Yeni taslak yasada kendileri için planlanan tüm haksızlıkları basın yoluyla takip eden assubaylar, anayasanın kendilerine tanıdığı demokratik hakları sonuna kadar kullanmak üzere harekete geçerler. Birliklerde hep bu konular konuşulur. Artık assubayların onur mücadelesinin zamanı gelmiştir. TEMAY ve EMAS öncü görevi üstlenir. Sokaklara inilecek ve haksızlıklara dur denilecektir. Fakat yasaların boyunduruğu askeri personelin hak aramasını kısıtlamaktadır. En küçük bir hak arama eylemi dahi askeri kanunlara göre suç ve daha da ötesi isyan sayılmaktadır. Askeri personelin yargılanacağı yer ise yine askeri mahkemedir. Hani şu muvazzaf subayların olduğu, sivil mahkemeden farklı olan, emir-komutayı esas alan mahkemeler. Assubaylar yasalara karşı güç duruma düşmemek için eylemlerini eşleri aracılığıyla yapmaya karar verirler. Eşler sokaklara inecek, pankart ve dövizlerle haksız uygulamaları protesto edecektir. Görevdeki assubaylar ise birliklerinde pasif direnişler yapacaklardır.
İlk kıvılcım Malatya’da çıkar. Tarih 16 Mayıs 1970’tir. Saat öğleden sonra 4’tür. Assubay eşleri inzibat kordonu altında 2000 kişilik bir grup oluşturmuş ve yürüyüşe başlamıştır. “Sessiz Yürüyüş”tür eylemin adı. Hükümet Meydanı’nda toplanırlar, Kışla Caddesini takip ederek, Atatürk Anıtına varırlar ve anıta çelenk koyarlar.
Artık ok yaydan çıkmıştır. Yaşanan bu fırtınalı Mayıs ayı assubaylar için koca bir sınavdır. Tarihi bir imtihandır. Statükocu egemen zihniyetin ateşten barikatları yarılacak ve assubaylar, haklarını geri alacaklardır. Bu tarihten itibaren Mayıs ayı sonuna kadar assubay eşlerinin eylemleri konuşulur ülkede. Gazete manşetleri ilk defa assubaylara bu kadar geniş yer verir. Onları tanımaya çalışır.
Oysa sivil memurlar; yeni yasa ile memurlara iyileştirme diye sunulan şeylerden askeriyenin aslan payını kaptığını düşünmektedir. 2,5 milyar liralık ek kaynağın 1 milyar lirası subay ve assubaylara ayrılmıştır. Ivır zıvır kesintilerle geriye kalan memurlara kişi başına 60-70 Liralık bir pay düşmüştür. Güçlü olan asker ve sivil elit kesim, kendi hesabına gücü oranında pay çıkarmıştır aslında bu parsadan. Türk Silahlı Kuvvetleri’nde de güçlü ve egemen olan subay ve generaller, alabileceklerinin azamisini almıştır. Sayıca daha fazla olan assubaylar daha azla yetinirken, yan ödemeleri bir takım kıstaslarla tırpanlanırken; sayıca daha az ama bir o kadar da elit olan subaylar; kendi hegemonyalarına uygun şekilde düzenlemelerini cuk oturtmuşlardır. Orduya ayrılan pay, mevcutla ters orantılı olarak üleştirilmiş, miktar üçe bölündüğünde, üçün ikisini subaylar alırken; assubaylara kala kala üçün biri kalmıştır!
Birliklerde pasif direnişler de yavaştan uç vermeye başlamıştır artık. Öte yandan, Siirt’te ise assubay eşleri, yürüyüş izni almak isterler ama izin çıkmayacağını fark ederler. Bunun üzerine; 300 kadar assubay ve uzman çavuş eşi, Başbakan Demirel’e “İsparta Milletvekili” olarak telgraf çekerler ve “kocalarının kanundan gereği gibi faydalanamayacak olduğunu” bildirirler, yapılan haksız uygulamanın değiştirilmesini talep ederler. Tarih; 23 Mayıs 1970’tir.
Assubay eşleri, daha ilk günden itibaren, Ankara’yı gözüne kestirmiş ve başkent meydanlarında boy göstermek, haksızlığı orada da dile getirmek için planlamalara başlamışlardır. Assubay eşlerinin Ankara’da da bir yürüyüş için hazırlık yaptıklarını öğrenen Milli Savunma Bakanlığı ile Kuvvet Komutanları bunu önlemek için harekete geçmişlerdir. Kuvvet Komutanları sert birer emirname yayınlayarak bu yürüyüşün yapılmasını önlemeye çalışırlar. Bu arada Malatya’da protesto için 72 assubayın meslek değiştirdikleri de nasılsa, anlaşılmıştır.
Yürüyüş ve protestoların emirname ile durmayacağını anlayan Kuvvet Komutanları ve hükümetin Savunma Bakanı, ikinci bir önlem olarak, eylemleri düzenlediğini düşündükleri TEMAY Genel Başkanı’na baskılara da başlarlar.
Tüm engellemelere rağmen 23 Mayıs 1970 tarihinde Ankara Meydanları bir ilke tanık olacak ve Assubay Eşleri onur yürüyüşlerini gerçekleştirecektir. Hem de alabildiğince olaylı bir şekilde.
Sıra Konya’ya gelmiştir. Tarih; 25 Mayıs 1970’tir. “Ne olursan ol, yine de gel!” diyerek tüm dünyayı aşk ve hoşgörüyle kucaklayan sevgili Mevlana’mızın mübarek diyarında da assubay eşleri, yanlarına çocuklarını da katarak, yürüyüş yaparlar ve yasa taslağındaki haksızlıkları protesto ederler. Konyadaki eyleme katılanlar, o günü kolay kolay unutamayacaklarını söylerler:
“Yirmi yaşında gencecik bir assubaydım. Aklım bir karış havalardaydı daha. Konya’da da haksızlıklara dur demek için yürüyüş kararı alınmıştı. Çalışan ve emekli Assubay aileleri çok büyük bir çoğunlukla katılmıştı bu yürüyüşe. Eşler, komşular, yakınlar ve akrabalar, çocuklar ve hatta hiç tanımadığımız gençler, öğrenciler. Sırf emrivakiyle yapılan bir haksızlığa dur demek için bizimleydiler. Yürüyüş korteji kocamandı. Hiçbir siyasi slogan atılmadan yürüyorduk. Sanki bir şenlik, bir festival yaşanıyordu. Öylesine kutsal bir coşku vardı. Bayramdı sanki bayram!
