Dolar 34,3839
Euro 36,4903
Altın 2.881,29
BİST 9.171,78
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara 15°C
Parçalı Bulutlu
Ankara
15°C
Parçalı Bulutlu
Per 14°C
Cum 12°C
Cts 12°C
Paz 12°C

ÜÇKAĞIT

"Yazarların yazıları kendi düşünce ve sorumluluklarını taşır"
15/12/2013 3:51 PM | Son Güncellenme: 30/03/2024 12:45 PM
3

Üçkağıtçılık hakkında sosyolojik bir saptama yapmak bazen çok kolay görünse de, ucunun bucağının nerelere kadar dokunacağını kestirmek biraz zordur. O nedenle bu tür saptamaları yapanların ya daha büyük üçkağıtçı, ya da sütten çıkmış ak kaşık olması gerekirmiş gibi gelir bana… Ama her ikisi de değil isek yazmayalım mı? Tabii ki yazacağız. O halde yapmamız gereken, biraz da kendimize iğneyi batıra batıra yazacağız.

Seksenli yıllarda rahmetli Kemal Sunal’ın bir filmi vardı. “Üçkağıtçı”. Bu film saygıdeğer rahmetli sanatçımızın sosyolojik mesajları komedi ile birleştirerek halen daha onu hiç görmemiş küçük çocuklarımızın bile ilgisini çeken filmlerinden biridir. Ama üçkağıtçılar filmlerde anlatıldığı kadar komik ve sevimli olmuyor…

Üçkağıtçı” kelimesinin açıklamasını yapacak olursak kısaca şunu diyebiliriz. Bir işi usulünce yapmaktansa, hilesine kaçıp kandırarak yapmaya çalışanı tanımlayan bir mürsel mecaz deyimidir. Tabii ki daha bir çok tanımı vardır.

Malumu bu kadar izah ettikten sonra insanları cahil yerine koymadan yolumuza devam etmenin vakti geldi.

Çarşıdan aldım bin tane, eve geldim hiç yok.” Bilin bakalım nedir? Bilemediniz değil mi!.. Çok basit. “Ceviz” Bilememeniz de normal. Çünkü bu bana geçerli bir bulmaca.

Geçenlerde arkadaşımla arabada giderken yol kenarına park etmiş ceviz satan bir kamyonet gördük. Arkadaşım fırsatları değerlendirmeyi çok sever. Hemen beklenen kelimeyi söyledi. – Hadi bakalım şu cevizlere, uygunsa alırız. Neyse cevizci bize birkaç ceviz kırdı verdi. Hepsi birbirinden güzel… Mis gibi cevizler… Ama arkadaşım fiyatını beğenmedi almadı. Ben de ayıp olmasın diye iki kilo ceviz aldım. Ne de olsa o kadar ceviz yedik. Hanım cevizleri görünce alay edercesine güldü. Daha önce yine başarısız bir ceviz maceramız vardı. -Nereden buldun bunları? Sorusunun içinde “yine” kelimesi gizliydi. Ama ben anlamıştım. “-Yoook. Bu sefer farklı. Kırdırdım, tadına baktım, aldım.” dedim. Neyse o da uzatmadı. Akşam oldu. Çaylar demlendi. Tam o sırada aklıma aldığım ceviz geldi. Hanıma seslenecektim ama vazgeçtim. Kendim hallederim, şimdi ortalığı batırdığımı söyler, getirmek istemez diye iç geçirdim. Sofra bezini serdim.  Sarımsak dibeğini ters çevirdim. Ceviz poşetini ve bir tabağı yanıma aldım. Hem biraz ceviz kıracaktım. Hem de tadına bakacaktım. Çayımdan bir yudum çektim.  Tokmağı istediğim kadar hızlı vurmakta da serbesttim. Biz beşinci kattayız. Alt katlarda kimse yok. Sadece birinci katta oturanlar var.

