Alanı sınırsız olan siyaset; belli bir grubu, topluluğu ve nihayetinde devlet yönetmede insanlara alternatifler sunma sanatıdır.
Türkiye açısından konuyu ele aldığımızda; Sivas Kongresinde “İngiliz Himayesi”, “Amerikan Mandası” gibi kolaycı alternatifler dururken, Gazi Mustafa Kemal’in kabul gören alternatifleri şunlardı:
Eğer Gazi Mustafa Kemal’in bu alternatifi kabul görmeseydi, bugün Türkiye ya İngiliz Himayesinde, ya da Amerikan Mandasında olarak belki yaşıyor olacaktık ve mesela bugün bölücü Kürtlerin dile getirdiği “dil” sorunu olmayacaktı, çünkü çoğunluk İngilizce konuşuyor olacaktı. Ve bu duruma kimse ses bile çıkaramayacaktı!
Hevesleri kursaklarında kalmış olan dış mihrakların çıkarttığı, desteklediği iç ayaklanmaların, elde kalan yurt topraklarında ilan edilen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni madden ve manen nasıl yıprattığını ve halen de siyaset yoluyla devleti yıpratma aracı olarak konu edildiğini de görmekteyiz.
Günümüzde Türk halkına yönetim alternatifi sunan siyasi partilerin öncelikle dünya ve de Türkiye’nin kuruluşuna giden yoldaki “siyasi tarihi” tarafsızca iyi değerlendirmesi gerekir.
Yabancıların emellerine hizmet edercesine söylemlerle yola çıkmak, dışarıdan büyük ekonomik, siyasi destekler görebilir. Ve bu yolla ülkede iktidar da olunabilir. Ancak ilelebet muktedir olunamaz!
Seçmenin kafasını bulandırarak, hassas duyguları yakalanıp istismar edilerek alınan oylar yoluyla iktidar olduktan sonra, seçmenin tarihi ile uyuşmayan uygulamalar eninde sonunda, son bulur.
Son buldurma işini ise seçmenin “vicdan”ı yerine getirir.
Güneydoğu’nun kimi yerleşim yerlerindeki caddelerinde, sokaklarında, mahallelerinde yüzü kapalı, dış desteğin farkında olmayan eğitimsiz, mutsuz, gelecek beklentisi olmayan, belki de çoğu bir madde bağımlısı, geleceğini bir örgütün emrine bağlamış, elinde silah, Molotof kokteyli, taş olan insanlar görmekteyiz.
Okula, işe, pazara, hastaneye gitmek için evden dışarı çıkmak, günlük yaşama güven içerisinde katılmak, normal insani bir yaşam sürmek, bölgede yaşayanlar için zorluklarla dolu.
En zor yaşamı ise devletine bağlı olan insanlar ile birlikte, kamu görevliler, asker, polis eş ve çocukları yaşamakta.
Cumhurbaşkanı Erdoğan 1993 yılında Bursa’da yapmış olduğu bir salon konuşmasında: “Ne yazık ki terörün ucu meclis ve bakanlar kurulu arasına kadar girdi“, “Bunlar terörün de önünü alamayacaklar” diyor.
Gelinen noktada terörün ucu ve önü acaba ne durumda? Bir dönüp bakmak gerekiyor.
HDP İstanbul İl Kongresi’nde 4 Ocak günü konuşan Demirtaş’ın “Geldiğimiz nokta artık bu mücadelede dananın kuyruğunun kopacağı noktadır. Dananın kuyruğu kopacaksa bugün, 100 yıl önceki gibi, kuyruk değil dana bizde kalacak” sözleri ne kadar da yabancı emelleriyle uyum içerisinde, değil mi?
Korucu ve Şehit Aileleri Konfederasyonu Başkanı Ziya Sözen ile görüşmekten kaçan, yıllardır İmralı ile görüştüğü sonradan ortaya çıkan son 12 yıldır ülkeye hâkim olmuş olan siyasetin (yönetim alternatifinin), ülkeyi bir çıkmaza sokmaya aday olduğu görünüyor.
Ülkeyi yöneten, yönetmeye aday hiçbir siyasi alternatifin; ülkenin, insanların geleceğini eğitimsiz, cahil bırakılmış, mutsuzluk içinde yaşayarak, can almaya aday, dış desteğin farkında bile olamayan yüzleri kapalı, kuyruk değil de “dana” beklentisi içinde olan kişilere bırakmaya hakkı yoktur.
Hangi vicdan buna razı olur.