Assubaylar, yarım asra varan hak arayışı mücadelelerini her alanda sürdürmekte. Neredeyse hemen hemen her an, bir assubayımız, mağduriyetini gazetelerde, sosyal medyada, internet sayfalarında –artık BİMER hariç- dile getirmekte. Yazılar yazmakta, mektuplar kaleme almakta.
Bu arada, ülkenin siyasi gündemi de yoğun bir şekilde akıp gitmekte;
Türkiye; Millet, millet denilip de Milletin adının bir türlü telaffuz edilmediği, Türklüğün ayaklar altına alındığı bir dönemden geçiyor. Hâlbuki adsız millet olmaz, olunmaz.
Son olarak, iş, Avrupa baskısının basılmasıyla birlikte, 8 Kasım 1949 tarihinde Hürriyet Gazetesi adının yanında yer alan “Türkiye Türklerindir” ifadesine kadar dayandı.
Talepleri, bir zamanlar Osmanlı’yı işgal eden yedi düvelle uyuşan PKK ile yeni başlayan çözüm sürecine katkı olması adına, Hürriyet’de yer alan “Türkiye Türklerindir” sloganının “Türkiye, Türkiye halklarınındır” şeklinde değiştirilmesi, BDP milletvekilini Sırrı Sakık tarafından dile getirildi.
Ve, Atatürkçü, ulusal düşünceye sahip, yazılarıyla gerçekleri ortaya koymaya, ülke üzerinde dönen dolapları deşifre etmeye çalışan Hürriyet Gazetesi yazarı, Yılmaz Özdil, yine generallerin içeri alındığı bir günde, 28 Şubat 2013 günü Milliyet Gazetesi’nde “İmralı Zabıtları” başlığı ile yer alan yer alan Namık Durakan’ın haberini okumakta olduğu sırada telefonu çalmış.
Yılmaz Özdil’i hayretler içerisinde bıraktığı 01 Mart 2013 tarihli yazısından anlaşılan bu anı, kendi kaleminden okuyalım:
“Apo’nun mektubunu okuyorum.
“Herkes iyi bilmeli ki, üst düzey savaş söz konusudur.
Şimdiye kadar yaşananlar…
Devede kulak kalır” diyor.
“Başbakan’ın, çekilsinler onlara karışmayız demesiyle olmaz, tek taraflı çekilme olmayacak, parlamento kararıyla çekilme olacak, TBMM onaylayacak” diyor.
“İslamcıların rüyasını gerçekleştirdik, iktidarı AKP’ye altın tepside sunduk, AKP’yi 10 yıldır ayakta tutan benim, Tayyip bey’in başkanlığını destekleriz, ittifaka gidebiliriz” diyor… Sonra da ilave ediyor: “Benimle oyun oynanmayacağını AKP’ye iyi anlatın!”
“Bu iş başarısız olursa, 50 bin kişiyle halk savaşı olacak. Ne eskisi gibi yaşayacağız, ne eskisi gibi savaşacağız” diyor.
Tam o sırada…
Telefonum çaldı.
Açtım.
Genelkurmay’dan arıyorlar.
İletişim Daire Başkanı.
Hayırdır?
Yılmaz Özdil’in facebook sayfasında emekli bi astsubayın mektubu yayınlanmış…
E-ee?
O astsubayın hukuki sorunları varmış, mektubunda genelkurmay’a giydiriyormuş, genelkurmay başkanımız hem rencide olmuş, hem de o mektubun benim facebook’umda yer almasına çok üzülmüş.
İzah ettim…
Necdet bey’i sevmem, sevmediğimi de zaten köşemde yazıyorum, el âlemin mektubuyla niye lafı dolandırayım? O mektuptan haberim bile yok. Çünkü, o facebook sayfaları bana ait değil… Devamlı mahkemeye veriyoruz, kapattırıyoruz, kapattığımız gün yenisini açıyorlar. Sadece Hürriyet’in hazırladığı facebook sayfam var, onda da sadece köşe yazılarım yayınlanıyor. Gerisi sahte.
İzah edemediğim ise, şu…
Apo mektup yazıyor, dediklerim harfiyen yapılmazsa, alayınızı oyarım, memleketi komple kabristana çeviririm diyor…
Bizim genelkurmay, çakma feysbuk’larda mektup kovalayıp, rencide oluyor, darılıyor öyle mi?”
