Geçen gün, Harbiye Askeri Müze’de sergilenen “Görmezden Gelmeyelim, Tarih Öncesinden Günümüze Şizofreni” adlı etkinliğe katıldım. Edindiğim izlenimleri ve konu hakkındaki fikirlerimi, sizlerle de paylaşmak istedim.
Bilim dünyası, şizofreninin öyküsünü MÖ 5000’lere kadar araştırmış ve bu hastalığın ilk izlerine o dönemlerde rastlamıştır. O dönemde, şizofrenik özellikler gösteren kişilere trepanasyon olarak adlandırılan bir yöntemle müdahale edilmiştir. Kafatasının mevcut imkanlarla delinerek yapıldığı bu ameliyat biçimi, aynı zamanda yeryüzünün ilk ameliyatlarından olma özelliğini de taşır. Beynin içindeki kötülükleri temizlemeyi amaçlayan bu ameliyat, kişilerin hemen hemen tamamının hayatını kaybetmesine yol açmıştır.
Dünyada ilk akıl hastanesi 765 yılında Bağdat’ta açılmış, Batı ise, ilk akıl hastanesini ancak 1247’de Londra’da açabilmiştir. Anadolu topraklarında bu konudaki bilinen ilk girişime, bugünün Kayserisi’nde o zamanın hüküm süren devleti Selçuklular döneminde, Gevher Nesibe Şifaiyyesi adıyla rastlanmaktadır. 1204-1214 yılları arasında 1. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından yaptırılan şifahanenin öyküsü de iç acıtıcıdır. Keyhüsrev’in kız kardeşi olan Gevher Nesibe, başsipahiye aşık olunca, bunun önüne geçmek isteyen ağabey Keyhüsrev, başsipahiyi savaşa göndererek ölümünü arzulamış ve bunda başarılı olmuş, bunun üzerine ağır hasta olan kız kardeşi de, ölmeden önce kendisinden vasiyet olarak böyle bir şifa merkezi talebinde bulunmuş. Böylece, bizim topraklarımızdaki ilk modern şifahane bir kara sevdanın eseri olarak ortaya çıkmış. Hiyerarşik düzenin izin vermediği evlilik, dünyanın ilk tıp fakültesi kabul edilen Gevher Nesibe Şifaiyyesi’nin oluşmasını sağlamış.
Londra’da 1247’de açıldığını yazdığım ilk hastane ise, Bethlehem Royal adını taşımaktadır. Biliyorsunuz, o yüzyıllar Batı’nın karanlık dönemi olarak adlandırılır. Bethlehem Royal’e yatırılan hastalar, diğer insanların ziyaretine açılarak adeta sirk hayvanı muamelesi görmüş, itilip kakılarak alay konusu olmuşlar. Bu akıl dışı tutumlara ilişkin, günümüze kadar gelen en esaslı belgelerden biri de, 1636-1683 yılları arasında yaşayan James Carkesse’nin 1679’da yayımlamayı başardığı Lucida Intervalla adlı şiir kitabıdır.
Doğu’nun moderniteyi temsil ettiği, Batı’nın karanlık çağlardan geçtiği o çağlar sürdürülebilse, şimdi çok farklı noktalarda olurmuşuz. 13. yüzyılda Batı’nın yaptığı hastaları bir sirk hayvanı gibi izletme hatasını, Osmanlı döneminde 16. yüzyılda görüyoruz. Süleymaniye Bimarhanesi olarak açılıp hizmet veren büyük külliyede, akıl hastaları atlarla aynı ortamda tutulup tedavi gördüğünden, atların tımar edilmesi durumundan yola çıkılarak akıl hastanelerine tımarhane deme yanlışlığı ta o zamanlara dayanmaktadır. Oysa bimar kelime anlamı olarak “hasta, mariz, alil” anlamını taşır, yani, bimarhane bugünün hastanesidir. Ne yazık ki, hata bununla kalmamış, biz de hastalarımıza sirk hayvanı muamelesi yapmışız. Zaten bimarhanenin kadrosunda hekim, imam, güllabinin yanı sıra, falakacıbaşı da mevcuttur.
980-1037 yılları arasında yaşayan, Batı’nın Avicenna adıyla hitap ettiği İbn-i Sina’ların izi iyi sürülebilse, böyle mi olurdu? Eski çağlarda moderniteyi temsil eden Doğu, bugün Batı’nın çağdaşlığı, insan hakları, demokrasi gibi kavramları karşısında çok gerilerde kalmışsa, bunun araştırılması ve gerekçelendirilmesi gerekmez mi?
Şizofreni dediğimizde akla ilk gelen isim, dünyaca ünlü Matematik Profesörü John Nash’tir. 23 Mayıs 2015’te bir trafik kazasıyla hayata veda eden Nash, 30’lu yaşlarında başlayan şizofreni sorunuyla kendi aklını kullanarak baş edebilmiş ve onu yenmiştir. Russell Crowe’un kendisini canlandırdığı Akıl Oyunları (A Beautiful Mind) filmi, bir sinema başyapıtı olarak hafızalara kazınmıştır.
Bugün halen şizofreni konusunda %100 başarı sağlayamayan tıp dünyası için, 1994’te Nobel Ekonomi Ödülü’nü kazanan Nash en büyük umuttur. Uygun tedaviyle toplum içinde bağımsız bir şekilde hayatlarını sürdürebilecek insanlar olan şizofreni hastaları, toplumdan durumlarına anlayış beklemektedir. Bu konuda hizmet ve önderlikleri olan Raşit Tahsin Tuğsavul, Fahrettin Kerim Gökay ve Mazhar Osman gibi bizim yakın tarih değerlerimizi de anarak, tüm şizofreni hastalarına şifa diliyorum.