-Ya Allah… kırılmıyor. Bir daha… Ya Allah… Ceviz hafifçe çatladı. Sonra içinden un ufak olmuş ceviz parçacıklarını çıkarmaya çalıştım. Sanki Altın madeninden altın tozlarını topluyorum. Neyse o cevizi heba ettim. Sıra ikincide… Daha dikkatli olmalıyım. –Ya Allah… Yine aynı… Üçüncü, dördüncü, beşinci derken bir çok ceviz kırdım. Ancak hepsinin mazereti farklı idi. Kiminin içi kurumuş, kiminin içi simsiyah küf, kimi de çetin, parçalanmadan çıkmıyor. İlaç niyetine birkaç ufak ceviz parçasını ağzımıza atabildik bizim iki numara ile… İki numara kim mi? Malum küçük oğlum. ( Yoksa nerdeeee…)

Söylenerek sofra örtüsünü kaldırdım. Bizim hanım bu işten çok zevk almıştı. Ben de ondan duyacaklarımı bilsem de, yine de söylenmesi hoşuma gidiyordu. –Senin alacağın cevizden hayır gelmez. Kabul et! Ceviz almayı bilmiyorsun. Hem ceviz öyle sokaktan alınmaz. Ceviz bir bilinenden veya marketten alınır. Adam sana geçen senenin küflü cevizlerini kakalamış… Sonunda bilindik yine o kelime. –Eeee biz hata yapınca kızıyorsun. Kendine hiç bakmıyorsun… Neyse çürük ceviz ibadetinden sonra, söylenme duasını aldık ve olayı tamamladık. Bunu neden söylüyorum. Çünkü ilk değil bu yaşananlar ve edilen laflar…

-Vay üçkağıtçı cevizci vay… Nasıl da kandırdı beni…

Sonra açtım facebook’u biraz paylaşımları okudum. Balçiçek hanım Genelkurmay İkinci Başkanı ile röportaj yapmış. Röportaj yapılan beyin lakırdılarını analiz edecek değilim. TEMAD heyetinin Kıbrıs’taki izlenimleri, Yüksekova’dan gelen çığlıklar her şeyi anlatıyor. Batı cephesinde değişen bir şey yok.

Benim yeni yeni söyleyeceklerim var.

OYAK konusunda daha önce sık sık eleştiri yapardım. OYAK’ın assubayları kandırdığını ve subayların arpalığı olduğunu söylerdim. Nitekim bir Amiral çıkıp aynen şöyle bir açıklama yapıyor. “-Ben isteseydim bir OYAK işletmesinin yönetim kuruluna girer, ayda iki toplantıya katılır, paramı alır kenara çekilirdim.”  Cevap veriyorum. “-Sayın Amiralim gerçekten teşekkür ederim böyle bir üçkağıtçılığa tenezzül etmediğiniz için.

Son aylarda Assubayların intiharları ile ilgili olarak medyada kendimize yer bulmaya çalıştık. Her ne kadar Genelkurmay İkinci Başkanı intiharları az bile bulsa da, kendimizce tepki gösterdik. Onun bir Norveç veya İsviçre Genelkurmay İkinci Başkanı gibi rahat görev yapamamasının sebebi olan bir orduya mensup olmanın ve kendisine yakışamamanın utancı içinde olmamızı beklemiyordur sanırım kendisi. Ama ben bir utancın içine düştüm. Bir yıl önce Kıbrıs’ta intihar etmiş bir assubayın eşinin, facebook’ta  Astsubay eşleri dayanışma grubunda, bir dertleşme paylaşımında düşürüldüğü durumu affetmeyeceğim. İçinde bulunduğu zorlukları, grup lideri konumundaki bayanla paylaşan, bir nevi içini döken acılı astsubay eşi maalesef bir meslektaşımız tarafından tersleniyor ve refüze ediliyor. O an birden eşim gözümün önüne geldi. O acılı eş yerine benim eşim de olabilirdi. Eşi intihar eden bir eşten hangi cevabı, nasıl bir lafı bekliyorsunuz. “İyi oldu. Hep eve çürük ceviz getirirdi. Kurtuldum.” mu desin?  Şunu çok iyi bilmek gerekir ki, Eşleri şehit olan veya intihar eden asker eşleri acılarını açmayı çok sevmezler. Bir çok acılarını iç dünyalarında yaşarlar. Hem küskün, hem gururludurlar. Eşinin manevi huzuruna zarar vermekten çok çekinirler. Eşi intihar etmiş bir insanın ruh halini düşünmek gerekir. Nitekim bu üzücü yazılar ilgili gruptaki yönetici bayan tarafından daha fazla üzüntüye sebep vermemek adına kaldırıldı. Ancak biliyorum ki o meslektaşımız intiharlar için Türkiye Büyük Millet Meclisi önünde protestoya katılmıştı. Aynı meslektaşımız, kişisel hürriyetleri zedeleyici, nefes almayı bile zorlaştıran, TEMAD hukukçularını isyan ettiren, yeni disiplin yasasını da şiddetli savunuyordu. O halde sormak istiyorum. Neyin peşinde? Sayın meslektaşımızın davamıza inanmadığı halde aramızda dolaşan üçkağıtçılardan olmadığına inansam da, ifade ettiği düşünce bizi parçalayıp yem yapıyor. Üçkağıtçıların ekmeğine yağ sürüyor. Bu olayı neden yazdım? Bazen insanlar kendini savunamaz. O durumlarda o kişilerin savunulması gerekir. Ben o acılı astsubay eşini yazılarıyla kıran arkadaşımıza bu paylaşımını kaldırmasını hatırım için rica ettim. Ancak kaldırmayınca yönetici toptan kaldırdı. Durumun önemine binaen buraya aktardım. Bu makalemde de kendisine tekrar sesleniyorum. Ya özür dile! Ya da seni toplumun vicdanı ile baş başa bırakıyorum.