***
Özdil’in, Genelkurmay’dan, generallerin tutuklanmasına tepki beklediği, gibi, bir sonucu, bu yazısından çıkarmak mümkün. Fakat, genelkurmayın tepkisinin, uğradığı haksızlıklar sonucu, erken yaşta emekli olmak zorunda bırakılan J.Kd.Bşçvş.Fikret Özdemir’in, Yılmaz Özdil’e yazdığı mektuba olduğu ortaya çıkınca, henüz okumamış olduğu mektuptan da böylelikle haberdar olmuş oluyor. Ve o mektup gündemde yerini buluyor…
Ben emekli Jandarma Astsubay Fikret ÖZDEMİR.
Sizin büyük bir hayranınızım ve bütün yazılarınızı mutlaka okuyorum, düşünce ve görüşlerinize de aynen katılıyorum. 22.02.2013 tarihli yazınızı okuduktan sora size bu yazıyı yazıp yazmama konusunda çok düşündüm ve sonunda yazmaya karar verdim. O kadar doluyum ki nereden başlayacağımı ve hangisini yazacağımı bilemiyorum. Keşke imkânım olsa da bunları size birebir anlatabilsem.
Öncelikle belirtmek isterim ki ülkesi için 20 yıl hizmet etmiş ve bu süre içerisinde dört defa şark görevi olmak üzere 12 defa eşya taşımış biri olarak, amacım Türk Silahlı Kuvvetlerini karalamak veya eleştirmek asla değildir ve olamaz. Ayrıca Türk Silahlı Kuvvetlerinin ve ülkenin düşürüldüğü durumdan en az sizin kadar ben de rahatsızım.
İlgili yazınızı okuduktan sonra benim suçum neydi diye kendi kendime sordum. Yazınızda mektubu yazan kişiye yalan da olsa bir suç isnat edildi, sahta de olsa deliller sunuldu, ifadesi alındı, hâkim karşısına çıkarıldı ve yargılandı. Bizlere ise hiç söz hakkı tanınmadan ifademiz alınmadan sırtımıza tebeşirle yazılan rakam kadar hapis cezaları verildi. Düşündüm bizim tek suçumuz astsubay olmaktı ve vatanını sevmekti.
Ellerinizden öper iki kızım var. İlk şark görevine gittiğimde (1987) biri üç yaşında, diğeri altı aylıktı. Olağanüstü hal yeni ilan edilmiş teröristlere üç beş çapulcu gözüyle bakılıyordu. Zaten terörist gruplar da çok kalabalık değil en fazla 5-6 kişilerdi. İşte bu günlerde benle ilgisi olmayan olaydan dolayı bana ceza verilmek istendi ve savunmam alındı. Yaptığım savunma sonunda ceza gerektirecek bir durumun olmadığı görülünce, görevler ceza olarak verilmeye başlandı ve benim için kötü günler başlamıştı.
Bulunduğum il Bingöl görevim ise Komando Tim Komutanı idi. Uyduruk görevlerle araziye gönderiliyor ve iki ay boyunca dağda bırakılıyordum. İki ayda bir bir hafta gelip tekrar gidiyordum. Siz hiç çocuğunuzun sizi yabancı sanıp ağlayarak sizden kaçmasını yaşadınız mı? Ben bunu defalarca yaşadım. Diyebilirsiniz ki görev kardeşim yapacaksın. Tamam, onu da kabul ettik katlandık yaptık. Ama üç yıl olağanüstü hal bölgesinde görev yapıp, batıda bir yıl tutulduktan sonra tekrar olağanüstü hal bölgesine hem de şubat ayında tayin edilmeme ne diyeceksiniz. Biz aile değil miyiz, bizim çocuklarımız çocuk değil mi? Biz onları ağaç kovuğundan mı aldık.
