Bilirsiniz; dönme dolap, dikey bir düzlemde aşağıdan yukarıya doğru sonsuz hareketle, başladığı noktaya gelesiye kadar kendi etrafında 360 derece döner. Döngünün zirvesi, düzleme 90 derecedir ve etrafınızdaki manzarayı en iyi görebileceğiniz açı, bu açı; dönem de işte bu dönemdir. Dönme dolabın zemine en yakın olduğu anda açı, sıfır derecedir. Dönme dolaba bineceğiniz zaman, açının düzleme sıfır derece olduğu zamandır. Hareket halindeki boş bir dolaba binmek için işte bu anda bir iki saniyelik bir zaman vardır. Bindiniz, bindiniz! Binemediniz ya da birileri sizi bindirmediyse şayet bir döngü daha beklersiniz.
Bir dönme dolap düzeneğinde, büyüklüğüne göre 10, 20, 30; belki de daha fazla dolap olabilir. Dolaplardan sadece birisine binebilirsiniz. Aynı anda iki dolaba binmeye çalışırsanız, bacaklarınız tam orta yerinden ikiye ayrılır ve dikine ikiye bölünürsünüz. Yere iki parça halinde düşersiniz.
Subay tuvaleti, subay plajı, subay orduevi, subay salonu, subay (A) polikliniği, subay koltuğu, subay berberi, subay şapkası, subay bastonu vardır, görmüşsünüzdür. Peki subay dönme dolabı var mı dersiniz?..
Subay takımı, 1967 senesinde bindi şu meşhur dönme dolaba. Ve dönme dolabın kendine verdiği her türlü imtiyazı kanırta kanırta sonuna kadar kullanıyor. Dönme dolabın şahikalarında dolanıp manzaranın en âlâsını seyrediyor, sefasını sürüyor hodbince yek başına. Bunu yapmak için kullandığı maymuncuk ise sizin de çok iyi muttali olduğunuz üzere kendi tezgahladığı askerî darbeler… Mühür kimde ise sultan o, değil mi?
Subay cenahı, 1967 senesinden beri ittire kakdıra ve hâttâ cebren ve hile ile bindiği dönme dolapda, sonsuz saadet ve derin huzura gark oldu. Bilmem kaç dolaplı dönme dolabın sadece bir dolabına kendisi bindi. İstese de aynı anda birden fazla dolaba binemezdi. Bunu idrâk edince, başkaları binmesin diye öteki dolaplara da şapkalarını oturtdu. Şapkası, makamını temsil ediyor ve her neviden tazminatı söke söke alıyordu nasılsa. Bir dolapda kendisi, diğer dolaplarda şapkaları; paşa keyfi için mütemadiyen döndürdü koca dönme dolabı. İtiyat olduğu üzere hâlen de döndürüyor.
Diğer dolapların avara kasnak misâli aylak aylak dönmesi pahasına şapkalarını koyduğu dolaplara kendisinden başka hiç kimseyi bindirmedi. Kanunun “subayın yardımcısı” olarak tarif ettiği astsubay, dolaba binmek için ne zaman hamle yapsa; subay takımı, el kol ve akla ziyan ayak hareketleriyle astsubayın dolaba binmesine engel oldu. Bunu yaparken, sokakda oyun oynayan mahalle arkadaşına taammüden çelme takıp yere düşüren yedi yaşındaki haşarı çocuk mesabesine düşdüğüne aldırmadı. Bir dolabında subay, diğer dolaplarında ise sadece subay şapkalarıyla avare avare dönen bu dönme dolaplara, makalenin başındaki resimde görüldüğü gibi, astsubaylar 60 seneden beri çaresizce uzakdan bakıyorlar.
Kendisine bahşedilen bu engin saadet ve tatlı huzur diyarında keyif çatmakla iktifa etmeyen subay takımı; kendisinin bindiği dolap, düzleme sıfır zaviyesine geldiği her seferinde, öteki dolaba astsubayı bindirmedi. Sağa sola tekme yumruk sallayıp hâttâ e-muhtıra verip her türlü dümen, dolap ve dalavereyi çevirerek astsubayın öteki dolaba binmesini engelledi. Bilmem kaç dolaplı dönme dolapda, tam 60 seneden beri sadece subay takımı dönüyor.
