Samsunspor, 20 Ocak 1989 tarihinde yaşadığı o elim kaza sonrası, bazı özel ayrıcalıklarla küme düşmekten kurtulmuş ve kendine gelmek için büyük bir çaba harcamıştı. Ligin en şaibeli sezonu dediğimiz 1989–1990 sezonu, ne yazık ki henüz kendini toparlayamayan Samsunspor için de hüzünlü bir dönemin yaşanmasına sebep oldu. On altı takımlı lig kararı nedeniyle ligden beş takımın düşecek olması ve o sezon yaşanan Ali Cengiz oyunları karşısında sahipsiz kalan bir şehir takımının nafile çabaları, tehlikeli gidişi durduramadı. Düşen beş takımdan birisi de Samsunspor oldu. Ne şehir kendine gelebilmişti, ne de takım. Hatta takımın çok önceden lige havlu attığını dahi söylememiz mümkün. Hatırlayacaksınız, o kötü felaketin yaşandığı dönemlerde Samsunspor’da gönüllü olarak hocalık yapabileceğini söyleyen, samimi ve içten davranan teknik adamlardan birisi de Fethi Demircan olmuştu. İşte Fethi Demircan, felaketin ardından gelen ikinci felaket olarak niteleyebileceğimiz, ama diğerinin yanında sönük kalan küme düşme felaketi sonrasında, Samsunspor’un başına geçti. Küme düştüğü sezon (1989–1990) takımı çalıştıran hocalardan birisi olan Yılmaz Gökdel ayrılmış ve takım iyice sahipsiz kalmıştı.
Yeni sezonda (1990–1991) hedefini yine Birinci Lige yükselmek olarak saptayan Samsunspor, Ağustos (1990) ayında işbaşı yapan Fethi Hoca’nın ellerine teslim edilmişti. İkinci Lig A Grubunda birbirinden zorlu ve deneyimli rakiplerle yarışacak olan Samsunspor, eski günlerine dönme inancını sahalarda somutlaştırmak için Fethi Hoca’ya güveniyordu. Tanju Çolak, Galatasaray’a kaptırılmıştı ama yeni bir yıldız keşfedilmişti. Gaziantepspor’dan alınan Ertuğrul Sağlam, gerçekten de geleceği sağlam oyunculardan birisiydi. Takıma kalite ve güç katıyordu. Fakat daha işlenmesi, pişmesi gerekiyordu.
Grubun çekişmeli geçeceği besbelliydi. Kocaelispor, Sakaryaspor, Eskişehirspor, Orduspor, Kasımpaşa, Beykoz, Giresun, Rize ve Karabük gibi dişli ekipler vardı ve her biri zirveye göz dikmişti. Fethi Hoca, daha sezonun başında liderliği ele geçirmişti. İlk yedi hafta sonunda üç galibiyet ve dört beraberlik sayısıyla, yenilgisiz olarak yarışını sürdürüyordu. Henüz ligin başları olduğu için rakipleriyle arayı açamamıştı. Onuncu haftaya girilirken, zirveyi zorlayacak ekiplerden Eskişehirspor, Kocaelispor karşısında yenilmiş (1–0) ve umutlanmak için gözünü Samsunspor ile kendi sahasında oynayacağı müsabakaya dikmişti. O haftanın en çetin mücadelesi bu maç olacaktı. Eğer Samsunspor’u devirmeyi başarabilirse, yeniden zirve mücadelesinde varım diyebilecekti. Eskişehirspor için bu maç, bir diriliş maçı anlamı taşıyordu. Kendi evinde oynamanın avantajını kullanabilirse, lideri elleri boş gönderebilir hatta koltuğundan edebilirdi. Aksi takdirde, daha baştan ligden kopmaları söz konusu olabilir ve bu da bir çöküş sürecini başlatabilirdi. İşte bu şartlar altında oynanan müsabakadan galibiyetle çıkan taraf, ev sahibi Eskişehir oldu. Samsunspor’dan Sedat, kırmızı kart gördü ve takım 10 kişi kaldı. Es-Es; rakibini 2–0 yenmekle kalmadı, bir de liderlikten etti. Daha da kötüsü, Fethi Hoca ile Samsunspor’un yollarının ayrılmasına neden oldu.
On maçta dört galibiyet ve beş beraberlik alan Fethi Hoca, ilk yenilgiyle görevini bırakmak zorunda kaldı. Yenildikleri takımın, zirvedeki en dişli rakiplerden birisi olması belki de bunda en büyük etkendi. Ayrıca belirtmek gerekir ki yönetim, ilk yenilgiyle birlikte, üst lige çıkamama korkusuna kapılmış ve gerçek anlamda paniklemişti. Çünkü bu sezon Samsunspor için önemliydi. Acılardan sıyrılmaları, kâbuslardan kurtulmaları gerekiyordu. Bu sezon başarılı olamazlarsa eğer, daha karanlık günlerin gelmesinden korkuyorlardı. Fethi Hoca, takımını 17 puanla ve grubun üçüncüsü olarak bıraktığında, lider Kocaelispor ve takipçisi Sakaryaspor, 18 puanla ve averajla sıralanmışlardı.
Samsunspor, o sezon Türkiye Kupasında 6.kademeye kadar yükselme başarısı gösterdi. Kupanın daha birinci kademesinde, zorlu bir rakiple eşleşti. Orduspor gibi güçlü bir ekibi, Fethi Hoca’nın tecrübesiyle (5–0) alt etti ve üst tura yükseldi. Çeyrek Final öncesi altıncı kademede, Beşiktaş’a eleninceye kadar, Akçaabat Sebatspor ve Ünyespor’u farklı sonuçlarla yendi. Diğer rakiplerini ise zorlanmadan geçti.