Bütün zor şartlara rağmen yine de isyan etmeden kimseye karşı gelmeden, çocuklarımı 5 yıllık ilkokulu üç ayrı ilde okutarak, onlara çocukluklarını yaşatamadan, hastalandıklarında yanlarında olamadan büyüttüm ve 2000 li yıllarda mesleğimin sonlarına geldim. Bu sırada çocuklarım büyüdü ve lise çağındayken yine bir tayin şoku yaşadım. Tayinim Şırnak’a çıkmıştı. Ben oraya ailemi nasıl götüreceğimi düşünürken bir şok daha yaşadım. Beni Şırnak’a 5 saatlik mesafede bulunan Beytüşşebap-Boğazören Karakol Komutanlığına vermişlerdi. Atandığım karakolun kadrosuna göre komutanı üsteğmen olması gerekiyordu. Ancak kritik bir yer olduğu için ve benim tecrübeli olduğum gerekçesi ile aile bütünlüğüm hiç dikkate alınmadan, çocuklarımın gidebileceği bir okul olmayan yere atamam yapıldı. Yaptığım itirazlar ve askeri mahkemeye açtığım davalar sonuçsuz kalınca, 2003 yılında hizmet süremi doldurup yaş sınırını beklemek üzere erkenden 3/2 derecesinden emekli olmak zorunda kaldım. Zor şartlarda çocuklarımı okuttum ve biri kamu yönetimi mezunu diğeri matematik öğretmeni oldu.
Askeri mahkemeye açtığım davada haklılığımı ve atamanın geri alınmasının gerektiğini belgeleriyle ve Anayasa hükmüyle ispatladığım halde geri almadılar. Ne zaman ben TSK’dan ayrıldım ondan sonra usulen davayı karara bağladılar.
O zaman da çok düşündüm. Görüştüğüm avukatlar yüzde yüz haklı olduğumu bu davayı daha ileriye taşımam gerektiğini söylediler. Ancak ben bu ülkeyi ve TSK’yı onlardan daha çok sevdiğim için bu olayı Avrupa’ya taşımadım. Belgelerim hala elimde duruyor, eğer dikkatinizi çekerse ve isterseniz gönderebilirim.
Çok vaktinizi almak ve başınızı ağrıtmak istemem ama küçük bir olay daha anlatmak istiyorum. Bütün bunlara diyebilirsiniz ki; kardeşim askerlik zor tabi sana zorla mı yaptırıyorlar? Askerlik elbette zor ama kuralsız olmasını gerektirmez. Askerlikte uzun saçın cezası o zamanlar 3 gün oda hapsi idi. Alay Komutanı sabah yaptığı içtimada saçı uzun olan Astsubayın ifadesini alıp ceza vermek yerine, saçlarını kendi eliyle makasla rastgele kesti ve koca alayın önünde Astsubayın onurunu, gururunu ayaklar altına aldı.
Zamanın Bölge Komutanı tarafından, 10 dakika içerisinde hiçbir soru sorulmadan, ifadem alınmadan 5 gün oda hapsi ile cezalandırıldım ve affedildim. Söyleyin bana böyle bir yetki hangi dünya liderinde veya hâkiminde var.
Başta da dediğim gibi o kadar doluyum ki burada size yüzlerce olay anlatabilirim. Ancak fazla zamanınızı almak istemiyorum.
Kendi kurumu içerisinde adalet, hak, hukuk ve kanun tanımayanlar, söz konusu kendileri olunca adaletten, kanundan, hukuktan bahsetmeye başladılar. Aile bütünlüğüne önem vermeyenler, kaynanasının cenazesinde aile bütünlüğünden, eşinin doğumu için izin isteyen personele sen mi doğuracaksın diyenler, çocuk sevgisinden bahseder oldular.
Sizden ricam eğer yine oraya ziyarete giderseniz, kendilerine bir sorun ve doğru söylemelerini isteyin. Hiç savunma bile almadan kaç kişiye ceza verdiniz. Ceza verdiğiniz astlarınız suçlarını biliyor muydu? Atama yaparken insanların aile bütünlüğünü düşündünüz mü? Adaletten bahsetmek, size lazım olunca mı aklınıza geldi?
Sözlerimi bitirirken, umarım TSK’lerine karşı bu yapılanları onayladığım gibi bir anlam çıkmamıştır. Söylediklerimin tüm TSK için geçerli olmadığını, içerisinde çok değerli ve mümtaz insanlar barındırdığını belirtmek isterim.
Ben sizinle tanışıp konuşmayı eskiden beri çok isterdim. İnşallah bu yazı bir vesile olur ve sizinle tanışma imkânı bulurum. Görüşmek dileğiyle iyi günler diler,
Saygılar sunarım..
Fikret ÖZDEMİR
Yüksel bey, sizin için alınan istifa kararı neden diğer yöneticiler için alınmadı diğer parti adayları belediye meclis üyeleri siyaset yapmıyor mu yoksa ilahlara kurban siz mi oldunuz?