Asubay Tefrikası -5-
Erlikden Genelkurmay Başkanlığına
Makâlemizin başlığına bakıp da Bu hikâyenin okyanus ötesindeki Coni ordusuna filan ait olduğunu zannetmeyin!
* * * * *
Kaç kısım tutacağını bilemeden yazmaya başladığımız makâle silsilemizin Asubay Tefrikası -4-: Erlikden Harb Okulu Komutanlığına isimli dördüncü bölümünde;
* * * * *
”Subay subaydır, asubay asubaydır!” diyerek ufkunun genişliğini(!) gösderen Orgeneral Hulusi AKAR’a inat Osmanlı Ordusu erâtının hangi rütbelere ve hangi makâmlara kadar terfi edebildiklerini anlatacağımız Şu anda okuduğunuz Asubay Tefrikası -5-: Erlikden Genelkurmay Başkanlığına isimli beşinci bölümünde ise
* * * * *
Aynı Renkli Guşlar!
Aşağıda gördüğünüz şu iki resim arasındaki farkları umursamayın siz! Çünkü, Aynı renkli guşlar, aynı dala gonar! İşde, böyle bir benzerlik var ikisi arasında… Bu sayfaya dökdüğümüz kelimeleri okuyanlara bir iyilik edin! Kılık, kıyâfet; kaftan, kravat; saç, sakal, bıyık, tarak; sarık, mintan; ceket, cepken, gömlek sizlerin olsun da… Bu iki resim arasındaki biricik benzerliği deviyerin hele bi, yiğitler!
Bir ipucu vereyim size;
Cevâp yok mu? Bir ipucu daha vereyim! Bu iki er kişi;
Mâdemâki gene cevâp yok! Öyle ise bu makâlemizdeki kelimelerin izini takip edin! Bakalım, sizleri bugün nereye götürecek!
|
* * * * *
Genelkurmay Başkanlığının örünsayfasına bakınız. Târihce sayfasında, Türk Ordusunun kuruluş senesinin M.Ö 209 olduğu yazılıdır.
Yukarıdaki ekran görüntüsünü, 05 Şubat 2017 Pazar günü almış idim. Bu sayfada görünen târihcede, “Türk Ordusu M.Ö 209 senesinde kuruldu” diyorlar idi. Aşağıdaki ekran görüntüsünü ise 10 Ağustos 2017 Perşembe günü, yâni, bugün aldım. Yeni yazıldığı anlaşılan bu târihcede Genelkurmay Başkanlığımız, ağız değişdirmiş ve bu kez de şöyle demiş; “Türk Ordusu’nun M.Ö 209 senesinde kurulduğu kabul edilmektedir”
Üsdelik bu güncellemeyi de aşağıda sizin de gördüğünüz gibi, 10 Ağustos 2017 Perşembe günü, Bir başka ifâde ile bu makâlemizi yayınlamaya başladığımız gün yapmışlar…
Görünen o ki Türk Ordusunun M.Ö 209 senesinde kurulduğuna dâir olarak Genelkurmay Başkanlığımızda 2017 Şubat ayından sonra bir şüphe teessüs etmiş! Bu “ince balans” ayarını şimdilik bir kenara bırakalım! Demek ki ne imiş? Türk Ordusu, M.Ö 209 senesinde teşkil edilmiş… Genelkurmay Başkanı dediğiniz asker kişi harbde, ordunun başkomutanı olur!.. Başkomutansız ordu olamayacağına göre Genelkurmay Başkanlığımızın M.Ö 209 senesinde teşkil edildiğini söylediği ordumuzun, Başkomutanlık târihinin de M.Ö 209 senesinden başlaması gerekmez mi? Bu “ince mevzuyu” da şimdilik bir kenâra bırakalım… Bugün bizim derdimiz, deve değil! Bakalım, heybemizden bugün ne çıkacak, göreceğiz inşallah!
* * * * *
Genelkurmay Başkanlığımızın örün sayfasındaki “Genelkurmay Başkanları” isim lisdesinin, Mehmet İsmet İNÖNÜ ile 1920 senesinde başladığını görürsünüz. Târihden şan-şöhret, kahramânlık pâyesi kapışmak söz konusu olduğunda; “Zihin orgazmı” olup Osmanlı’ya sarılan bizim efendi beyaz subaylarımız, Her niyeyse Genelkurmay Başkanlığımızın târihini 1920 senesinden başlatmışlar. Peki, Aşağıdaki listeye göre ilk Genelkurmay Başkanı olan İNÖNÜ, hangi devletin zâbiti idi? Elbetde, Ordu-yu Osmânî’nin…
Mâdemâki Türk Ordusu M.Ö 209 senesinde kuruldu diyorsunuz, 1920 senesinden evvelki Genelkurmay Başkanları kimdir? Bu sayfada onların resimleri ve künyeleri niçin yok?
