2001 yılının başlarında Fransa Ulusal Meclisi’nde Türkiye’yi üzecek bir kanun tasarısı kabul ediliyordu. Türkiye ile Ermenistan arasına nifak tohumları sokmak ve ondan beslenmek isteyen kapitalist dünya, Fransa aracılığıyla bunu başarıyordu. 1915 yılında vuku bulan olayların bir soykırım olduğu o meclis tarafından kabul ediliyordu. Tarihsel acıların yaşanmasına vesile olanlar, şimdi de o acıları, kendi çıkarları doğrultusunda kullanmanın dayanılmaz hafifliği içindeydiler. İşte tam da o günlerde Türkiye’de Hürriyet Gazetesi’nin internet sitesinde sıra dışı bir haber yayınlanıyordu. Kin ve nefret tohumu sepeleyenlerin tam aksine, bu haber tamamen barış ve dostluğa hizmet ediyordu. Haberin konusu İstanbulumuzun güzide bir semt kulübü olan Taksimspor’du.
Bu güzide kulüp, eski İstanbul’un dost yüzünü simgeleyen ve belki de Osmanlı İmparatorluğu’nun kültürel dokusunu temsil ettiği söylenebilecek nadide bir simge gibiydi. O muhitte yaşayan Ermeni, Rum, Türk ve Musevileri sporun dostluk ve kardeşlik bağıyla birbirine bağlayıp sıkıca sarmalayan bir yapısı vardı Taksimspor’un. Kan bağları, kardeşlik bağları; İstanbul ve Türkiye sevgisi üzerineydi. Kulübün Başkanı Ermeni’ydi ama ona tesisler kazandıran bir Türk siyasetçi idi. Dönemin Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül!
O tarihlerde altmışıncı yaşını kutlayan kulübün hocalığını ise Fethi Demircan yapmaktaydı. Hem de beş kuruş para almaksızın. Tam anlamıyla bir gönül hocalığıydı yaptığı… Türk futboluna Lefter’i kazandıran, göğsünde Türk bayrağıyla ringlerde boks yapan Garbis Sakaryan’ı bize bahşeden ve daha nice sporcuların doğumeviydi Taksimspor. O haberin içeriğinde yer alan röportajında, kulübün başkanı Garo Hamamcıoğlu, bakın neler söylemekteydi:
Bayrağım ve toprağım Türkiye. Burada doğdum, burada büyüdüm. Futbol oynadım, iş sahibi oldum. Her şeyimi Türkiye Cumhuriyeti devleti sayesinde yaptım. Kendimi Ahmet’ten Mehmet’ten farklı görmedim. 10 Ermeni arkadaşım varsa, 100 tane de Türk var. Beni ben yapan Türkiye’dir. Soykırım huzursuzluğu, özellikle yurt dışında Fransa ve İngilizlerin politik çıkarları doğrultusunda çıkartılan abuk sabuk şeyler. Bizde isimler değişiktir, ama insanlık aynıdır. Türk insanını iyi tanımadıkları için yangın yaptılar. Ama bundan er veya geç döneceklerdir.