O sezon, Samsunspor, kendisi gibi adı da genç olan bir hocaya (Fahrettin Genç) teslim edilmesine rağmen şampiyonluk ipini göğüslemeyi başardı. Yani hedefini tutturdu. Birinci Lige dönmeyi sahiden de becerdi. Denilebilir ki bu başarılı dönemde takıma şampiyonluk için ilk ivmeyi Fethi Hoca kazandırmıştır. Çünkü takımın, hem facia sendromunu hem ligden düşmüş olma depresyonunu atlatmasına tecrübesiyle katkı sağladı. Çünkü morali bozuk bir takımı liderliğe yönlendirdi. Karanlık günlerden aydınlığa doğru umutla yol alınabileceğini gösterdi. Buna karşın, ilk yenilgiyle birlikte, harcanan ilk isim oldu. Sezon sonunda, takım şampiyonluk turu atarken, omuzlara alınan Fethi Hoca değildi. Fahrettin Genç idi. Fakat Samsunspor, başarısına rağmen, ona da vefasızlık yapmaktan geri kalmadı. Sezon sonunda, onunla da yollarını ayırdı. Birinci Lig’deki yolculuğuna bir başka hocayla devam etti. Derler ya ilahi adalet diye, işte o sezon Samsunspor yönetimi, yapmış olduğu vefasızlığın bedelini, tekrar İkinci Lige düşerek ödedi. Belki de Samsunspor’u yakan, iki başarılı hocanın ahı oldu denebilir.
O dönemler Fethi Hoca’yı yakından takip eden ve Samsunspor’dan ayrılış şekline oldukça içerleyen Milliyet yazarı Atilla Gökçe, gazetesinin Tribün adlı (7.11.1990) köşesinde, duygularını şu cümlelerle dile getirdi:
“Geçen yıl Gaziantepspor’da idi adam. Kırmızı siyahlı kulübün hedefi şampiyonluktu. O hedef doğrultusunda kolları sıvadı, çalıştı, çabaladı, futbolcularını ortak bir hedefe yöneltti ve liderlik koltuğuna oturttu. Artık kimse grupta başka bir şampiyon adayından söz etmiyordu. Gaziantepspor, şampiyonluk turundan önce, Birinci Lig’in transfer hesaplarını yapmaya başlamıştı.
Herkes mutluydu… Ama adam mutlu olamadı. Çünkü tam da köşeyi dönüp turu atmaya hazırlanırken görevinden ayrılmak zorunda kaldı.
Bu yıl Samsuna gitti. Kırmızı-Beyazlı kulübün, o feci trafik felaketinden sonra önlenemeyen düşüşüne bir İkinci Lig şampiyonluğuyla karşı çıkmak istiyordu. Taa Tanjuların, Savaşların döneminden tanıyordu Samsunspor’u. Çevreyi biliyordu. Onlar da hocayı tanıyorlardı. Zor ama şerefli bir savaşa adamıştı kendisini. Çalıştı, çabaladı ve daha ilk haftalardan zirve takımları arasında kendi takımına da bir yer buldu. Yavaş yavaş emeklerinin karşılığını alacak, inanıyordu ki hedefi de vuracaktı!
Ama bütün hevesleri yine kursağında kaldı adamın. Eskişehir’deki ilk deplasman yenilgisiyle görevini bıraktı… Daha doğrusu bıraktırdılar.
Fethi Demircan, iyi niyetlerinin karşılığında hep hayal kırıklığı gören bir antrenör olarak şimdi yine yalnız.
Aslında salt bir ‘Demircan Dramı’ değil bu… Türk antrenörünün yıllardır bir türlü düzlüğe çıkamadığı çağdaş bir ‘Sisiphos’ efsanesi yaşıyoruz.
Doğru söze ne denir? Şapka çıkarıyoruz!
Görkemli dönemlerinde Doğu’nun Kaplanları olarak anılan Malatyaspor, çok acı bir dönemden geçiyordu. Şike mağduru olarak ligden düşmek ağırlarına gidiyordu. Bir taraftan masa başında şikeye karşı mücadele verip hak ararken, diğer taraftan içine girdiği mali çöküntüden kurtulmaya çalışıyordu. Üstelik Ünal gibi bir kaliteli oyuncuyu da Trabzonspor’a satmak zorunda kalmışlardı. Yine de futbolcularına ödeme yapacak, kulübü döndürecek gücü bulamamışlardı. Vaziyet çok vahimdi.
Bu arada, yeniden Birinci Lig’e dönebilmek için onurlu bir direnişe girişmişlerdi. Bu sezon, gruptan şampiyon çıkıp Malatya’yı şenlendireceklerine inanıyorlardı. Fakat savaşılan cephe çoktu. Eğer bu zorlu dönem atlatılırsa, Malatyaspor’un sırtı yere gelmezdi…
İkinci Lig C Grubunda var olma savaşı veren Malatyaspor; Adanademirspor ve Mersin İdman Yurdu gibi iki güçlü ekiple yarışmaktaydı. İlk yarıyı zirvede tamamlamalarına karşın, dananın kuyruğunun ikinci yarıda kopacağı belliydi. Bu şartlar altında, 1991 yılının Ocak ayında, Fethi Demircan ile çalışmaya başladılar. Sezona Zeynel Soyuer’in yönetiminde başlamışlardı ama işler istendiği gibi gitmemişti. Futbolcular, paralarını alamadıkları için isyan çıkarmışlardı. Zeynel Hoca da Genel Kurul’a kadar hocalığını dondurduğunu açıklamıştı.
