Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) yoluyla pek çok Arap Ülkesi iç kargaşa içine sürüklenmiş, ülke kaynakları el değiştirmiş, değişik adlar altında örgütlenen ve İslami ad alan örgütler insanlıkla ve İslami değerlerle örtüşmeyen saldırı ve tecavüzlerine hâlihazırda devam etmekte. İnsanlığa indirmiş oldukları her darbede “Allah-ü Ekber” diyerek, iğrenç eylemlerini Allah için yaptıklarını göstermeye çalışmaktalar.
İslam adını kullanarak insanlığa yakışmayan her türlü hareketi özgürce sergileyen bu terör örgütlerini 29 Eylül 2013 tarihli köşe yazısında “Hayvanlar…” başlığı altında ele alan Cumhuriyet Gazetesi yazarı Bekir Coşkun yazısını “Sana ‘hayvan’ diyemem… Olamazsın da…” diyerek bitirmiş.
Bu “hayvan” dahi denilemeyecek yaratıkların kimin projesine hizmet ettikleri aşikâr.
Bu türden yaratıkların vaktiyle Türklere yaptıklarını “Araplar ve Türkler” başlığı altında ele almıştık.
Tarihe baktığımızda, başka milletleri sömürge altına almada dinin bir araç olarak kullanıldığını görüyoruz.
Osmanlı İmparatorluğu tarafından Hindistan’a geçiş yolu kapanan altın düşkünü Avrupalı İspanyolların, üzerinde pek çok kültürden insan yaşayan koskoca Amerika Kıtası’nı sözde din yayma amacıyla Portekizlerle birlikte işgal ederek, işgali yeni bir keşif gibi duyurmaları tam bir sahtekârlık örneğidir.
Sömürmek amacıyla işgal ettikleri kıtaya ‘’Yeni Dünya’’ adını veren İspanyolların, işgal altına aldıkları İknalara, Ayteklere, Kızılderililere ‘’size İncil’i tebliğ etmeye geldik’’, demelerinin yanı sıra, Hıristiyanlığı kabul edenlerin “ateş yerine, asılarak” ölmelerine karar vermeleri insanlık adına utanç vericidir. İnsani değerlerin bir bütünü olan ahlâki değerlerden yoksun Batılıların, kendinden olmayan insanlara yaptıklarının insanlıkla alakası olabilir mi?
İspanyollar ve Portekizlilerin işgalleri nedeniyle çok ileri bir medeniyet olan İnka ve Maya’ların yok edilmesi, Kızılderili’lerin katli, Aztek’lerin yok edilmesi, Hispaniola adasında yaşayan 300 bin insanın kökten yok edilmesi, insanların maden ocaklarında köle olarak çalıştırılması, bugün bize medeniyet dersi vermeye kalkışan Avrupalıların marifetlerinden sadece birkaçı…
Batılıların her hareketinde: ‘’Uygar ve Hıristiyan olan insanlar, dinsiz ve barbar olan insanlara karşı her zaman haklıdırlar’’ dogmasını görmekteyiz.(1)
Yeni yerler işgal etmek için dini yayma amacı güdülse de, işgal edilecek yerlerde yerli işbirlikçi gerekli!
Amerika Kıtası’nı işgallerinin üzerinden yüzyıllar geçmesine rağmen, Avrupalıların ülke işgal etme ezberlerinde hiçbir değişiklik yok! O zaman da şimdi de aynı yolu izleyerek, işgal etmek istedikleri yerlerde ”yerli işbirlikçiler” kullandıklarını görüyoruz.
Türkiye’de PKK’yı destekleyenler, AB-D’nin ”yerli işbirlikçileri”nin ilk sıralarında yer almaktayken, Irak’ta Barzani ve Talabani başta olmak üzere, Irak’ta yaşayan pek çok Hıristiyan ve Yahudi azınlık, işgalci ülkelerin ”yerli işbirlikçi’‘si konumunda olarak işgalcilere büyük destekler vermiş ve halen de desteklerini esirgememektedirler.