Derler ki mazisi oldukça eski olan Taksimspor’un öyküsünü en iyi anlatan efsane, Tenekeci Garbis’in efsanesidir. Babası teneke soba atölyesinde çalıştığı için bu ismi takmışlar Garbis’e. Taksimspor dâhil çeşitli İstanbul kulüplerinde forma giyen ve 1950–53 yılları arasında milli takımda da yer bulan Garbis İstanbulluoğlu, bu dönemlere ait bir fotoğrafının olmamasına çok üzülmekteymiş. Özellikle de ay yıldızlı formayı giyerken çekilmiş bir resminin olmaması onu oldukça hüzünlendirirmiş. İstanbul’u adının bir parçası yapacak denli bu toprakları seven Garbis, Türk Milli Takımı formasıyla beş müsabaka oynamış bir futbolcu. Forvet hattında oynadığından, güzel golleri de var ay yıldızlı formayla attığı. Hele ki 1953 yılında, İsviçre’yi, İsviçre’de 2–1 yendiğimiz maçta iki golün sahibi de Tenekeci Garbis olunca, onun ille de ay yıldızlı formayla çekilmiş bir resim arzulaması, çok daha anlamlı hale geliyor. 1989 yılında, bu arzusunu gazeteci Cem Atabeyoğlu’na iletmiş, Atabeyoğlu da 1950 yılında Türkiye-Yugoslavya müsabakasında çekilmiş bir fotoğrafını bulmuş, takdim etmiş kendisine. Tenekeci Garbis, bu fotoğrafa o kadar çok sevinmiş ki mezarına mutlaka o fotoğrafının konulmasını istemiş. Böyle bir vasiyette bulunmuş yakınlarına. 1994 yılında vefat ettiğinde, mezarında haç ve ay yıldız işte bu şekilde bir araya gelmiş. Taksimspor ruhunu taşıyan haç ve ay yıldızın birlikteliği, kardeşliğin ve dostluğun bir nişanesi olarak mezarında şimdi bile mevcutmuş. Bazı sıra dışı insanların yaşam öyküsü bile kine, nefrete karşı dimdik durabiliyor. Ne mutlu Tenekeci Garbis olabilenlere.
Türk futbolunun ordinaryüsü olarak bilinen Milli Takımın ve Fenerbahçe’nin efsane ismi Lefter Küçükandonyadis de Taksimspor’un bize armağan ettiği yeteneklerden birisi. 1940’lı yıllarda burada futbola başlamış Büyük Lefter. Maç başına 25 kuruşla başlamış profesyonel futbolculuğa. İlk milli golünü de Yunanistan’a karşı atmış.
Bu güzide kulüp, daha başka nice isimler kazandırmış futbolumuza. Altmışlı yıllarda birkaç kez Galatasaray kalesini koruyan Yervant Balcı ile yine G. Saray’da forma giymiş Varujan Arslanyan da bu kulübün yetiştirdiklerinden. Hatta Çilli Mehmet olarak tanıdığımız Galatasaraylı Mehmet Özgül de Taksimspor’un genç takımında yetiştirilen isimlerden.
Başkan Garo Hamamcıoğlu da Taksimspor’dan Sarıyer kulübüne geçmiş ve orada uzun yıllar futbol oynamış bir isim. “Şimdilerde spor yazarlığı yapan Onur Belge, Metin Türel, Hayri Ülgen, Minas Ara gibi birçok isim bizden yetişti. Türk futboluna damgasını vurmuş bu isimler bizim gururumuzdu.” diye anlatıyor Başkan Hamamcıoğlu.
2007 yılında suikast sonucu öldüren Agos gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink de bir dönem (1982–83) top koşturmuş Taksimspor’da. Zaten Taksimspor’un adı belki de son kez onunla hatırlanmış necip Türk basınında. 2007 yılının Ocak ayında Hrant Dink’in anısına Feriköy Stadı’nda Kadırgaspor ile yaptığı müsabaka nedeniyle konu olmuşlar. Taksimspor beyaz formayla, Kadırgaspor ise siyah formayla maça çıkmış, Hrant’ın hüznünü paylaşmışlar beraberce.
1940 yılında kurulan Taksimspor’un kuruluş öyküsü de kardeşlik üstüne. Ermenilerin kulübü Nor Şişli zor günler yaşamaktadır, o dönemler. Galatasaray kulübünden ayrılanların kurduğu Ateş Güneş kulübü ile Kale spor kulübü de yokluk içindedir Nor Şişli gibi. Üç kulüp, bu zor dönemlerinde birleşerek yola devam etme kararı alırlar. Böylece üç takımın birleşmesiyle Taksimspor çıkar ortaya. Yani kuruluş aşamasında bile Türk-Ermeni dayanışması ve dostluğu söz konusudur. Renklerinin sarı-kırmızı olması dahi, biraz Galatasaray’ı çağrıştırmaktadır. Zaten formasındaki kırmızı elips fon üzerinde sekiz sarı çizginin temsil ettiği güneş işareti de Galatasaray’dan ayrılanların kurduğu Ateş Güneş kulübünü yansıtmaktadır.