İntibak adını verdiği ve devletin malı olan bu dönme dolabı, subay takımı paşa babasının malı gibi kullanıyor. Devletin ve devletin sahibi olan milletin parasıyla yapılmış dönme dolaba sadece kendisi binerken vicdanı sızlamadı, hiç utanmadı, yüzü hiç kızarmadı.
Fakat bu ayak oyunlarını uzakdan da olsa görenler, fark edenler yok değildi. Hiç şahit olmasalar, kısmen ya da tamamen muttali olsalar da birileri bu dalavereleri kara kalem ile ak kağıt üzerine kayıt etmeyi vazife bildi kendine. İbret-i âlem olması gayesiyle işte bu ayak oyunlarını tarihin sayfalarına yazmak zamanı geldi dostlarım. 60 seneden beri biz astsubayları perişan eden bu ayak oyunlarını bilenler yâd etsin, bilmeyenler öğrensin.
Tazminatlar konusunda Türk Silahlı Kuvvetlerinde astsubaylara yapılan akla ziyan hakızlıkları Makam Tazminatının Fesat Sarmalı isimli makalemizde ele almışdık. Bu makalemizde ise astsubaylar “birinci derecenin dördüncü kademesine” yükselme hakkını alasıya kadar kimler hangi dolapları, hangi dalavereleri çevirmiş; astsubayların başına bakalım neler gelmiş, bu ayak oyunlarının nifak silsilesine gelin hep beraber nazar eyleyelim.
Birtakım subaylar; biliyoruz, saysak iki elimizdeki parmakların sayısını geçmez, kendi özlük haklarını ezelebed en yüksek mertebeden tahakkuk ettirdi. Fakat kendileri için elde ettiği bu hakların hemen hemen hepsini, kimi zaman kasden esirgediler kimi zaman doğrudan ya da dolaylı tutum ve işlemler ile astsubaylara yasak etdiler.
Millî Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığının bizzat tertiplediği bu haksızlık ve hukuksuzluklar silsilesi halen devam ediyor. Örnek mi? Tazminatlar, intibaklar… Daha ne olsun? Geriye ne kaldı ki?..
Bu makalemizde biz, işte bu haksızlık ve hukuksuzluklardan sadece birisi olan maaş derece/kademe intibakları konusunu ele alacağız. 926 sayılı TSK Personel Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarihden beri, tam 45 sene saltanat süren bu adaletsizliği fâş edeceğiz. Kolay anlaşılması maksadıyla, bu ibretlik sergüzeşti buyurun, zaman/olay cetveli şeklinde kara kalem ile ak kağıdın üzerine nakşadelim.
Bu yetki devri, aynı devletin vatandaşı olan devlet memuru ile TSK mensubu askerlerin arasına paslı bir kama gibi saplandı. Subayın lehine fakat astsubayın aleyhine çok derin bir ayrışmaya ve tarifsiz haksızlıklara sebep oldu. Subay hariç diğer bütün asker personelin mağdur edilmesine, hâttâ Anayasadan neşet eden bazı temel vatandaşlık haklarının idare tarafından gasp edilmesine zemin hazırladı. İdare, kendi keyfine ve menfaatine uygun şekilde düzenlediği kanunlar cenderesinin içine sokduğu astsubaylara akla ziyan haksızlıklar yapmakdan hiçbir vakit geri durmadı. Eğitimde haksızlık, gösterge rakamlarındaki haksızlık, tazminatlardaki haksızlık, özlük haklarındaki haksızlık, memuriyete başlangıç/bitiş derece/kademelerindeki haksızlık, bu hak gasbına sadece bir kaç örnekdir.
22.5.2012 tarihli ve 6318 sayılı Kanunun 57’nci maddesi ile astsubaylara nihayet birinci derece dördüncü kademeye yükselme hakkı lutfedildi. 1967 senesinde “perde” deyip oyuna başlayan Bremen Mızıkacıları, tezgahladıkları oyunun perdesini tam 45 sene sonra kapatmak zorunda kaldı. Hem de istemeyerek…
Astsubay rütbelerinin yazılışındaki isteksizlik ve kepazeliğe de dikkat etmişsinizdir. “Çavuş” şeklinde astsubay rütbesi var mı kıymetli dostlar? Astsubay rütbesini böyle yanlış yazanların elleri kırılsın, tez zamanda küküm olsunlar inşallah. (Bkz.↓ 926 sayılı TSK Personel Kanunu, Ek-VIII sayılı cetvel).
