Topyekûn bir fetret döneminden geçiyoruz şu günlerde!
Bilhassa son on beş seneden beridir
Bu topraklara ayak basdığımızdan buyana hiç duyulmadık, hiç bilinmedik, hiç yaşanmadık vak’alar yaşıyoruz.
Her şey birbirine karışdı aslında…
İyi, kötüye; hak, bâtıla; kuru, yaşa; doğru, yanlışa; hak, haksızlığa; nâmus, nâmussuzluğa; kahraman, hâine…
Ve dahi
At izi, it izine…
Koca Şâir Mehmet AKİF’in
Târihlere sığdıramadığı Mehmetcik;
İki metrelik tabutlara her gün üçer beşer tepilip
Memketin her yerinde gara toprağın bağrına sığışdırılırken
Şehit Yüzbaşı Ali’nin küçük ağabeyi Jandarma Yarbay Mehmet
Ve dahi
Adamdan daha adam, kadından daha kadın, yiğitden daha yiğit meçhûl Kadın Jandarma Asubay hâriç
Memleketin dört bir bucağı
Şehit Ali Yüzbaşının Deniz Asubayı olan büyük ağabeyi Mustafa gibi
Dut yemiş bülbül doldu…
Binlerce seneden beri inanıp canımız bahâsına sahip çıkdığımız anânelerimiz, değerlerimiz, mukaddesâtımız üzerinde müthiş bir ifsât, tağşiş, tahrif, tezyif ve yozlaşdırma faaliyetine mâruz kalıyoruz.
Ve dahi sonu hiç de hayırlı olmayan bir meçhûle doğru koşar adım yuvarlanıp gidiyoruz…
Hırsızlığın, rüşvetin adı bağış oldu…
Ses kaydının adı dublaj, görüntü kaydının adı montaj, cürm-ü meşhudun adı şantaj oldu.
Polisler hırsızı değil fakat hırsızlar polisi kovalar oldu.
Hırsızı yakalayıp Kânuna teslim etmenin adı da linç kampanyası oldu…
Yobazlık-bağnazlık, fitne-fesat-nefret-irticânın yuvalandığı yerlerin ismi parti-kulüp-dernek-vakıf oldu.
Kaşarlı hırsızlar, azılı hainler, tescilli nâmussuzlar baş tacı…
Yalan-talan-dolan-dümen tezgah çevirmek makbul bir meslek oldu…
Çıfıt icâdı olan siyâset denen melânet; vatandaşı uyutmanın, kaz gibi yolmanın, memleketi bölmenin adı odu!
Balık, tavuk gibi kokuyor! Karpuz, kabak oldu!
Ekmek, ekmek gibi kokmuyor artık! Domates desen, domates değil…
Bilimin ve dahi sefâlet içinde, aç kalmak bahâsına memleketinde çalışan bilim adamlarının ismini unutduk.
Fakat sünnetsiz, abdestsiz, cibilliyetsiz, götü boklu ecnebî topcuları millî kahraman ilan etdik.
Bilimadamlarının ömrünü hasredip ilim adına yazdığı kitaplar raflarda eskiyor
Fakat
En âdisinden uyuşdurucu futbol haberleri veren gazeteler, yüzbinler satıyor…
Kızlar, erkekler ve dahi süt bebesi çocuklar… Hele hele analar;
Memleketi bölüp parçalamanın adı; açılım-çözüm oldu, demograaasi oldu, özgürlükkkk oldu.
Kahramanlar hain, hainler kahraman oldu. Taşları zincirle bağlayıp itlerin ipini çözdüler.
Her köşe bucağını ipsiz itlerin; soysuz, sopsuz insan bozmalarının istilâ etdiği ata yâdigarı koca memleketim
Külliyen sahipsiz, öksüz kaldı…
Bizim köy gadar, goca goca gemilerin adı, gemicik oldu.
Siyâtsecilerin bindiği benzin canavarı milyon liralık arabalar için
Devlet kasasından harcanan milyarlarca lira çerez parası oldu.
Sokaklar;
Türkce konuşmayan, ne idüğü belli olmayan insanımsı mahlukât ile doldu.
İşin en kötüsü de
Sonu mutlak bir felâket olan bu gidişâtdan hepimiz memnun görünüyoruz.
