İşde, gene çaldım kapını!..
Sırtını güneşe dönünce dünyâ, dünün bu deminde
Sarığına yüz sürmeden sıvışmak isdedim semtinden!
Cehd etdim, fakat ne çâre! Bir şey gelmedi elimden…
Tepdiğim her yol, senin rubâilerine getirdi beni…
İzin verirsen şâyet
Bir iki kelâm aşıracağım senden, ey Çadırcı; önce rûhun şâd olsun, sonra da haberin…
İki gün var ki şu dünyâda, bence ha var, ha yok! Daha gelmemiş gün, bir; geçmiş gün, iki… Öyleyse elimizde var bir gün… O da bugün!.. |
Üç nefeslik de ömrümüz var, şu âlemde;
Birincisini dün yudumladık!..
Yârınkini alacak mıyım, bilmiyorum!..
Elde kaldı biricik nefes; o da bugünkü!..
Gün bugündür deyip bize bahşetdiğin hakikâtleri
Ömrümüzün son nefesine kadar yazmak boynumuza borç oldu!..
Ne varsa kısmetde, o çıkacak kaşıkda, nasıl olsa!
Doğduğum gün alnıma yazdığını benim için bugün bozacak değilsin ya, Ey Çalap!..
Sevişiyorlar!
Hem de
Senenin her mevsiminde,
Mevsimin her ayında,
Ayın her gününde,
Günün her saatinde, her sâniyesinde; sevişebilen ve doğurabilen tek canlı türüyüz, vesselâm!..
Aha! İşde, mücâmaa ediyorlar!
Bıyıklarını süpürge edip de
Şarap ile abdest aldığın şu meyhânede daha dün
Diyen sen değil miydin, Hayyâm?
Sabaha karşı sevişen âşıkların iniltisi
Murâî softanın ezânından güzel!
Tırnaklarını köküne kadar geçirip yek diğerinin etine, azgın yılkı gibi inliyorlar şehvetin şâhikalarında…
Değil mi ki, hilkatın esbâb-ı mucibesi!
Gök kubbenin her köşe bucağında
Bulduğu hali yerde milyonlarca erkek-dişi
Tabiatın mutlak dâvetine icâbetle sarmaşık olmuşlar da şimdi
Alenen sevişiyorlar…
Sevişme, diyebilir misin?
Doğuruyorlar, doğuyorlar!..
Dünyâ denen şu dipsiz çark-ı feleğin her yerinde;
Çölde, kutupda, doğumevinde, kendi hânesinde, obada, yaylada, dağın eteğinde, bağın dibinde…
Ya da koca bir çınarın kavruk kovuğunda…
Dokuz otuz gün evvel sabahın seher deminde şehvetle inleyen binlerce, onbinlerce, yüzbinlerce kadın,
Şu anda ecel teri dökerken doğum sancısıyla kıvranıyor!
Yerin gök, göğün yer olduğu fırtınalı ve azgın denizlerde çekdiği çileleri unutdu ise denizciler!
Niye unutmasın ki, yarı ölüm demek olan doğum sancısını kadınlar?
Aha!.. İşde, bak!
Derin bir nefes aldıkdan sonra dişlerini can havli ile sıkıp da
Şedit bir ıkınış ile son bir kez daha rahimini öyle açdı ki! Görsen, dev bir gergedan ağzını açmış sanırsın! Bu kadar yüzbin gebe kadın, karnındaki yükden kurtulmak sevinciyle bebesine nefes verdi!..
Dokuz kere otuz günden beri etene içinde beslenip büyüdükden sonra sırasını bekleyen yeni canlar,
Yeni kader defterlerine aha şimdi, kayıt yapdırdılar…
Doğurma, doğma diyebilir misin?..
Ölüyorlar!
Kendini yele vermiş gazel misâli, düşüp karışarak kapkara toprağın soğuk bağrına üçer beşer…
Her sabah yeni bir gün doğarken,
Bir gün de eksilir ömürden;
Her şafak, bir hırsız gibidir
Elinde bir fenerle gelen.
İşde!..
Bir can daha avladı ecel avcısı, can pazarından az önce…
Bizim mahallenin softa müezzini bunu görünce;
Telâş ile tırmanıp hemen minârenin şerefesine
Yeni bir salâ daha vermeye başladı, o çatlak sesi ile…
Şu tepenin öte yüzündeki kabrisdanın kambur mezârcısı
Tütününü tütdürürken, işe yaradığının verdiği keyif ile
Yeni bir kabir daha kazmak için kolları çokdan sıvadı bile…
Ömrümüzün mutlak ve son evresi…
Ölüyorlar! Kimisi şehit, kimisi gâzi! Ekserisi de usûleten!..
