Eh Ersen Ağabey, benim kendi kendime gururlandığım kişisel bir zaafımı siz de keşfettiniz ve sayenizde sonunda böyle bir iş de başıma sarıldı ya; alacağınız olsun..
Şaka şaka , kötü bir durundan söz etmeyeceğim. Sözü benim kitap eleştirmenliğine getireceğim de, onu anlatmak istiyorum. Emekli Assubaylar Org. Sitesi altı yaşında olduğuna göre, beş yıl kadar önce olsa gerek, henüz Emekli Assubaylar Mynet Mesaj Grubumuzun devam ettiği dönemde, bütün grup üyesi meslektaşlarımızın yaptığı gibi, ben de grupta zaman zaman becerebildiğimce mesaj konular üzerinde yorumlar yapmaya, yeri geldikçe de konularla ilgili anılarımı içeren mesajlar yazmaya çalışıyordum. Yazdıklarımla ilgili olarak, o günlerin keskin sirkesi Sevgili Ahmet Özden Ağabey “ Ya arkadaş ben senin yazdıklarını çok rahat okuyorum” dedi, övgülerini belirtti. Ardından bu cesaretlendirici cümleyi birkaç meslektaşımdan daha duydum. Bir süre sonra da Ersen Ağabey, Emekli Assubaylar Org Sitesi’nde köşe yazısı yazmamı önerdi. Aslında meslek branşım yazmayla pek ilgisi olmayan bir branş; elektronik teknisyenliği. Doğrusu ilk başta, branşınla ilgili olmayan bambaşka konularda yazarak onlara bir şeyler vereceğim diye insanların önüne çıkmaya kalkmak beni korkuttu. Ancak söz konusu olan meslektaş camiamızdı ve benim de yazının başında gurur duyduğumu söylediğim, gerek oturduğum apartmanın yaşamında, gerek içinde bulunduğum bir camiada, gerekse yaşadığım ülkede olsun, “toplumun çıkarlarını her şeyin önünde tutmak “ gibi bir zaafım vardı. Ersen Ağabey sanırım bu zaafımı keşfetmişti. Gerisini biliyorsunuz. Bir çok meslektaşım gibi ben de, Emekli Assubaylar Org. Sitesi’nin, internet ortamında meslektaşlarımızın bir toplanma yeri olması için, elimden geldiğince davulculuk yapmaya gayret ettim; bu konuda takdir sizlerin.
Bu da işin şakası. Bu durum karşısında bana da, işi inşaatçılık olan bir meslektaşın emek verip, kafa yorup, kendi branşıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan tarih alanında bir kitap yazabiliyorsa, görevden kaçmak olmaz, meslektaş hatırına çiğ tavuk bile yenir deyip, branşın elektronik teknisyenliği olsa bile bu kitabı değerlendirme konusunda elinden geleni yapmak düşerdi ki ben de onu yaptım. Hem bir kişi bile olsa, benim bu kitap hakkında el yordamıyla da olsa bir şeyler yazmam nedeniyle meslektaşlarım tarafından bir fazla kitap okunacaksa niçin olmasın dedim, kolları sıvadım ve önce kitabı okudum.
Assubay Hasip Sarıgöz’ün yazdığı kitabının adı “Türk’ün Karakterinin Deşifresi”. Kitap 510 sayfa. Meslektaşımız bu kitabı yazarken, 97 kitap ve dokümanı, 26 tane araştırma inceleme, 22 tane gazete dergi, 49 tane internet sitesi televizyon programı olmak üzere, 194 değişik kaynağı derinlemesine kılı kırk yararak bir bilim adamı titizliğiyle incelemiş, üzerine kendi birikimlerini de ekleyerek bu beyin ürünü kitabını ortaya koymuş. Bir meslektaşı olmaktan yaptıklarıyla gururlandım. Kendisini peşinen kutlarım. İşte benden istenen, bu kadar büyük emek verilerek yazılan bir eseri, okumam ve şurası eğri şurası doğru diyerek değerlendirme yapmamdı. Benim anlayışıma göre, böyle bir emek ürünün üzerine ahkam kesebilmek için, bu 194 tane kaynağı en azından karıştırıp bilgi sahibi olmak gerekir Bu mümkün olamayacağına göre, kitabı okuduktan sonra, sadece bana hissettirdiklerini sizlerle paylaşabilirdim. Ben de onu yapmaya çalışacağım. Sürçü lisan edersek afola.