Kulüp öyle bir darboğazdan geçiyordu ki kelimelere sığdırmak imkânsızdı. Yönetim görevi bırakmış, anahtar şehrin valisine teslim edilmişti. Parasız kalan takım bir de sahipsiz kalmıştı. Sonra başa gelen Efsane Başkan Nurettin Soykan, elinden geldiğince durumu düzeltmeye çalıştı. İşe Fethi Hoca’yı göreve getirerek başladı.
Malatyaspor, ilk ve en önemli yarayı Şubat(1991) ayında karşılaştığı A. Demirspor karşısında aldı. Deplasmanda rakibine 2–1 yenildi. İki hafta sonra da diğer bir rakibi olan Mersin İ. Yurdu ile yine deplasmanda berabere kaldı. Bu sonuçlar sebebiyle de zirvenin önde gideni olmaktan uzaklaşıp takipçi konumuna geldi. Yine de şansı devam ediyordu. Mart ayı sonuna kadar ikincilikte kalmayı başarmıştı.
Mart ve Nisan ayları, şampiyonluk yolunda yaşanan çetin bir mücadeleyle geçti. 23 Nisan 1991 tarihine gelindiğinde, bir maç eksiğine (28 maç) rağmen lider olan A. Demirspor’un 63 puanı vardı. İkinci Mersin İ. Yurdu ise maç fazlasıyla (29 maç) ikinciydi ve o da 63 puana sahipti. Malatyaspor ise onların hemen ardındaydı. Onun da bir maç eksiği (28 maç) vardı ve puanı 58 idi. Grupta en tehlikeli dönemece girilmişti. Zirve ekipleri birbiri ile karşılaşacak ve gerçek lider ortaya çıkacaktı. Belki de bir sürpriz yaşanacak ve Malatyaspor’a gün doğacaktı. Ama olmadı. Adana’da, Mersin İ. Yurdu ile A. Demirspor arasındaki liderlik randevusunu kazanan Adana takımı oldu. 28 Nisan 1991 tarihinde oynanan bu müsabakayı 3–2 kazanan A. Demirspor, takipçileriyle arayı açmayı başarmıştı. Yolunu açmıştı.
Yine de şampiyonluk düğümünün çözülmesi son iki haftaya kadar sürdü. Bitime iki hafta kala şampiyon belli olmuştu. Malatyaspor ile aynı dönemde Birinci Lig’den düşen Adanademirspor, grubunu lider tamamlamış ve yeniden Birinci Lig’e dönmeyi başarmıştı. A. Demirspor, aynı zamanda Malatyaspor’un şike davasında ana gündemde olan takımlardan birisiydi. Bu bile Malatyaspor’un ağrına gidiyordu.
1990–1991 sezonunda, İkinci Lig C Grubu’nda onurlu bir direniş sergileyen ve şaibeli bir şekilde Birinci Lig’den düşürülüşüne karşı, inat ve azimle mücadele eden Malatyaspor; düşlerini gerçekleştirememişti. Yine İkinci Lig’de kalmıştı. Birden çok cephede mücadele ettiği için zorlanmış, engelleri aşamamıştı. Umutlar bir başka bahara kalmıştı.
Doğu’nun Kaplanları asla pes etmeyecekti.
Sakaryaspor’u kime sorsanız, size hemen şunu söylerler: “Üç Büyüklerin Tatlı Belası!”
Kimi zaman öyle umulmadık çıkışlar yapar ki şaşırırsınız. İşte dersiniz, Türk futbolunu böyle takımlar güzelleştiriyor. Sakaryaspor’un en ilginç özelliği, futbolumuza büyük yıldızlar yetiştirmesidir. Oğuz Çetin, Aykut Kocaman, Hakan Şükür, Engin İpekoğlu, Turan Sofuoğlu gibi birbirinden değerli isimler bu ocakta yetişmiş, yıldızını parlatmış ve büyük takımlara yolculuk yapmışlardır. 1989–1990 sezonunda Birinci Lig’e veda eden o şanssız beşliden birisi de Sakaryaspor’du. Onu diğerlerinden ayıran en belirgin özellik ise, o şaibeli sezonda kaderine razı olması ve ligi sonuncu tamamlamasıdır. Yani hiç direniş göstermeksizin küme düşmeyi daha ligin başlarında kabullenmiş olmasıdır. Elbette ki bunda yıldızlarını peş peşe büyük kulüplere kaptırmasının etkisi çok fazladır. Zirveye oynayamayacağını ya da büyüklerle baş edemeyeceğini anlayan her Anadolu kulübü, çareyi yıldızlarını satmakta bulur. Böylece orta halli bir kulüp olarak varlığını sürdürme yolunu seçer. İşte Sakaryaspor da Türkiye Kupasını havaya kaldırmış (1987–1988) nadide takımlardan birisi olmasına rağmen, o güçlü kadrosunu dağıtmış ve sıradan bir futbol takımı hüviyetine bürünmüştür. Netice itibarıyla da yolunu kaybetmiş ve İkinci Lig’e düşmekten kurtulamamıştır. 1990–1991 sezonunda İkinci Lig A Grubu’nda ancak beşinci olabilmiş, küme yükselme umutlarını bir sonraki sezona ertelemiştir. 1991–1992 sezonunda ise yine İkinci Lig A Grubunda mücadeleye başlamış, birbirinden güçlü ekiplerle zirve yarışına girmiştir.