Kenardan izleyen siviller de bu coşkulu protestoya alkışlarla eşlik ediyordu. Gülümseyen yüzlerle sessiz ama bir o kadar anlamlı ‘dur’ diyorduk zalimin adaletsiz hükmüne. Bizler halkın arasındaydık. Destekleyen, alkışlayan ve haklı olduğumuzu bilen halkımızın. Sivildik ve sanki kortejin koruma duvarı gibi hareket ediyorduk. Kimse yürüyen ailelere zarar vermesin diye tüm olayları, hareketlenmeleri gözetliyorduk. Bir olay çıkmadan, kendimize ve şanımıza yakışır şekilde eylemimizi tamamlamayı düşünüyorduk.
Alaaddin Meydanı’na yöneldiğimizde ortalık ısınmaya başladı. Orduevine yaklaşmıştık. Polis bizi meydana sokmak istemiyordu. Biz girmek istiyorduk, onlar engel olmak istiyordu. Ortalıkta yüksek bir gerilim vardı artık. İlk kim başlayacak diye herkes bir diğer tarafa bakıyordu. Polisler kararlıydı ama biz de. Yürüdüler. Yürüdüler çocukların üzerine. Kadınların üzerine. İtelediler halkı. İtelediler kakaladılar insanları. Sonra kaçınılmaz an geldi, çatışma başladı. Cop sesleri yankılandı meydanda. Kadın ve çocuklara rastgele savrulan coplar. Su sıkmalar, yumruk sallamalar, tekme savurmalar.
Kortejin kenarında koruma yapan sivil muvazzaflar olarak, eş ve çocuklarımızı ve bizi destekleyen dostlarımızı savunmak üzere harekete geçtik. Bizimle birlikte sivil insanlar da başladı polisin hal tarzını, zalimane tutumunu protestoya. Hele o hiç tanımadığımız öğrenci grupları yok mu, bizden daha ateşliydi onlar. Herkes korteje destek veriyor, alkışlıyor, ıslıklıyor, polisleri yuhalıyordu.
Olayların gitgide büyüdüğünü gören Yürüyüş Komitesi, eylemi sonlandırma kararı aldı. Polisin göstermekten imtina ettiği sağduyuyu biz gösteriyorduk. Daha vahim sonuçlar yaşanmaması için böyle olması gerekiyordu. Elbette, bu esnada gözaltılar yaşandı, tutuklamalar, yaralanmalar oldu.
Dedim ya aklımız bir karış havadaydı diye, benim çağımda olan pek çok genç arkadaşımın bütün bunlardan haberi dahi yoktu. Kimisi ise çok sonradan öyle bir duymuş, burun kıvırmıştı işte.”
Eskişehir.. Havacıların kalesi! Havacılar ise 1970 eylemlerinin öncüsü. Assubaylığın onurunu yüreğinde taşıyan şanlı bir nesil var o gün orada! Tasarıya tepki, 26 Mayıs günü Eskişehir sokaklarındadır artık. Eskişehir Birinci Hava Kuvvetlerine bağlı assubayların eşleri ve çocukları Şeker Fabrikasına kadar bir yürüyüş yapmışlar ve Atatürk Anıtına çelenk koymuşlardır. Ellerinde “Anayasa, anayasa, analara verme tasa”, “Her yerde var alınterimiz, Personel kanununda yok yerimiz” yazılı dövizler taşıyan iki bin kadar assubay eşi, Ankara’dan gelen TEMAY Başkanı Kemal Kerim Kalkan’ın önleyici teşebbüsüne rağmen dağılmamıştır.
O gün yine basın öğrenmiştir ki, donanma şehri Gölcük’te de bir şeyler olmaktadır. Gölcük’te görev yapan deniz assubaylarının eşleri de yaklaşık beş bin kişiyi toplayarak, yürüyüş yapacak ve bunu bir gövde gösterisine çevirecektir. İzinler alınmıştır. Yürüyüş, ertesi gün saat 10.00’da yeni vapur iskelesi önünden başlayacak ve assubaylara yapılan haksız uygulama protesto edilecektir.
Eskişehir’deki assubay eşleri, Hava Kuvvetleri Komutanı “Uçan General” Muhsin Batur’un kışkırtıcı “Mao’nun askerleri” benzetmesine karşılık olarak, bir bildiri yayınlar ve şöyle seslenirler kamuoyuna: “Yürüyüşümüz hiçbir aşırı ucun ve hiçbir ideolojinin tesiri olmaksızın anayasa teminatı altında yapılmaktadır.”
“Mao'nun Askerleri” benzetmesiyle ilgili yanıtımı “Assubayların Uzun Yürüyüşü ve Mao'nun Askerleri” yazımda detaylıca ele aldığımdan, burada bir kez daha yer vermeyeceğim.)
Artık assubayların kandırılamayacağını ve yürüyüşlerin boş sözlerle durdurulamayacağını anlayan Milli Savunma Bakanı ağız değiştirip içinde “tehditler gizli” söylemlere başlar:
“Astsubay eşlerinin yürüyüşlerini TEMAY’ın düzenlediğini” öne süren Milli savunma Bakanı “Meselelerin sokağa dökülerek halledilemeyeceğini, bundan assubayların büyük ölçüde zarar göreceğini” bildirdikten sonra, Temay Genel Başkanından “assubayların, bu arada Ordunun moraline tesir edecek her türlü harekete mani olunmasını” istemiştir. Tarih: 26 Mayıs’tır.