“Türk Ulusu tarihi yazan değil yapan bir ulustur” sözünü duymuşsunuzdur. Bilinen veri ve kaynaklardan hareket edip tarih konusunda araştırma yapmak zor bir iş, konu yazılı kaynaklar yönünden fakir olan Türk Ulusunun tarihi üzerine araştırma yapmak olunca araştırma yapıp insanların önüne bir eser koyabilmek daha da zor bir iştir. Anadolu’da ayrı ayrı bölgelerde bulunan yarım düzine Yunus Emre mezarının, bir o kadar değişik bölgede bulunduğu iddia edilen Karacaoğlan’ın yaşadığı köyün, ülkemizin yanında daha birkaç değişik Türki ülkenin kendi ülkelerinde yaşadığını söyleyip sahip çıktığı Nasrettin Hoca Fıkralarının veri olarak kullanıp Türk tarihi üzerine bir şeyler yazıp eser ortaya çıkarılacağını düşünün ne demek istediğimi anlarsınız. Bu işler derin birikim, kılı kırk yaran titiz çalışma ve biraz da yürek ister. Bu nedenle meslektaşımı tekrar kutluyorum.
Astsubay Hasip Sarıgöz, kendi anlatımıyla, Batı Anadolu’nun Kurtuluş Savaşı esnasında Yunan işgali görmüş bir köyünde doğmuş büyümüş. Tarih konusuna daha çocukluk döneminde, köydeki yaşlıların Kurtuluş Savaşı anılarını dinledikçe merak sarmış. İyi ki de merak sarmış; sarmasaydı belki Türk Ulusunu anlatan böyle bir eser ortaya çıkmayabilirdi.
Rastlantı bu ya, kitap elime geçtiği günlerde internette, “Bombıram“ adlı, Orta Asya ülkelerinden birine ait bir türkü paylaşımı izlemiştim. Türkünün ve sözlerinin içinde “Yüreklerge ses bergip”, “Köz yastı kısganmazlar” gibi hepimizin ne dediğini ilk duyuşta kolayca anlayabileceğimiz sözler geçiyordu. “Adriyatik Denizi kıyısından Çin Seddi’ne kadar olan coğrafyada, Türkçe dışında bir dile gerek duymadan seyahat edebilirsiniz” sözünü hep duymuşumdur. Türk Ulusu’nun böyle büyük ve köklü bir ulus olduğunu biliyordum. Ancak son yıllarda ülkemizin içinde bulunduğu sıkıntıları biliyorsunuz. Bu kitabı okuduğum sürece de bir yandan Güneydoğu’dan iki günde bir beşer onar şehit gelmeye devam etti, ediyordu. Ayrıca coğrafya olarak dünya enerji kaynaklarının dibinde yaşamamıza rağmen dünyanın en pahalı enerjisini kullanan bir ülkeyiz ve bu ülkenin yurttaşları olarak yarınlara umutla bakamıyoruz. Türk Ulusunun tarihini , özelliklerini geniş olarak irdeleyen bu kitabı baştan sona biraz da “Bu büyük ulus niçin bu durumda?” sorusunun yanıtını bulabilir miyim umuduyla okudum.. Bu sorunun yanıtını tamamen buldum sayılmaz ama , bir meslektaşımızın beyin emeği ürünü olan bu kitaptan, kimi konuları ilk kez olmak üzere çok şey öğrendim. Kimi konuları da yine bu kitap sayesinde tekrar hatırladım…
Yeri geldi, söylemek zorundayım. Yazarımızın saptadığı Türk’ün asırlardan süzülüp gelen bu özelliklere sahip olduğuna ben de yürekten inanıyorum. Ancak kitabım okuduğum süre boyunca, “Türk’üm doğruyum” diyebilmenin bile yasaklanmak istendiği, “Ne mutlu Türk’üm diyene“ cümlesine kulp takılmaya kalkıldığı, yurttaşı olduğumuz bu devletin bir Türk devleti olup olmadığı konusunda zaman zaman tereddütte düştüm.
