özkan Sümer’in istifasının kabul edildiğini, Milli Takım Teknik Direktörlüğü’ne Fethi Demircan’ın getirildiğini yazıyordu. Dağ gibi bir hoca olan Özkan Sümer de ateşten gömleği giyiyorum diyerek başladığı yolda heba olmuş, milli takım değirmeninde öğütülmüştü.
Milli takımın Fethi Demircan’lı dönemini dört bölüme ayırabiliriz. Bunlardan birincisi Özkan Sümer ile eş yetkili olarak görev yaptığı dönemdir ki zaten söylediğimiz gibi Özkan Sümer adı genel anlamıyla Milli Takım Baş Antrenörü olarak geçmektedir. Fethi Hoca, bu bölümde milli takıma katkı sunmuş olsa da yardımcı hoca olarak kabul görmektedir. İki maçlık serüven, Özkan Sümer hocamızın hanesine yazılmaktadır.
Fethi Hocamızın milli takımdaki ikinci dönemi, 27 Mart 1981 tarihinde, Özkan Sümer’in istifasının kabulüyle başlar. Bu dönemde Fethi Hoca, federasyon ile Nisan ayı sonuna kadar olmak kaydıyla, bir maç üzerinden (Çekoslovakya maçı) anlaşmıştır. O da milli takım önemli bir maç öncesi ortada kalmasın, sahipsiz durmasın diye. Fakat federasyon yetkililerine, eğer kulübü Bursaspor izin verirse, Nisan ayı sonrasında da milli takımda göreve devam edebileceğini bildirmiştir. İşte bu bir maçlık dönem, Fethi Demircan’ın milli takımdaki ikinci dönemidir. Yardımcısı Nevzat Güzelırmak olmuştur. Ümit Millilere ise Erkan Kural bakmıştır.
Fethi Demircan’ın milli takımın tek yetkilisi olarak görev başında bulunduğu ilk maç olan Çekoslovakya müsabakası, 15.4.1981 tarihinde, Ali Sami Yen Stadı’nda oynandı. Ne yazık ki makûs talihimiz değişmedi. Yediğimiz 3 gol ve grupta sıfır puanla yola devam ettik. Bu maç sonrasında da her yenilgi sonrası olduğu gibi benzer hikâyeler yaşandı. Hocaya eleştiriler, kadroya eleştiriler, federasyona eleştiriler…
Fethi Demircan, yapılan eleştiriler karşısında en sonunda suskunluğunu bozdu ve daha önce de aktardığımız o malum sözleri sarf etti:
Bana soruyorlar, Çeklerin fizik gücü bizden üstün mü? Tabii ki üstün. Çünkü onlarda saha var, tesis var fakat bizde sadece futbolcu var. . Saha ve tesis yok. Düşünün ki hazırlandığımız Sarıyer sahasında Şenol, Tuncay ve Muzaffer sakatlandılar. Bu da saha ve tesis bakımından nerede olduğumuzu gösteriyor. Laf kalabalığı yerine eksikliklerimizi giderme yolunu aramalıyız. Gerisi boştur.
Federasyon yetkilileri Çekoslovakya maçı sonrasında Fethi Hoca’nın görevinin tamamlandığını ve milli takıma yeni hoca arayışı içinde olduklarını basına açıklar. Böylece 24.4.1981 günü yapılan bu beyanatla, Fethi Hoca’nın milli takımdaki ikinci dönemi tamamlanmış olur.
Mayıs ayı başlarında yeni bir söylenti ortaya atılır. Buna göre, federasyon yine Fethi Hoca ile yola devam etmek niyetindedir fakat Bursaspor, ligde yaşadığı zorluklar ve düşüş nedeniyle hocaya izin vermeyi düşünmemektedir. Bu gelişmeler karşısında Fethi Hoca, o dönem itibarıyla kimsenin cesaret edemediği bir karara varacak ve sadece milli takımın hocası olarak görev yapma arzusunu eyleme dönüştürecektir. İşte bu süreç, onun milli takımdaki üçüncü dönemi olacaktır.