O ecel çavuşu dikildi mi tepene
Bir yudum su iç bakalım, içebilirsen!
Sevinsek de sinsice, o canın öldüğüne,
Var mı düşmeyen, ecelin bu şaşmaz tuzağına?..
Seni de bekliyorlar ey fâni, bu sessizler diyârına!..
Doğum ile ölüm arasındaki bu eskimez fasılın ikinci evresindeyim kendimce! Dönüşü olmayan bir yolda mütemadiyen ilerliyorum. Şu an nefes aldığım muhakkak! Fakat bir sonrakini alacağım tam bir muammâ! Dilimdekileri son harfine kadar dökdükden sonra bineyim diyorum, imamın kayığına kendimce. Doğum dönemecini geride bırakalı epeyi olduğuna göre
Bildiklerimi, bulduklarımı, anladıklarımı söylemek için bugünden tezi yok!
Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır diyen senin peygamberin (s.a.s) değil mi?
Üsdelik,
Herkesi bildiğinden hesâba çekecek de sen değil misin?
Söylemez isem şâyet
Bildiklerimin hesâbını nasıl veririm sana, ya El Kerîm?
Dünden Bugüne Asubaylar
Bugünkü askerî mevzuâtımızda “Astsubay” olarak bize yutdurulan uyduruk asker sınıfı hakkında
Bugüne kadar yazılan kitap künyelerini şöyle tasnif edebiliriz;
1. Deniz Lisesi ve Harp Okulu Târih Öğretmeni (E) Dz. Bnb. Fevzi KURTOĞLU; Deniz Mektepleri Târihçesi, Birinci kitâp: 1929) (Büyük Erkânıharbiye IX. Deniz Şubesi), Deniz Matbaası, İstanbul-1931.
2. Deniz Lisesi ve Harp Okulu Târih Öğretmeni (E) Dz. Bnb. Fevzi KURTOĞLU; Deniz Mektepleri Târihçesi, (İkinci kitâp 1941): (Genelkurmay Başkanlığı IX. Deniz Şubesi), Deniz Matbaası, İstanbul-1941.
3. Kara Öğ.Yzb. Sadık TEKELİ; Küçük Zâbit Mektepleri (1909’dan Günümüze) Ankara Üniversitesi TİTE, Yüksek Lisans Tezi, Ankara-1987.
4. Deniz Astsubay Hazırlama Okulu Komutanlığı; 1890’dan 2003’e 113 Yıllık Şanlı Geçmişin Târihçesi, Deniz Astsubay Hazırlama Okulu Komutanlığı/Beylerbeyi, Deniz Basımevi, İstanbul-Nisan 2003.
5. EDOK Okullar Komutanlığı; Astsubay Okulları Târihi (Kara Kuvvetleri Astsubay Okulları 100 Yaşında), EDOK Okullar Komutanlığı Matbaası, Balıkesir-2009.
6. Deniz Radar Asubay Kıdemli Başçavuş Aydın KULAK; Vatanını Ast Seven Subaylar; “Assubaylar”, www.emekliassubaylar.org yayınları-1, e-baskı İzmir, Aralık- 2012.
7. Dr. Hava Asubay Kıdemli Başçavuş Osman Toprak; Bir Astsubayın Kalemininde Astsubaylığın Târihi, Birleşik Matbaacılık, birinci basım, İzmir-2013.
8. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı; 125’inci Yılında Deniz Astsubaylığı (1890’dan 2015’e) Deniz Basımevi Müdürlüğü, Pendik/İstanbul, Ekim –2015.
9. Kara Gâzi Asubay Başçavuş Oktay YILDIRIM; Astsubay Hakkında Herşey, Kaynak Yayınları, İstanbul-2016.
|
Mensûbu olduğumuz gayri meşrû asubaylık mesleğinin târihini bilmek ve tanıtmak bakımından bu kitaplar elbetde çok kıymetli ve önemlidir.
Bu yazarlarımız, kendi bildikleri kadarıyla
Ya da
Hep kendine yontan resmî subay fikriyâtının dayatdığı sınırlar içinde kalarak asubaylığın “resmî” târihini anlamaya, anlatmaya çalışdılar.