TEMAY Genel Başkanı, eylemlerin çok daha büyümesinden ve kendi kontrolünden çıkmasından kaygı duymaktadır. Kuvvet Komutanları ile Milli Savunma Bakanı’nın telkin ve baskıları nedeniyle, eylemleri sonlandırma çabasına girmiştir:
“Astsubay eşlerinin yürüyüşlerini durdurmak için Ankara’dan Eskişehir’e geldiğini” bildiren TEMAY Genel Başkanı Kalkan, “Hazırlanan tasarıdan tüm assubayların geniş çapta faydalanacaklarını” açıklayarak “yürüyüşlerin karşısındayım” demiştir. Oysa henüz yetkili ağızlardan haksızlığın giderileceğine dair tek bir ses çıkmamıştır.
Diyarbakır’lı Assubay eşleri Orduevinin Astsubay salonunda bir toplantı yaparlar. Bu toplantı zor kullanılarak dağıtıldığı için hemen ertesi gün yürüyüş yapmak üzere valiliğe başvururlar. Yürüyüş tarihi 28 Mayıs 1970’tir.
İstanbul’da ise aynı tarihte, Zırhlı Tümene bağlı askeri birliklerde görevli assubayların eşleri günün erken saatlerinde, çeşitli araçlarla Hadımköy’e gelerek toplanmışlar ve saat 11’de ellerinde “Alın teri, yoktur yeri” , “Assubayla evlenmek hata mıdır?”, “Taşıma su ile değirmen dönmez, assubaysız ordu yürümez”, “Çocuğumuza mama parası istiyoruz” yazılı pankartlar olduğu halde şehitliğe kadar yürümüşlerdir.
Milli Savunma Bakanı da artık assubaylara karşı söylemlerini değiştirmeye başlamıştır:
Milli Savunma Bakanı Ahmet Topaloğlu, TEMAY Genel Başkanı Kemal Kerim Kalkan’a
“Assubayların Personel Kanunundan yeteri kadar faydalanacaklarını” bildirmiş ve “Yürüyüşlerin durdurulmasını” istemiştir.
1970 olaylarının en keskin yaşandığı iller Ankara ve İzmir olmuştur. 23 Mayıs 1970, Cumartesi günü, umulmadık derecede yoğun bir katılımla, Ankara’da gövde gösterisi anlamında güçlü bir yürüyüş yapılmıştır. Bu yürüyüş esnasında ne yazık ki, kendileri de bu yasadan muzdarip durumda olan toplum polislerimizle çatışmalar yaşanmıştır. Polislerin, ailelerine saldırısını kenardan izlemek zorunda olan bazı meslektaşlarımız, bu zulme dayanamamış ve ortaya atılarak, tepkilerini göstermiştir. Kimileri ise kalabalığın coşkusuna kapılıp halen muvazzaf olduğunu unutmuş ve kendini kalabalığın arasına bırakmış, o heyecanı orada yaşamak istemiştir.
Basının objektifine takılanlar ile istihbaratçılara yakalananları kötü bir sürpriz bekliyordu. Eylemlerin hemen sonrasında, kimlikleri anında tespit edilmiş ve apar topar ordudan ilişikleri kesilmişti.
O gün orada olup olayları birebir yaşayanlar, Ankara Yürüyüşünü şöyle anlatıyorlardı:
“Bize çok büyük bir haksızlık yapılmıştı. Yasalar nedeniyle elimiz kolumuz bağlıydı. Hakkımızı arayan ne bir sendikamız vardı, ne de örgütümüz ve siyaset bağlantımız. Tüm bunlara rağmen yapılan haksızlığa dur demek ve assubayları öteleyen uygulamaları protesto etmek gerekiyordu. Bunu aklımıza koymuştuk. Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri bağlısı assubayların eş ve çocuklarının katıldığı büyük bir yürüyüş düzenledik. Hem de başkent Ankara’da. Biz muvazzaflar, ne olur ne olmaz diye, sivil kıyafetler giymiş ve yürüyüş kortejine kenardan eşlik etmeye başlamıştık. Öyle ya kortejde yer alamazdık doğrudan. Divan-ı Harbe bile verirlerdi adamı. Yasalar çok katıydı bu konuda. Kenardan eşlerimize refakat ederek ama olayların içine de doğrudan katılmaksızın yürüyüşümüzü sürdürüyorduk. Polis, yürüyüşü durdurmak ve dağıtmak için aniden saldırıya geçti. Eş ve çocuklarımız coplandı. Üzerlerine tazyikli sular sıkıldı. Bir anda ortalık karıştı. Polis, egemen güçlerin emrini yerine getirmek için gözünü karartmıştı, besbelliydi. Kadın, çocuk dinlemiyor ve hınçla saldırıyorlardı. Kime nasıl denk gelirse vuruyorlardı!
Kenardan birer refakatçi olan biz sivil kıyafetli muvazzaflar, şaşkınlığımızı atlatır atlatmaz hemen eş ve çocuklarımızı korumak üzere, harekete geçtik. Polisin bize karşı koyacağını bekliyorduk ama bu kadar acımasız olacaklarını hiç düşünmemiştik. Eş ve çocuklarımızı korurken pek çoğumuz kendimizi bir anda olayların içinde bulduk. Fotoğraflar peşpeşe çekiliyordu. Yaralanmalar, düşmeler, kalkmalar, cop sesleri, polisler polisler polisler.. O gün pek çok gözaltı oldu. Gidenler uzun bir süre görünmedi. Tutuklanmalar, mahkemeler, hapisler ve atılmalar birbirini takip etti. Atılmayanlar devre kaybetti, sürgün yedi.”