Milli takım ne zaman istikrarsız seyir izlese ya da başarısız olmaya başlasa, hemen uygulamaya fahri teknik direktörlük kavramı sokulur. Başarısızlıklara alıştığımız bu dönemde de Sabri Kiraz sonrasında bu uygulama denenmiştir. Bir hoca olarak elinizde sihirli değnek yoksa eğer; öyle bir, iki maçta hiçbir şeyi değiştiremezsiniz. Büyüleri bozamazsınız. Teknik direktör öğüten bir değirmene dönen milli takım hocalığı, tehlikeli bir mevkidir. Birkaç maç sonra başarısız ilan edilip açıkta kalacağınız aşikârdır. O yüzden hem kariyer açısından onur duyulan, beklenen ve talep edilen bir yerdir hem de korkulan, karabasanlara sebep olan makamdır. Tehlikeli iştir vesselam. Fahri hocalık, yani başka bir takımı çalıştırırken, milli takımı da çalıştırma işi, teknik direktörler açısından bir tür güvencedir, açıkta kalmayı önleyici bir tedbirdir. Zaten 1981 yılına geldiğimizde, hiçbir hocanın bu sorumluluğu tek başına ve doğrudan almaya cesaret edemediğini görüyoruz. Özkan Sümer Hoca bile kolayca pes ettikten sonra, o makamda dirayetle durmak gerçek bir kahramanlık gösterisidir.
Fethi Demircan, tek maçlık dönem sonrası bu işin ne derece tehlikeli bir süreç olduğunu görmüştür. Bugün için bir şey yapamayacağının farkındadır ama geleceğin milli takımını oluşturabileceğine inanmaktadır. Saha, tesis, antrenman, genç kadro, maç deneyimi gibi pek çok şeyi uygulamaya sokarak uzun vadede iyi günlerin görülebileceğine inanmaktadır. Bu yüzden milli takım konusunda, federasyona, yola devam edebileceği işaretlerini vermektedir.
Takvimler 12 Haziran 1981 tarihini gösterdiğinde, Fethi Demircan’ın tek başına milli takım sorumluluğunu aldığı görülür. Zor olan bir işe soyunduğunun bilincindedir. Ya her hocanın başına gelen o korkulası kâbusları yaşayacak ya da düşlediği başarıya doğru maceralı bir yolculuğa çıkacaktır. Fethi Hoca’nın bu gözü pek kararı, fahri takım çalıştırma modasının başladığı anda bitmesine neden olacaktır ki bu bile hem kısa, hem uzun vadede milli takım için önemli bir kazanımdır. Umuda yapılan maceralı yolculuk ise o kadar da kolay değildir. Günübirlik başarılara alkış tutan bir spor kamuoyunun o denli uzun vadeli bir sabır senedi imzalamayacağı ortadadır.
Aynı dönemde genç millilere Adnan Dinçer bakacaktır. Bursaspor’un başına ise Gündüz Tekin Onay getirilmiştir. Milli takımda, gelecek adına umut arayan bir hocayla, yepyeni bir süreç başlamıştır fakat eski hatıralar üzerinde yürüyüş devam etmektedir. Geçmişin hayaleti geleceğin başarılarına ipotek koymaya devam etmektedir.
Eylül ayına doğru girilirken, kimsenin kısa vadede başarı bekleyerek hayallere kapılmasını istemeyen Fethi Demircan, spor basınına bu durumu açık bir mesajla iletir:
Puanımız gibi iddiamız da yok, geleceğin milli takımını hazırlıyoruz.
Böylece yakın zamanda oynanacak olan İzlanda ve Sovyetler Birliği maçı için milli takımın kolayca yıpratılmasını önlemeyi, umutlanma adına zaman kazanmayı amaçlamıştır. Kısa bir dönem için hoşgörü istemiştir.
9 Eylül 1981 tarihinde deplasmanda İzlanda’ya 2–0 yenilen milli futbol takımımız, 23 Eylül’de yine deplasmanda, Sovyetler Birliği’ne 4–0 yenilmekten kurtulamamıştır. Hemen sonrasında, 7 Ekim 1981 tarihinde, bu kez kendi evimizde ve yine Sovyetler Birliği’ne 3–0 yenilmiş olmamız, kısa vadede başarı bekleyenler için hayal kırıklığı yaratmış ve öğütücü değirmenin çarkları devreye sokulmuştur. Anlaşılmıştır ki Fethi Demircan dönemi, ancak ve ancak hocanın sabrı ile sınırlıdır. Üzerine gelen baskılara ne derece dayanabileceği, görev süresinin de belirleyicisi olacaktır.