Birinci derece dördüncü kademeye intibak işleminin sonucunu, bir başka ifadeyle tam 45 sene sonra astsubaylara verilen hakkın neticesini görmek istiyorsanız aşağıdaki yazıya bakmanız kâfi. Maaşıma getirdiği artış tam 3,75 TL (üç lira yetmiş beş kuruş). Şah damarlarını şişire şişire “astsubaylara ¼’ünü verdik” diyen kumandanlarıma ve devlet böyüklerime hörmetle ilân ediyorum. (Bkz.↓).
Atatürk; “Kumandanlar, madunlarından daha yüksek ve daha âlim olmak mecburiyetindedir” dedi. Gıdılarını kıvıra kıvıra Atatürkcü olduğunu en yüksek perdeden her fırsatta fâş eden kumandanlarımız; Atatürk’ün dediği mânâda yüksek olmakla, âlim olmakla ilgilenmedi. Muhterem kumandanlarımız astsubayların omuzuna, sırtına hâttâ fırsat buldukca kafasına basdırarak, haklarını gasbederek yüksek olmaya çalışıyor. Kanuna tecavüz etmek bahasına kurnazlığı ve ayak oyunları tezgahlamayı tercih ediyor. Âdilce, arkadaşca bölüşmek yerine kendi imtiyazlarını devam ettirebilmek için cimri, kıskanc ve bağnazca davranıyor. İdare, üzerine çöreklendiği makamın ezelebed yegâne mâliki olarak görüyor kendini. Fakat astsubayı hep bu makamın dışında, ötesinde, gerisinde, astında ve uzağında tutuyor. İdare, kendi oynadığı ali cengiz oyunlarında; padişahın güzel kızını ele geçiren kurnaz delikanlı rolünü, her halûkârda subayına veriyor. Figüran gömleğini de istikrâh ederek astsubaya giydiriyor.
“Ben size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum” dediğinde, emrindeki askerlerden Atatürk’e itiraz eden oldu mu? Olmadı. Olsaydı, bugün biz, başka bir tarih okurduk, değil mi? Kumandan o’dur ki sonunda ölüm bile olsa madununu peşinde sürükleyebile. Evvela Atatürk’ün kendisi atıldı cephenin en önüne. Sonra askerleri, ateşe uçuşan pervaneler gibi hiç tereddüt etmeden şehadete uçdular küme küme. Peki son 50 seneden beri özlük haklarında yapılan değişiklikler konusunda, kumandanlarımız âdil davrandı mı? Astsubayı ikna edebildi mi? Hoşnut edebildi mi? Peşinden sürükleyebildi mi?
Statü putunun arkasına saklandınız. Sen busun, ben buyum; olmaz dediniz. Hiyerarşi yıkılır, yok olur korkusuyla narin dudaklarınız uçukladı. Kâfi bulmadınız. Astsubaylar hakkını her istediğinde, kırk bin dereden su getirdiniz ve her seferinde hepsini kendiniz içdiniz.Kendi menfaatiniz söz konusu olunca; dağlardan yağ, derelerden bal akıtdınız. Sıra astsubaylara gelince hepsini buharlaştırdınız.
Anayasa’nın 10’uncu maddesi der ki; “Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.” Subay takımı, imtiyazların hep en âlâsını tanıdı kendisine. Aynı madde şöyle devam eder; “Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadır.” Kumandanlarımız, Anayasa’nın bu emrinin de ırzına geçdi duldalarda, hem de sayısı bilinmeyen defalarca.
Tam 45 sene sonra bir Molla Kâsım çıkdı ortaya. Tapındığın ve köşeye sıkışdığında arkasına saklandığın o cüce statü putunu serçe parmağının hafif bir dokunuşuyla yerle yeksân etdi. Ve sana rağmen, evet sana rağmen astsubaya dedi ki “al sana birin dördü”. Yarım asırdan beri hoyratca salladığın o derece/kademe kılıcını elinden alıverdi Molla Kâsım. Sen subay isen, o da astsubay; o da bu devletin vatandaşı, evladı dedi. Birin dördü paşa babanın malı değil dedi sana. Anayasa, kimseye imtiyaz tanımaz dedi. Anayasa, kılıçdan keskin dedi.