İzmir’de de benzer sahneler yaşanır. Personel kanununu protesto amacıyla düzenlenen sessiz yürüyüş sırasında, assubay eşleri ile toplum polisi arasında olaylar çıkar. Beş yüz civarında assubay eşinin düzenleyip katıldığı yürüyüşte toplum polisi beş defa barikat kurarak yürüyüşe engel olmak ister. Ancak bütün çabalara rağmen assubay eşlerini yıldıramaz. Barikatları yararak yürüyüşlerine devam ederler. Toplum Polisinin Amerikan Bankası’nın önünde kurduğu üçüncü barikatta, karşılıklı itişip kakışmalar çatışmaya dönme istidadı gösterir. Emniyet Müdür Yardımcısı Vasıf Erüstün’ün barikatı açtırmasıyla olayların daha ileri aşamaya geçmesi önlenir.
Assubay eşleri, izinsiz olduğu gerekçesiyle önlenmek istenen yürüyüşlerinde, ellerinde dövizlerle Atatürk Anıtına kadar gitmişler, çelenk koymuşlar ve yasa taslağındaki haksızlıklara karşı seslerini duyurmuşlardır.
Yürüyüş sırasında M.Ali Gültekin adında emekli bir assubayla, Erkan Caner adlı bir öğrenci yakalanarak Adliyeye verilmiştir.
İzmir eylemi basında birinci sayfadan yer alırken, Ankara Yürüyüşü sansürlenmiş ve basın bu kez kutsal görevini başarıyla yerine getirmiştir.
Assubayların eylemine karşı en tuhaf tepki, Paşa damadı Metin Toker’den gelmiştir. Haziran ayının üçünde gazetesinde yer alan yazısında “assubay eşleri hareketini” orduya karşı bir tertip olarak yorumlamakta ve “eylülde komünizm gelecek” teraneleriyle aklısıra ülkenin birlik ve bütünlüğünü savunmaktadır. Elbette, bizler de bu devletin külfetinden çok nimetini paylaşıyor olsaydık, milli damat Toker gibi açıkça tavır alırdık yaşananlara!
Bunun yanında bu eyleme cesurane bir şekilde hak verenler de vardır. O dönem Milliyet Gazetesinde yazan ama daha sonra Ortam ve Yeni Ortam’ı çıkaran Kemal Biselman, Assubay eşlerinin eylemlerinin haklılığını şu şekilde savunmaktadır:
“ Assubay eşleri polisi göğüsleyip yürüyor…Ne istiyor? Hakkını istiyor!
Nasıl oluyor da halk yararına işlemesi gereken bir sistemde, halkın yararına olan haklar verilmiyor?
Nasıl oluyor da, halkın yararına olan haklar istenince anarşi sayılıyor?
Demek ki, halkın yararına olan hakları vermeyip demokrasiyi demokrasilikten çıkaranlar olduğu gibi; bunlar istenince, hücuma geçen, isteyenleri tü kaka eden, “aman dümenim bozulacak” diye türlü saray oyunlarından medet uman bir zihniyet var ortada.
……
İstediği de statüko devam etsin, dümeni bozulmasın….(13.6.1970)”
O dönem Milliyet’in etkin kalemlerinden olan ama daha sonra sanat tarafı ağır basan, İzmirli gazeteci Ali Gevgilili, memur eylemlerini şu şekilde değerlendirmiştir:
“Ağır ekonomik sorunlarla karşı karşıya bulunan Türkiye, bu sorunlara parelel olarak son yıllarda kendilerini gittikçe daha fazla göstermeğe başlayan çok yanlı bunalımlardan birisine daha sürüklenmeğe aday görünmektedir. Uzun öğrenci ve memur eylemlerinin ardından Demirel Hükumeti iki önemli adım atmıştır. Ekonomik amaçları olan her iki tasarı da kısa süre içinde derin siyasal ve toplumsal sonuçlar yaratmıştır.
Siyasal iktidarın ilk eylemi, son yıllarda milli gelirden aldıkları pay azalmakta olan memurlara, yeni personel kanunu tasarısıyla, 2,5 milyar liralık bir ek kaynak ayırma çabası olmuştur. Ne var ki, yeni kaynağın 1 milyar lirası askeri personele ayrılmış, geri kalan bölümden de devlet bürokrasisi içinde gücü ve sesi fazla olan bazı grupların daha büyük pay alacağı anlaşılmıştır. Devlet bürokrasisi içinde ücret dengesinin sarsılması ve memurların da güçlüler ile güçsüzler diye ikiye bölünmesi düşük ücretliler arasında gerginlik yaratmıştır. Assubay eşlerinin yürüyüşü, bu toplumsal eşitsizliğe gösterilen tepkinin son halkası olmuştur.(9.6.1970)”
Her eylemin bir bedel ödeyeni vardır. Tarihinde ilk kez sokaklara dökülen assubaylardan da bu eylemin bedelini çok ağır ödeyenler olur. Düşünün ki, sendikal hakları olan Yunanistan Silahlı Kuvvetlerinde dahi o dönemler, ordunun bir kesiminin sokaklara dökülmesi, haksızlığa isyan etmesi ve hakkını araması mümkün değildir. Onlar, sendikal haklarına çok daha sonradan kavuşmuştur.
Böyle bir dönemde adalet arayarak sokaklara dökülen assubaylar ve eşleri için hesap kesim zamanı elbette gelecekti. Darbe geleneği oluşturmuş bir ordunun aslında kendi içinde ne tarifsiz haksızlıklar barındırdığını cümle alem duymuş ve püsküllü takımının fiyakası bozulmuştur.
Yürüyüşlerde objektife takılanların hemen ordudan atıldığını zaten söylemiştik. Muhsin Batur’u protesto etmek isteyenleri de önce atmayı düşündüler. Kararını bile aldılar ama pasif direnişin etkisi artınca, bundan vazgeçerek, sadece fişlemekle ve cezalandırmakla yetindiler. Artık onlar birer “Sakıncalı Piyade” idi.
Kuvvet değiştirme isteklerini zoraki yerine getirdiler ve o personeli diğer kuvvetlere dağıttılar.
Hareketin öncüsü olarak belirlenen isimlerden kimisi ağır cezalar aldı, kimisi ise doğrudan atıldı. Özellikle olayların öncüsü görülen 73 Uçak Makinisti Astsubay, rütbe tenziline uğradı ve diğer kuvvetlere dağıtıldı.