Zeytinburnuspor, Orduspor, Eskişehirspor, Rizespor, Karabükspor, Karagümrük, Kasımpaşa ve de özellikle Kocaelispor, bu grubun en dişli ekipleri olarak şampiyonluk iddiası taşımaktaydı. Sezona teknik direktör olarak Caner Tarancı’nın yönetiminde başlayan Sakaryaspor, Ekim (1991) ayının başlarında, onunla yollarını ayırmış ve yeni bir hoca buluncaya kadar yoluna Nedim Kurtiç ismi ile devam etmiştir. Yaklaşık bir ay sonra da Fethi Demircan Hoca ile anlaşmaya varılmıştır. 6 Kasım 1991 tarihinden itibaren kulübede Fethi Hoca vardır.
Güçlü rakiplerine rağmen uzunca bir süre iddiasını sürdüren Sakaryaspor, bir türlü istediğini alamıyordu. 1992 yılının Ocak ayı sonlarında, kendi evinde ağırladığı Gazi Osman Paşa ile golsüz berabere kalınca da zirveden kopuş süreci başlamıştı. O sezon ortaya yepyeni bir Kocaelispor çıkmıştı. Fethi Hoca’nın sevdiği talebelerinden birisi olan Güvenç Kurtar, teknik direktörlük kariyerine başlamıştı ve Kocaelispor ile harikalar yaratmaktaydı. İlerleyen süreç gösterecekti ki Güvenç Kurtar’ın elindeki Kocaelispor, yakın bir gelecekte, tıpkı Fethi Demircan’ın Samsunspor’u gibi Türkiye Birinci Lig’inde fırtınalar estirecek, büyüklere kök söktürecek ve şampiyonluk yarışında ben de varım diyecekti. İşte o efsane Kocaelispor’un ayak izleri, İkinci Lig A Grubu’nda, o sezon tam anlamıyla hissedilmekteydi. Öyle ki Sakaryaspor, ilk hoca değişikliğini (Caner Tarancı), kendi evinde Kocaelispor ile 2–2 berabere kalınca yapmıştı. Yine 22 Ekim 1991 tarihinde Kocaelispor’a karşı, Türkiye Kupası’nda elenmekten kurtulamayan (1–0) Sakaryaspor, kötü gidişe dur demek için acil olarak tecrübeli bir hoca arayışına girmiş ve Fethi Hoca’dan yana bir seçim yapmıştı. Fakat geride kalan dönem itibarıyla, kaybedilmiş puanlar, bu takımın geleceğine ipotek koymuş, Sakaryaspor; şampiyonluk yarışına bir adım geriden başlamanın faturasını ödemek zorunda kalmıştı.
8 Mart 1992 tarihinde grubun en güçlüsü Kocaelispor karşısında, deplasmanda ağır bir hezimete uğrayan (6–2) Sakaryaspor, artık grubun iddiasız ekiplerinden birisi olmuştu. Spor sayfalarına yansıyan maç yorumlarında hem Kocaelispor hem Güvenç Kurtar, göklere çıkartılıyordu. Buna karşın Fethi Hoca ise ağır bir şekilde eleştiriliyordu:
“Şampiyonluk yolunda rakipsiz kalan ve Federasyon Kupası’nda (Türkiye Kupası) yarı finale kalan Kocaelispor’u yaratan Güvenç Kurtar’ı kutlamak gerek. Sakaryaspor’u Kocaelispor önünde tanıyamadık. Sancar, Ahmet, Osman ve Hasan gibi as elemanlarını yedek soyunduran teknik direktör Fethi Demircan, adeta Sakaryaspor’a fark yedirmek için elindeki tüm imkânları seferber etti.”
Hani derler ya “Boynuz kulağı geçermiş” işte tam da o hesap; akıl, bilgi ve cesareti ile tam olarak Fethi Hoca’nın talebesi olduğunu gösteren Güvenç Kurtar, bu maçta eski hocasına rüştünü ispatlamış, adeta “ben piştim, oldum, erdim” demiştir. Tabeladaki sonuç, işte böyle bir anlamı da taşımaktadır.
Sakaryaspor, o sezon gruptaki iddiasını kaybedince, sıradan bir takım kimliğine bürünmüştür. Sezonu 47 puanla ve yedinci sırada tamamlamıştır. Kocaelispor, 83 puanla grup şampiyonu olurken, daha önce zirvede söz sahibi olur dediğimiz üç büyük ekip (Eskişehirspor, Karagümrük ve Kasımpaşa) sürpriz şekilde küme düştü ve Üçüncü Lig deneyimi yaşamak durumunda kaldı.
31 Mart 1992 tarihi itibarıyla Sakaryaspor ile yollarını ayıran Fethi Demircan, teknik direktörlük kariyerine bir süre ara verme kararı aldı. Yeniden İngiltere’ye gidip kendisini geliştirmek istiyordu.
Kim bilir belki bir nebze de özeleştiri yapardı. Yanlışım ne, doğrum ne diye sorardı kendisine. Öyle ya, bu kariyer yolculuğunda yaptığınız en küçük bir seçim bile geleceğinizi etkilemekteydi. Büyük takımların gürültülü, patırtılı ortamlarındansa Anadolu futboluna hizmet etmeyi seçmiş, yurdunun pek çok şehrinde üşenmeden, gocunmadan hizmet etmişti. Takım ayrımı, lig ayrımı, bölge ayrımı, renk ayrımı yapmamıştı hiç.