Taksimspor Kulübü, 1966–67 sezonunda Profesyonel Mahalli Lig şampiyonluğu sonrası, Türkiye İkinci Liginde mücadele etme hakkı kazanır. En büyük başarıları budur. Fakat şanslarını iyi kullanamayınca, (1967–68 sezonu Beyaz Grupta yirminci ve sonuncu oldu) bir alt lige düşerler. 1968–1974 arasında Üçüncü Lig’de mücadele verir ve en sonunda yeniden amatörlüğe düşerler. Mahalli Lig Şampiyonu olduğu sene (1966–67) kadrosunda 16 Ermeni ve 9 Türk oyuncu barındırmakta olan Taksimspor, Fethi Demircan’ın gönüllü hocalığı döneminde de amatör ligde oynamaktaydı.
Taksimspor’un 1963 yılı Profesyonel Mahalli Lig şampiyonluğu kadrosunda tanıdık bir isim de yer almaktaydı. Şimdilerde spor yazarlığı yapan ve hatta TSYD Başkanlığı görevinde de bulunan Onur Belge, o kadrodaydı. Taksimspor ile ilgili düşüncelerini ise çok samimi olarak şu sözlerle ifade etmekteydi:
Benim için, Taksimspor Kulübü çok köklü ve birçok yıldız yetiştirmesi nedeniyle çok önemli bir kulüptür. Bir cemaat kulübü olmasına karşın Ermeni olsun, Rum olsun, Türk olsun herkesin kaynaştığı bir yerdir orası…
Başkan Hamamcıoğlu, “Sporun başladığı yerde ırk, mezhep gibi ayrılıklar biter. Bizde öyle ayrılık gayrılık yok. Kulübümüz, bu topraklardaki kardeşliğin en iyi örneği” derken aslında o cümleye ne çok şey sığdırmaktaydı, bir düşünün. Sonra da Hrant Dink’e sıkılan kurşunun asıl hedefi neresiydi, karar verin. Lefter’in yüreğiydi hedef, haçın ve ay yıldızın kardeşliğini yaşatan Tenekeci Garbis İstanbulluoğlu’nun ciğeriydi… Türkiye’nin kalbiydi belki de tam olarak!
Fethi Demircan’ın Taksimspordaki gönüllü hocalığıyla ilgili olarak, o gazetede yer alan haberi aktararak devam edelim sözlerimize:
Fethi hoca bu ekibe idman yaptırırken tarifi olanaksız bir keyif alıyordu. Bu 30 kişilik ekibin adları değişikti. Kiminin Aram, Henri, Arden, Herman, Garbis, kiminin ise, Osman, Feyyaz, Onur, Hüseyin’di.
İnanılmaz bir dayanışma, kardeşlik ve sevgi içinde çalışmalarını sürdürüyorlar ve birbirlerine yardımcı olmak için yarışıyorlardı. Bırakın ayrılığı, onlar çoktan bir bütün olmuşlardı.
Fethi Hoca’yı da en çok bu sevindiriyordu. Hiç bir ücret almadan bu çocukların geleceği için kolları sıvamış, Türk futboluna hizmet edecek gençleri yetiştirmenin uğraşını veriyordu.