Tasarı üzerinde çalışmalar tamamlanıp basına yansıdığında görülen manzara şöyledir:
“Askeri Personel Kanunu tasarısı üzerindeki çalışmalar tamamlanmıştır. Tasarı yakında Bakanlar Kuruluna sevk edilecektir. Tasarı kanunlaştığı zaman katsayı 7 olursa, bir Assubay 1400 Lira alacak ve 4830 Liraya kadar yükselebilecektir. Teğmen 1750 Lira, yeni albay olmuş bir subay da 6475 Lira alacaktır.(9.6.1970)”
Gördüğünüz gibi onca eyleme ve onca bedele rağmen adalet ancak bu kadar tecelli edebilmiştir.
31 Temmuz 1970 tarihinde yürürlüğe giren bu kanunda, yeni rütbe yapılanmasından da vazgeçilmemiş ve hemen uygulamaya konmuştur. Üstelik, hak kaybı olmadığını garip bir şekilde açıklayarak:
Geçici Madde 16 (Değişik: 31/7/1970 – 1323/16 md.)
Halen Silahlı Kuvvetlerde görevli astsubayların rütbe intibakları, kanunun mali hükümlerinin yürürlüğe girdiği yılı takibeden yılın 31 Ağustos tarihinden itibaren aşağıdaki esaslara göre yapılır.
Ancak, astsubaylar haiz oldukları rütbe unvanlarına göre yapılacak intibakta, daha ast bir rütbenin unvanını alacak duruma düşerlerse, bunlar, haiz oldukları eski rütbe unvanlarını muhafaza ederler.
(Ek cümle: 7/7/1971 – 1424/45 md.) Bu gibi astsubayların aylık intibakları ile rütbe yükselmeleri ve kademe ilerlemeleri intibak ettirildikleri yeni rütbelerine göre yapılır.
Bu yasa ile ilk kez eski rütbe-yeni rütbe karmaşası ortaya çıkmıştır ordumuzda. Aynı anda hem eski hem yeni rütbe her nasılsa yürürlükte olacaktır. Yeni rütbelere intibak yapılacak ama mağdur olanlar yeni rütbeleriyle birlikte parantez içinde eski rütbelerini de kullanabileceklerdir.
Türk Silahlı Kuvvetlerinde ücretin, tazminatın ve yan ödemelerin hesaplanmasında yapılan temel yanlışlıkları şöyle anlatabiliriz:
Makam olayına gelince, elbette ki makamların tazminatı da olacaktır fakat bu astların toplam maaşlarını aşacak derecede aşırı olmayacak, kafi derecede olacaktır. Aksi takdirde, kitapların yazdığı “komutanın liderlik vasfı” hep sorgulanır olacaktır. Önce kendine cükkayı düşünen bir subay, asla iyi bir komutan olamayacaktır.
Üstelik bu yapı sırf ücretlerde değil, Ordu’nun her hizmetinde, her görevinde ve her alanında geçerlidir.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin komuta kademesinde sadece iki renk hakimdir: ak ve kara! Ya aksınızdır ve sizi gül gibi yaşatırlar, ya da karasınızdır; sizi ölmeyecek kadar yaşatıp sömürür ve sürüm sürüm süründürürler.
Bir de dışardan bakıldığında adam gibi yaşıyormuşsunuz izlenimi vermenizi isterler. Hani Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gururunu ve onurunu zedelememek adına cancağızım! Kocasından dayak yiyen kadının ertesi gün komşularından morarmış yüzünü makyajla gizlemesi gibi bir şey yani bu iş canlarım.
Dileğimiz o ki, bir gün komuta kadememizde gerçekten çağdaş yapılı generaller yer alır ve dünyanın bütün renklerini görmeyi başarırlar. Renkleri olduğu gibi kabul etmeyi, emekleri apolet sırasına göre değil, alınteri sıvısına göre ücretlendirmeyi başarırlar. Yoksa hem Atatürkçüyüm deyip nutuk atacaksın hem de kendi bünyende ırkçılığın en alasını uygulayacaksın, hadi canım! Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu derler adama!
Zaman su gibi geçer bilirsiniz. Bu dönemde de Türkiye bir yıkılıp bir kurulan kısa dönemli hükumetlerle, hayat pahalılığıyla, sokaklarda öğrenci, işçi ve memur eylemleriyle yaşayıp gitmektedir. Geleneksel Cumhuriyet yaşamının bir parçası olan darbeler, muhtıralar ve sıkıyönetim dahi kanıksanmıştır artık. Önce 9 Mart 1971 tarihinde bir darbe teşebbüsü önlenmiş, ardından Amerikan destekli 12 Mart 1971 Muhtırası gelmiştir. Sıkıyönetimler, mahkumiyetler, idamlar vs..v.s…
Sizlerin de bildiği gibi, Deniz Gezmiş ve arkadaşları bu dönemde idam edilmişlerdir. Deniz Gezmiş, yaptığı savunmada; memur eylemlerinin haklılığını dile getirirken, assubayların ve eşlerinin eylemlerini de “Ezilen halkın sömürüye ve onun dayanağı Amerika’ya karşı yürütülen bir demokratik mücadele” olarak nitelemiştir.
Bundan sonraki süreçte yaşanan en önemli olay 1974 yılındaki Kıbrıs Barış Harekatı’dır. Kıbrıs Türklerinin uğradığı haksızlıklar, zulüm ve işkenceler nedeniyle, uluslararsı antlaşmaların Türkiye’ye tanıdığı haklar kullanılmış ve yapılan Barış Harekatı sonrasında bugünkü ikiye bölünmüş Kıbrıs hikayesi başlamıştır. Halen Kıbrıstaki Barış Kuvvetlerimizi oluşturan askerlerimiz; ülkemizin yanlış politikaları sonucu, uluslararası çevrelerce, işgal gücü olarak değerlendirilmektedir. Bu işgal tanımlaması bugün bile Avrupa Birliğine üyeliğimiz konusunda karşımıza çıkartılan en büyük engel olarak varlığını sürdürmektedir. Fakat, ne olursa olsun, Kıbrıstaki Türk Halkı; o harekattan bu yana zulüm görmeden, barış ve sükunet içinde yaşamakta ve bağımsız bir devlet olarak varlığını sürdürmektedir.
