Günlük yaşamımızda bir peşin hükümlülüğün, ön yargılı olmanın hikayesi .
Oturduğu apartman dairesinin kapısına anahtarını soktu, kapıyı tam açıp içeri girecekti ki, kapı eşiğine bırakılmış ikiye katlı fotokopi sayfasını fark etti. Kağıdı aldı, kapıyı açıp içeri girdi. İçeride kağıdı açtı, şöyle bir göz attı. Bu, “Sayın” hitabıyla başlayan el yazısıyla yazılıp, fotokopi çekilerek çoğaltılmış tek sayfalık bir mektuptu. Yakın gözlüğünü taktı, mektubu bir solukta okudu. Mektubu okuduktan sonra tekrar katlayıp, giriş kapısının yanında bulunan ayakkabı dolabının üzerine bıraktı. “Yuh olsun sana! Yazılanlara sen de muhatapsın! Sarhoşun biri öyle mi!. Al sana, yanıldın işte! Ön yargılı davrandın Ali Bey, peşin hüküm verdin! Bir de sağduyu sahibiyim diye övünürsün!” sözleri ağzından döküldü.
Emekli Ali Bey her gün, aksatmadan sabah yürüyüşüne çıkardı. Bazen kendi kendine: “Sabahın köründe yollara düşecek ne zorun var? Sanki çocukluğundaki köyündesin; çift-çubuk sahibisin de, sabah sabah, her gün erkenden, yollara düşersin! Sanki kuşluk sıcağı çökmeden bir evlek daha fazla ekeceksin! Sabah sabah yat, yattığın yerde!..” diye söylendiği olmuştu. Ancak; yine de yürüyüşünü nedensiz bir şekilde aksattığı günlerde, içinde bir eksiklik duyar, huzursuz olurdu. Altmış yaşını devirmişti. Altmış yaşına rağmen, çok şükür ki adı konulmuş bir rahatsızlığı yoktu. Sık hasta olmaz, doktora nadiren çıkardı.
Kırk yaşından sonra, ister baş ağrısı, ister diz ağrısı, ister böbrek ağrısı şikayetiyle olsun, hangi şikayetle doktora gidersen git, ilk söyleyecekleri aşağı yukarı hep aynı değil miydi zaten: “Ekmeği azalt!..”, “Tuzu kes!..”, “Şekerden uzak dur!..”, ve bir de “Sabahları mutlaka yürüyüş yap!..’’ Emekli Ali Bey de denileni yapmaya çalışıyordu. Her sabah, gün doğarken, daha yollar kalabalıklaşmadan, kendini sokağa atıyor; oturduğu sitenin bulunduğu semtin sokaklarında, kendince belirlediği beş-altı kilometrelik yürüyüş yolunda, kahvaltı öncesi sabah yürüyüşünü yapıyordu. Ülkede emeklinin hali belli; kuş yuvası gibi bir kooperatif dairesi; iki oda bir salon… Aslında karı-koca iki kişiye yeter de artar bile ama, sabah sabah iki yaşındaki torun bakılmak için bırakılacak, torunun annesi- babası, halası işe gidecek. “Gir-çık” sabahları evde trafik yoğun. O telaşede, işin ucunda “Ayak altında dolaşma!..” diye zılgıt yemek bile var… En iyisi, ne yapıp edip, yürüyüş bahanesiyle kendini sokağa atmak… Ali Bey de, onu yapıyordu işte.
Yürüyüşe çıkmasa da; evde sabah sabah televizyonun karşısına geçip, bilmem hangi yabancı ülkenin nehirlerinde, boz ayıların şelalede somon balığı avlayışını, bu ülkelerin bu akarsularına ve ormanlarına nasıl sahip çıktığını, doğal güzelliklerini, sıkı kurallarla nasıl gözleri gibi koruduklarını, üzerine titrediklerini, anlatan belgeselleri seyredip kahrolsa mıydı?.!
Buna karşın; ülkemizde, “Mermer ocağı ruhsatı veriyoruz!..” adı altında, tüm yeşil tepelerin zirvelerinin traşlanmasıyla ilgili haberleri, her gün bir başka yerde: “Akarsuların üzerine HES yapıyoruz!…” diyerek akarsuların boruya alınmasına karşı tepki gösteren yurttaşların duymazdan gelinen çığlıklarını, “Herkes en az beş çocuk yapacak!..” zırvalarıyla ilgili haberleri izleyip, sinir krizi mi geçirseydi. Sabahları yürüyüş yapmak, bunları izlemekten bin kat daha iyiydi.