Fethi Hoca’ya sözde soykırım iddialarını ve Fransızları hatırlattık. Gülümsedi, Burada çok mutluyum, dedi ve ekledi; Spor evrensel bir olaydır. Benim öğrencilerimin tümü Türk vatandaşı. Onlar hiç bir ayrım yapmadan kardeşçe çalışıyorlar. Bu iddiaları gündeme getirenler, kesinlikle menfaat peşindeler…
Türkiye Futbol Federasyonu, dünyada büyük bir gelişme gösteren bayan futbolunda Türkiye’nin oldukça geri kaldığını düşünerek, yeni bir yapılanma süreci başlatmayı planlamaktadır. Dünyanın dört bir yanında bayanlar futbolla iç içedir. Pek çok ülkede kadın milli takımları vardır, bayanlar ligi ve şampiyonaları düzenlenmektedir. Uluslararası turnuvalar yapılmakta, şampiyonalar organize edilmekte ve milli marşlar ile birlikte bayraklar göndere çekilmektedir. FİFA Başkanı Sepp Blatter, futbolun geleceğinde kadınların olduğunu açık ve net bir şekilde ifade etmektedir. Oysa ülkemizde kadın futbolu, bir türlü istenen seviyeye ulaşamamış, kendisinden beklenen çıkışı bir türlü yakalayamamıştır. Türkiye halkının ilgisinin daha çok erkek egemen futbola olması, Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş gibi güçlü kulüplerin bayan futboluna beklenen desteği bir türlü vermemesi belki de karşılaşılan en büyük sorundur.
Bayan futbolunun ne denli ilgi gördüğünü anlamak için 1999 yılında A.B.D. ile Çin arasında oynanan Dünya Kupası Final müsabakasına bakmak bile yeterlidir. Tam doksan bin seyirci, nefeslerini tutarak izlemiştir bu muhteşem futbol gösterisini. İlk Kadınlar Dünya Kupası 1991 yılında düzenlenmiştir. Bu tarihten sonra da her dört yılda bir düzenlenmeye devam edilmiştir. Üstelik kadın futboluna ilgi de günden güne artmıştır. Bugün, bu organizasyon, dünyanın en önemli futbol organizasyonlarından birisidir.
Avrupa Kadınlar Futbol Şampiyonası ise ilk kez 1984 yılında düzenlenmiştir. Halen çeşitli kategorilerde bu şampiyonalar sürdürülmektedir. Olimpiyat Oyunlarında da kadın futbolu yerini almış, hak ettiği karşılığı bulmuştur. Milli takımlar düzeyinde yapılan organizasyonlar haricinde, kulüpler düzeyinde de kadın futbolu ile ilgili uluslararası organizasyonlar yapılmaktadır. Avrupa’da erkek futbolundan aşina olduğumuz Şampiyonlar Ligi’nin bir benzeri, kadın futbolu için de düzenlenmektedir. Güney Amerika’da ise bunun bir benzeri olarak, Libertadores Kupası yoğun ilgi görmektedir.
Bizim ülkemizde ise kadın futbolu, gelişen çağa ayak uyduramamıştır.1990’lı yıllarda varlık savaşına giren kadın futbolumuz, ne yazık ki 2001–2006 yılları arasında duraklama dönemine girmiştir.
Ülkemizde Kadın Millî Takımı ilk kez 1995 yılında oluşturulmuştur. Kadın millîler ilk maçlarını Romanya ile oynamıştır. 8 Eylül 1995 tarihinde İstanbul’da yapılan karşılaşma konuk ekibin 8–0 üstünlüğü ile sona ermiştir. Kadın Millî Takımımız ilk golünü 1996’da Macaristan’a atarken, ilk galibiyetini 1997 yılında rakip sahada Gürcistan karşısında elde etmiştir.
2002 yılında yeniden yapılandırma gerekçesiyle bayan futboluna ara verilmiş, hatta kadınlar düzeyinde milli takım dahi oluşturulmamış, oluşturulamamıştır. İşte bu şartlar altında, gerçek anlamda yeni bir yapılanma arzulayan ve bayan futbolunu atağa kaldırmakta kararlı olan Futbol Federasyonu, öncelikle bu işe önderlik edecek, liderlik yapabilecek ve sorumluluk alabilecek iyi bir ekip oluşturmakla işe koyulur. Akla gelen ilk isim, yılların tecrübeli hocası Fethi Demircan olur. Yıllar önce erkek futbol (A Milli) takımın teknik direktörlüğünü de yapmış olan tecrübeli hocadan kadın futboluna baş olması istenir. Bu, Fethi Hoca için bir jübile görevidir aynı zamanda. A Milli takımın hocalığını yapmış bir isim olarak, yeniden tarihe geçmesi, kadın futbolunu da erkek futbolu kadar etkin kılması istenmiştir. Türk futbolu adına ondan istenen son onurlu görevdir bu.
