Dolar 34,2433
Euro 37,8225
Altın 2.923,92
BİST 8.898,23
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara 25°C
Açık
Ankara
25°C
Açık
Cum 27°C
Cts 27°C
Paz 23°C
Pts 19°C

MEHMET ALİ BİRAND VE ASSUBAYLAR (2)

"Yazarların yazıları kendi düşünce ve sorumluluklarını taşır"
17/02/2013 5:48 PM
2

 

BİRAND’IN ORDU İLE İLGİLİ TESPİTLERİ

Dile kolay, aradan çeyrek asır geçmiş. Fakat “Emret Komutanım” kitabını elinize alıp okuduğunuzda pek çok şeyin hiç değişmeden durduğunu görüyorsunuz. Hatta bazı konularda durumun daha da kötüleştiğini söylemek olası… Örneğin, o zamanlar en azından Uzman Çavuşlar sorunu yoktu. Ordumuzun üst kademesinde bulunanlar, geçen zaman içinde, küstürülmüş bir kitle daha yaratmayı başardılar nitekim.

Kitaptan bazı çarpıcı tespitleri belirteceğiz şimdi. Bunlar 1986 yılında söylenmiş. O dönemde kamuoyuna sunulmuş. Eğer zamanında durum değerlendirmesi yapılsaydı ve çözüme yönelik adımlar atılabilseydi, çok yakın tarihimizde yer alan bir takım üzücü olaylar hiç yaşanmamış olabilirdi. Keşke diyoruz, keşke hem asker kesimi hem sivil kesim bu kitaptan yeterince ders çıkarabilseydi…

İşte birbirinden ilginç satırbaşları:

Türk subayı; asker-sivil ilişkisine dair şöyle bir düşünceye sahip:

Subay ülkeyi nasıl görüyorsa, sivil de o şekilde görmelidir. Sivil’e o şekilde göreceği, aynı değerleri ve değer yargılarını vermek gerekir. Böyle bir eğitim verilmedikçe asker-sivil sürtüşmesi sürecektir. Atatürk, bu ilkeleri ve vatanı bana (Türk Subayına) emanet etmiştir. Sahibi benim.

Türk subayının okuma alışkanlığı ile ilgili olarak yapılan tespit ise şu şekilde:

Türk subayının da okumaktan fazla zevk aldığını ve ne kadar işi olursa olsun kendine okumak için vakit ayırdığını söyleyemeyiz. Bu okumadan kopma, meslek eğitimini etkileyeceği gibi, subayın aldığı önemli rolde kendini günün koşullarına ve sorunlarına, dünyada olup bitenlere uyum sağlamakta güçlük çekmesine de yol açar.

Türk subayının eş seçimi ve eşlerinin davranış biçimleri hakkında yapılan tespitler ise hayli ilginç:

Subaylarda evlenecek eş seçimi kariyer açısından önemlidir. Rütbe terfilerinde ve özellikle generallik aşamasında etkin hale geliyor.

Subay eşleri arasındaki rütbeye sahip çıkma veya rütbeyi kullanma, kocalardan çok daha fazladır. Bazı eşler için rütbe alamamak kendinden çok eşini (hanımefendiyi) rahatsız eder.

Kurmaylık öylesine önemlidir ki, bazen evlerde aile kavgasına bile konu olur. ‘Hâlâ kurmay olamadın. Bak sınıf arkadaşın nerede’ diye bağırmalara rastlanır.

Batı dünyası ile yapılan kıyaslamalar ise şu şekilde:

Batı’da askerlik bir meslek olarak uygulanıyor. Bizde ise bir hayat tarzı olarak kabul ediliyor. Batı’daki subay sadece askerlik değil meslek de ediniyor. Sivil dünya ile ilişkisi sürüyor. Onlarda askeri liseler yok. Amerikan ordusunun subay kaynağı, Harp Okulları, er ve assubay okullarından yetenekli gördüklerini alma olanakları ve sivil üniversitelerden gelenler. Bizde ise tüm bunlar göstermelik olarak uygulanıyor.

Bizde ülkenin koşullarından ve geleneklerden dolayı giderek yoğunlaştırılan “Atatürk İlkeleri ve Ordunun Vatanı Koruma ve Kollama Görevleri” ise, Batı ülkelerinin hiç birinde görülmüyor. Askere sadece dışarıdan gelecek saldırıya karşı, kendisini ve ülkesini “koruma” sanatı öğretiliyor.