Yakından görmüştü ki İkinci Lig takımlarına hocalık yapanlar, sanki birer isimsiz kahraman gibiydiler. Adları anılmıyordu. Başarıları zikredilmiyordu. Spor sayfalarındaki yıldız tablolarında hakemlere yer veriliyordu ama teknik direktörler hep es geçiliyordu. Oysa gençlere asıl emeği veren, yıldızları keşfedip büyüklere takdim eden, Türk futbolunun sürekliliğini sağlayan, en ağır cefaları çekmelerine rağmen umutsuzluk bahçesinde nadide güller yetiştiren hep o alt liglerin elleri öpülesi hocalarıydı.
Ülkede sadece Birinci Futbol Ligi vardı sanki…
Sadece üç büyükler vardı sanki… Diğer herkes figürandı…
Bu ülkede futbol kalitesi nasıl artacaktı öyleyse, futbol nasıl sanayileşecekti?
1993 yılında Nisan ayının son günlerinde Paris’te Avrupa Futbol Antrenörleri Birliği toplantısında yeniden karşımıza çıkıyor Fethi Demircan ismi. Üç gün süreli bu toplantıda Avrupa Futbolu ile ilgili değerlendirmelere yakından tanık oluyor ve kendisini güncellemeye devam ediyordu. Haziran ayı sonlarında ise yeniden işbaşı yapmak için kendisini hazır hissettiğini açıklamaktaydı. Aradan geçen bir yılı aşkın sürede hem dinlenmiş hem de futboldaki gelişmeleri yakından takip etmişti. Futbol dünyası artık eskisi gibi değildi, her takım biraz daha güçlüydü eskiye nazaran. Küçük takım diye bir şey kalmamıştı, sürpriz yaratan takımlar vardı artık.
Bir süre Türkiye liglerini yakından izleyen Fethi Demircan, yeni kulübünü 1994 yılının baharında buldu. Daha önce çalıştırdığı bir kulüptü bu; yıllar önce, kıl payı ile şampiyonluğu elden kaçırdığı Düzcespor’du. Düzcespor’un futbol macerası tam bir yerli film senaryosunu andırıyordu. Bazen büyük bir umutla şahlanıyor, olmayacak yerlere geliyor bazense hiç beklenmedik şekilde düşüşler gösteriyordu. Birinci Lige olan sevdası vaz geçilmezdi ama bu sevda; zengin kız ile fakir oğlanın mutsuz sona doğru giden aşkını andırıyordu hep. Ne zaman umutla, inatla kaderine karşı koysa hep karşısına beklenmedik engeller çıkıyordu. En güzel günlerini yine Fethi Demircan ismi ile yaşamışlardı. Birinci Lige çıkmaya ramak kalmıştı ama ah o Edirne deplasmanı yok mu? Yine hevesleri kursaklarında kalmıştı. Umutlar bir başka bahara ertelenmişti ama o bahar, yıllardır gelmemişti işte… Daha da fenası, işler iyice ters gitmiş, takım bir alt lige düşmüştü. Üçüncü Ligde mücadele ediyordu Düzcespor.
O dönem Düzcespor’un fahri başkanlığını aşina olduğumuz ünlü bir isim yürütmekteydi. Adını Fenerbahçe ile bir andığımız Aziz Yıldırım, Düzcespor için elinden ne geliyorsa yapmaktaydı. İşin aslı, Aziz Yıldırım, Düzcespor altyapısında futbol oynamış bir isimdi. Bu kulübe olan ilgi ve bağlılığı da oradan gelmekteydi. Fenerbahçe’de zaman zaman yönetimde yer alan Aziz Yıldırım, o an itibarıyla yönetimde değildi ve kendisinden “Fenerbahçe’nin eski yöneticilerinden” şeklinde bahsedilmekteydi. Onun Düzcespor’a sunduğu katkılardan birisi de Fethi Demircan oldu. Üçüncü Lig şampiyonluğunu garantilemek isteyen Aziz Yıldırım, 1994 yılının Mart ayı sonlarında, kulübün hocalığına Fethi Demircan’ı getirdi. Böylece olası sürprizlere karşı, Düzcespor’un İkinci Lig’e yükselmesini sağlama almış oluyordu.
Düzcespor, 1993–1994 futbol sezonuna efsane hocası Şahabettin Bayev (Şahap Bayev olarak bilinir) ile başlamıştı. Bir dönem Fenerbahçe’de de çalışmışlığı olan Şahap Bayev, Düzcespor için en unutulmaz isimlerden birisiydi ve kulübün pek çok başarısında imzası vardı.
Üçüncü Lig sekizinci grupta; Beylerbeyi, Beykoz, A. Hisarı, İnegöl, Gölcük, Gebze, Maltepe, Bilecik, Çengelköy, Darıca, Vefa, İl Özel İdare gibi ekiplerin arasından sıyrılmayı başaran Düzcespor, ilk yarının tartışmasız lideri oldu. İlk yarının en başarılı takımıydı. Şahap Bayev ise en başarılı teknik direktör. Özellikle İnegölspor ile çekişen Düzcespor, 13 takımlı grupta, 9 galibiyet, 2 beraberlik ve 2 yenilgi almış, hanesine 29 puan yazdırmıştı.