Değerli yazarımız kitabına Türk’ün karakterini “savaşçılık, adalet, özgürlük, fedakarlık, kahramanlık, merhamet, üste kesin itaat, vatanseverlik, maddi ve manevi sağlamlık, yüksek onur ve sadakat, kanaatkarlık ve mütevazılık, ırkçılığa karşı çıkma gibi iyi karakter özelliklerinin yanında, kolay asimile olma, geçmişi çabuk unutma ve geri çekilmeyi başarılı olarak yapamama gibi zayıf karakter özelliklerine de sahip olan Türk Milleti’nin, karakteri ile kan bağı ve genetik kodları arasında , hiç de küçümsenmeyecek bir ilişki söz konusudur.” diye özetleyerek başlamış ve bu konuları ayrı ayrı geniş şekilde incelemiş..
1941 yılında Hitler’in orduları Yunanistan’ı işgal eder ve Yunanistan’ın kendisi için bile yetersiz olan gıda stoklarına Rusya Cephesi’nde savaşan Alman ordularına göndermek üzere el koyar. Açlıktan kırılma tehlikesiyle karşı karşıya kalan Yunanistan’ın ilk yardımına koşan ülke ise, , daha 20 yıl önce toprakları Yunanistan tarafından işgal edilmiş olan ve bir kurtuluş mücadelesi sonucu ordularını Ege Denizi’ne döken, kendisi de o yıllarda kıtlık yaşayan Türkiye’den başkası değildir. Savaş ortamında tehlikeli sulardan geçip, Pire Limanı’nda aç Yunan halkı tarafından havaalanında hacı bekler gibi dört gözle beklenen geminin adı Kurtuluş Vapurudur. Bu bilgi benim daha önce bir yerlerde okuduğum ama unuttuğum, bu kitap sayesinde tekrar hatırladığım ilginç bir bilgidir.
Sanki bu durumda yaşadıkları dönem ve yöre açısından biraz zorlama yapılmış gibi geldi ama örneğin şu bilgiyi de ilk defa bu kitaptan öğrendim. Harran’da doğan ve Kenan Ülkesinde peygamberlik yapan Hazreti İbrahim’in Orta Asyalı ilk Türklerin hakanı Oğuz Han’ın damadıymış.
Her güzelde bir kusur bulunur; kadı kızında bile. Bu güzelliklerin, yani kitabın içeriğinin de bence bir eksiği, bir de fazlalığı var. Bunları da belirtmeden geçemeyeceğim. Eksik bulduğum yanı şu. Kitapta Türk kadınına, Türk anasına yer verilmemiş değil verilmiş. Ancak, üzerinde yaşadığı vatanın adı “Anadolu”, dilinde “ana vatan”, “at avrat silah”, “ana gibi yar” imgeleri olan bir ulusun diğer uluslardan ayırt edici özellikleri anlatılırken Türk toplumunda özellikle İslam öncesi kadının yeri Türk’ün karakterini anlatan bu kitapta daha uzun ve ayrı bir başlık altında anlatılmalıydı derim.
Gelelim Kitaptaki fazlalığa. Evrensel bir sonuç ortaya koymak için, böyle bir kitabın yazımında, bence konulara daha çok bilimsel yaklaşım gösterilmesi gerekir. Bir kişinin ve kişilerin meydana getirdiği toplumun karakterinin tayininde, şüphesiz dini inancın çok büyük yeri vardır. Tanrısal kurallar manzumesine dayalı olan dini inançlar sorgulanamaz. Şu inanç iyidir şununki kötüdür diye sınıflandırılamaz, tartışılamaz, sadece inanılır ve saygı duyulur. Tartışma ve sorgulama ise bilimselliğin olmazsa olmazıdır. Bu kitapta olaylara çok fazla inanç penceresinden bakılmış, ayet ve hadislere gereğinden çok fazla atıfta bulunulmuş gibi geldi. Peki bunun ne gibi bir sakıncası olabilir? Cevap: Şayet bir toplumun karakterinin şifreleri, ayırt edici iyi hasletleri, hep getirilip getirilip dini inanca, ayete hadise dayandırılacak olursa, örneğin birisi de çıkar, en hafifinden “sanki bu ülkede yaşayan insanları organizeymiş gibi, istisnasız her mesire yerinde ve güzelim parklarda, oturma banklarının yanlarında bulunan ay çiçeği çekirdeği kabuğu öbeklerinin oluşturulmasında insanların dini inançlarının belirleyiciliği var mıdır?” sorusunu soruverir ki; bu soru hiç de hoşumuza giden bir soru olmaz..