Fethi Demircan, bu göreve çağrılış sürecinde yaşadığı tereddüdü şu sözleriyle aktarıyordu bir röportajında:
Erkek futbolunda otuz beş yıl teknik direktörlük yapan birisi olarak, kadın futbolu ile ilgili bu teklifi ilk başta çok yadırgadım. Açıkçası rahatsız bile olmuştum. Fakat futbol konusunda kadınların erkeklerden daha yetenekli olduğunu zaman içinde gördüm, yaşadım. Şimdi meslek hayatımın en mutlu günlerini yaşıyorum.
Türkiye’de kadın futbolu, Fethi Demircan’ın liderlik ettiği 2006–2008 yılları arasında tam bir atılım dönemi yaşadı. Hatta ilk kez uluslararası bir başarı yakalandı. Dünya Liseler Arası Bayan Futbol Şampiyonası’nda üçüncülük madalyası kazanıldı.
Bu dönemde kadın futbolunu geliştirmeye yönelik olarak yapılan çalışmaları özetleyecek olursak;
FİFA 20 Yaş Altı Dünya Kupası da 2013 yılında, 21 Haziran ile 13 Temmuz tarihleri arasında ülkemizde düzenlendi ve (yedi şehirde) oynandı. Bu turnuvanın şampiyonu Fransa oldu. Türkiye, ev sahibi olduğu için bu şampiyonaya doğrudan katıldı. Grup aşamasında kazandığı ikinciliğin ardından ilk 16’ya kaldı ve burada yapılan eşleşmede Fransa’ya yenilerek elendi. Bu turnuvanın en büyük özelliği ise maç başına düşen biletli seyirci sayısının en az olduğu turnuva olması özelliğidir. Yani bu grupta (20 Yaş Altı) daha önce yapılan turnuvalar dikkate alındığında, en az seyirci sayısını biz yakalamış ve tarihe geçmiş durumdayız. Bu da gösteriyor ki kat edilecek daha çok uzun bir yolumuz var.
Bu dönemde kadın futbolunun etkinliği öyle artmaya başladı ki kulüpler arasında futbolcu transferi dahi gerçekleşir oldu. Bayan Milli Futbol Takımı’nın kalecisi Nurcan Çelik, 2008 yılında Zeytinburnuspor’a transferinden 5000 TL ücret aldı. Bu transfer, ülkemizde kadın futbolu adına çok önemli bir adımdı.
Kalede Nurcan, savunmada Yağmur, Damla ve Tuğba, Orta alanda Leyla, Fatma, Sibel ve Ezgi, hücum hattında Ayşe, İlknur ve Başak. İşte karşınızda Türkiye Milli Takımı…
Ne o şaşırdınız mı?
Türkiye, futbolda böyle bir kadroya hiç alışkın değil elbette. Erkek egemen futbola gönül vermiş taraftarların kadın kramponları izlemek için tribünleri doldurması için uzunca bir zamana ihtiyaç olduğu aşikâr. Gazetelerde “pedikürlü kramponlar” diye bahsedilen kızlarımız, önlerine çıkan tüm engelleri yıkmak ve kadın futbolunu başarıya taşımak için Fethi Demircan önderliğinde var güçleriyle çalışıyorlar. Fethi Demircan, teknik ekibini de güçlü ve güvenilir isimlerden oluşturarak, kadın futbolunda ihtiyacımız olan devrimleri bir bir gerçekleştirme çabasında. Bir dönemler Dinarsu takımında oynamış Aysun Boyacı onlardan birisi. Bir diğer isim ise Hamdi Aslan. Karadeniz Fırtınası Trabzonspor’da uzun süre top koşturmuş ve Küçük Hamdi namıyla tanınmış olan Hamdi Aslan da, 2006 yılında ekibe katılanlardan. Başlangıçta A Bayan Milli Takımının Teknik Direktörlüğüne getirilen Aslan, 2008 yılından sonra (Fethi Demircan sonrası) kadın futbolunun teknik patronu olarak 2010 yılına kadar görev yaptı.
