Vizyona yeni giren “Hürkuş: Göklerdeki Kahraman” filmini izleyince, meslektaşımız olan Vecihi Hürkuş hakkında yazmak istedim.
Buyrun efendim…
Gümrük Müfettişi, İstanbullu Ali Feham Bey ile Bulgaristan’ın Vidin’inden Zeliha Niyir Hanım’ın çocuğu olarak 1896 yılında İstanbul’da başlayan hayat öyküsüdür, anlatacağım öykü!
Babacığını kaybettiğinde henüz üç yaşındadır, annesinin geniş ailesi içinde devam edecektir öyküsü. 1912 yılında ve on altı yaşındayken, eniştesi Kurmay Albay Kemal Bey’in yanında Balkan Harbi’ne katılır.
Tayyarecilik ilgisini çeker ve bu işe daha çocuk yaşlarda gönlünü kaptırır.
Yaşı tutmadığı için Tayyare Makinist Mektebi’ne kaydı yapılır ve bu okuldan Küçük Zabit (Gedikli/Astsubay) olarak mezun olur. Ardından, Ayastefanos’taki (Yeşilköy) Tayyare Mektebi’ne gider. Pilot olarak ilk uçuşunu 21 Mayıs 1916’da gerçekleştirir ve bu okuldan da 15 Kasım 1916’da mezun olarak pilot diplomasına kavuşur.1917 yılında katıldığı Kafkas Cephesi’nde bir Rus uçağını düşürerek, düşman uçağı düşüren ilk asker unvanının da sahibi oldu.
8 Ekim 1917’de yaralanarak düştü; yaralı olduğu halde, uçağı Ruslar tarafından ele geçirilmesin diye, önce onu yaktı.
Savaş esiri olarak götürüldüğü Hazar Denizi’ndeki Nargin Adası’ndan, yüzerek kaçmayı başardı.
İstanbul işgal edilince Mudanya, Bursa ve Eskişehir güzergahıyla Konya’ya giderek, Kurtuluş Savaşı’na katıldı. Kurtuluş Savaşı’nın ilk ve son uçuşlarını yapmış olma şerefine de nail oldu ve TBMM’den üç kez takdirname alarak, kırmızı şeritli diye tabir edilen İstiklal Madalyası’nın sahibi oldu.
Akşehir’de karşılaştığı Jandarma Komutanı Ratıp Bey’in kızı Hadiye Hanım’a sevdalandı, tuttuğunu koparan mizacı sayesinde amacına ulaştı ve sevdiğiyle evlenerek, iki kız evlat babası oldu.
Savaştan sonra İzmir’de göreve başladı, artık havacılığı millileştirmeyi düşünmeye başlamıştı. O yıllarda Edirne’ye yanlışlıkla inen bir yolcu tayyaresini almakla görevlendirildi ve bu tayyareye “Vecihi” adı verildi.
Zihnindeki projeler de artıyor ve gelişiyordu, tayyare inşa etmeyi planlamaya başlamıştı. Yunanlardan ganimet olarak ele geçen motorlardan yararlanarak, “Vecihi K VI” adı verilen tayyareyi üretmeyi başardı.
Ancak, söz konusu tayyarenin teknik araştırmasını yapacak ve uçuş izni verecek ehliyette kimse yoktu. Sonunda heyetten biri, “sana bu konuda lisans veremeyiz, güveniyorsan bin, uç ve hepimizi kurtar” der, o da 28 Ocak 1925’te kendi imalatı olan tayyareyle başarılı bir uçuş yapar.
Bu konularda anlaşılmaz tutum ve davranışların sıklıkla hayata geçtiği bir ülke olduğumuzdan olsa gerek; gerekli izinleri almadan uçuş yaptığı gerekçesiyle ceza alır.
Bu duruma içi isyan etti, isyanının etkisiyle de askeriyeden istifa etti ve Türk Tayyare Cemiyeti’ne katıldı. Katılır katılmaz organize ettiği bağış kampanyalarıyla, cemiyetin faaliyetlerine hız kazandırdı.
1925 yılında eşi Hadiye Hanım’dan boşanarak, İhsan Hanım’la evlendi ve bu evlilikten de bir kızı oldu. Sonraki yıllarda Türk Hava Kurumu’nda çalışmalarını sürdürdü. Hayatının merkezinde hep havacılık oldu, hep bu uğurda efor sarf etti. 1942 yılında “Vecihi Havada” adlı kitabını yayımladı, 1947’de ise Kanatlılar Birliği’ni kurdu. 6 Ağustos 1954’te, “40. Hizmet Yılı” sebebiyle düzenlenen törenle jübile yaptı. Durmak ona göre değildi; 29 Kasım 1954’te Hürkuş Hava Yolları’nı kurdu. Bu konuda bir çok bürokratik engelle karşılaştı, buna çeşitli kaza ve sabotajlar da eklenince kapatmak zorunda kaldı. Türkiye’nin, değerlerini kolay harcama garabetini ne yazık ki meslektaşımız da yaşadı ve ömrünün son demlerini borç içinde, büyük sıkıntılarla yaşadı. Zaten son derece yetersiz olan maaşına bile haciz kondu, düşünün, bu insan İstiklal Madalyası sahibi ve bu durumlar mübah görülüyor.
Ankara’da, anılarını yazarken beyin kanaması geçirdi. Kaldırıldığı GATA’da kurtarılamayarak, 16 Temmuz 1969’da vefat etti ve Ankara’da defnedildi. Ölüm tarihindeki garip tesadüfe dikkatinizi çekmek isterim; vefat tarihi olan 16 Temmuz 1969’da ABD’nin Kennedy Hava Merkezi’nden havalanan Apollo-11, dört gün sonra aya varacak ve insanoğlu ilk kez aya ayak basacaktır. Sanki bir selamlama gibi, değil mi? Ruhu şad, mekanı cennet olsun…
Yıllar sonra da olsa, bir vefa borcu yerine getirildi ve İstanbul, Kadıköy’de benim de hazır bulunduğum bir törenle, 5 Mayıs 2013 tarihinde heykeli açıldı. Bu törende, o tarihlerde henüz yapımı başlamayan ama yapılacağı bilinen İstanbul’un üçüncü hava limanına “Vecihi Hürkuş” adının verilmesi için imza toplandı ve ben de imza verenlerden biriydim. Yazımın başında da belirttiğim gibi, şimdilerde de onu anlatan film vizyona girdi. Filmde, meslektaşımızın statüsüne neredeyse hiç (sadece bir sahnede Vecihi Astsubayım diye sesleniliyor) yer verilmemesi, jeneriğinde bu konuya hiç vurgu yapılmaması içimi burktu.
Büyüğümüzün, yeni hava limanına isminin verilmesini halen hararetle savunuyor ve istiyorum, ancak bu, statüsü gizlenerek veya en hafif tabirle, fazla göz önünde tutmayarak olacaksa, bunu kınarım. Bir insan, neyse odur. Her insanın mesleği, sıfatı, statüsü onun şerefidir, konuyla ilgili aile bireylerinden ve Tayyareci Vecihi Hürkuş Müzesi Derneği’nden ses gelmesi beklentimi dile getirerek, saygılarımı sunarım.