Kıbrıs Barış Harekatı sonrasında ambargolu günler kapıdadır. Türkiye’ye yıllarca silah ambargosu ve yanında da açıkça itiraf edilmemiş siyasi ambargolar konulacaktır.
1974 yılı sonlarında devrin hükumeti, başarılı olarak gerçekleştirilen Kıbrıs Barış Harekatı’nın bir semeresi olarak, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yan ödemelerine muazzam bir zam yapmayı kararlaştırır. Hoş, Ankaradakilerin koordinesizliğinden koskoca bir Kocatepe Muhribi faciası yaşanmıştır ama netice olarak, ödenen bedel değil, alınan başarılı sonuç geçerlidir.
Yan ödemeleri konu alan 31 Aralık 1974 tarih ve 15105 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan Kararname (23.12.1974 gün ve 7/9207 Sayılı Kararname) ile assubaylar bir kez daha huzursuzluk yaşar. Yine haksızlığa uğramışlardır, yine emir-komutanın tahakkümü ücretlere yansımıştır. Yine amirle memurun arasına dev bir sınır çizilmeye çalışılmaktadır. En kıdemsiz subayın (asteğmen), en kıdemli assubaydan daha fazla yan ödeme alması adaletmiş gibi yutturulmaya çalışılmaktadır.
İşte bundan sonra okuyacağınız satırlar 1975 yılında sokaklara dökülen assubayların ve eşlerinin hazin ama bir o kadar onur dolu hikayesidir.
1975 yılının ilk gününde gazetelerin baş sayfalarında yer alan konuyla ilgili haberle başlayalım önce. Bakın, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde iş güçlüğü ve iş riski nasıl bir adaletle dağıtılmış:
“SUBAY VE ASSUBAYLARIN YAN ÖDEMELERİ BELLİ OLDU/(Milliyet-1 Ocak 1975)
Genelkurmay Başkanı 8.000 Lira yan ödeme alacak.
Subay ve assubayların yan ödemelerini arttıran Bakanlar Kurulu kararı dün yayınlanmış ve 1 Haziran 1974’ten itibaren geçerli olmak üzere yürürlüğe girmiştir. Buna göre Genelkurmay Başkanı maaş dışında 8.000 lira yan ödeme alacaktır.
Subay, Assubay, uzman çavuş, uzman jandarma çavuşlarına verilen iş riski ve iş güçlüğü zamlarını artıran, ayrıca belirli rütbe ve görevlerdeki subaylara yeni imkanlar getiren kararname ile 1974 yılı için Orgeneral ve amirallerin yan ödemeleri 3.000, Korgeneral ve amirallerinki 2700, Tümgeneral ve amirallerinki 2500, Tuğgeneral ve amirallerinki 2300, albaylarınki 2100, yarbaylarınki 1900, binbaşılarınki 1700, yüzbaşılarınki 1500, üsteğmenlerinki 1300, teğmenlerinki 1200, asteğmenlerinki de 1100 liraya çıkarılmıştır. Kıdemli başçavuşlar 1200, başçavuşlar 1100, üsçavuşlar 1000, assubay çavuşlar 900, Uzman Çavuşlar da 700 lira yan ödeme alacaklardır.
Ayrıca Genelkurmay başkanı 5000, Kuvvet Komutanları 3400, Ordu komutanları 2200, Donanma Komutanı 1400, Kolordu Komutanları, Yurtiçi Bölge Komutanları, Deniz Saha Komutanları ile Taktik Hava Kuvvetleri Komutanları 1400 lira yan ödeme alacaklardır.
Diğer rütbe ve görevdeki komutanlara da 200 lira ile 1200 lira arasında değişen yeni yan ödeme hakkı tanınmıştır.”
Şimdi, uygulamaya geçen bu yan ödeme kararnamesini neresinden tutsanız adalet bulmanız mümkün değil. Her tarafı sınıfçı, etiketçi! Yine de çarpıcı olması açısından bir yerlerinden yakalamaya çalışalım. Bir Kıdemli Başçavuşla bir albayın (Kıdemli Albayın değil haa, destuuuur!) aynı hizmet yılına sahip olduğundan hareketle kıyaslama yapalım, bakalım ne alıyorlarmış:
Albay: 2100+1200 Kd. Bçvş: 1200+0
Sevgili albayımız 2100 lira alırken, aynı zamanda komutanlık da yaptığından 1200 lira daha hak ediyor. Her Albay komutan mı derseniz, evet yaklaşık olarak %75’ten fazlası komutanlık yapmaktadır.
Sevgili Kıdemli başçavuşumuz ise sadece 1200 lira alabilmektedir. O, çok nadir olarak komutanlık yapmaktadır. Komutanlık yapar ise 200-1200 lira aralığında her halükarda en fazla 300-400 lira komutanlık ödemesi söz konusu olabilecektir. Daha fazlası bu sınıfçı yapıda mümkün değildir. Fazla bir söze hacet yok herhalde, adaletsizlik gün gibi ortada!
Şimdi bir kıyaslama daha yapalım ve asteğmen, teğmen ve Kd. Bçvş’u yanyana koyalım:
Teğmen: 1200 Asteğmen: 1100 Kd.Bçvş: 1200
Gelin bunların yanlarına hizmet yıllarını da yazalım. Onurlu Türk Silahlı Kuvvetlerine ne kadar yıl hizmet edip ter akıtmışlar bir görelim. Fakat adil davranalım değil mi! Şöyle yapalım, Kıdemli Başçavuşların en kıdemsizini alalım, subayların ise en kıdemlisini! Bizlerden esirgenen adaleti biz yine de kamuoyunu bilgilendirirken vurgulamayı erdem bilelim:
Teğmen: 1200/3 yıl Asteğmen: 1100/1 yıl (?) Kd.Bçvş: 1200/16
Dilerseniz bir de sırf muziplik olsun diye Kd.Bçvş.u rahat bırakalım ve bu kıdemsiz subaylarımızın yanına en kıdemsiz assubayları yerleştirelim. (Uzman Çavuşları yerleştireceğim ama komedinin de bir sınırı var!)