Moskova’da alınan yenilgi sonrasında, dokunsanız ağlayacak bir durumda eleştirilere yanıt vermeye çalışır. Başarısız olduğunun farkındadır ama birkaç müsabaka sonrasında yakalandığı o ağır bombardımana isyandadır, istediği umutlu bekleyiş döneminin kendisine tanınmayışına kızgındır. Çok kolay harcanışına içerlemiştir: “Ben tombaladan çıkmadım. On yıldır profesyonel kulüplerde çalışıyorum” diyerek metanetli durmaya çalışmaktadır:
Göreve geleli 6 ay oldu. Geldiğim zaman da milli takım sürekli yeniliyordu. Bu Fethi Demircan, Hasan-Hüseyin meselesi değil. Ben olmasam sonuçlar değişik mi olacaktı? Problemlerle karşı karşıyayım. Kiralık oyuncular oynamıyor, sakatlar bir yanda bir de asker oyuncular var. Bunlara da izin alamıyoruz. İskelet bozuldu diyorlar… Hangi iskelet vardı da bozuldu? Benim kadromda iki sene önceki milli takımdan yedi futbolcu var. Neyi bozmuşum? Sihirbaz mıyım? İki günde bir milli takım teknik direktörü değiştirmekle milli takım şahsiyeti kalmadı. Şimdi önümüzde Sovyetler Birliği maçı var. Sahaya yine galibiyet için çıkacağız. Ama sonuç ne olur bilemem!
Dünya Kupası Avrupa Eleme Grubunun son maçı, İzmir, Alsancak Stadı’nda Sovyetler’e karşı yenilgiyle tamamlandığında, gruptaki tablomuz da netleşmiştir. Yenilen 22 gole karşılık, atılan bir gol ki o da penaltıdan ve koskocaman bir “sıfır” puan. Bir de İzlanda maçı sonrası Fethi Hoca, “gücümüz bu kadar” derken, İzlanda’nın hocası Kjartansson’un o alaycı sözleri var ki asıl insanın ağrına o sözler gidiyor. “Demek ki İzlanda’dan daha zayıf bir takım varmış” diyordu Karjarttson, skor tabelasındaki 2-0’lık sonuca bakarak.
Fethi Demircan, Dünya Kupası Elemelerinde kalan son dört maçın başında sahaya çıkmıştı. Zaten şansı kalmayan milli takımı, geleceğin ümit veren takımı yapmaya çalışmıştı. Daha uzun süreli hazırlık kampları yapmayı denemişti. Fakat planlamasını yaptığı bu kamp çalışmalarında kimi zaman sadece dört, beş futbolcuyu hazır bulabilmişti. Milli takımın takım ruhu kazanabilmesi, bir ekip oyunu kurgulayabilmesi için kamp yaptığı şehirlerde büyüklü, küçüklü takımlarla hazırlık müsabakaları yapmıştı. Büyük takımların bağırış, çağırışına rağmen, sistemine uygun oyuncu arayışına girmiş, beğenmediği oyuncuları geri gönderebilme cesareti gösterebilmişti. Başarı için federasyondan bazı taleplerde bulunmuş ama bundan bir karşılık alamamıştı. Yani Futbol Federasyonu da günübirlik başarıları önemsiyor, kolayca teknik direktör harcayan spor kamuoyunun dolduruşuna geliyordu. Fethi Hoca, milli takımı gerçek anlamıyla bir kulüp havasına sokmak niyetindeydi. Sahası, tesisi, topu, forması, idman sahası olacaktı. Umut veren gençlerin üzerinde durulacaktı. Çalışmaları bu yöndeydi. Fakat görülmekteydi ki ona bu şans tanınmayacaktı. Bileti kesilmek üzereydi.
Grup maçları tamamlandığında, Fethi Demircan’ın milli takımdaki üçüncü döneminin perdeleri de kapanmaktaydı. Federasyondan aldığı olumsuz işaretler üzerine, Ekim ayı ortalarından itibaren İkinci Lig’de yer alan Düzcespor’u çalıştırmaya başladı. Her an milli takım hocalığından istifa etmesi istenebilirdi.
Dünya Kupası Eleme Grubunda alınan ağır yenilgiler, federasyonu da çok yıpratmıştı. Kısa vadede yapılacak pek bir şey yoktu, ilerisi için adımlar atılmalıydı. Fakat gelin görün ki sabırsız bir spor kamuoyu vardı. Onları sakinleştirip susturacak tedbirler alınmalıydı. “Gururluyum, istifa etmeyeceğim, direneceğim” diyerek, “iki günde bir hoca değiştirmekle milli takımda şahsiyeti bırakmadınız” haykırışını yapan Fethi Hoca’yı da hemen bir çırpıda harcamaya gönülleri elvermiyordu. Mutlaka bir ara çözüm olmalıydı.