Televizyona her çıkanın, “Uzman” adı altında, kendine göre başka bir şeyler söylemesi, kaç adım atınca ne kadar kalori yakılır hesaplamaları bir yana, Ali Bey’in yeri geldikçe tekrarladığına göre, yürüyüş bahanesiyle geçtiği yollarda, gözü yol kenarlarına takıldığında, hiç olmazsa, en azından beyni, “Şu tarladaki ebegümeçleri neden daha gür, diğerleri zayıf?”, “Yolun sağındaki tirfiller, soldakilerden neden daha yeşil acaba?”, “Kaldırıma dikilen palmiye fidanlarının dalları aşağıya çok sarkmış, üstelik yaprakların her biri kama gibi sivri; ya bir çocuğun gözüne batarsa!”, “ Şu sarı çiçekler, ne kadar da köyümün nalçeken çiçeklerine benziyor!” , “Çöp poşeti de buraya bırakılmaz ki kardeşim!” türü konularla meşgul olurdu da, bir saatliğine rahat ederdi. On yıl öncesine göre hayli azalsa da, nisan-mayıs aylarında yürüyüş yolunun kenarlarında gördüğü, sapsarı meyvelerin üzerine açılmış, bembeyaz portakal çiçeklerinin dünyada eşi olmayan kokularını içine çekerken, bu güzellikleri görmeden ölüp gidecek olan Finlandiyalıları, İsveçlileri hatta, Erzurumluları düşünüp, üzüldüğü de olurdu; ama olsundu.
Yaşlı adam, iki gün önce, oturduğu sitenin bahçe kapısından sabah yürüyüşüne başlamak üzere çıkarken, kapıdan geçmekte zorlandı. Zorlandı; çünkü bir otomobil, sitenin sürgülü demir parmaklıklı kapısının önüne, bir insanın zor geçeceği kadar bir aralık bırakılarak, biçimsiz bir şekilde, uzunlamasına park edilmiş, kapı çıkışı neredeyse kapanmıştı. Çoktandır sitenin araç park sorunu vardı. Site bahçesi içinde bulunan araç park yerleri, araç sayısına göre yetersizdi. Site oturanlarının yarısı, araçlarını site bahçe duvarının dışına, sokağa park etmekteydiler. Ancak, bu aracın kapı önünde biçimsiz duruşu, pek de sitenin park sorunuyla ilgili görünmüyor, bu park ediş, olağan bir park edişe benzemiyordu. Neyse ki; bu kapı siteye araç girişi için değil yaya girişi-çıkışı amaçlı kullanılmaktaydı. Yoksa bu haliyle içeri araç giriş mümkün değildi. İhtiyar adam, “Kim bilir, hangi site sakini gece geç vakit sarhoş geldi de, arabasını uygun bir yere park edemeden kendini evine zor attı!..” diye, aklından geçirdi.
Yaşlı adam yürüyüşüne devam etti. Dönüşte, biçimsiz park etmiş olan otomobilin kapı önünde, hâlâ öylece durduğunu gördü. Komşulardan iki kişi daha arabanın başında toplanmış, aracın niçin böyle park edildiği üzerine fikir yürütmeye çalışıyordu. Bunlardan biri, Ali Bey’in selamlaştığı, en azından adıyla sanıyla kim olduklarını bildiği komşularından, asker emeklisi Sefa Bey ile, kaptanlıktan emekli Yılmaz Bey’di. Askerlik, onu bırakalı çok olduğu halde, askerliği bırakmaya hâlâ niyeti olmayan Sefa Bey, daha sabah selamlaşmasına fırsat vermeden, sinirli sinirli söylendi:
Yılmaz Kaptan ekledi :
Bizim ihtiyar, iyice daralan bahçe kapısından zorlanarak geçip, apartman giriş kapısına yöneldiğinde, iki komşu hâlâ biçimsiz park etmiş arabayla ilgili söylenmeye, fikir yürütmeye devam ediyorlardı.
Yaşlı adam doğduğu ve çocukluğunu geçirdiği köyünden on beş yaşında ayrılmış, gurbete çıkmıştı. Zaman zaman izinlerinde kısa süreli ziyaretler dışında, bir daha dönmesi mümkün olmamış, bundan ötürü yıllarını hep köyünü düşünerek, özleyerek geçirmişti. Bu, kapı önünde bırakılan araba olayı üzerine, yine köyü aklına geldi ve “Bağı- bahçesi, dağı-ormanı ile bir uçtan bir uca yaya üç saatte yürünebilen, seksen hanelik bizim koca köyü getirir, altmışa seksen metre genişliğinde daracık bir alana, kırkar dairelik iki apartman bloğuna tıkıştırırsan, olacağı budur!” diye, içinden geçirdi.