Bir gün beni rahmetli Gündüz Tekin Onay hocam çağırdı. Bayan milli takımlarında görev almamı istedi. Doğrusunu söylemek gerekirse, ben, böyle bir milli takımın varlığını dahi bilmiyordum. Söz konusu milli bir görev olunca, doğal olarak kabul ettim. O süreçte Fethi Demircan hocam bana çok yardımcı oldu. Kendisine çok teşekkür ediyorum. İlk göreve başladığımda, elli oyuncu arasından 18 kişilik bir milli takım kadrosu oluşturmaya çalıştık. Bu elli kişinin içinde voleybolcu, basketbolcu ve hentbolcu dahi vardı. Bu şartlarda kadroyu zor tamamladık desem yalan olmaz.
İşte 2006 yılında göreve gelişini ve yaşananları bu sözlerle anlatıyordu Küçük Hamdi. Fethi Demircan ise o günlerde umutlu açıklamalarda bulunmaktaydı:
Bayanlarda futbolun alt yapısı yok. Bu yıl başlattığımız yeniden yapılanma ile olayların rengi değişti. Sokaktan gelen çocukları topluyoruz. Takımda oynayanların bir bölümü Diyarbakır, Trabzon gibi bayan takımı olmayan illerden geliyorlar. Türkiye’de alt yapıyı oluşturduğumuz takdirde, futbolda erkekler kadar başarılı olacağımıza inanıyorum.
İstenildiği ve emek verildiği takdirde, Türkiye’de kadın futbolunun oldukça başarılı olacağını savunan Fethi Demircan için, o dönemlerde, bulunmaz bir fırsat ortaya çıktı. Nisan 2007 ayı içinde Şili’nin Santiago kentinde yapılacak olan Dünya Liseler Arası Bayanlar Futbol Şampiyonası’nda Türkiye de temsil edilecekti. Ankara’da Batıkent’de yer alan Kaya Bayazıtoğlu Lisesi, Türkiye Liseler Arası Futbol Şampiyonası Kızlar kategorisinde şampiyon olmuş ve Şili’de ülkemizi temsil etme hakkını kazanmıştı. Futbol sahası ve spor salonu olmamasına rağmen, bu lisenin kızları, büyük bir başarıya imza atmışlardı. Futbol Federasyonu, bu takımın uluslararası alanda da başarısını devam ettirebilmesi için elini taşın altına koydu. Takımı Fethi Demircan’ın hazırlamasını istedi. Hazırlık dönemi için Riva tesislerini tahsis etti.
Şili’deki turnuvada Türkiye’nin kızlarına pek şans tanınmıyordu. Kadın futbolunda ileri olan pek çok ülkenin temsilcisi vardı orada. Bunlardan birisi de Brezilya idi kaçınılmaz olarak. Futbolun Sambacıları olarak bildiğimiz Brezilya’nın, kadınları da erkeklerinden aşağı değildi. Korkulan bir ekipti. Buna rağmen, Sambacı Kızları, grubun ilk maçında 1–0 yenmeyi başardılar. Daha sonraki maçlarda, İsrail’i 10–0, İtalya’yı 11–1 ile geçtiler. Belçika’yı hezimete uğrattılar. Eğer Almanya engeline takılmasalardı, finale çıkacaklardı. Son maçlarında (üçüncülük-dördüncülük müsabakası) Finlandiya’yı 2–0 yenen kızlarımız, bu galibiyet ile dünya üçüncüsü olma başarısını yakaladılar. Çin, bu turnuvada şampiyon olurken, Almanya ikinci, Türkiye üçüncü, Finlandiya ise dördüncü oldu. Kadın futbolunda da bir dünya markası olan Brezilya ise beşincilikle yetinmek durumunda kaldı.
Böylece kadın futbolunda ilk uluslararası başarı yakalanmış oluyordu.