Osmanlı’da vakti zamanında göreve gelen bir Milli Eğitim Bakanı (Maarif Nazırı) hatırlarda kalacak hoş bir söz söylemiş. “Şu mektepler olmasaydı maarifi (eğitimi) ne güzel idare ederdim” demiş. Bizim futbol federasyonu da tam bu söze yakışır bir çözüm üretmiş: Zorunlu kalmadıkça, A Milli Takım seviyesinde müsabaka yapmazsak, yenilgi yüzü de görmeyiz. Şark kurnazlığıyla hareket ederek, bu fikre uygun bir yeni yapı kurmuşlar.
15 Kasım 1981 tarihinde yapılan açıklamaya göre, milli takım için üçlü bir komite oluşturulmuştur. Teknik Komite adı verilen bu komite, Fahri Somer, Sahir Gürkan ve Erdoğan Şenay’dan oluşacak ve Federasyon Başkanı Yılmaz Tokatlı’ya bağlı olarak çalışacaktır. Milli takımın geleceği için çalışacağı belirtilen komite, milli kadroyu belirleme yetkisine de sahip olacaktı. Yani açıkçası, teknik direktör Fethi Demircan’ın yetkileri tırpanlanıyordu. Milli takım için oyuncuları teknik kadro seçecek, hoca da bunları maça hazırlayacaktı. Yani Fethi Hoca, kendisi oyuncu seçemeyecek, başkasının seçtikleri ile çalışacak, onları oynatacaktı. Bu, dolaylı yoldan verilen bir işaretti. Mesaj açık ve net bir şekilde, “yakın zamanda istifa etmeni bekliyoruz hocam” anlamını taşımaktaydı.
Ayrıca, bundan sonra yapılacak maçlar, ümit milli takım üzerinden yapılacak, mecbur kalınmadıkça A milli takım düzeyinde müsabaka oynanmayacaktı. Ümit milli ve genç milliler üzerine emek harcanacak, yeni A milli takım bu genç yapılanmadan oluşturulmaya çalışılacaktı. Kısacası Fethi Demircan, artık hiç maç oynamayacak olan bir takımın teknik patronuydu.
Oysa o, federasyona tam tersi taleplerde bulunmuştu. Daha sık maçlar oynayarak, daha tecrübeli bir takım oluşturulmasını, araya genç ve yetenekli oyuncuların karılmasını, milli takıma tesis ve altyapı olanakları sağlanarak, bir kulüp havası verilmesini, daha sık bir araya getirilecek kadroyla milli takıma takım oyunu oynama kabiliyetinin kazandırılmasını istemişti. Oysa karşısında uzatmalara oynayan bir federasyon vardı. Makyajlama yaparak, hastalığı görünmez kılıyorlardı ama bu bir tedavi değildi ki… Genç ve yetenekli bir nesil yakalansa bile bu nesil mutlaka ve mutlaka tecrübesiz olacak ve bunun bedeli de yine ağır olacaktı. Bu karar; geçmiş hezimetlerin şimdilik görünmez kılınıp geleceğe aktarılmasından başka bir şey değildi.
Fethi Demircan, artık neredeyse var olmayan bir takımın başındaydı. Ortalık derin bir sessizliğe bürünmüştü. Aradan geçen birkaç ayın sonrasında, yeni yıla birkaç gün kala milli takımla ilgili yeni dedikodular kulağa çalınmaya başladı. Milli takımın başına Candan Tarhan’ın getirileceği söylenmekteydi. Federasyon Başkanı Yılmaz Tokatlı, bu haberi yalanlarken bile doğruluyor gibiydi:
Teknik kurulumuz görev başındadır. Gelecek için bazı çalışmalar yapmaktadır. Bu çalışmalar kapsamında Zonguldakspor’un hocası Candan Tarhan ile de görüşmüş olabilirler. Söylentiler tamamen yakıştırmadan ibarettir.