Saygılarımla…
Geçen gün, Harbiye Askeri Müze’de sergilenen “Görmezden Gelmeyelim, Tarih Öncesinden Günümüze Şizofreni” adlı etkinliğe katıldım. Edindiğim izlenimleri ve konu hakkındaki fikirlerimi, sizlerle de paylaşmak istedim.
Bilim dünyası, şizofreninin öyküsünü MÖ 5000’lere kadar araştırmış ve bu hastalığın ilk izlerine o dönemlerde rastlamıştır. O dönemde, şizofrenik özellikler gösteren kişilere trepanasyon olarak adlandırılan bir yöntemle müdahale edilmiştir. Kafatasının mevcut imkanlarla delinerek yapıldığı bu ameliyat biçimi, aynı zamanda yeryüzünün ilk ameliyatlarından olma özelliğini de taşır. Beynin içindeki kötülükleri temizlemeyi amaçlayan bu ameliyat, kişilerin hemen hemen tamamının hayatını kaybetmesine yol açmıştır.
Dünyada ilk akıl hastanesi 765 yılında Bağdat’ta açılmış, Batı ise, ilk akıl hastanesini ancak 1247’de Londra’da açabilmiştir. Anadolu topraklarında bu konudaki bilinen ilk girişime, bugünün Kayserisi’nde o zamanın hüküm süren devleti Selçuklular döneminde, Gevher Nesibe Şifaiyyesi adıyla rastlanmaktadır. 1204-1214 yılları arasında 1. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından yaptırılan şifahanenin öyküsü de iç acıtıcıdır. Keyhüsrev’in kız kardeşi olan Gevher Nesibe, başsipahiye aşık olunca, bunun önüne geçmek isteyen ağabey Keyhüsrev, başsipahiyi savaşa göndererek ölümünü arzulamış ve bunda başarılı olmuş, bunun üzerine ağır hasta olan kız kardeşi de, ölmeden önce kendisinden vasiyet olarak böyle bir şifa merkezi talebinde bulunmuş. Böylece, bizim topraklarımızdaki ilk modern şifahane bir kara sevdanın eseri olarak ortaya çıkmış. Hiyerarşik düzenin izin vermediği evlilik, dünyanın ilk tıp fakültesi kabul edilen Gevher Nesibe Şifaiyyesi’nin oluşmasını sağlamış.
Londra’da 1247’de açıldığını yazdığım ilk hastane ise, Bethlehem Royal adını taşımaktadır. Biliyorsunuz, o yüzyıllar Batı’nın karanlık dönemi olarak adlandırılır. Bethlehem Royal’e yatırılan hastalar, diğer insanların ziyaretine açılarak adeta sirk hayvanı muamelesi görmüş, itilip kakılarak alay konusu olmuşlar. Bu akıl dışı tutumlara ilişkin, günümüze kadar gelen en esaslı belgelerden biri de, 1636-1683 yılları arasında yaşayan James Carkesse’nin 1679’da yayımlamayı başardığı Lucida Intervalla adlı şiir kitabıdır.
Doğu’nun moderniteyi temsil ettiği, Batı’nın karanlık çağlardan geçtiği o çağlar sürdürülebilse, şimdi çok farklı noktalarda olurmuşuz. 13. yüzyılda Batı’nın yaptığı hastaları bir sirk hayvanı gibi izletme hatasını, Osmanlı döneminde 16. yüzyılda görüyoruz. Süleymaniye Bimarhanesi olarak açılıp hizmet veren büyük külliyede, akıl hastaları atlarla aynı ortamda tutulup tedavi gördüğünden, atların tımar edilmesi durumundan yola çıkılarak akıl hastanelerine tımarhane deme yanlışlığı ta o zamanlara dayanmaktadır. Oysa bimar kelime anlamı olarak “hasta, mariz, alil” anlamını taşır, yani, bimarhane bugünün hastanesidir. Ne yazık ki, hata bununla kalmamış, biz de hastalarımıza sirk hayvanı muamelesi yapmışız. Zaten bimarhanenin kadrosunda hekim, imam, güllabinin yanı sıra, falakacıbaşı da mevcuttur.
980-1037 yılları arasında yaşayan, Batı’nın Avicenna adıyla hitap ettiği İbn-i Sina’ların izi iyi sürülebilse, böyle mi olurdu? Eski çağlarda moderniteyi temsil eden Doğu, bugün Batı’nın çağdaşlığı, insan hakları, demokrasi gibi kavramları karşısında çok gerilerde kalmışsa, bunun araştırılması ve gerekçelendirilmesi gerekmez mi?
Şizofreni dediğimizde akla ilk gelen isim, dünyaca ünlü Matematik Profesörü John Nash’tir. 23 Mayıs 2015’te bir trafik kazasıyla hayata veda eden Nash, 30’lu yaşlarında başlayan şizofreni sorunuyla kendi aklını kullanarak baş edebilmiş ve onu yenmiştir. Russell Crowe’un kendisini canlandırdığı Akıl Oyunları (A Beautiful Mind) filmi, bir sinema başyapıtı olarak hafızalara kazınmıştır.
Bugün halen şizofreni konusunda %100 başarı sağlayamayan tıp dünyası için, 1994’te Nobel Ekonomi Ödülü’nü kazanan Nash en büyük umuttur. Uygun tedaviyle toplum içinde bağımsız bir şekilde hayatlarını sürdürebilecek insanlar olan şizofreni hastaları, toplumdan durumlarına anlayış beklemektedir. Bu konuda hizmet ve önderlikleri olan Raşit Tahsin Tuğsavul, Fahrettin Kerim Gökay ve Mazhar Osman gibi bizim yakın tarih değerlerimizi de anarak, tüm şizofreni hastalarına şifa diliyorum.
Saygılarımla…