Teğmen: 1200/3 yıl Asteğmen: 1100/1 yıl (?) Asb.Çvş: 900/3
Adaletin terazisini net olarak görebildiniz mi? Üstelik, teğmenlerin ve asteğmenlerin de pek çok birlikte komutan olarak görev yaptıklarını hiç hesaba katmadım. Katsaydım ayıp olurdu, değil mi yani?
İşte biz buna Generallerin Adaleti diyoruz!
Tıpkı darbelerle sağlanan adalet gibi bir adalettir bu. Emir-Komuta’nın emeğe sömürüsüdür.
Gördüğünüz gibi komutanların komutanlık yaparkenki iş güçlüğü ve iş riski, kazan dairesinin kaportası üzerine kapatılan ve ortada savaş falan yokken göz göre göre ölüme terkedilen bir assubayın (Çelenk Olayları, TCG M.F. ÇAKMAK, Bkz. Assubaylığın Kronolojisi, Bölüm:II) iş güçlüğü ve iş riskinden fersah fersah fazladır. Metreyle ölçmeyin sakın. Onlar komutan, lider, başkumandan..v.s..v.s… Bilimsel metodlarla ölçülemeyecek kadar derin farklar vardır komutanla astları arasında. Sizlerin bunu normal insan zekasıyla kavrayabilmeniz olası değildir, sakın denemeyin, asla!
Haa, bir de unutmadan söyleyeyim, bu zamlar, 1 Haziran 1974 tarihinden geçerlidir, yani 7-8 aylık bir toplu miktar sözkonusu. Bir benzetme yaparsak, bir albay bu birikmiş yan ödeme ile apartman alabilecekken, assubay ancak kulübe alabilecektir. Gecekondu bile değil.
Sanırım bu teşbihte, Genelkurmaybaşkanına da gökdelen düşüyor!
Milliyet Gazetesi ne kadar duyarlıysa, bir başka büyük gazete de bir o kadar duyarsızdır: Hürriyet!
Üstelik, art niyetli bir şekilde gündeme taşır olayları, egemen zihniyetin körükçülüğünü yapar:
11 Ocak 1975 tarihli Hürriyet Gazetesinin manşeti şöyledir, “Assubaylar yan ödemeyi az buldu(!)”
Haber, Türkiye’de onca insan işsizlik, yoksulluk ve açlık çekerken assubayların verilenleri nasıl olup da az bulduğunu vurgulamakta, assubayları bir şekilde, “kadir, kıymet bilmez” olarak kamuoyuna takdim etmektedir. Aynı duyarlılığı “astronomik subay yan ödemelerine” neden göstermedikleri ya da gösteremedikleri, ilkeli gazetecilik anlayışlarından mucib olsa gerektir.
Haberin detaylarında assubayların yan ödemeleri az bulmaları nedeniyle harekete geçtikleri ve “Assubaylar Birliği”ni kurdukları yazılıdır. Bu tahakkümcü ve asparagas haber hemen yalanlanır.
1975 olaylarının içinde yer alan Emekli Assubay Ökkeş Kadri Baçkır, Hürriyet’in bu manşetine sitemini, yıllar sonra şu şekilde dile getiriyor:
“İlkeli ve araştırmacı gazeteciliğin gereği olarak, bu manşetin “Assubaylara Yan Ödemede Haksızlık Yapıldı” olması gerekmez miydi? Pekala, assubaylar yan ödemeleri neden az bulmuştu? Kanını, canını, terini vatanı için tereddütsüz akıtan; kolunu, bacağını, gözünü Cudi’de, Gabar’da, Kuzey Irak’ta, Kıbrıs’ta ve görev verilen her yerde, her zaman bırakan bu necip milletin ordusunun iki muvazzaf sınıfından birisi olan assubaylar; acaba neden yan ödemeleri az bulmuştu? Yoksa o dönemlerin hayali ihracatçılarının, banka soyguncularının, ‘devletin malı deniz, yemeyen domuz’ diyenlerin talan ettiği devlet hazinesinde ödenek mi kalmamıştı? Daha önce Kıdemli Binbaşı seviyesinde maaş ve yan ödeme alan assubaylar, ne olmuştu da birdenbire asteğmen seviyesinden dahi aşağıya düşürülmüştü? Sermaye yağdanlığı basın, çıkar çevrelerinin karanlık oyunlarını kamufle edebilmek için bir suçlu bulmuştu…’Vurun abalıya!‘…”
Aydın Kulak
Sayın büyüklerim, bu haberi biz de bugün mesaide ögrendik ve hayal kırıklığına uğradık çalışma şevkimiz kırıldı umutsuzluğa kapıldık.Şimdi ne yapmalıyız?
Hukukun guguk olduğu bir ülkede vicdanlar mühürlenirmiş. Biz bu günleri yaşıyoruz. Albay merkez valisi gibi hiçbir işe yaramayan kadroya atanacak tazminat alacak komutanlık yapan assubayın esamesi okunmayacak öyle mi? Bizlerin terini,kanını şaşal suyu zanneden zihniyeti kınıyorum, vatanseverlik duygularımızı bakalım ne zamana kadar istismar edecekler bu ordu bizlerin vatanseverlik duyguları ile ayakta duruyor; bu haksızlıklara izin verilmemeli. Görevdeki arkadaşlarımız lütfen sağduyulu hareket etsinler beğenmesek de onların uymak zorunda oldukları yasalar var. TEMAD Gn.Merkezi bu ve diğer haksızlıklarımız konusunda son kez yetkililerle görüşsün gerek duyulursa büyük şehirlerde eş zamanlı netice alınıncaya kadar devam edecek eylemler yaparız, maddi ve manevi hazır olduğumuzu hatırlatıyoruz.