Benzerlerinde olduğu gibi, bu sitede de birbiriyle tanış olan, birbirine gidip gelen insan çok azdı. Bu birbirine gidip gelenlerin de çoğu, uzun süredir sitede kendi evinde oturan, bir avuç mülk sahibiydi. Yaşlı adam kişi olarak, bundan ne kadar tek taraflı şikayetçi olsa da, apartmanda oturan komşular arasındaki iletişim, en fazla apartman kapısında, asansörde, karşılaşıldığında kuru bir selamlaşmadan ileri gitmezdi. Apartmanda, uzun süre kapıları karşılıklı apartman dairelerinde oturdukları halde, birbirlerinin adını bilmeyenler vardı. Bu duruma, günümüzün apartman yaşamı koşullarının yanında, bu şehrin bir turizm merkezi olmasının katkısı büyüktü. Şehrin turizm merkezi olması nedeniyle, mevsimden mevsime nüfus akışkanlığı çok fazlaydı ve sitede kiracı olarak oturanlar sık sık değişmekteydi. Bundan ötürü, kimse kimseyi tanımaya fırsat bile bulamıyordu.
Siteye yeni birileri taşındığında, hem yeni taşınan komşular, hem de eski oturanlar, “Kimdir?”, “Necidir?” diyerek, apartmana giriş-çıkışlarda birbirlerini yan gözle, iyice bir gözlerler, incelerler, ancak altı ay geçtikten sonra, karşısındaki kişi kendi ölçülerine eğer uygunsa, asansörde, kapı giriş-çıkışı rastlaşmalarında selamlaşmalar başlardı. Şayet her şey olumluysa, isimlerin öğrenilmesi ancak bir yılı bulurdu. Taraflar karşılıklı tanışıp görüşmeye pek yatkın değillerse, bu süre çok daha uzun olabilir, veya hiçbir zaman mümkün de olmayabilirdi.
Hakkını yemeyelim; bazı yönlerden bu site, benzerlerine göre yine de farklı sayılabilirdi. Yeşillik yönünden bizim yaşlı adamın oturduğu site cennet gibiydi; bulunduğu şehrin, yeşili en bol sitelerindendi. İnşaattan önce sitenin arsası portakal bahçesiymiş. Bloklar yapılırken gerekli özen gösterildiği için, sitenin bahçesi, inşaat öncesinden kalan portakal limon ağaçlarıyla kaplıydı. Bu ağaçlara, site yapıldıktan sonra, yirmi yıldır yetiştirilen, çam, palmiye ve bahçe donanımı için diğer bazı ağaçlar da eklenince, site bahçesi yemyeşil bir ormana dönüşmüştü. Yeşillik olarak çok iyiydi, hoştu, güzeldi de; bunun bir de bedeli vardı. Site bahçesinde, “yeşil alan fazla olsun’’ denmişti ama, bunun sonucu olarak da araç park alanı yetersiz kalmıştı. Araç park alanı yetersizliği nedeniyle de, site oturanlarının bir bölümü aracını, bahçe dışına, sokağa park etmek zorunda kalıyordu. Doğrusu bahçedeki bu güzellikler, araç park yeri sıkıntısı çekmeye değerdi!…
“Apartmana kim girdi? Kim çıktı? Kim kimdir? Necidir?” konusunda, hanımlar daha bir dikkatlidirler ya!… Eve geldiğinde, Ali Bey eşine, kapıda biçimsiz şekilde park edilmiş arabayı, arabanın rengini, markasını, modelini anlatınca, hanımı anında kimin arabası olduğunu bildi. “Hani, iki kat üstümüzde, karşı dairede oturan, sakallı-küpeli, turizm rehberi genç birisi var ya!…” dedi. İhtiyar adam, eşine: “Son yıllarda ülkede bir tane bile olsun sanayi tesisi, fabrika mı açıldı ki?! Gençlerimiz, turizm aldatmacası, garsonluk, rehberlik, pazarlamacılık ve alış-veriş merkezlerinde özel güvenlik görevlisi olmaktan başka bir işe girmiş, çalışıyor olsunlar… Varsa, yoksa turizm ve alış-veriş merkezi” demek istedi ama demedi; sözü uzatmak istemedi. Eşi, Ali Bey’in araç sahibi komşuyu hatırlaması için anlatmaya devam etti. “Eşinden ayrılmış. Ayrıldığı eşi yan sitede oturuyormuş da; bazen altı yaşındaki oğlunu, bizim apartmana babasının yanına getiriyor. Hani geçenlerde kapıda rastlamıştık.” diye ekledi. Yaşlı adam sonunda, eşinin tarif ettiği araç sahibi komşularını hatırladı. “ Tamam, hatırladım bildim!..” dedi.