* * * * *
09 Nisan 2014, Çarşamba günü neşretdiğimiz aşağıdaki şu makâlemizde
Üsdelik, Zenci askerlerin Genelkurmay Başkanı olduğu o târihlerde, Coni eyâletlerinin bâzılarında, kölelik, hâlâ resmen devâm ediyor idi…
* * * * *
Evvel’den Ȃhire Işıltılı Yansımalar -5- isimli makâlemizde, 25 Ekim 2014 Cumartesi günü söyledik!
Sözünü etdiğimiz bu mesele, Daha şunun şurasında 20, 30 sene evvel meydâna gelmiş! Bizim ordumuzda böyle bir olayın meydana geldiğini bilmediğimiz için de Coni’ye öykünüp durmuşuz meğerse!.. Peki, Erlikden Orgeneralliğe terfi usûlünü Bu sünnetsiz Coniler, kimden öğrendi, dersiniz?
* * * * *
Hayât da sonsuzdur, tabiât da sonsuzdur, askerlik sanatı da sonsuzdur… İnsanoğlu var oldukca üçü de var olacak!.. İşde bu sebepden dolayı, bunların üçü de dâima gâlipden yanadır. Çünkü, hayâtın da tabiâtın da askerlik sanatının da kuralı basit ve mutlakdır; mağlup olan, yok olur! Dünyâda hiçbir millet, mağlup olanı sevmez! Fakat Türk milleti mağlup olanı, aynı zamânda, affetmez de! İşde, bu hakikâtin askerlik sanatına tabii bir yansıması olarak da Türk milleti; ast subay, kast subay, üst subay, zart subay, zurt subay tanımaz, bilmez, sevmez… Sünnetsiz gevurların “ böl ve yönet ” icâdıdır bunlar çünkü! Türk milletinin töresinde, subay vardır, er vardır… Asker deyince de aklına başka sınıflar, isimler gelmez! Tıpkı hayât gibi, tabiât gibi, askerlik sanatı gibi, Askerlikde terfi de sonsuzdur… Sonsuz olmak zorundadır! Çünkü, can alıp can veriyorsun bu ocakda…
Kara Harp Okuluna menşe teşkil eden “Mekteb-i Ulûm-i Harbiye”’yi de 1834 senesinde teşkil etdik.
Aynı cümleden olmak üzere gene bu târihlere kadar komutanlarımızın hemen hepsi alaylı idi. Erlikden terfili başkomutanlarımızın sevk ve idâre etdiği kara ve deniz ordularımız, Asırlar boyunca zaferden zaferlere koşdu. Üç kıtayı yurt edinen devletimizin yüzölçümü, 21 milyon kilometre kareye kadar genişledi. Fakat, şu tuhaflığa bakınız ki; Avrupa devletlerinden örnek aldığımız harp okullarının memleketimizde de açılması ile birlikde, Berrî ve bahrî ordularımız girdiği muharebelerde düşmân karşısında peşpeşe mağlub edilmeye başladı. Ve bu sözde ve şâibeli garblılaşma neticesinde bir şey daha oldu; Ordumuzda çok tehlikeli bir sınıflaşma ve kastlaşma başladı… Açdığımız her yeni mektep, kendine özgü yeni ve ayrı bir sınıf doğurdu! Sonsuz terfi esâsına göre tesis edip
Ve
Sömürgen batı gevurundan aldığımız bu sınıflaşma ve kastlaşma neticesinde tam anlamı ile çökmeye başladı. Sömürgen batı gevuru, kendinden olmayan milletleri sömürüyor idi. Sünnetsiz batı kafasına göre tâlim ve taallüm eden bizim beyaz subaylarımız da Kendi sınıfından olmayan vatan askerlerimizi sömürmeye başladı…
İşde, sırf bunu yapmak için de Dünyânın en günahkâr devleti olan İngiltere’nin tertiplediği “31 Mart Vak’ası“ ile “Bölücülük” anlamına gelen “irticâ” kelimesini, İngiliz muhibi ve hâin subaylarımız, 1909 senesinde ordumuzun içine sokdular… Üsdelik irticâ kelimesini bu mânâda ilk kullanan kişi de “İrticâ hareketi” olarak nitelediği 31 Mart Vak’asını basdıran Hareket Ordusunun Kurmay Başkanı olan Kolağası Mustafa Kemal (ATATÜRK)’in ta kendisi idi!
