Yıllar önce televizyonda, ırkçı hainler tarafından katledilen şehit astsubayın dolabındaki iki takım elbisesinden birini teskereye göndermek için teskereci muhtaç ere verdiğini ırkçıların katlettiği meslektaşımız şehit astsubayın eşi Yıldız Namdar’dan dinlemiştim de televizyon başında, çor çocuk görüyor mu diye sağıma soluma bakıp kimseye göstermemeye çalışarak ağlamıştım. Birkaç hafta önce olayın benzerini, görevdeyken Fikret Astsubayım da yaşadığını anlatmıştı da, yine gözlerim dolup boğazıma bir şeyler düğümlenmişti. Siz, öksüz kimi kimsesi olmayan Kilis’li garip er Dursun Ali’ye iki takım elbisesinden birini verip teskereye gönderen Ali Başçavuş’u anlatınca yine ağladım..
Siz bana bakmayın, ben hep böyle kolay ağlarım. Mahalle arasında yürürken bir çalı dibinde eşinip solucan arayan bir kara tavuk kuşu görsem, balkonumuzun önündeki ağacın tepesine konmuş hep eşiyle birlikte cıvıldaşan siyah başlı bir çift Arap bülbülünün sesini duysam, mevsimin güze döndüğü günlerde tozlu bir yola konmuş kafasının tüyleri dikilmiş eşinen bir çift yiribik (ibibik) görsem, kırk yıldır görmediğim çocukluk arkadaşımı görmüş gibi olurum, dünyada hala hayat var diye umuda boğulurum, sevinçten boğazıma bir şeyler düğümlenir, yine ağlarım.
Bir yaz sonu döneminde, ormanlık bir bölgede ağaçlar arasında, kıvrıla kıvrıla uzanan bir dere kıyısı köy yolunda, gölgelerin uzamaya başladığı akşam üstü serinliğinde, arkası pulluklu, kocaman tekerlekli bir traktörün üzerinde, yanında traktörün çamurluğuna sığışmış kınalı saçları boncuk oyalı ak çemberinden dışarı taşmış çatlak dudaklı teyze, çok köşeli kasketini arkaya doğru yatırmış ak saçlı bir köylü amca önümden gelse, bak amca üretmekten, tarlaya tohum atmaktan geliyor, bu ülke bizim, biz aç kalmayız diye gururlanır, gururdan ağlarım.
Siz bana bakmayın ben hep böyleyimdir. Bir sinema salonunda komedi filmi seyrederken, herkes katıla katıla gülerken, kimsenin kimseyi görmediği karanlıkta ne yapar eder, ben ağlayacak bir şey bulur, yine ağlarım. Örnek mi dediniz? Ege kıyılarının küçük turistik kasabasında kaybettiği motorlu dondurma tezgahını bulmak için oradan oraya koşturan bir Muğlalı’yı anlatan “Dondurmam Kaymak” adlı, baştan aşağı gülünesi sahnelerle dolu komedi filmini sanırım seyretmişsinizdir. Sinemada, herkes bu filmi baştan sona kahkahalarla izlerken, ben yine ağlayacak bir şeyler buldum. Niye mi? Bütün aramalarına rağmen dondurma arabasını bulamayan filmin kahramanı, evde karısı çocukları da dırdır edip üzerine gelince, bunalıma girer tarım ilacı içerek hayatına son vermeye niyetlenir. Ancak şafak vaktinden önce, ak sakallı, görmüş geçirmiş kapı komşusu amca, çaresizlik içindeki adamın koluna girerek, beraber saatlerce mahallede dolaşırlar. Ak sakallı ihtiyar komşusunun bin bir nasihatinden sonra çaresiz adam ikna olur ve intihardan vazgeçer, hayata tekrar tutunmaya karar verir.
Ömürleri boyunca ülkelerine hizmet için oradan oraya savrulan, ama yine de ön yargıyla bakılmaktan kendilerini kurtaramayan, ben, sen, o, tüm Assubayların bir çıkmaza girdiklerinde, hiçbir zaman kendilerine nasihat verebilecek görmüş geçirmiş, komşu da olsa, ak sakallı bir amca bile edinme fırsatları olmadığı için, ona ağladım…
Siz benim kusuruma bakmayın, ben hep böyleyimdir, ağlarım…
MEHMET ALİ KILINÇ ( Merhum)
Emekliassubaylar.org sitesi yazarı
Merhum Mehmet Ali abinin köşesinin boş kalmasına gönlüm razı olmadı. Yazısında hep bir içtenlik vardı, sanat vardı. Onun yazısını okurken hemen onun yanı başında onu dinliyormuş gibi idim. Koca Gülnarlıyı, Koca yürekli adamı, saygı ile anıyorum. Sanatçılar alkışlanır ya… Haydi biz de abimizi alkışlayalım. Allah rahmet eylesin.
Saygılarımla…
Erdal Günşer