Nisan başında göreve gelen Fethi Hoca ile birlikte şampiyonluğa doğru yolculuk, aynı tempoyla sürdürülmüştü. Mayıs ayı başında, zorlu rakip Beykozspor’a karşı alınan 1-0’lık galibiyet, zafer tacını giymek için gerekli morali fazlasıyla sağlamıştı. Ligin tamamlanmasına bir hafta kala alınan Anadoluhisarı galibiyeti ile şampiyonluk tastamam garanti altına alınmış, cümle âleme ilan edilmişti. Kırmızı-Lacivertli takım, en yakın rakibi İnegölspor’a beş puan fark atarak, İkinci Ligin yeni takımı olmayı başarmıştı. Şampiyondu artık.
Düzcespor’un ilginç özelliklerinden birisi de bizlerin yakından tanıdığı ünlü şovmen Yıldo’nun bir zamanlar bu kulüpte top koşturmuş olmasıdır. Türkçemize “kafadan koparma” gibi argo deyimler kazandıran, “Fena.. Kerim” gibi kazalara kurban giden, hem kızılan hem sevilen bir gösteri adamıdır Yıldo. Tabi futbol tarihinde kendisine bu isimle ulaşmanız mümkün değil. Çünkü asıl ismi Ahmet Yıldırım Benayyat. Boluspor’da futbol oynadığı yıllarda, (sanırım 1965–1967 yılları arasında) kiralık olarak Düzcespor’a geldi ve bu kulüpte bir süre kaldı. Sonrasında ise Voleybola dönüş yaptı.
Pek çok gel-git yaşamasına rağmen İkinci Lige tutunmayı hep başaran bir kulüp olarak bildiğimiz Düzcespor’un kaderi 1999 yılında yaşanan (12 Kasım 1999) deprem felaketi ile birlikte tümden kötüledi. Bir türlü toparlanamadı ve en sonunda amatör kümeye kadar düştü. Bölgesel Amatör Lig’de (BAL) varlık yokluk mücadelesini sürdürüyor inatla. Halleri nicedir diye soracak olursanız, geçmişin tatlı hatıraları ile yaşayan nadide bir şehir takımıdır desek yakışık alır ancak. Gün olur elbet düze çıkar yine o aşina olduğumuz Düzcespor olur, öyle umuyoruz.
Dileriz bir gün dirilir Koca Çınarımız…
1994 yılının Ekim ayında Portekiz’in Porto kentinde düzenlenen Dünya Antrenörler Semineri’ne (24–29 Ekim 1994)katılan Fethi Demircan, o yıl herhangi bir kulüp çalıştırmadı.
Bir sonraki sezon, yani 1995–1996 sezonu için Zeytinburnuspor ile anlaştı. İlyas Tüfekçi’nin 1994–1995 sezonunda (1995 yılbaşı sonrası) çalıştırdığı takım, Birinci Lig’den İkinci Lig’e düşmüştü. 27 Temmuz’da göreve başlayan Fethi Hoca, kısa bir süre görev yaptıktan sonra, kulüpten ayrıldı. Burada işler istediği gibi gitmedi. Henüz Temmuz ayında göreve gelmiş olan Başkan Süleyman Karabel, maddi olanaksızlıkları sebep göstererek Ağustos ayı sonunda görevinden istifa edince, kulüpte işler ters gitmeye başladı. İstikrarsız bir dönem geçiren kulüp daha sonra göreve Cihat Erbil’i getirdi. Kısa bir süre sonra o da görevden ayrılınca, Ekim ayı ortalarında Erdem Tuğal yeni hoca olarak göreve başladı. O sezon bolca hoca değiştiren kulübün son çalıştırıcısı, bütün hocaların yardımcılığını yapan Bahri Kaya olmuştur. Bunca istikrarsızlığa rağmen, Zeytinburnuspor, o sezon sonunda yeniden Birinci Lig’e yükselme başarısını göstermiştir. Tüm olumsuzluklara rağmen inatla direnen Bahri Kaya ismi, bu başarının baş mimarı olarak tarihe geçmiştir. Kademe Grubunda kötü günler yaşayan takım, Klasman grubunda kendini gösterince, Play Off şansını yakaladı. Kemerspor, Elazığspor ve Diyarbakırspor engellerini bir bir aşarak Birinci Lig hedefine ulaştı.
Emre Belözoğlu gibi bir futbol yıldızını yetiştiren bu nadide kulübümüzde, o dönemlerde futbol dünyasının aşina olduğu isimlerden Kemal Yıldırım ve Reha Kapsal da top koşturmaktaydı.
Zeytinburnuspor, 1996–1997 sezonunda Birinci Lig’de oynadı ama tutunamadı ve yine küme düştü. Bundan sonrasında ise bir daha Birinci Lig yüzü göremediği gibi, hızlı bir düşüş yaşadı ve en sonunda amatör kümeye indi.
Zeytinburnuspor Başkanı Adil Emecan, 25 Mayıs 1997 tarihinde (küme düştükten sonra) Fethi Demircan’a genel menajerlik teklifinde bulundu ama hocamız nedense bu teklife sıcak bakmadı. Aynı dönemlerde GATA Haydarpaşa’da bir safra kesesi ameliyatı geçiren Fethi Hoca, belki de sağlığı elvermediği için bu teklifle ilgilenmemiş olabilir kanaatindeyim. Kim bilir belki de böyle bir durum gerçekleşmiş olsaydı, Zeytinburnuspor’un makûs talihi yön değiştirebilirdi.