Ve
Ordumuzdaki bu sınıflaşmanın neticesi olarak yaşadığımız felâketlerdir. Garb sevici beyaz zâbitân heyetimizin tertiplediği bu iki darbenin birbirine ne kadar benzediğini de Vakdi geldiğinde fâş edeceğiz, inşallah.
* * * * *
Tedâvi maksadıyla gittiği Karlsbad’da Mustafa Kemâl, Milleti eğitmek konusunda 1918 senesinde hâtıra defterine şunları yazdı;
Ve Cumhuriyeti kurdukdan sonra da Birinci Cumhurbaşkanı ATATÜRK, Tahsil, taallüm, terbiye ve terfi konusunda Türk Milletini, “aynı dala gondurmak” isdedi. Ve dahi Eğitim konusundaki bu hedefini de şu sözleri ile bayraklaşdırdı; “Hayâtda en hakikî mürşid, ilimdir, fendir!” Türk milletini muasır medeniyetler seviyesinin de üsdüne yükseltmek için topyekûn bir eğitim seferberliği başlatdı. Lâkin, ATATÜRK’ün kıyâfetini giyip ATATÜRK’ün makâmına tüneyen subaylarımız; Kendileri, devletin parası ile üniversiterlerde beleşinden yüksek tahsil yapar iken Ordumuzun askerlerini kendi seviyelerine çıkartmak şöyle dursun, Kendi parası ile yüksek tahsil yapmak isdeyen asubaylara, üniversiteye gitmeyi yasakladı! Gevurun bile gevura yapmayacağı türden bu zulümler yetmezmiş gibi Bu vatanın evlatlarını subay, asubay, uzman erbaş, sözleşmeli er ve sâire isimler altında sınıflara böldü! Ve bu bölünmenin neticesinde, Bugüne kadar geçen son 100 senede mürteci subaylarımız; Türk Ordusuna tam 9 sınıf asker doğurtdu!
İşde, belgesi;
Tezgâhladıkları elvân türlü kânûnsuzluklar ile mürteci subaylarımız, Ordumuzda bilerek meydana getirdiği bölünme ile sınıflaşma ve cepheleşmeyi sürekli körükledi!.. Göbekden beslemeli batımeşrep subaylarımız; Üsdün ırk olduğu sapkınlığına düşen hıristiyan batının, Vahşi ve ilkel dediği doğu milletlerini sömürmek için Son 200 seneden beri tatbik etdiği “şarkiyât” siyâsetinin koçbaşı olarak Memleketimizdeki “Böl ve yönet” faaliyetinin gönüllü neferâtı oldular. Bu sömürgen, kemirgen ve böbürgen subaylarımızın vatanımıza ve ordumuza ihânetini bizzât gören ATATÜRK, 20 Temmuz 1922 Perşembe günü Ankara’da şöyle dedi;
“Kahramânı da hâini de çok olan bir milletiz.”
* * * * *
Ordumuzun terfi-yü tefeyyüz târihine kısa bir bakış atdıkdan sonra İmdi, teveccüh eyleyelim, şu bilgilere… * * * * *
* * * * *
* * * * *
* * * * *
Asubay mısın, Er misin? isimli makâlemizi neşretdiğimiz 10 Haziran 2016 Cuma günü; * * * * *
Sözün Belgesi!
* * * * *
Erlikden Terfili Genelkurmay Başkanları Yukarıdaki kitabın 37 ve 38’inci sayfalarında yer alan Ve aşağıdaki sayfalarda kırmızı çerçeve içinde gördüğünüz askerler; Ordu-yu Osmânî’ye “Er” olarak intisab etdikden sonra Harbiye mezûnu binlerce zâbitden daha üsdün, daha liyâkatli ve daha kâbiliyetli olduklarını isbatladılar. Ve Ordu-yu Osmânî’nin en yüksek rütbesi olan “Müşir” liğe kadar terfi etdiler. Ve dahi Serasker (Millî Savunma Bakanı/Genelkurmay Başkanı) makâmına tâyin edilmeyi başardılar.
* * * * *
* * * * *
Erlikden Genelkurmay Başkanlığına (Serasker) terfi eden bu erlerimizin kısa künyeleri de şöyle;
* * * * *
Şükrü IRBIK (E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
|
Evvelki bölümleri ve kısımları okumak için resimleri tıklayınız
|