Rahmetli babamın babası Hacı Sülük dedem bir gün şöyle dediydi;
“Oğul! Adamı eyleyen toprakdır; toprak giderse, adamı zapdedemezsin!”
Topraklar avuç avuç elden gidiyor da kimsenin umurunda değil!
Hem
Rey alıp millete hizmet etmek için seçilenlere,
Hem de
Özellikle rey verip seçenlere …
Öyle bir gün gelecek ki! Târih, bunun hesâbını bizlere muhakkak soracak!
Zehirli sarmaşık gibi bizleri sarıp sarmalayan bu kavram, tutum ve ahlâk yozlaşmasının içinden
Bugün sâdece birisine,
Hattâ en mukaddes olanına dokunacağız burada; Şehitlik …
Sâdece dinimiz İslâmda var olan şehitlik mefhumu konusunda, din açısından söyleyeceğimiz hiçbir şey olamaz!
Çünkü bu konuda ebediyyete kadar söylenebilecek, yapılabilecek herşeyi
1400 sene evvel bütün beşeriyete indirilen Kelâmıkadim tam olarak söylemiş.
Öyleyse, şehitlik meselesine
Ezber bozacak sözler irâd etmek üzere
Bize de burada, dünveyî ve dahi hukûkî açıdan bakmak kalıyor.
Gara galem ile ak kağıdın üstüne çalagalem yazdığı Vatan İçin isimli vecizinde Bir garip Orhan Veli,
Yetmiş beş sene evvel şöyle dedi, şehitlik konusunda;
Orhan Veli’nin dediği minvâl üzere
Vatan borcu nâmus borcu deyip ortaya çıkan bizlerden
Kimileri nutuk atarak vatan borcunu ödemeyi tercih ederken
Kimilerimiz, tercihsiz öldük!
Şair O’dur ki
İçinde doğup büyüdüğü insanların ciğerini okuyabilsin!
Bir Garip Orhan Veli de
İşde tam da böyle yapdı.
Bakınız, yetmiş beş sene evvel dedikleri
Bugünlerde nasıl da aynıyla vâki oldu…
Evvela,
Türk Ordusunun târihinde hiç görmediğimiz bir teşhircilik faaliyetine şâhid olduk, âhiren!
Genelkurmay Başkanlığımız, avuç dolusu paralar harcadı
Ve dahi
Kuyruk yağını bol bulmuş kasap gibi
Oraya buraya çarşaf çarşaf ilanlar yapışdırdı.
Bu tutumuyla Genelkurmay Başkanlarımız
Türk milletinin en yüce ve dahi en mukaddes inancı olan şehitlik mertebesini kendilerince kutsamaya çalışdı…
Yüzde doksanı Türk düşmanı olan yabancıların eline geçen çok uluslu basın şirketlerine
Genelkurmay Başkanlarının apaz apaz para verip şehitliği teşhir etdiği günlerde
Ve dahi
Şahsî eşyalarını tıka basa doldurup
Belini sıkıca bağladığımız bavulları ile birlikte
Türk bayrağına sarılı tabutunu
Kamyonet kasasında taşımayı revâ gördüğümüz
Piyâde Binbaşı Murat ÖZYALÇIN’ı
Şehit ilan etdik, utanmadan, sıkılmadan!
Askerliğini Asteğmen rütbesiyle
Ve dahi
Kantin subayı olarak yapan
Zamânın Başbakanı Sayın ERDOĞAN’ın
“Askerlik yan gelip yatma yeri değildir” dediği günlerde dahi
Alınlarına, enselerine sıkılan gahpe gurşunlara hedef olup
Üçer beşer tabutlara tepdiğimiz
Ve dahi
Memleketin bütün köşe bucağının “açık mezarlığa” döndüğü şu günlerde
Ana-babalarına “karakteri bozuk” dediğimiz askerlerimize
Şehit dedik, utanmadan, sıkılmadan!
Türk Ordusunun tepesinde oturan ikinci adam Yaşar Efendi
Daha şunun şurasında ne dediydi, bal çiçek bir gazeteciye?