Allah; azanın hasmı; mazlumun dosdudur. Zulüm devam etse bile haksızlığın, adaletsizliğin mutlak bir zevali vardır. Tarih, kumandanların bu konuda astsubaylara yapdığı tahakküme varan haksızlığı tam 45 sonra tescil etdi. Maaş derece/kademe konusunda subayın sadece kendine bahşeddiği imtiyaz, nihayet 45 sene sonra tarihin karanlık sayfalarına gömüldü. Ve bu adaletsizlik, zevalini buldu. Bir daha hortlamamacasına… Artık, TSK’nin bütün çalışanları maaş derece/kademe konusunda kanun nezdinde eşit.
Bu neticeyi elde etmek, biz astsubaylar için hem geç oldu hem de güç… Aradan neredeyse bir yıl geçdi. Hiyerarşinin yıkılıp yok olduğunu, kibirli statü hazretlerinin kâlp sekdesinden imamın kayığına bindiğini göreniniz, işiteniniz var mı?
Tam bir pehlivan tefrikasına dönen 1/4’ü konusunda esdirilen bu yalan rüzgârından kim kârlı çıkdı? Zararlı çıkanları ben söyleyeyim; ölüsü, dirisiyle; muvazzafı emeklisiyle; çoluğu çocuğu, karısıyla birlikte milyonlarca astsubay…
Kaderin cilvesine bakın ki astubaylar bu tefrikanın önce kaybedeni oldu sonra da kazananı. Dayanılmaz acı, ızdırap ve sancılarla dolu bu macera esnasında astsubayların yanında kimsecikler yokdu, kendilerinden, yiğit hanımlarından ve çocuklarından gayrı. Kalplerinde inanç, gönüllerinde vatan sevgisi, ellerinde sabır vardı sadece…
Dağda taşda, gemide, uçakda, tankda, siperde aynı karavanaya kaşık salladığın, sırtını yasladığın, canını emanet etdiğin, fakat karargahda arkanı dönüp görmezden geldiğin can yoldaşın, silah arkadaşın astsubaydan bütün bunları esirgedin de ne oldu? Başın göğe mi değdi? Astsubayın açlıkdan nefesi kokarken, sen mutlu oldun mu? Bu nemem bi halet-i ruhiyedir Allahaşkına? Peki, Astsubayların 45 sene boyunca gaspedilen bu haklarını şimdi kim geri verecek? Unutma, nafakamızı gaspetdiğin bu 45 senenin 30 senesinde bana da borçlusun. Vermeye senin gücün yeter mi? Hele hele, yüreğin yeter mi? Bu hukuksuzluğun maddî zararını, ve en önemlisi vebalini kim, nasıl ödeyecek?
Millî Savunma Bakanlığını kuyruğuna takan idarenin, bizzat kendi eliyle astsubaylara yapdığı ve cumhuriyet tarihimizde eşi menendi görülmemiş bu haksızlıklar ve yasaklar, Türk hukukuna kara birer leke olarak yazıldı. Kimse oldu, bitti, kapandı diyemez. Tarih bu adaletsizlikleri, bu haksızlıkları bir gün mutlaka yargılayacak ve Devr-i Sabıkları ortaya çıkartıp teşhir edecek.
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Astsb. III Kad.Kd.Bçvş.
Hangi kamu görevlisi eşinden,evladından sevdiklerinden ayrı aylarca çile çeken ve heran tehlike ile burun buruna görev yapar zaman gelir evladının doğumunda,sevdiklerinin cenazelerinde evlenmelerinde yanlarında bulunamaz? Tüm bunun karşılığı da önyargılı zihniyetle büro memmuru statüsünde sosyal,ekonomik ve insani haksızlıklara uğratılır bu hangi değer yargısı ve hukuk kuralı ile haklı gösterilebilir? EL İNSAF İNSANDA BİRAZ VİCDAN OLUR