Batı’nın disiplin anlayışı oldukça farklı! Amerikalı bir teğmen görev başında değilse, subay kulübünde veya bir eğlence yerinde karşılaştığı komutanına küçük adıyla hitap edebiliyor. Rahat davranabiliyor. Bundan kimse gocunmuyor. Bizde ise askerlik özel yaşamın da içine girmiş. Komutan her yerde, her zaman komutan… Daima ayrıcalık bekliyor ve istiyor.

Batı ordularının bir diğer karakteristiği de, kendilerini tamamen sivil yönetimin emrinde görmeleri. Denetimler ve yapılan eleştiriler normal karşılanıyor. Bizde ise ordu; üstün ve dokunulmaz. Yönetimsel konularda (ülkenin) istediği gibi ahkâm kesebiliyor.

Batı ordularında en üst düzey general terfileri ve ordu-kuvvet komutanlarının atamaları bizden farklıdır. Bizde bu atamalara sivil hükümetler, kesinlikle karışmazlar. Batı’da ise Genelkurmay Başkanlarının önerileri arasından seçimi sivil kanat, yani Milli savunma Bakanları yapar. Genelkurmayın önerileri dikkate alınır. Fakat geri çevrildiği de olur. Bazen genelkurmay başkanının bunlardan haberi dahi olmaz.

Milli savunma Bakanlığı bizde işlevsiz bir bakanlıktır. İnşaat ihaleleri ve para bulma işlevi dışında etkisiz ve yetkisiz bir kuruluş durumundadır.

Avrupa’daki akademilerde kurmay subaylar için tartışma ortamı yaratılır. Subayın düşünmesi tahrik edilir. Bizdekilerde ise sadece ders veriliyor.

Generallere ve subaylara tanınan ayrıcalıklara ise şu tespitlerle değiniyor: “Subay Orduevlerindeki özel katlar; Sheraton Oteli’nin kral daireleriyle karşılaştırıldığında zevk yönünden epey farklı olmasına rağmen lükslük açısından başa baş denilebilir. Bu özel katlar, genelde orgenerallere tahsis ediliyor.

General olunca yani paşalıkta yaşam tamamen değişiyor. Paşalara en çok ilgiyi siviller gösteriyor. Özel sektör olsun, bürokrasi olsun, daha küçük düzeydekiler ile mahallelilerin olsun daima yakın ilişki kurmak istedikleri bir ‘dost generalleri’ vardır. Çeşitli niyetlerle (Hava atmak, torpil ve yardım talebi, darbe ya da özel durumlarda bir tür güvence) bu dostluğu sürdürür ve kullanırlar.

Birand, bu bölümlerde, generallerin dünyasını, paşalık anlayış ve felsefesini ve özellikle paşa eşlerinin lüksünü okuyucularına ayrıntılı olarak aktarmış.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin üst yönetimini en çok kızdıran tespitlerden birisi de Jandarma Genel Komutanlığı’na ilişkin söylenenlerdi.  M. Ali Birand’ın yorum ve değerlendirmesine göre, T.S.K.’nin ana gövdesini oluşturan kuvvetler (Kara-Deniz-Hava), Jandarma’yı kendilerinden görmüyor ve daha çok Polis Teşkilatına benzediğini düşünüyorlardı. Hatta Birand daha da ileri gidiyor, bu iki arada bir derede kalmışlık nedeniyle, Jandarma Genel Komutanlığı için “Talihsiz Kuvvet” tabirini kullanıyordu.

M. ALİ BİRAND VE ASSUBAYLAR

Assubayların eylemler yapıp sokaklara taştığı dönemlerde (1970 ve 1975) pek çok gazeteci ve yazar, konuyu dile getirdi ve assubaylara destek verdi. Yine de kimse assubayların sorunlarını gerçekçi olarak ortaya koyamadı. Kim olduklarını, ne istediklerini ve hangi haksızlıklara uğradıklarını kamuoyuna tam olarak anlatamadı. Assubaylarların farklı dünyasına derli toplu olarak ilk kez bakabilen kalem sahibi Mehmet Ali Birand oldu. Onları önce anlamaya, sonra yazmaya çalıştı. Ordu içinde yapılan ayrımcılığa çuvaldızı soktu. İltihabı akıttı.  Yıl 1986 idi. Hâlâ 12 Eylül İhtilalı’nın güçlü generalleri iş başındaydı. Bir takım tehlikeleri göze almadan gerçekleri kamuoyuna sunmak o kadar da kolay değildi anlayacağınız.