Ali Bey, biçimsiz şekilde site bahçesinin kapısı önüne park eden aracın sahibini, ‘’altı yaşlarında çocuğu var..” denilince hatırlamıştı. Üç yıla yakındır bu apartmanda oturan ve apartman girişi- çıkışı karşılaşmalarında selamlaşmaya başladığı bir komşusuydu. Annesi-babası ayrı olan tüm çocukları görünce hüzünlendiği gibi, bu çocuk da babasına getirilirken apartman kapısında gördüğünde üzülmüştü. Çok şükür, öyle bir sorunu yoktu ama, yine de böyle annesi-babası ayrı olan çocukları her gördüğünde, onları torununun yerine koyar, hüzünlenirdi. Sadece annesi babası ayrı olduğu için, bu çocuğun durumuna üzülmezdi. Günümüz şartlarında iş-aş bulup evlenebilen; ilk zamanlarda, yolda sokakta birbirlerinin içlerine girmiş, sarmaş- dolaş gezen, eş dost çocuğu tanış gençlerin; altı ay, hatta bir seneye varmadan evliliklerini büyük oranda bitirdiklerini her duyuşunda da çok üzülür, ayrıca bu durumu son yılların önemli bir ülke sorunu olarak görür, kahrolurdu.
Yaşlı adam, aracı sarhoş birisi park ettiyse, öğleden sonrasına doğru kendine gelir, aracına sahip çıkar diye düşündü. Ancak; başına ne geldiği, niçin böyle biçimsiz şekilde sitenin bahçe kapısı önüne park edildiği bilinmeyen araç, öğleden sonrasına kadar kapı önünde, öylece durdu. Kapıdan girip çıkarken, arabada bir şey dikkatini çekti. Sanki, sabah ilk gördüğünde araçta böyle bir şey yoktu. Aracın kaportasının, çivi gibi bir şey ile, boydan boya çizilmiş olduğunu fark etti.
Vakit akşam üzeri olduğunda, aracın hala orada durduğunu görünce, içine bir kurt düştü. “İnsanlık hali! Sakın, araç sahibi olan komşunun başına kötü bir şey gelmiş olmasın!..” diye düşündü. Site bahçesinde rastladığı apartman görevlisine, aracın sahibi olarak tahmin ettiği komşunun kapısını çalmasını, evde olup olmadığını bir yoklamasını söyledi. Bir süre sonra, apartman görevlisi, kapısını çaldığı komşudan bir yanıt alamadığı haberini getirdi. Ali Bey insanlık adına, araç sahibinin telefon numarası kayıtlarda varsa, site yönetiminden alıp, telefonla araç sahibine ulaşmayı düşündüyse de, apartman görevlisinden, yönetim odasının kilitli, site yöneticisinin de bir günlüğüne şehir dışında olduğunu öğrenince, düşündüklerini yapmaktan vazgeçti.
Bizim ihtiyar, ertesi sabah, her gün yaptığı mutat günlük yürüyüşüne çıkarken, aracın yine aynı yerde durmakta olduğunu gördü. Yürüyüşü tamamlayıp eve geri döndü. O aracın, iki gündür kapı önünde öylece duruyor olması ve araçla ilgili hiçbir şey yapamamış olmak içine sinmiyordu. Böyle olmayacaktı; bir şeyler yapmalıydı. Duşunu yapıp kahvaltısını ettikten sonra, içinden, “İnsanlık ölmedi ya!..” deyip, araç sahibinin, komşu sitede oturduğunu bildiği, ama tam adresini bilmediği eski eşine ulaşmayı denemeye, karar verdi. Komşu siteye geçti. Site yönetim odasına gidip, zaten tanış olduğu yöneticiye durumu anlattı. Eski eşin o sitede oturduğunu, beş yaşında bir oğlunun olduğunu söyler söylemez, aynı sitede yıllardır yöneticilik yapan tanış yaşlı apartman yöneticisi, eski eş olan bayanı, adıyla, oturduğu bloğuyla, ev-kapı numarasıyla hemen hatırladı. Araç sahibinin, eşinden ayrılmadan önce, eşiyle birlikteyken zaten aynı adreste kiracı olarak oturduğunu sözlerine ekledi. Araç sahibinin ayrıldığı eşi, aynı adreste oturmaya devam ediyormuş ve eski eş olan bayanın telefon numarası yönetim kayıtlarında varmış.
