Prangalı Düşler” bir kitabın, “Sami Başkaya” da bu kitabın yazarının adıdır. Sayın Başkaya ile şahsen tanışıklığım, yüz yüze konuşmuşluğum yoktur. Yazmış olduğu bu kitabı okuyuncaya kadar da ismine aşinalığım, internet ortamında bu kitabının imza günleri bildirimleriyle sınırlıydı, o kadar.
Günümüzde bu durum bir çok değer için söz konusu; kitaplar için de. Tüm değerler tüketim maddesi haline getirildi. Bir arkadaşımdan duymuştum; kitap yazma işinde, kitabın tüketim maddesi haline getirilme işi o kadar ileri götürülmüş ki, artık yazarlar içinden gelenleri değil, yayınevinin ısmarladığı türde kitap yazabiliyorlarmış. Yani günümüz ortamında öyle istediğin konuda bir kitap yazmak ve bu kitabı bastırmak öyle kolay bir iş değilmiş. Her şeyden önce bu kitabın yazarını bu yönden de kutlamak gerek. Neyse kısa keselim; bunları da bildiğim halde yine de, “Prangalı Düşler” kitabını okuduktan sonra, böyle bir çalışmanın kişisel olarak mutlaka desteklenmesi gerektiğine inanmama rağmen, konuyu bu köşeye taşıyıp hakkında övücü şeyler yazmamı reklam olarak gören olur mu endişesiyle az da olsa tereddüt ettim. Ancak mesleğimizle ilgili mücadelemizde “hattı mücadele değil sathı mücadele” yapılması ilkesine çok uygun düşmesi nedeniyle, bu kitapla ilgili duygularımı, izlenimlerimi sizlerle paylaşmaya karar verdim. Aşağıda yazacaklarımı sizinle paylaştıktan ve hele hele bu kitabı bir şekilde edinip sizler de okuduktan sonra umarım bu endişemin çok yersiz olduğu konusunda bana hak verirsiniz.
“Prangalı Düşler” kitabının yazarı Sami Başkaya, içimizden biri; yani o bir emekli astsubay. Meslektaşımız Sayın Başkaya bu kitabında tamamen kendini, içimizden biri olan Astsubay Sami Başkaya’yı anlatmış. Bu site mesleğimizle ilgili mücadeleyi kendine görev edinmiş bir site ise bu kitabında yer alan satırlarda “Bu ülkede her meslek grubunun sorunlarını gündeme alan onlarca film yapıldı . Kapıcılar Kralı’yla oturduğumuz apartmanların kapıcılarına , Çöpçüler , Bekçiler Kralı’yla o insanlara, bir dağ köyünde eğitim veren öğretmene, müthiş operasyonlar yapan polislere ait filmler yapıldı. Namuslu muhasebeciler, namuslu hırsızlar, hatta çok izlenen bir dizi ile teröristi sempatik gösteren dizi yapıldı. Astsubayı işleyen, sempatik gösteren yapılmış bir tane olsun dizi veya film yok. Ama ne olursa olsun söz verdim; bir astsubay filmi yapmadan ölürsem ‘kara toprak’ beni kabul etmesin.“,”İşte o gün karar verdim astsubaylık için ‘misyonerlik’ yapmaya. Yaptım ama çok da uğraşıp didindim ama etkili olmadığımı hayatımın devamında hep gördüm.” diye yazan bir kişiyi nasıl görmezden gelebilir çabalarını desteklemekten kaçınabilirsiniz ki?
Şu konuda, yeri geldikçe ben de aynı şeyleri söylemişimdir. Mesleğimizin tüm bıktırıcılığına rağmen, “Görev yaptığım yıllar içinde o gururu hep taşıdım. Bu gün maddi manevi ne kadar birikimim varsa hepsini o gün giydiğim elbiseye borçlu olduğumu da hiç bir gün unutmadım” satırları da Sayın Başkaya’nın bu kitapta bu konuda yazdıklarıdır.