Şimdi, M. Ali Birand’ın assubaylarla ilgili tespitlerine göz gezdireceğiz. Onun değerlendirme ve yorumlarıyla assubayları ve sorunları nasıl tanımladığına değineceğiz:

  • M. Ali Birand, yaptığı çalışmada dünya ordularını da değerlendirmeye almış ve onlarda da assubayların tam anlamıyla mutlu olamadıklarını söylemiş. Bunu “Dünya ordularının sorunlu kitlesi assubaylar” olarak dile getirmiş. Türkiyedeki durumu ise “Tanınmayan Kuvvet: Assubaylar” olarak vurgulamayı seçmiş.
  • Assubayların meslekte kariyer beklentisinin tam olarak karşılanamadığından hareketle bir tespit yapma gereği duymuş ve şunları söylemiş: “Assubayların hayatları kıt’aya çıkmalarıyla değişmeye başlar. Hemen herkeste olduğu gibi, kimi zaman abartılmış beklentilerin gerçekleşmemesi, kimi zaman yaptıkları işin ikinci sınıf olduğu izlenimine kapılmaları ve kişisel ilişkilerinden doğan rahatsızlıkları olur.”
  • “Assubaylar meslek yaşamları boyunca yönetilmek zorunda kalmaları ve hiçbir zaman yönetici durumuna girememeleri nedeniyle rahatsızdırlar. Subaylar ise buna şöyle yaklaşırlar: ‘Herkesin okula girerken ne olacağı belli. Harp Okulları imtihanı herkese açık! Oraya başvursalardı.’(YAZAR NOTU: Madem o kadar kendinize ve zekânıza güveniyorsunuz, Assubay Hazırlama Okulu mezunlarının da Harp Okulları sınavına girmesine yasal izin verip onlara fırsat tanısaydınız. Demek ki bu sınavlar herkese açık değilmiş!)
  • Assubayların görev ve sorumluluklarının rütbeleriyle orantılı olarak gitmemesi de yazarın bir başka tespiti. Birand, bu konuya şöyle değiniyor: “Bir yıllık assubayken de yirmi yıllık assubayken de aynı göreve atanabilirsiniz. Aynı işi yıllarca yapmanın bıkkınlığı bu mesleğin güç yönlerinden birisidir.”
  • Assubayların ordudaki nöbet hizmetlerinden duydukları rahatsızlık da yazar tarafından açıkça gündeme getirilmiş: “Subayın nöbet tutması rütbeleri arttıkça azalırken, assubaylar; mesleklerinin sonuna kadar nöbet görevini sürdürür.” Gerçi daha sonra bu konuda bir hamle yapıldı ama biliyoruz ki bu da vaziyeti kurtarmaktan başka bir işe yaramadı. Nöbetle ilgili sorunlarımız yine de devam ediyor. Assubayların rütbe, kıdem ve tecrübesine saygı duymaktan yoksun bazı subaylar durumdan rahatsızlık duyuyor. Kıdemli assubayların nöbetten muaf olmaları göze batıyor. Başka adlar altında nöbet hizmeti benzeri görevler icat ediliyor.
  • M. Ali Birand, dillere pelesenk olmuş bir söylemi de okuyucularına aktarmış. Oysa assubaylar bu söylemi çoktan aştı: “Meslekte uzun yıllar görev yapmış bir assubayın, Harp Okulu’ndan yeni çıkmış bir teğmenin emrine girmesi, onun en acemi dönemlerinde emrinde çalışması bu mesleğin güçlükleri arasında yer alır.” Hepimizin bildiği gibi, assubayların en önemli görevlerinden birisi de subayı eğitmek, onun lider ve komutan olmasına bilgi ve tecrübesiyle katkı sunmaktır. Eğer iyi bir subay ve iyi bir komutandan söz ediyorsak, ona emek vermiş nice assubaydan da mutlaka bahsetmemiz gerekir. Çünkü her subayın altyapısında; harp okullarındaki eğitimden çok, kıt’adaki assubayların tecrübe, bilgi ve emek harcı vardır.
  • Assubayların kendilerine pek çok konuda haksızlık yapıldığına dair söylemlerine de değinen yazar bunu şu şekilde dile getiriyor: “Assubay ‘Ben asıl yükü çekiyorum ama subaylarla aynı hakka sahip değilim’ diye düşünür. Kendine hem bu becerisi, hem de verdiği uzun emek karşılığında, orantılı muamele yapılmasını bekler ve ister. Ancak beklentilerine yeterli karşılık gelmez.”
Assubaylarla ilgili olarak orduevi, tatil kampı ve lojman dağıtımı gibi sorunları da kamuoyuna aktaran Birand, özellikle şu hususları vurgular:
  • General ve amirallere tüm bu konularda büyük ayrıcalıklar tanınmaktayken, diğer personel ve özellikle assubaylar sıkıntı içindedir. Lojman dağıtımında sıra tahsisi subaylara öncelik tanımaktadır. Durum, ordunun personel sayısı ile ters orantılıdır. Orduevlerinde ise assubayların çok daha mütevazı olan kendi orduevleri var. Bu durum kimi zaman onları rahatsız eder. “Ordunun belkemiğini oluştururuz ancak hep ikinci sınıf muamele görürüz” derler.
  • Sicil verme konusuna da değinen Birand, bu konuda şöyle bir anlatıma başvurur: “Bazen kişisel ilişkiler sicil vermede etkindir. Astına kızan bir üst, sicilde düşük not verebileceği gibi, kişiler arasındaki dünya görüşlerinin farklılığı, mesleğe yaklaşımı ve meslek anlayışı da ister istemez rol oynar. Sicil uygulamasında hep insan unsuru vardır.”
  • Assubaylarla ilgili olarak ordunun üst kademesini tedirgin eden en önemli durum, eklerde yer alan maaş dökümüdür. Rütbelere göre alınan maaşları belirten Birand, özellikle assubay maaşlarındaki adaletsizliğe vurgu yapar. Fazla söze gerek duymaksızın haksızlıkların görülmesine olanak sağlar. Gerçi bugün itibarıyla o maaş dökümüne bakacak olursanız, assubayların yıllar içinde nasıl bir ayrımcılığa tabi tutulduğunu net bir şekilde görmeniz mümkün. Ogünler bile iyi günlerimizmiş. Assubaylar feryat figan ettikçe, daha çok darbe yemiş, özellikle maaşları subaylara oranla muhteşem bir şekilde eritilmiş. Tazminatların ve ayrıcalıkların hepsi subaylara yaramış. Emekliler arasındaki derin uçurumdan söz etmiyorum bile…
MAAŞLARINI ORDU PERSONELİ İLE KIYASLAYANLARA TOKAT GİBİ CEVAP