Gerek kuvvet komutanlıklarımızın sonsuz maddî imkânları ile âdet yerini bulsun diye yazdırılan subaylarımıza
Ve gerekse yazmak mârifetini, daha da mühimi cesâretini gösderen asubaylarımıza minnet borçluyuz.
Fakat bu kitapları tetkik etdiğimizde; yazarlarımızın ne yazık ki Genelkurmay Başkanlığı ve kuvvet komutanlıklarımızın çizdiği sınırlar içine sıkışıp kaldıklarını görüyoruz. Yalanlarla süslenmiş resmî târih kalıpları içinde bize birşeyler vermeye, hattâ daha açık bir deyiş ile dayatmaya çalışmışlar.
Vermek isdedikleri bilgi de aslında gerçekleri değil fakat taassuba gark olmuş ve infisâh etmiş subay zihniyetinin, bizim bilmemizi isdediği kadarıyla sınırlı… Bu tutumları ile yazarlarımız, havan dövücünün hınk deyicisi olmuşlar âdetâ! Bu sözümüzden dolayı sevip saydığımız bu meslekdaşlarımız bize gönül koymasınlar. Bu makâle tefrikamızda ortaya çıkartacağımız hakikâtlerden sonra bize hak verecekler.
Kaç kısım tutacağını şu anda bilemediğim bu “Asubay Tefrikasında”,
Veya reddiye,
Veya teşhir, tenkid…
Nasıl tesmiye ederseniz, edin!..
Kitapsız yazar ben Şükrü IRBIK,
Asubay denilen asker sınıfının “yalanlar târihini” yazacağım, inşallah. Biz bugün burada, Genelkurmay Başkanlığı, M.S.B ve hele de kuvvet komutanlıklarımızın bugüne kadar tertipleyip bizlere pazarladığı yalan-dolan asubaylık târihindeki mevcut bilgilerin çok çok ötesine geçeceğiz.
Sâdece kendi menfaatine kilitlenmiş köhne ve kokuşmuş subay zihniyetinin;
Ya da
Ya da
belgeleriyle birlikde ilk defâ olmak üzere gün ışığına çıkartacağız, evvel Allah. |
Bugün Asubay dediğimiz asker kişileri;
Karanlık suratlı insanlar bugüne kadar peydahladığı karanlık mevzûât ile karanlıklarda boğdular!
Fakat biz bu tefrikamızda evvel Allah,
O karanlık suratlı insanları ve karanlık mevzûâtını
Ortaya dökeceğimiz hakikâtlerin aydınlığı ile boğacağız!
Öyle ise, haydi arabacı;
Atları hızlı sür ki
Asubaylar Tefrikasında fâş edeceğim belgeler ile;
Ve dahi
|
Asubay Tefrikası isimli bu makâleler silsilesinin her bir bölümünde
Aşağıda gördüğünüz şu hakikâtlerden birisi ile yüzleşeceğiz;
1. Kahraman Asubaylarımızın “İhtiyâçlar Silsilesi”ndeki perişân hâli nedir? 2. Asubayların “kandırılmaya doymayan asker kişiler” olduğunu göreceğiz. 3. Kara Harp Okulunun ilk komutanı kim idi? 4. Coni’de var imiş, öğrendik! Peki bizim ordumuzun ilk Genelkurmay Başkanları (Serasker) kimler idi? 5. Türkiye Cumhuriyet Ordusunun “ucuza mâl olan askerleri” kimlerdir? 6. Ordumuzun yekpâre asker yapısını Genelkurmay Başkanlığının oluruyla kim tahrif ve tebdil etdi? 7. Zottirik Kenân şöyle demiş idi; “Başçavuş, benim teğmenimden fazla maaş alamaz!” Peki, bu tâlimatı Zottirik Kenân kimden duydu? 8. 1927 senesinde değnek ile darp edilip prangabent vurularak cezâlandırılan askerler kimler idi? 9. Tam 50 sene boyunca rütbesi “kânûnsuz olarak” geri alınan askerler kimlerdir? 10. Biz Asubaylar, OYAK’ın dâimî üyesiyiz ve aidat ödüyoruz, çünkü kânunu var. Yönetim ve denetleme kurullarında da vazife alıyoruz. Peki, bunun kânunu var mı? 11. “Nev’i şahsına münhasır askerler” kimdir? Kimlere tampon diyorlar?, Bölüğün anası kimdir? 