Fethi Demircan ve Hamdi Aslan döneminin en göze çarpan çalışmalarından birisi de gurbetçi kadın futbolcuları milli takıma kazandırma çabasıdır. Bunlardan en önemlisi Almanya’da forma giyen Aylin Yaren için yapılan girişimlerdir. Aylin Yaren deyince biraz dikkat kesilmeniz gerekir çünkü vakti zamanında (2007 yılı), Galatasaray ve Bayern Münih’ten tanıdığımız Fransız yıldız Franck Ribery’i Alman televizyon kanalı ZDF’de yayınlanan bir şovda, iki delikli kalede 4–3 yenmişliği vardır. Almanya U–17 Mili Takımı’nın formasını giyen Aylin, bu dönemde ay yıldızlı milli formaya kazandırılmıştır. Ne yazık ki daha sonra, istediği kariyer hedefini Türkiye’deki kadın futbolunda bulamayan Aylin, ne Alman milli takımına ne de Türk milli takımına yar olur. O da hem Almanya Kadın Liglerinde top oynayarak hem de futbol akrobasisi yoluyla spora olan ilgisini sürdürür. Buradan anlaşılmaktadır ki Fethi Demircan ve Hamdi Aslan dönemi sonrasında kadın futbolu yeniden geri sayım sürecine girmiştir.
Bir diğer kazancımız ise Şeyma Erenli. Amerika Birleşik Devletleri Kolej Ligi’ni gören, Futsalda ise Avustralya Milli Takımı’na seçilmiş bir isim Şeyma. Amerika’da Indiana State Üniversitesi’nde ilk sezonunda en iyi çaylaklar, ikinci sezonunda ise onur listesine giren Şeyma Erenli’nin Fethi Demircan tarafından Türkiye’de Millî Takım’a seçilip davet edilmesi, üniversitesinde de o dönemler büyük heyecan yaratmış.
Fethi Demircan sonrasında da kadın futbolunda atılım sürdü. Nöbeti Demircan Hoca’dan devralan Hamdi Aslan, kendi teknik ekibiyle birlikte kadın futbolunu daha ileriye taşımanın savaşını verdi. Bu dönemde de yine büyük bir uluslararası başarı yakalandı. Avrupa Kıtasını temsil hakkını kazanan U–15 Bayan Milli Takımımız, (14–26 Ağustos) 2010 yılında, Singapur’da düzenlenen 1. Gençlik Olimpiyat Oyunları’nda üçüncü oldu ve bronz madalya almaya hak kazandı. İran ve Papua Yeni Gine takımlarını yenen kızlarımız, yarı finalde Şili’ye boyun eğmiş ve ardından üçüncülük-dördüncülük mücadelesinde İran ile karşılaşmıştı. İran’ı 3–0 gibi net bir sonuçla alt eden kızlarımız, bu sonuçla bronz madalyaya uzanmıştı. Gençlik Olimpiyatlarının şampiyonu ise finalde Ekvator Gine’sini uzatma penaltıları ile geçen Şili oldu.
2012 yılında Antalya’da düzenlenen UEFA 19 Yaş Altı Kadınlar Avrupa Futbol Şampiyonası ve 2013 yılında ülkemizin yedi şehrinde icra edilen FİFA 20 Yaş Altı Dünya Kupası etkinlikleri ise kadın futbolundaki iki büyük atılımımız oldu. Her ne kadar bu şampiyonalarda kayda değer bir başarımız olmasa da turnuvaların organizasyonuna ev sahipliği yapmak bile başlı başına bir büyük hamledir.