Assubayların sorunlarını keşfedip Türkiye kamuoyuna sunmasının yanında, ordu personeli ile maaş kıyaslaması yapanlara da, kitap içeriğinde, M. Ali Birand tarafından okkalı bir cevap verilir:

Askeri sivilden ayıran en önemli unsur 24 saat görev yapmasıdır. İç Hizmet Kanunu’na göre bir asker yirmi dört saat görev yapmakla sorumludur. Bu ne mesaidir ne icaptır, tamamen görevdir. Devlet memurlarının önemlice bir bölümünde olduğu gibi ‘Tamam, saat 17.00 oldu, büro kapandı’ diyemez. İstese dahi bunu yapamaz. Komutan karargâhtan ayrılmadan kimse birlikten çıkamaz. Cumartesi-Pazar bile durum böyledir. Her şey komutana bağlıdır. Bunun gecesi gündüzü, yazı kışı yoktur.

Maaşlarını assubaylarla kıyaslayanların bu gerçeği dikkate alması gerekir. Kaldı ki daha bu işin tatbikatları var, denetlemeleri var, vardiyalı nöbet sistemi var. Yediğinize, içtiğinize ve hatta tuvalet ihtiyacınıza bile karışıldığı, her şeyin emir-komutaya bağlandığı durumlar var. Kimi memur kesimi; hem ek mesai ücreti alır, icap parası alır, hatta döner sermayeden pay bile alır ama yine de maaşını, gözüne kestirdiği assubay kesimi ile kıyaslamadan yapamaz. Aslında kendilerine biçtikleri rol daha yukarılardaki rütbe ve makamlardır lakin oradakilerle kıyaslama yapmaya cesaretleri yoktur zannımca.

Aydın Kulak

(Kaynak gösterilerek ve yazar adı belirtilerek alıntılanmasında/ kullanılmasında bir sakınca yoktur.)
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.