1996 yılında bir dönem Erzurumspor’da da görev yapan Fethi Hoca, Adnan Polat’ın hatırına geldiği Erzurum’da fazla kalmadı ve erken sayılabilecek bir sürede ayrıldı. Cemal Polat’ın başkanlığını yaptığı Erzurumspor, o sezon Hüseyin Hamamcı ve Cihat Erbil gibi farklı hocalarla çalışmasına rağmen Kademe Grubunu (4. Grup) ikinci tamamlayıp Yükselme Grubunda yer bulabilmiştir. Burada istenen verimi elde edemese de zirveye oynamayı, zirvede tutunmayı öğrenme aşamasına gelmiş ve bunun karşılığını da bir sezon sonrasında almıştır. 1997–1998 sezonunu hem Kademe Grubunu (4. Grup) hem de Yükselme Grubunu lider olarak tamamlamış ve Birinci Lige yükselen şampiyon ekip olmuştur. Birinci Lig’de uzun ömürlü olamayan Erzurumspor, daha çok İkinci Lig’de mücadele vermiştir. 2010 yılından sonra maddi imkânsızlıklar nedeniyle çöken mavi-beyazlı bu kulübümüz, ne yazık ki işlevini sona erdirerek nöbeti Erzurum B. Şehir Belediyespor’a devretmiştir.
Türk Futbolunda Manisa bölgesini gururla temsil eden Soma Linyitspor isimli bir takım vardı eskiden. Şimdilerde sanırım birkaç kulüple birleşip Somaspor adını almış bu güzide kulübümüz. Eh işte devran dönüyor, maddi olanaksızlıklar kulüplerin ocağını söndürüyor. Bir zamanlar hikâyesi olan bu güzel kulüpler, günümüzde ancak bazı sporseverlerin anılarında yaşıyor o kadar. Ne gören, ne bilen var ne de onları futbol adına yaşatacak, canlı tutacak, hatıraları hürmetine saygı gösterip sahiplenecek bir mevki, makam ya da kişi… Keşke şu Futbol Federasyonumuz böyle kulüpler için elini taşın altına soksa, onları yaşatacak, anılarını diriltecek bir yol bir yöntem bulsa, ne hoş olurdu…
Fethi Demircan, 15 Ocak 1997 tarihinde bu kulübü çalıştırmaya başladı. Ne yazık ki başarı için biraz geç kalınmış bir zamanda gelmişti iş başına. Çünkü İkinci Lig’de 2. Kademe Grubu’nda oynayan Soma Linyitspor, burada ancak dokuzuncu olabilmişti. Yani on takımlık kademe grubunun sondan ikincisiydi… Klasman Grubunda ise iyi bir mücadele sergilemiş, düşme hattından uzak durduğu gibi Play Off Grubuna girmesine ramak kalmıştı. Yani Kademe Grubunda biraz daha puan toplamayı başarabilseymiş, tarih başka yazılırmış anlayacağınız. Kademe Grubu’nda yaptığı tembelliğin bedelini biraz ağır ödemiş. İşte bu yüzden Demircan Hoca’nın getirilmesi için biraz geç kalınmış diyoruz.
Fethi Demircan ile olan bu dönem için belki de bu kulübün en başarılı dönemi denilebilir.
Soma Linyitspor’un efsanesi ise Alpay Özalan’ın keşfedilişi ile alakalı. Beşiktaş, Fenerbahçe ve Milli Takım’da oynayan ünlü futbolcumuz Alpay Özalan’ın yıldızı Soma Linyitspor’da parlamış, Fatih Terim, onu ilk burada keşfetmiş. Güzel futbolu ile 1991–1992 sezonunda dikkatleri çeken Alpay’ın büyük yolculuğu buradan başlamış, önce Altay sonra da Beşiktaş, Fenerbahçe, Aston Villa…
Ve elbette ay yıldızlı milli forma!
Fethi Demircan, Ekim 1997 ayı ortalarında İsrail’de Tel-Aviv kentinde düzenlenen bir futbol seminerine konuşmacı olarak katılır. UEFA ile Avrupa Futbol Antrenörleri Birliği’nin düzenlemiş olduğu bu ilginç seminerde iki binli yılların futbolu ile ilgili konular konuşulup tartışılır. İki gün süren bu seminere Bobby Robson, Joseph Venglos gibi Avrupalı ustalarla, Brezilyalı ve Arjantinli teknik adamlar da yoğun ilgi gösterirler. Türkiye’den ise sadece Fethi Hoca vardır. Tıpkı eski zamanlarındaki gibi, mesleği ile ilgili seminerlere ve kurslara ilgi göstermeyi sürdürmektedir sevgili hocamız.
Aralık ayı ortalarında ise Fethi Demircan, kendisine yeni bir kulüp bulur. Maltepespor’un yeni çalıştırıcısı olur. Maltepespor, o dönem itibarıyla 3.Lig 7.Grupta mücadele eden İstanbul’un müstesna bir semt takımıdır. Yine de Pendikspor, Gebzespor, İnegölspor, Bandırmaspor, Beykozspor ve Anadoluhisarı gibi güçlü rakiplerin arasından sıyrılıp grubun beşincisi olmayı başarmıştır o sezon.