Aslında eylem kararı almanın ve uygulamanın tam zamanı,geç kalmış eylem geç meyve veren ağaca benzer tadı olmaz kimse bakmaz,gündem de buna müsait,memur toplu sözleşmeleri tamamlanmadan yapmakta fayda var, saygı ve selamlar.
Sayın Abdullah Zengin’in mesaj panomuza gönderdiği yazı ilgili makaleye taşınmıştır.
Bölüm Yöneticisi
–
Sayın ÇAM,
Tesbitlerinizin biri,nirengi noktası. Sorun bizim camiamızın bireylerinde.
Her koşulda göbeğimizin kordonunu kendimiz kesmeliyiz ve bağlamalıyız. Kesmez ve bağlamazsak ne olur? Kan kaybından gideriz. Şu andaki uygulamalar gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci sınıf vatandaşı olur hep yok sayılırız.
Bir çoğunluk(!)uz değil mi? Ülke siyasetinde söz sahibi(!) olabilir miyiz?
Oyak’ta çoğunluk biz değil miyiz,bizim paralarımızla kartel olmadı mı?
Emekliler Oyak gibi bir oluşumu hayata geçiremez mi? Siyasilerin kapısını aşındırdığı bir birliktelik neden yok? Demek ki sorun bizde !..
Zaten medyaya açılan bu kapı,yine egemenlerin icazetiyle olduğunu,bu şansın çok iyi kullanılması gerektiğine inanıyorum. Yol bulun,anketler yapın,her meslektaşın kapısını çalın,eylemler yapın,yürüyün,yazın. En gencimizin 60 yaş civarında olduğunu unutmayın.Onursuzluk çekilmiyor,para ikinci planda kalıyor.Kimsede ne Allah korkusu ne de Yasa korkusu var.
Ne düşünüyorsanız ben varım.
Saygılarımla.
Sayın Ahmet ÇAM’ın da söylediği gibi UYKUDAN UYANMA SAATİ GELDİ, üzerimizdeki ölü toprağını atalım eylem yapmazsak kimsenin bize gasp edilen haklarımızı vereceği yok. Son 10 yıl bizler için çok büyük kayıp olmuştur. Sayın Ahmet KESER bu konuda üzerine düşen görevi derhal yerine getirmelidir. Genkur.Bşk.lığı bizleri ötekileştirmeye askeri okula girdiğimiz günde başlıyor, assubay öğrencilerine ayrı yemek subay nasb edileceklere ayrı yemek, ikisi fiat olarak mukayese edildiğinde kalite bakımından arasında dağlar olduğu hep görülmüştür. Askeri okuldaki ötekileştirme, görevdeyken gayri memnun zümre yaratma ile devam etmektedir. Genkur.Bşk.lığının haksız uygulamalarına hükümet yetkilileri de bu güne kadar hep yeşil ışık yaktılar. Silahlı Kuvvetlerdeki öğretmen subay ile sivildeki öğretmenin maaşını ve emekli maaşını karşılaştıralım arada %400 fark var neredeyse. Bir de kendini bilmez köşe yazarları var M.A. gibi, dün yine bir TV. kanalında askerin maaşlarını emsal gösterdi, ama emsal gösterilen maaş assubayın maaşı ile doktorun maaşı idi, böyle at gözlüğü takan gazeteci yazarlar subay maaşını neden görmezden gelirler anlayamadım. Sayın Ersen GÜRPINAR’ın söylediklerine de katılıyorum. GÜN EYLEM YAPMA ZAMANIDIR.
YETER ARTIK…
BİTSİN BU ZULÜM, EŞİTSİZLİK, SİNDİRME POLİTİKASI, VERİLMEYEN ANAYASAL HAKLAR…
DEĞİSEN NE OLDU Kİ GÜNÜMÜZDE…
BİR 74 HAREKETLERİ SONUCUNDA BİRAZCIK HAKLAR ALINDI. İDAMLA YARGILANMAK PAHASINA. UTANIYORUM O İDAMLA YARGILANAN ABİLERİMİZİN ARDINDAN…ARTIK EYLEME GEÇME ZAMANIDIR.KORKMAYIN APO BİLE İDAM EDİLMEMİŞKEN ÜLKEDE BİZLERİ İDAM EDEBİLECEK GÜÇ KALMAMIŞTIR…
GERÇİ KORKARIM APOYU ASMAYAN ZİHNİYET ANAYASAL HAKLARIMIZI ARARKEN BİZİ İDAMLA YARGILAYABİLİR…
AMA ABİLERİMİZİN ONURLU MÜCADELESİNE KALDIKLARI YERDEN DEVAM ETTİRMEK ONURSAL MÜCADELEMİZ OLMALI…
SAYIN TEMAD YÖNETİCİLERİ VE TÜM MESLEKTAŞLARIM…GELİN BİRLİK OLALIM VE EN KISA ZAMANDA EYLEMSELLİĞE GEÇELİM.
YETER ARTIK DİYELİM.
BİTSİN BU İKİNCİ SINIF VATANDAŞLIK…
ANAYASAL HAKLARIMIZI MEŞRU PLATFORMLARDA DİLE GETİRELİM…
KAFAMIZI GÖMDÜĞÜMÜZ KUMDAN ÇIKARALIM…
ATALIM ÜZERİMİZDEN ÖLÜ TOPRAĞINI…
BİR İLANIN ARKASINA SAKLANIP KALMAYALIM…
ÇIKALIM MEYDANLARA HAYKIRALIM İNSANLARA…
ALALIM SÖKE SÖKE ANAYASAL HAKLARIMIZI…
SAYGILARIMLA…
http://emekliassubaylar1.web44.net/index.php?option=com_content&task=view&id=594&Itemid=88888986
DEĞİŞEN SADECE BİZ OLDUK…İSİM VE YAŞ ANLAMINDA…