Sayın meslektaşım Sami Başkaya peşin peşin “Hedefimde hiç birim kurum yoktur. Çünkü kurumlar saygındır. Fakat kurumların saygın olması içinde saygısız insanlar olmasına engel değildir. İşte hedefimdekiler o saygısız ve duyarsız insanlardır.” dedikten sonra, sözü hep şikayet ettiğimiz insanların bizleri miğferle postal arasına sıkışmış kişiler olarak gördüğü konusuna getirip bakın nasıl haykırıyor.
“Vallahi billahi biz de sizler gibi insanız!
Sizin gibi etten kemikten yapılmışız!
Duygularımız var, hissetmediğimiz.
Acılarımız var, ortak olmadığınız.
Başarılarımız var elimizden aldığınız.
Sevdalarımız var ölümüne yaşadığımız.
İsteklerimiz var duymadığınız.
Daha çok şey var anlamadığınız.”
Kısaca bu kitap bize bizi anlatıyor. Sayın yazarın kitabında anlattığı başından geçen olayların hemen hepsi, benzerleri meslektaş olarak bizlerin de başından geçmiş olan olaylar. Son zamanlarda sorunlarımızı dile getirdiğimizde malum çevreler vicdansızca, “bu sorunları bilerek astsubay olmayı seçtiniz” diyorlar ya; işte buna cevap olarak, vakti zamanında benim zarf ve pul masrafının en az olması nedeniyle astsubay hazırlama okuluna başvurduğum gibi, kitabın yazarı meslektaşımız da, İstanbul’dan Tokat’a gitmek üzere yola çıkıp, direkt Tokat’a otobüs bileti bulamadığı için Ankara aktarmalı yolculuk yapmak zorunda kalmış ve Ankara’da geçirdiği birkaç saat astsubay okuluna başvurmasına vesile olmuş.
Bütün kuvvetlerde, astsubaylık mesleğinin en büyük kaynağı olan ve ortaokul üzerine eğitim veren astsubay hazırlama okulları tamamen kaldırılırken, subay yetiştirilmesinde harp okullarına kaynaklık eden askeri liselerin ise titizlikle korunduğu bu ülkede, Sayın Başkaya astsubay yetiştirme kaynakları konusundaki bu tutumun amaçlı olduğunu vurgulayarak, şunları yazıyor;
Şimdi bu kadar farklı kaynaktan gelen, hem de hayatının en delikanlı çağında her hareketinin doğru olduğunu düşünen insanları hizmet yaparken bir araya getirmek belki mümkün ama düşünce bazında bir araya getirmek asla mümkün değildir. Bunu yaşarken gördük. Bence bu, bilinçli olarak planlanmış bir uygulamadır. Üstelik çok da başarılı olmuştur. Yani astsubayların bir araya gelmeleri çok ince bir düzenlemeyle önlenmiştir. Ne yazık ki astsubaylar bu ince planı uzun yıllar anlayamadıklarından, kaderleri birlikte olan meslektaşlarıyla bir araya gelememişlerdir. Zihniyet birliği çok önemli bir konudur. Bizler bunu anlayamadığımızdan en başından bir zihniyet çatışması girdabına girdik ve maalesef bu girdaptan bu gün bile tam manasıyla çıkmış değiliz. Bunun bedelini hala ödüyoruz. Korkarım ki olanları anlayamadıkça ödemeye de devam edeceğiz.
Ayrımcılık ve art niyetin bu kadarla kalmadığını, örneğin kendi zamanındaki Kara Astsubay Hazırlama Okulu’nun bulunduğu şehrin de bilinçli olarak seçildiğini kastederek şunları yazıyor;
1966 yılında hangi gerekçeyle yapılmıştır bilmiyorum ama, Kara Astsubay Hazırlama Okulu Çankırı’ya taşınmış. Şimdi Çankırılılar alınacak ama benim anlatmak istediğim başka bir şey . Adı üstünde ‘kır’ be kardeşim.Daha on dört on beş yaşında babalarının ellerinden tutarak, ‘Eti senin kemiği benim’ anlayışıyla teslim ettiği o pırıl pırıl gençler, sosyal olarak, sınırları içinde bir tiyatrosu bile olmayan Çankırı’da hangi olayları görüp kendi hayatlarında o yönde değişiklik yapacak?