AB-D’nın sömürge anlayışı böyle. Din adıyla hareket ederler, işgal etmek istedikleri yerlerde yandaş bulurlar ve sömürmeye başlarlar…
Ya Araplar?
Acaba Araplar başka milletlere nasıl davranmışlar!
Adeta gizemli bir konu, pek üzerinde durulmuyor. Nedense derslerde anlatılmıyor, okutulmuyor. Belki de karşı devrimcilerce, konunun bilinmesi istenmemekte.
Milletlerin din değiştirmesi kolay bir iş mi?
Türkler nasıl Müslüman oldu? Sorusu ile Araplar arasındaki bağlantıyı ortaya koyan pek çok kitap yazılmış. Kimi bilim insanı Türklerin İranlılarla olan kültürel etkileşimini öne çıkarırken; kimisi tek tanrılı bir dini inanç olan Şamanizm inancının, Müslüman olmamızda etkili olduğunu dile getirmiş, kimisi de savaşlar, silah zoruyla din değiştirildiğini ortaya koymuş. Değişikliğin nasıl olduğuna karar verecek olan insanın özgür iradesi.
Tarihe baktığımızda milletlerin, devletlerin davranışlarında bazı benzerliklerin olduğunu görmekteyiz. Temel benzerlikler olarak; boşalan hazinenin doldurulması, yeni toprak elde etme, dünyaya hükmetme, duygu ve düşüncesinin belirgin benzerlik olduğunu görmekteyiz. İslâm dini, kız çocuklarının öldürüldüğü, kadının hukukunun olmadığı, putlara tapıldığı, büyücülere inanıldığı Arap âleminde ortaya çıktığına göre Arapların siyaseti, kültürü, dünyaya bakışı incelenmeli…
Devam edecek…
04.05.2007
Orhan Kaya
(1): Prof.Dr. Cihan Dura, Sömürgeleşen Türkiye (2.Basım, İleri Yayınları, İstanbul, Ekim 2004,) Sa.46
(2): Prof. Dr. Sina Akşin, Yakın Tarihimizi Sorgulamak (Arkadaş Yayınevi, Ankara,2006) Sa.135
İnsanların kendi yaptığı eşyalara taptığı, kız çocuklarının öldürüldüğü, her türlü sapkın düşüncelerin yaşandığı bir dönemde Yüce Allah, aynı zamanda son peygamber olduğu bildirilen Hz. Muhammed (s.a.v.)e 610 yılının Ramazan ayından başlayarak 23 yıl boyunca vahiy yolu ile Kur’an-ı Kerim’i tebliğ eder.
Sevgiyi, saygıyı, hoşgörüyü, güzel ahlâkı esas edinmiş olan İslâm dini incelendiğinde bugünkü demokratik yaşamın izlerini görmekteyiz. Yaygın olarak bilinen: ‘’ Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O halde kim tâğûtu tanımayıp Allah’a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.’’ şeklinde Kur-an-ı Kerim’in Bakara Sûresi’nin 256. Ayeti’nde geçen “Dinde zorlama yoktur” ibaresi günümüz demokrasinin de olmazsa olmazlarındandır.
İslâm dini Hz. Muhammed (s.a.v.)in zamanında gönüllere girilerek yayılmıştır, denilebilir. Hz. Hz. Muhammed (s.a.v.)in katıldığı savaşların hiçbirinin din yaymak amaçlı olmadığını savaş sebeplerinden anlamaktayız.
Bedir Savaşı: Müşriklerin Müslümanlara ait develeri otlaklardan alması ve düşmanca tavırları nedeniyle 624 yılında savaş çıkmıştır. Müslümanlar 300, Müşrikler 1000 kişi. Savaş sonunda Müslümanlar galip gelir.