Türkiye’de bayan futbolunda asıl fırtınalar ise FİFA 20 Yaş Altı Dünya Kupası (2013) organizasyonundan sonra koptu. Kadın milli takımımızla ilgili taciz iddiaları ortalığı kasıp kavurdu. Kadın futboluna onca ilgi gösteren ve büyük emek veren Futbol Federasyonu, ilk andaki paniği atlattıktan sonra, dedikoduları bertaraf etme çabasına girdi. Suçluların araştırılmasındansa, herkesin susmasını emretti. Dedikoduların önünü böyle kesti. Kimin suçlu, kimin mağdur olduğu spor kamuoyu tarafından doğru dürüst algılanamadı. İşin sonunda görüldü ki Türkiye’de kadın futbolu yine kaybetmişti. Şeytanın formasını sırtında taşıyanlar, milli onur ve gururu hiçe saymış, kendilerine verilen bu kutsal görevi, deforme olmuş ahlak anlayışlarıyla suiistimal etmişlerdi. Fethi Demircan ve Hamdi Aslan gibi saygın yüreklerin onca yıllık emeklerine ihanet etmişlerdi.
Kadın milli takımının hocalarından birisi, yıllar öncesinde, bayan futbolu ile ilgili olarak, bazı şeyler anlatmaya çalışmıştı:
Türkiye’de kadın futbolunun yaygınlaşamamasının sebebi futbolumuzdaki erkek egemenliğidir. Yöneticilerin erkek olması ve kızların futbol oynamasına sıcak bakmamaları bu işin önünü kesiyor. Daha önce bayan futbolunda ciddi sorunlar yaşandı. Ne yazık ki bu sorunları çıkaranlar da erkeklerdi.
Fethi Demircan ise Türkiye’de bayan futbolunun şifrelerini, kendi döneminde beyan ettiği sözlerle çok net bir şekilde açıklamıştı:
Başlattığımız yeniden yapılanma ile olayların rengi değişti. Güven ortamı sağladık. Ailelerin bayan futboluna olan inancı ve güveni arttı. Geçmişe nazaran daha başarılı bir duruma geldik.
Türkiye’de kadın futbolunun gelişmesi için en önemli şey, genç kızlarımızın ve ailelerinin huzur ve güven dolu bir ortamda hissetmeleridir. Bu güveni sağlayacak kaliteli isimler göreve getirilmelidir. 2013 yılında yaşanılanlar gibi, birilerine kariyer sağlanacak diye, kurtlara kuzu teslimatı yapılmamalıdır. İşte Futbol Federasyonumuzun en temel yanlışı budur. 2006–2010 yılları arasında büyük atılımlar yaptığımız kadın futbolu, şimdi bir kez daha yerinde sayma dönemine girmiştir. Yeni bir atılım için; emanete hıyanet etmeyecek, güvenilir isimlere ihtiyaç vardır. Yeni Fethi Demircanlar bir an önce bulunmalı, o yuvaya bir kez daha sıcacık aile havası getirilmelidir. Çağdaş ve modern Türkiye için bayan futbolunda sıçrama yapmak kutsal bir görevdir.
Yaşananlardan anlıyoruz ki 2006–2008 döneminde Fethi Demircan ismi, bayan futboluna bilinenden çok daha fazla şey katmıştır. Mesleğindeki jübilesini yine milli bir görevde yapma onuruna nail olan Demircan, bu görevini sadakatle ve başarıyla yerine getirmiştir. Tarih, bu konuda onun hakkını mutlaka teslim edecektir.
(Devam Edecek)
Aydın Kulak
(Kaynak gösterilerek ve yazar adı belirtilerek alıntılanmasında/kullanılmasında bir sakınca yoktur.)
NOT–1: Kaynakça, yazı dizimizin son bölümünde takdim edilecektir.
NOT–2: Bu yazı, internet üzerindeki çeşitli basın-medya sitelerindeki ve özellikle Milliyet Gazete Arşivi’ndeki haber, yazı, bilgi ve yorumlardan derlenerek hazırlanmış ve yazar tarafından yorum ve değerlendirme yapılmıştır. Aynı zamanda Sevgili Fethi Demircan Hocamızın anı, bilgi ve değerlendirmeleri de dikkate alınmıştır. Yani bu yazı bir tür derleme, inceleme, değerlendirme ve yorumlama çalışmasıdır.
NOT–3: Yazı dizisinde yer alan resimler, haber amaçlı olarak, çeşitli internet sitelerinden temin edilmiştir.