Daha sonraları sanırım 2009 yılının son aylarında bir kez daha Maltepespor’un hocalığını yapmıştı Fethi Demircan. Fakat Maltepespor artık 3.Lig’deki o eski takım değildir, amatörde mücadelesini sürdürmektedir. Fethi Hoca da sırf gönül bağı olduğu için bu görevi kabul etmiş durumdadır. Yani parayla, pulla yaptığı bir şey değildir zannımca.
Fethi Hoca, 1998–199 sezonunda 3.Lig 5. Grupta mücadele eden Ispartaspor’un hocalığını üstlenir. Ispartaspor, bir dönemler İkinci Lig’de oynamış bir ekiptir. O sezon, 17 takımlı grupta orta sıralarda yer alırlar. Onuncu olurlar.
Fethi Hoca’nın son durağı Ayazağaspor olur. Mart 2000 ile Mayıs 2002 tarihleri arasında fasılalı dönemler halinde bu kulübü çalıştırır. Ayazağaspor, yeni statüyle kurulan 3.Lig’in 7.Grubu’nda mücadele eden bir kulüptü. 2000–2001 sezonunu orta sıralarda tamamladı. Fakat bir sonraki sezon mücadele ettiği 5.Grup’da istenen başarıyı elde edemedi, 19 takımlı grubu 17. Sırada tamamladı ve amatör kümeye düştü. Mücadelesini BAL’da (Bölgesel Amatör Lig) sürdürmeye başladı.
1999 yılında UEFA, aldığı bir kararı uygulamaya koyma aşamasına geçer. Afrika’nın geri kalmış ülkelerindeki futbolu geliştirmek amacındadır. Bu projeye göre Türkiye’ye Eritre ve Moritanya’yı eğitme ve kalkındırma görevi verilir. Bu ülkelere ikişer kişilik ekipler gönderilecektir. Bu ekipler o ülkede altyapıdan üstyapıya, federasyon yapılanmasına kadar pek çok konuda öncülük etmekle sorumlu olacaklardır. Proje gereğince, müsabakaları da kapsayan turnuva organizasyonları da yapılacaktır. Ekiplerde görev alacak kişiler eğitim ve lisan düzeyi yüksek isimlerden seçilecektir. Eritre için Yılmaz Yücetürk ve Fethi Demircan isimleri düşünülür. Fethi Hoca bu göreve seçilmekten onur duyar ama gerek ailevi durumu ve gerekse sağlık sorunları nedeniyle Afrika Futbol Geliştirme Projesine iştirak etmez.
Bu dönemler Fethi Hoca için artık son dönemlerdir. Türk futbolunda teknik direktör olarak yeni yeni isimlerin yıldızı parlamaktadır. Mustafa Denizli, Fatih Terim, Şenol Güneş, Güvenç Kurtar, Yılmaz Vural ve Giray Bulak gibi isimler, eski nesil hocalardan görevi teslim almışlardır. Türk futbolunu daha iyi günlere taşımak için var güçleriyle çalışmaktadırlar. Fethi Hoca gibi yokluk döneminin hocalarının işlevi sona ermiştir. Onlar; geçiş dönemi diyebileceğimiz, son derece zor bir dönemi yaşayan ve elverişsiz koşullarda başarı üretme çabasına giren fedakâr bir neslin temsilcisiydiler. Kimileri büyük kulüplerin gölgesine sığınıp fırsat kollayarak geçirdi ömrünü. Pundunu bulduğunda, büyük takımlardan içeri kapağı attı ve böylece o şerefli ismini Anadolumuzun güzide kulüpleri ile sıradanlaştırmamış oldu!
Fethi Demircan ise bu yurdun dört bir yanında görev aldı. Tıpkı vatani görevini yapan bir Mehmetçik bilinciyle hareket etti. Dağ demedi, ova demedi, köy demedi, kasaba demedi. Bu ülkenin tüm coğrafyasında onurla ve gururla hocalık yaptı. Nice anlı şanlı öğrenciler yetiştirdi. Nice kulüpleri kükreyen bir aslan haline getirdi.
Fethi Hoca, profesyonel kariyerine son noktayı koymuştu. Fakat henüz futbol onu bırakmaya niyetli değildi. Hayat sürprizlerle doluydu hâlâ…
(Devam Edecek)
Aydın Kulak
(Kaynak gösterilerek ve yazar adı belirtilerek alıntılanmasında/kullanılmasında bir sakınca yoktur.)
NOT–2: Bu yazı, internet üzerindeki çeşitli basın-medya sitelerindeki ve özellikle Milliyet Gazete Arşivi’ndeki haber, yazı, bilgi ve yorumlardan derlenerek hazırlanmış ve yazar tarafından yorum ve değerlendirme yapılmıştır. Aynı zamanda Sevgili Fethi Demircan Hocamızın anı, bilgi ve değerlendirmeleri de dikkate alınmıştır. Yani bu yazı bir tür derleme, inceleme, değerlendirme ve yorumlama çalışmasıdır.
NOT–3: Yazı dizisinde yer alan resimler, haber amaçlı olarak, çeşitli internet sitelerinden temin edilmiştir.
Aile göreceli bir kavramdır; Her kurum personeli kendini o kurumun bir üyesi hisseder çünki her kurum kendi personelini koruyup kollar, Oysa peygamber ocağı ordumuzda personel arasındaki ayrımcılık adaletsizlik aidiyet duygumuzu her geçen gün köreltiyor ;
Bıktık artık ordu bir ailedir masalından… Bize bunu hissettirecek karşılıklı sevgi,saygı, şevkat ve korumanın yani kısaca adaletin gerçekleşmesini istiyoruz