Uhud Savaşı: Bedir Savaşı’nda yenilgiye uğrayan müşrikler 625 yılında, 3000 kişilik kuvvetle Mekke’den yola çıkarak Uhud dağında karargâhını kurar. Buna karşılık Hz. Muhammet (s.a.v.)’in 1000 kişi ile yola çıktığı ordusunun sayısı yolda ayrılan 300 münafıktan sonra 700 kişiye düşmüş olarak Uhut Dağı’nda savaş düzenine girer. İlk başta kazanılmış olan savaş, okçuların yerlerinden erken ayrılması, düşmanın bıraktığı ganimetlerin toplanmasına girişilmesi ve kaçmakta olan düşmanın bunu fark ederek geri dönmesi sonucunda galip gelen düşman, Müslümanların tekrar toparlanması ile istediği sonucu alamadan Uhud’dan çekilir.
Hendek Savaşı: Yahudilerin Hz. Muhammet (s.a.v.) ile yapmış oldukları anlaşmayı bozarak Müslümanları rahatsız etmeleri, Mekke’ye giderek Müşriklerle anlaşıp 10 bin kişilik ordu ile Müslümanlara saldırmak amacıyla 626 yılında Medine üzerine harekete geçerler. Bunu haber alan Hz. Muhammed (s.a.v.) Medine’nin etrafına 6 gün içerisinde hendek kazdırır. Düşman 27 gün boyunca hendeği aşıp Müslümanlara ulaşamaz. Kuşatmanın son gününde düşman tarafında meydana gelen fırtınanın askerler üzerinde etkili olması neticesinde düşman kuvvetleri geri çekilir.
Hayber’in Fethi: Suriye yolu üzerinde bulunan Hayber’de yedi kalede yaşayan Yahudiler Medine’den sürülen Yahudilerle bir olarak 628 yılında Medine’ye saldırmaya karar verirler. Bunun üzerine çıkan savaşta Yahudiler yenilgiye uğrarlar.
Mekke’nin Fethi: Huteybiye antlaşmasını tek taraflı olarak bozan Mekkelilere, 10 bin kişilik kuvveti ile saldırıya geçen Peygamberimiz (s.a.v.) kan dökmeden, silahlı çatışmaya girmeden Mekke’yi teslim alarak Kâbe’yi putlardan temizler ve Hucurat suresinin 13. ayetini okur: ‘’Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Tanışasınız diye sizi milletlere, kabilelere ayırdık. Sizin Allah katında en şerefliniz, O’ndan en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah bilir ve işitir.’’
Huneyn Savaşı: Mekke yakınlarında bulunan Havazin Kabilesi Mekke’den sonra kendi putlarının da kaldırılacağını düşünerek 630 yılında 20 bin kişilik ordu ile Müslümanlarla savaşmaya karar veriyorlar. 12 bin kişilik ordu ile düşmana karşı giden Hz. Muhammed Huseyn savaşından galip olarak çıkmıştır.
Tebuk Seferi: İslam dinin yayılmasına engel olmak isteyen Hıristiyan Araplarla, Bizans imparatorluğu Mekke’ye savaş hazırlığı başlattılar. Bunun üzerine 30 bin kişilik ordusu ile Medine’den yola çıkan Hz. Muhammed (s.a.v.) Tebuk’e gelir. Düşmanın savaşmaktan kaçınarak kendilerini kalelerine kapatmaları üzerine, savaş yapmaya gerek kalmadan Medine’ye geri dönülür.
Hz. Muhammed’in hiçbir devlete, ırka durduk yere savaş ilan ettiği söylenemez.
Ancak Hz. Muhammet (s.a.v.)’in vefatından sonra Müslümanları yöneten halifelerin aynı yolu izlemediklerini görmekteyiz.
Hz.Muhammed’in vefatından sonra İslâmiyet ile bağları zayıf olan aşiretler, kendi inançlarını yaşamaya başlar. Aşiretlerin zekâtlarını vermemeleri üzerine, Halife Ebubekir, Halid bin Velid aracılığı ile 632 yılından itibaren Medine’ye baskıya başlar.