Yeni yıla girildiğinde, milli takımda bir hoca değişikliğinin yapılacağı artık kesinlik kazanmış gibiydi. Fethi Demircan zaten istediği ortamı bulamamış, taleplerine destek sağlayamamıştı. Bundan sonra ille de kalacağım diye diretmek anlamsızdı. 10 Ocak 1982 günü bu koltuktaki son beyanatını verecek ve istifasını sunacaktı. Basına yaptığı samimi açıklama zaten bütün gerçeği olanca çıplaklığıyla ortaya koymaktaydı:
Federasyona milli takımlarımızın çalışmaları için gerekli plan ve programları vermiştim. Bugüne kadar bir cevap alamadım. Federasyon Başkanı ile görüştüğümde, uygulanacak, planlayacağız gibisinden cevaplar aldım. Her türlü fedakârlığı yapıp görev kabul eden kişilere karşı bu tip davranışlar Türk futbolu adına yanlıştır. Artık milli takıma hizmet etmem mümkün değildir.
A Milli Futbol takımı, bir teknik direktörü daha kolayca eskitmişti. Fethi Demircan’ın hiç maç oynanmadan geçen dördüncü milli takım dönemi de sonlanmıştı. Fakat başarı hâlâ çok uzaklardaydı. Geçici pansumanlar yine tutmayacak, hezimetlerle dolu skor tabelaları uzunca bir süre bize unutulan gerçekleri hatırlatacaktı.
Aynı gün, gazeteler, yeni teknik direktörün adını büyük puntolarla yazıyordu. Yeniden fahri hocalık devrine dönülmüştü. Milli takımı Coşkun Özarı çalıştıracaktı. Halen Adana Demirspor’u çalıştıran Özarı, sezon sonuna kadar iki görevi bir arada yürütecekti. Milli kadronun yeni hocası olarak, ekibini 1984 Avrupa Futbol Şampiyonası Elemeleri için hazırlayacak, mecbur kalmadıkça milli maç yapmayacak ve teknik komite ne derse ona uyacaktı. Ümit ve Genç Milli takımlara ağırlık verecek ve onlardan yepyeni bir A takım yaratacaktı.
Gerçekten de o yıl Eylül ayına kadar milli maç yapılmadı. 22 Eylül 1982 tarihinde Macaristan ile yapılan ilk özel maçta yine şerefli bir mağlubiyetle selamladı bizi yeni ekip. Macaristan’a 5-0’lık skorla boyun eğmiştik.
Hiç mi ilerleme olmadı derseniz, 1982 ve 1983 yılları içinde oynanan maçlarda kendi evimizde Arnavutluk’u 1–0 yenmeyi başardığımızı, deplasmanda ise ancak beraberlik sağlayabildiğimizi söyleyebilirim. Özellikle 1983 yılının sonlarına doğru, kendi evimizde yenmeyi öğrenmeye başladık ki bu bile o dönemler için koca bir adım. Yani bir nebzecik de olsa ilerleme kaydettiğimiz ortada. Fakat gerçek başarılar kalıcı olandır. Saman alevi gibi bir parıldayıp bir sönen geçici ışıltılar insana boş ümitler sunar. Ne zaman ki Türkiye, altyapı ve tesis atılımları yaptı, ne zaman ki büyük kulüplerin milli takım üzerine koyduğu ipotekler nispeten kaldırıldı; ne zaman ki zihniyet devrimi, şark tipi makyajlamayı devirdi; işte o zaman gurur duyduğumuz o dünya üçüncüsü milli takımımız ortaya çıktı.
Fakat bir dönem değirmen gibi hoca öğüten milli takımın o taş devri hiç ama hiç unutulmadı. O günlerde, bilgi ve tecrübesini, şanını, şöhretini ve itibarını kaybetmek pahasına; milli takıma hizmet vermekten onur duyan Fethi Demircan ve Özkan Sümer’e, Coşkun Özarı ve Sabri Kiraz’a ve daha nicelerine selam olsun. (Devam Edecek)
Aydın Kulak
(Kaynak gösterilerek ve yazar adı belirtilerek alıntılanmasında/kullanılmasında bir sakınca yoktur.)
NOT–2: Bu yazı, internet üzerindeki çeşitli basın-medya sitelerindeki ve özellikle Milliyet Gazete Arşivi’ndeki haber, yazı, bilgi ve yorumlardan derlenerek hazırlanmış ve yazar tarafından yorum ve değerlendirme yapılmıştır. Aynı zamanda Sevgili Fethi Demircan Hocamızın anı, bilgi ve değerlendirmeleri de dikkate alınmıştır. Yani bu yazı bir tür derleme, inceleme, değerlendirme ve yorumlama çalışmasıdır.
NOT–3: Yazı dizisinde yer alan resimler, haber amaçlı olarak, çeşitli internet sitelerinden temin edilmiştir.