Bu anlatacaklarım ise bu kitaba bir eleştiri değil,kendimce bir tespit. Böyle bir durumun gerçekleşmesinden hep korkmuşumdur. Sanırım olayın üzerinden on yıl kadar geçti oldu. İzmir’de bir marketler zincirinde satılan hazır çiğ köftelerin içinde domuz eti çıkmıştı. Daha sonraki yıllarda ayrıca bu konuda yasal bir düzenleme yapılıp yapılmadığını bilmiyorum, ancak bu o olaydan sonra şarküterilerde içinde çiğ et bulunan çiğ köfte satılmaz oldu. Şu anda marketlerde adına çiğ köfte denilen bir şeyler satılıyor ama bu madde bildiğimiz çiğ köfte değil; baharatla yoğrulmuş bulgur lapası. Yani bu çiğ köfteye domuz eti katılma olayı hazır çiğ köfteyi kirletti; şarküterilerde hazır çiğ köfte satma işini bitirdi. Bu kitapta Türklük anlatılırken Kur’an ayetlerine atıf yapılarak “Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır” denmiş, “ateş ve demiri eritmek“ denmiş, Türklüğün Çanakkale’de yazdığı destan anlatılırken gizemli bulut hurafesi bile kitapta kendisine yer bulmuş ama, Türklerin zor anlarında engelleri yok ederek kurtuluşu nasıl gerçekleştirdiğini anlatan, Türklüğün olmazsa olmazı “Ergenekon Destanı” nın sanki etrafında dolaşılmış ama atlanmış. Yoksa korkularım gerçek olmuş, Ergenekon Destanı’nın kirletilme amacı başarılmış mı dersiniz?
Meslektaşımız tarih boyunca Türk’ün karakterinin şifrelerini anlatmakla kalmamış, kitabın son bölümlerinde ülkemizin bu gün karşı karşıya bulunduğu sorunlara çok yerinde çözüm yolları da önermiş. Aşağıdaki alıntılar bu bölümlerden yapılmıştır.
“Kerkük bir Kürt kentidir diyen, ikinci Körfez Savaşında Kerkük’ün tapu ve nüfus kayıtlarını yok ettiren ve Kuzey Irak’taki PKK’lı teröristlere yıllardır verdiği destek herkesçe malum olan ve bu yönüyle de her bir şehidimizin mübarek kanını ellerine bulaştırmış olan Barzani ile; sazlı sözlü toplantılar yaparak sorunların çözülebileceğini zanneden devlet büyükleri, bu tip davranışlardan vazgeçmelidirler”
“Kim ne derse desin yapılacak iş bellidir. Kandile çullanılacak, direnen eşkıya hakkın rahmetine, direnmeyenler de Mehmetçiğin süngülerinin ucunda Habur’a yürüyeceklerdir. Dost veya düşman bütün dünya da görecektir ki, teröristin Habur’dan girişi davulla zurnayla değil ancak böyle olur.”
Bu mutlaka okunması gereken güzel eserle ilgili olarak bu kadar ipucu yeterli. Yoksa kitabın tamamını alıntı yapmam gerekecek. Siz en iyisi benim anlattıklarımla yetinmeyin, aşağıda vereceğim telefondan meslektaşımıza bir merhaba deyin tanışın. Kendisi bu kitabı nasıl edineceğiniz konusunda bilgi verecektir veya size postalayacaktır. Sayın Hasip Sarıgöz’ün beyin ürünü göz nuru bu güzel eserini okumakla çok şey öğreneceksiniz.