12. Muvakkat ve mükellef (Nizâmiye) asker sınıfı olarak teşkil edilen ordumuzdaki “Küçük Zâbit” ve “Gedikli küçük Zâbitlik” zamân içinde “muvazzaf” sınıfa nasıl da sinsice tahvil edildi? 13. Türk Ordusunda; a. 1909’da zamânın Harbiye Nâzırı Şevket Paşa, mezûn etdiği ilk Küçük Zâbitlere şu sözü verdi; “Evlatlarım! Sizleri zâbitliğe terfi ettireceğiz!” Etdirdi mi? b. 1951 senesinde Başbakan Adnan MENDERES de Asubaylara şu sözü verdi; “Astsubayları, Subaylığa terfi ettireceğiz!” Etdirdi mi? 14. 1826, 1839 ve 1870 senelerinde tek sınıf (muvazzaf zâbit) olarak teşkil edilen Türk ordusu; a. 1890: Bahriye ordumuzda “Gedikli” sınıfı teşkil edilerek, b. 1909: İngiltere’nin tertiplediği 31 Mart Vak’ası bahâne edilerek kara ordumuzda “Küçük Zâbitân” sınıfının teşkil edilmesi ile, c. 1915: Bahriye ordumuzda “Bahriye Gedikli Zâbitân” sınıfının ikinci defâ teşkil edilmesi ile, ç. 1925: “Küçük Zâbitân” sınıfının kara ordumuzda ikinci defâ teşkil edilmesi ile, d. 1927: “Gedikli Küçük Zâbitânlığın” bütün kuvvetlere teşmil edilmesi ile, e. 1952: Devletimizin NATO’ya üye olması ile birlikde ordumuzun yekvücud askerleri Conisever şerefsiz subaylarımız mârifetiyle nasıl da parçalara bölündü? 15. Donanma-yı Hümâyûn’da “gedikli” sınıfını; Orduyu Osmanî’de “küçük zâbit” ve “pilot” sınıflarını kimler, ne zamân, hangi sinsi ve nâmerd maksat ile tertip ve teşkil etdi? 16. Bugünkü mevzuâtımıza göre “Astsubay” olarak bildiğimiz askerleri kim, ne zamân ve nasıl “Devlet memuru” kabul ve ilân etdi? 17. Dininin ilk emri “Oku!” olan peygamber ocağı ordumuzda “okumayı cezâlandıran” kânun olabilir mi? Evet, olabildi!.. Peki, “okumayı cezâlandıran” kânunu ordumuzda ne zamân ve kimler tezgâhladı?.. 18. İt ite buyursun, it de kuyruğuna; Coni ordusu ve bizim ordumuzdaki “emir-gomuta zencirinin” bugünkü rezil durumu nedir? 19. Astsubay dediğimiz biz uyduruk askerleri esir kampında nasıl bir muamele bekliyor? 20. Devletimizin imzâ atıp taraf olduğu milletlerarası andlaşma ve sözleşmeye göre ordumuz Asubaylarının bugünkü hukûkî durumu nedir? 21. Anayasamıza göre ordumuz Asubaylarının hukûkî durumu nedir? 22. Resimin tamâmını ortaya çıkartdıkdan sonra bir tek suâl soracağız; Öyle ise ne yapmalı?
|
1951 senesinde tezgâhlanan
Ve cârî mevzuâtımıza göre “Astsubay” dediğimiz asker kişilerin ordumuzdaki yeri ve önemi
Şu yarım cümle ile özetlenebilir; oturanlar ve ayakda selâm duranlar!
Ya da
Ve dahi
|
|
Aşağıda gördüğünüz resimi
Bando Astsubay Meslek Yüksek Okulu örütbağ sayfasından bir iki gün evvel aldım.
O zamânki ismi Askerî Mızıka Astsubay Hazırlama Okulu olan mektebde
1952 senesinde icrâ edilen mezûniyet merâsiminden…
Manzara gene aynı;
|
1935 senesinde Birinci Cumhurbaşkanı Mustafa Kemâl ATATÜRK,
Türk gencine şu emri verdi;
Yüksel, Türk! Senin için yüksekliğin hududu yoktur!
Fakat
1951 senesinde gayri meşrû olarak teşkil edilen “Astsubay” sınıfı,
Kaybetdiği hakları bir yana
Hukûkda, tekâmülde, terfi ve tefeyyüzde
Bugüne kadar geçip giden 66 senede bir arpa boyu dahi yol alamadı…
Çünkü hakkımızı istediğimiz gomutanlar,
Oturdukları yerden gıçlarını galdıramadı…
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.