Subaya, Müdür
Asubaya, çaycı diyen bu adamı
Târih, işde bu sözleriyle yazdı kara sayfalarına…
Hiç düşünmeden sarf etdiği bu bayağı sözlerinden dolayı
Babası emekli bir Asubay olan Yaşar Efendiye
Bu utanç ömür boyu yeter de artar bile…
Uzman Onbaşı oğlunu şehit veren ananın koluna giren Kadın Asubay
Fukaralıkdan bahseden yüreği dağlanmış şehit anasını teselli etmek için
Ve dahi
Hem şehit anasının hem de kendisinin durumuna tercüman olsun diye şu sözleri sarfetdi, vehleten;
“Teyzem, bilmem mi?
Zengin olan; asker de olmaz, şehit de …”
En üst sınıfa mensub, en üst rütbeli ve dahi en üst dereceden maaş alan
Genelkurmay ikinci Başkanı bile kendi halinden memnun değil ise
Adam yerine bile konulmayan
Toprak damlı hânelerin yalın ayaklı çocuğu
Ve dahi
Ast sınıfa mensub, ast rütbeli ve ast dereceden maaş alan bir kadın “Ast” Subayımızın
İçinden geçirip de söyleyemediklerini varın siz tahayyül edin gayrı…
Gözleri kör olası fukaralıkdan kurtulmak değil fakat
Kellesini vermek uğruna
Ömrü boyunca hep yoksulluk sınırının “astında” aldığı maaşı ile
Sâdece garnını doyurmak için asker olduğunu itirâf eden bu yiğit Asubay kızımızın bahsetdiği
Şehitlik ne idi acap?..
Bir Uzman Çavuş evlâdımızın kız kardeşini
Başsağlığı dilemek için arayan Sayın Cumhurbaşkanı,
Beklediği bir tepkiye karşılık olarak
Bildiği bir cevâbı hemen yapışdırıverdi;
“Ağabeyin de bu mesleği seçmeseydi”.
O, seçmez ise
Ben seçmez isem şâyet bu mesleği
Söyler misin bana, Sayın ERDOĞAN?
Memleketin hudûdunu,
Milletin malını, canını, nâmusunu
Ve dahi
Seni ve senin külliyeni kimler koruyacak?
İsmi lâzım değil, şimdi!
Öğretmen sıfatını haiz olmasına rağmen
Türkce konuşmayı dahi beceremeyen
Ve
“Birkaç” dönem Millî Eğitim Bakanlığı görevi yapmış bir vekilin
Meclis’i toplamaya değmez dediği
Ve dahi
“Birkaç Mehmet” diye ağzında gevelediği gözümüzün nûru askerimize
Hiç utanmadan, yüzü kızarmadan “şehit” dedi.
Bu makâleyi kalemin ucundan sırkıtmak için zaman törpülediğim günün
Bir hafta evvelinde konuşan Enerji Ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner YILDIZ da
Şehitlik konusuna kendince bir izah getirdi…
Kendisi de bir Asubay çocuğu olan
Ve
Kel alâka bir konuda laf geveleyen sayın bakanımız,
Basın mensublarına gün görmemiş müthiş bir sırrını fâş eyledi.
Ve dahi şöyle bir nutuk atdı; “Benim amacım, Allah nasip ederse şehit olmaktır!”
Bakan Taner YILDIZ da
Şehitlik konusunda kendi düşüncesini basın-yayın mensublarıyla paylaşarak
Vatan borcunu ödedi…
Çok değil, daha şunun şurasında bir-iki gün evvel
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN
Bir şehidin cenâze namazına iştirâk etdi…
Önce;
İmamın arkasında,
Fakat cemaatin en önünde, mü’minler ile birlikde saf tutup namaz kıldı.
Sonra;
Mikrofonu eline alan imam, âdet olduğu üzere
Şehitliğin faziletini anlatmaya başladı cemaate.
Namaz esnâsında arkasına aldığı cemaate
Bu kez yüzünü dönen imam,
Cemaatden şehit için helâllik istedi.
Şehit tabutunu omuzlarına almak üzere cemaatin hareketlendiği anda Cumhurbaşkanı ERDOĞAN,
İmamın yanına doğru atdı kendini…
Kıvrak bir hamle daha yapıp
İmamın elindeki mikrofonu sol eliyle kapdı…
ERDOĞAN,
Boşda kalan sağ elini de
Musallâ taşının üstünde, Türk bayrağına sarılı duran şehit tabutunun üzerine koydu.