Hani diyordum ki geçen yazımda “Selam.” Mevlana haftasında biraz mistik, biraz da kış gecesinin verdiği duygusal bir “Selam”. Karanlığın ortasındaki yalnız bir çığlığa kapıları kapatmak, sonra da kahvede, dernekte, birlikten beraberlikten, paylaşmaktan, sahip çıkmaktan, dayanışmadan söz etmek bir acılı eşe kulaklarımı kapatıp camiaya “Selam” vermek bana yakışır mı?  Bizim en çok maruz kaldığımız, şikayet ettiğimiz “istismar” değil mi? Nitekim Genelkurmay ve Hükümet’te bize aynısını yapmıyor mu?  Heyhat… Bir önceki kucaklayıcı “Selam” yazısından sonra, bugün bir Diyojen sözünü kullanıyorum. Bilinçsizlikte sınır tanımayan davranışlar içine giren arkadaşlarımıza tek lafım var kibarca “Gölge etme başka ihsan istemem.

Ankara’da bir gösteri, miting olunca davulcular peydah olur. Durumdan istifade ederler. Yani nerede bir kalabalık var, oraya yanaşıp üç beş menfaat sağlayanlar olur. Bunlara da üçkağıtçı diyecek halimiz yok elbette. Sonuçta onlar ekmeğinin peşinde. Bizim dikkat etmemiz gereken bizim meslektaşımız olup da bizim kalabalığımızı kendine istikbal görmekten başka bir aidiyet duygusu olmayan üç kağıtçılardır… Canım onları da bir kenara atacak değiliz ya… Al gülüm, ver gülüm.  Ama bir yere kadar. Hakkıyla yer edinmiş yazarlarımızı, gazetecilik yapanlarımızı, siyasi parti aday adaylarımızı tenzih ederim.

Toparlarsak bir üçkağıtçı vardır. Bir de o üçkağıtçının üç kağıdı… O nedenle üç kağıtçı olmasak da üçkağıt olabiliriz. Hâttâ, üç kağıda da gelebiliriz.

Beşinci sınıf matematikte çıkarma konusu şöyle anlatılır. Eksilen- Çıkan = Fark. Ben de üç kağıtçılığı bir çıkarma işlemi olarak görüyorum. Üçkağıtçı-Üçkağıt = İnsan

Ceviz meselesine dönelim. Ana fikir: Demek ki insan tekrar tekrar aldanabiliyormuş. Demek ki bir kişi ikinci kez de çürük ceviz alabiliyormuş? Kendi kendime, Sinirlenme!.. Üzülme!… Hayıflanma!… Desem de boşuna…

Saygılarımla…

ETİKETLER: , ,
YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR
12/12/2015 3:40 PM
12/12/2015 3:40 PM
05/09/2015 11:04 AM
27/02/2015 5:22 PM
07/02/2015 7:04 PM
04/01/2015 6:09 PM
01/01/2015 2:00 PM
19/12/2014 9:17 AM
31/10/2014 6:24 PM
04/07/2014 7:37 PM
16/05/2014 7:49 PM
27/04/2014 8:10 PM
06/04/2014 11:02 PM
18/03/2014 10:33 PM
16/03/2014 9:43 PM
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.