Ebubekir döneminde Irak ve Suriye’ye fethe çıkan Halid bin Velid, Halife Ömer döneminde de İran’a saldırılar düzenler (Dura, s.81).
İslâm dinini öne sürerek yayılmacı bir politika izleyen Araplar, nihayet Türklerin yaşadığı Ceyhun nehrine gelmiştir. Burada bulunan Aşağı Türkistan ekonomik yönden zengin ve kalkınmış bir ülke olarak Arapların iştahını kabartmakta.
Horasan işgal edilerek 50 bin Arap buraya yerleştirilir.
Bu sırada, birbirleriyle savaş halinde olan Türklerin durumundan istifade eden Muvayene’nin Horasan valisi Ubeydullah bin Ziyad, 673 yılında 24 bin kişilik ordusuyla Ceyhun’u geçer ve Buhara’yı kuşatır.
Buhara’yı yöneten Kıbaç Hatun (dünya tarihinde bilinen ilk kadın yönetici) Türk beyliklerinden yardım almadan Arapların ilk saldırısını geri püskürtse de ikinci saldırılarında anlaşma yapmak zorunda kalır. Anlaşma gereğince Arapların, Türk boylarına yapacağı saldırılarda Kıbaç Hatun karşılarına çıkmamak üzere Türk gençlerini Araplara rehine olarak verecektir (Dura, s. 83).
Buhara’dan sonra Halife Osman’ın oğlu Said, Semerkant’ı ele geçirir, yağmalar ve oradan 30 bin Türk gencini tutsak ederek, köle pazarlarında satılmak üzere Horasan’a götürür. Kıpçak Hatun’dan esir alınan Türk gençleri Said’i öldürürler. Ancak gençleri, etrafı Araplarca çevrilmiş olan dağda açlıktan ölüm beklemektedir.
Halife Abdulmelik (685-705) döneminde ise ‘’Araplaştırma / Müslümanlaştırma’’ politikası başlatılır (Dura, s. 84)
Baykent’in sömürgeleştirilmesi, zorla İslamlaştırılması, idari kadroların Araplara verilmesi, ticaret için Çin’e gitmiş olan baba veya kocalar evlerine döndüklerinde, kız çocuğunun veya eşinin para karşılığı baba veya kocaya satılması, kesik Türk kafasını getirene yüz dirhem altın verilmesi, on binlerce Türk’ün köleleştirilmesi, her Türk’ün evini Araplarla paylaşması… Kuteybe’nin olaylarından bir kaçı. (Dura s. 86:89)
Bir zamanlar Arapların Türklere yaptıkları ile İspanyolların, Portekizlilerin, sömürge haline getirdikleri yerlerin insanlarına uyguladıkları zulümler, katliamlar, köle ticaretleri arasındaki temel hareket noktası ‘’din yayma’’ konusunda birleşiyor.
Amerika’yı işgal eden İspanyolların rahibi Valverde de, elinde İncil, İnkaların imparatoru Atahualp’a ‘’ İspanyolların gelişlerinin tek nedeninin İnka halkını dine döndürmek olduğu’’nu söyler (Dura, s.65).
Kurtuluş savaşında Osmanlı Halifesinin buyruğunu dikkate almayan Arapların günümüzde Türk insanına ne derece yakınlık duyduğu ve samimi olduğunu tarihe bakarak değerlendirmek gereklidir.
Dünya çapında belli insanların kontrolünde sosyal yönü zayıf, ulus-devlet karşıtı küreselleşme (globalleşme) politikalarını uygulayarak, Türk insanının elinde avucunda ne varsa Araplara veya başka ulus ötesi şirketlere satılması bizlere hiçbir şey kazandırmayacaktır…
Küreselleşme nedeniyle insanların her geçen gün daha da yoksullaştığı görmezden gelinmemelidir.
30.05.2007
Orhan Kaya
Prof.Dr. Cihan Dura, Sömürgeleşen Türkiye, 2.Basım, İleri Yayınları, İstanbul, Ekim 2004