“Şehitlik,
Peygamberlikden sonra en yüce makâmdır.
Makâmların yücesi böyle bir makâma,
Ahmet kardeşimiz ulaşmış durumda”.
Peygamberlikden sonra en yüce makâm dediği şehitlik mertebesine ulaşmak yerine
Cumhurbaşkanı Sayın ERDOĞAN da
Atdığı bu nutuk ile vatan borcunu ödedi…
Omuzlarındaki yıldızların kaç mikron altın kaplananacağı için dahi Kânun buyuran gomutanlarımızın ise
Şehit ve şehitlik konusunda ne söylediklerini buraya yazmaya tenezzül bile etmiyorum.
Çünkü;
Şehit ve şehitlik konusunda iki satırlık bir Kânun maddesi hazırlamak yerine
Üzülmüş gibi görünmek için gözlerine takdıkları kara camlı gözlüklerin arkasına aslında saklanıp
Dirisine insan muamelesini çok gördükleri askerlerin şehit tabutları başında sap gibi dikildiler
Ve dahi
Gerdanlarını kıvıra kıvıra ıstılâh parçalayıp
Bugüne kadar sâdece nutuk üfürdüler!..
Peki,
Şehit deyip duruyoruz!
Bugün meriyyetde olan mevzuâtımıza göre
Şehit nedir Allah aşkına?..
Kime şehit diyoruz?
Rûhun şâd olsun da
Şehidim, sen nesin?
Kışla içinde, hem de tüfekle öldürülen Piyâde Asubayımız şehit kabul edilmez iken
Nasıl oluyor da
Yatağında eceliyle ölen kalın enseli kimi zevât şehit kabul edilebiliyor?
Yatağında ölen de şehit olur mu, demeyin ha!
Derseniz şâyet,
Ağustos ısıcağında pazar tezgahına dökülmüş Ayaş tarla domatesi gibi kızarıverirsiniz maazallah!
Ana Kânunumuzda ve sair Kânunlarımızda şehidin ve şehitliğin tanımı var mı?
Ve dahi bir hukuk ucûbesi olarak yaşamaya hâlâ devâm eden
MSB’nin mahkemesi Askerî Yüksek İdâre Mahkemesi
Şehit ve şehitlik konusunda bugüne kadar nasıl karârlar vermiş acap?
İltifat buyurursanız şâyet,
Suâlleri cevâplamaya sondan başlayalım.
Askerî Yüksek İdâre Mahkemesi (AYİM), mâlûm, idârenin, bir başka ifâde ile Millî Savunma Bakanının gölgesinde çalışıp karâr veren emir kulu bir mahkeme.
Anayasa Mahkemesine şahsî müracaat etmek hakkı daha şunun şurasında bir iki sene evvel lutfedildi. Bu târihden evvel, AYİM hem ilk hem de son kademe asker mahkemesi idi. AYİM’in hâkim kılıklı subayları, gözlerini kapatıyor vazifesini yapıyordu. MSB’nin emir-gomuta zenciri içinde verdiği karârlara kılıf uydurmakdan ve dahi bu karârları aklayıp paklamakdan başka hiçbir görevi yokdu aslında.
Emir gomuta zenciri içinde emir alıp vicdânını satan hukukcular nerede diye sorarsanız şâyet
Eski Tüfek size, Başkent’deki Merâsim Sokağın yolunu gösderir.
İşde, bu mahkeme, bakınız kimler hakkında ne fetvâlar vermişler;
AYİM’in Er Hakkında Verdiği “Şehit Değildir” Fetvâsı
Hudut birliğinde görevli Er, askerî aracın devrilmesi sonucu vefât etmiş. Birlik komutanı, rahmetli Er için Şehâdet Belgesi vermemiş. Askerin babası, çâresiz AYİM’e vurmuş kafasını.
AYİM’in hukukcu görünümlü subayları, vefât eden Erimizi mevcut mevzuat(!) hükümüne göre şehit saymamış.
AYİM’in Asteğmen Hakkında Verdiği “Şehitdir” Fetvâsı
Karakol komutanı Asteğmen, arazide bir mühimmat bulmuş. Eline alıp incelediği esnâda, mühimmatın patlamasıyla vefât etmiş. Birlik komutanı, