Ortak yaşam seviyesine ulaşabilen insanların meydana getirebildiği bir kültür ürünü olan Devletin, kurucularına; adalet, güvenlik, sağlık, eğitim gibi hizmetleri sunma görevleri vardır.
Devletler, sorumluluklarını yerine getirirken; ortak yaşamı düzenleyici yasaların çıkarılması Yasama, çıkan yasaları uygulayan Yürütme, uyuşmazlıkları, hukuksuzlukları denetleyici ve hüküm verici Yargı kolları ile işlevlerini yerine getirmeye çalışır.
Yasama, Yürütme ve Yargı kollarında görev yapan, liyakat sistemi ile Devlette yer alan her kişi; Devletin kutsal amacı olan kurucularına eşit mesafede “hizmet”e uygun olarak davranmasıyla, Devlet Adamlığı vasfını kazanmış olur.
Devlet Adamlığı; tarafsızlığı, yeniliklere açıklığı, saygınlığı, insana eşit mesafede oluşu içerir. Statükocular, devlet adamı değildir, asla olamazlar.
Liyakat esasına göre seçilen her kişinin asıl hedefi Devlet Adamı olmak olmalıdır.
Ancak, milletten uzak, geçmişte dış ülkelerden alınan eğitim desteği ile devlet adamı yetiştiren yerlere emanet edilen devletin kurucularının çocukları, milletine yabancılaşarak, bu yabancılaşma hali göreve başladıkları kurumda, kendinden olmayan statüleri dışlayıcı, aşağılayıcı, doku uyuşmazlığı gibi ölümüne ısrarlı tutumlarını sürdürmeleri ile devam edebilmekte.
Konuyu assubaylar yönüyle ele aldığımızda;
Bir üst statüde yer alan ve devlette assubaya nazaran etkin konumda bulunan kimi kişilerin bıkmadan, usanmadan yaydıkları “assubaylardan bir şey olmaz, güvenmeyeceksin, üçü bir araya gelmez…” (bunlar en basitinden yaymaçları) yaymaçları toplumda yer bulabilmekte ve bu yer bulma hali tıpkı “Ermeni Soykırımı vardır” diyenlerin umulmadık anda, her yerden çıkabildiği gibi, kimi zaman ortaya çıkabilmekte.
Bir gün bakmışsınız bir spor eleştirmeni, başka bir gün bir cinsel sorunlar danışmanı, başka bir gün bakmışsınız bir densiz asker kişi assubay statüsünü genelleyerek yerden yere vuruyor toplum önünde.
İnsanı, statüden kaynaklı dışlayıcı bu kirlenmişlik haline, eğer bir devlet isek herkesin dur demesi, dur deyici tedbirleri almasının vakti çoktan geçiyor.
Halen devam ettiği üzüntü ile görülmekte olan bu süreçte Assubaylara da çok büyük sorumluluklar düşmektedir.
Mesleğin büyüğü küçüğü, önemlisi, önemsizi olmaz. Her meslek, her statü kutsaldır, her statü şereflidir. Statünün şerefsizi olamaz.
Her bir assubayımız aynı zamanda bir devlet adamıdır. Devlet adamlığı sorumluluğu isteseler de istemeseler de, temsil tazminatı verilse de verilmese de, assubaylarımızın üzerindedir. İyi bir assubay; her yerde, her daim ve her koşulda bu sorumluluğunun bilince olandır.
Son olarak bir genç gazetecimiz Barış Yarkadaş 05.02.2015 tarihinde Halk Tv’de Uğur Dündar’ın sunduğu Halkın Arenası Programına katılarak “Astsubaydan MİT Başkanı” diyerek assubaylar ile ilgili bilinç altında oluşturulan/oluşan aşağılayıcı ön yargıların tuzağına düşmüş olduğu görülüyor.
Toplumca takip edilen kişiler, meseleyi genelleyerek bir yere varamaz.
PKK ile yürütülen sürece biz de karşıyız.
AS Parti kurucusu olan Cavit Kayıkçı, MİT Müsteşarı ile farklı Assubay Hazırlama Okulu mezunu olsalar bile, aynı devreler. Ve Cavit Kayıkcı da sürece karşı.
Şimdi, süreç, izlenen politik yöntemler yoluyla eleştirmeye kalktığı MİT müsteşarı ile aynı düşüncede olmayan assubayların olduğunu bilmeyen sayın gazeteci nasıl bir ön yargı tuzağına düştüğünün farkında mı acaba?
En kutsal ocaklarda Assubaya karşı ön yargı yaymacı yayanlar, bir insan sırf assubay oldu diye, insana ait her şeyini yok sayanlar, ülkemizin en büyük düşmanlarıdır.
Bu olumsuz kişiler; ellerinden gelse, yaptığı işleri kendileri yapabilse belki de assubayları bir deliğe süpürecekler.
Her insan önce vatandaşıdır devletinin. Devletin bir vatandaşı, geçmişte assubaylık mesleğini ifa ederek emekli olmuş olan Cavit Kayıkcı, otuz kişiyi bir araya getirerek AS Partiyi kurmuş, Türkiye’de bir ilki ön yargıcıların gözünün içine sokmuş, vatandaş olmaktan kaynaklı olarak, vatandaşlar olarak bir araya gelmiş durumdalar.
Bu da belgesi:
AS Partiye başarılar diliyoruz.
Vedat Kıdemli Başçavuşumuza ait soruşturma, tarafların hâkim önüne çıkmasına gerek duyulmadan, intiharından 14 ay 9 gün sonra sonuçlanmış.
Sonuç, intiharı için hiçbir belirgin unsura rastlanılamamış. Durup dururken intihar etmiş galiba.
Nerede kaldı yazar Selçuk İçer’e telefon edip de dert anlatmış olan “kişi”ler.
Demek ki onlar da yalanmış (!).
Zaten dünya yalan, anlatanlar yalan olsa ne yazar…