Ali Bey, yöneticinin kayıtlardan bulduğu cep telefonu numarasını bir kağıda yazdı. Yönetim odasından dışarı çıkar çıkmaz da verilen telefon numarasını aradı. Telefona cevap veren bayana kendisini tanıttı, durumu anlattı. Bayan, plakasını duyduğu aracın, eski eşine ait olduğunu doğruladı. Eski eşinin, babasının rahatsızlığı nedeniyle bir haftalığına memleketine gittiğini, birkaç gündür şehir dışında olduğunu, bir hafta sonra döneceğini bildiğini, aracın site kapısı önüne nasıl geldiğini bilmediğini, durumu eski eşine aktaracağını söyledi. Ayrıca yaşlı adamın ilgisine de teşekkür etti. Ali Beyin içi, insanlık görevini yapmış olmakla, biraz olsun rahatlamıştı.
Ertesi sabah, Ali Bey’in aracı kapının önünde görüşünün üçüncü günüydü. Sabah yürüyüşüne çıktığında, aracın bulunduğu yerde, site bahçe kapısı önünde olmadığını gördü. İçinden, “Herhalde kayıp komşu dönmüş, arabayı bulunduğu yerden kaldırmış!” diye geçirdi. Doğru düşünmüştü; aracın az ileride uygun bir yere park edilmiş olduğunu gördü. O arabanın kapı önünde, biçimsiz şekilde, iki gün durmasının nedenini öğrenemeden olayı unutmak üzereyken, bir gün sonra, kapısının önünde, el yazısıyla yazılıp, fotokopi çekilerek çoğaltılmış işte o mektubu bulmuştu.
Mektup: “Sayın Site Sakini Komşularım!” diye başlıyor, özetle şöyle devam ediyordu.
Vitesteki aracı, park ettiğim yerden beş metre geriye, kapı önüne ittiren aracı gören kişi ya da kişiler varsa, bana veya site yönetimine bildirmelerini insaniyet namına rica ediyorum. Aracı park ettiğim yerde, benim aracıma ait olmayan, aracıma çarpan aracın, plastik plaka çerçevesinin kırıklarını buldum. Komşulardan öğrendiğime göre, ilk gün böyle bir durum yok iken, ikinci gün sol arka kapıdan başlayarak arka çamurluğa kadar ve sağ arka çamurluk üzerinde boydan boya metal çivi veya benzeri bir aletle aracın kaportası derince çizilmiş. Ayrıca kapı koluna sümkürülmüş! Yanlış okumadınız, kapı koluna sümkürülmüş! Site girişine, her ne şartla olursa olsun, üstelik iki gün süreyle kimsenin araç bırakmayacağını düşünmekten aciz, sözüm ona site kapısı kapandığı için sinirlenip kapı koluna sümküren kişiyi, ruh hastası, aciz, terbiyesiz kelimelerinden başka tanımlayacak kelime bulamadığım için üzgünüm. Fazlasına terbiyem el vermiyor.
Ama bilgim ve inisiyatifim dışında gelişen bu olay nedeniyle, aracım yüzünden sitenin giriş kapısının kısmen kapanmasının verdiği rahatsızlıktan dolayı, özellikle iyi niyetli, olayda bir dahli bulunmayan komşularımdan özür dilerim.
Üç yıla yakın süredir bu sitede oturuyorum. Kimseyle bir husumetim, yaşanan en küçük bir sorunum olmamıştır. Olanlara hiç bir anlam veremiyorum. Bu olanları, ne tür insanlarla bir arada yaşadığınızı sizler de bilin, diye paylaşmak zorunda kaldım.
Aracın, sitenin giriş kapısının önüne ittirilerek giriş kapısını kapatmış olduğundan, dün sabah memleketimdeyken telefonla haberdar edildim. Hemen yola çıktım. Dönüş yolculuğum tüm gün sürdü. Daha önce öğrensem, daha erken gelirdim. Ne kadar duyarsız bir toplum haline geldiğimizin farkında mısınız? Ama kötü düşünceler üretmekte üzerimize yok.
1A Blok No: 10 sakini
Ali Bey eve girerken kapısının eşiğinde bulduğu mektubu okuduktan sonra, “Yanıldın işte, ihtiyar adam yanıldın!.. Ön yargılı davrandın!.. Yaşlanıyor musun ne?! Görüyorsun bak, adam sarhoş falan değilmiş…” diyerek kendi kendine söylenirken üç günden beri yaşadıklarını düşünüyordu.
Mehmet Ali KILINÇ
Eylül 2013 Antalya