Zaten bize bizi anlatan bu kitabı okuyunca siz de görecekseniz; daha okulundan mezun olup birliğine giderken bineceği otobüs yazıhanesinde, karşı kaldırımda bulunan okulun paydos töreninde istiklal marşı okunduğu sırada ayağa kalkıp esas duruşa geçmedikleri için, hiç tanımadığı insanlara gösterdiği sert tepkiyi, yiyecek çaldı diye bir anne köpeğe vicdansızca davranan asteğmen ile çalıştığı birlikte yaşadığı tatsız durumu burada uzun uzun anlatmaya gerek yok. Anlattıklarından şunu çıkarıyorum; bu olaylar, yazarımızın sadece mesleğinde yaşadığı olumsuzluklara tepkili olabilen bir meslektaşımız değil, şahsen benim ülkemizde sayılarının çok ama çok fazla olmasını arzu ettiğim, ülkesinin sorunlarının bilincinde aşırı duyarlı bir yurttaş olduğunu göstermektedir. Yapmış olduğu özellikle “Ben insanım ve insani olan her şey beni ilgilendirir.(Terence)” alıntısı da bu durumu özetlemektedir.
Bir yerde insan olacak ama aşk olmayacak; mümkün mü? Bu kitapta aşk da var. Şu satırlar da “Prangalı Düşler” kitabından alınmıştır.
Onunla ilgili her şeyi muhafaza ettiğim, yani kısacası hayatımın özeti olan her şey bir kutuda saklıydı. Hayatımı içine kilitlediğim küçük kutuyu açtım, en üstte bir fotoğraf. O vermemişti, ben bir yerlerden aşırmıştım. Bu fotoğraf beni ben yapan, onu bende yaşatan, en değerli parçaydı. İlk önce onu yırttım. Kalbim sızladı. Gözleri yoktu, tekrar toparladım, birleştirdim ama bir de baktım kalbi yoktu! Olacak gibi değil! Fotoğrafı yaktım, ama bu sefer de onun gibi koktu. Anladım ki unutamam, unutmama imkan yoktu.
Meslektaşımız bir konuda, hem muhataplarına hem de meslektaşlarına karşı iddialı da.
Biraz iddialı olacak ama ben kendimi biliyorum. Öncesini anlatılanlar kadar ama TSK’ya girdiğimden emekli olduğum güne kadar geçen süredeki yaşananlar konusunda ben astsubaylığın da hafızasıyım. Çünkü ben çok iyi bir gözlemciyim, ayrıca astsubaylarla ilgili bugüne kadar ne yapıldıysa hepsi tarafımda kayıtlı. Bu konuda yüklü bir arşive sahibim. Haliyle bildiklerimi paylaşmak, yapılan haksızlığı gündeme getirip bu konuda çözüm üretmek adına kendime bir görev edindim. Bedeli ne olursa olsun astsubaylara hakları verilinceye kadar da bu mücadelemi her platformda sürdürmeye yemin ettim.
Bunları duyurmak bence hem bir görev hem de bir zevk.
Benim bildiğim, “Prangalı Düşler” kitabı, ülkemizde astsubayların bir astsubay tarafından anlatılması olarak yazılmış ilk kitap. Uzun lafın kısası, burada bu kitabın tamamını özetleyecek halimiz yok. En iyisi bir şekilde kitabı edinip okumak. Bu kitabı buradan sizlere önermeyi, meslektaşlarımız tarafından okunmasını, okutulmasını mücadelemiz açısından bir görev sayıyorum. Yazar meslektaşımızın bir astsubay filmi yapılması konusunda söz vermiş olduğunu tekrar hatırlatmak isterim.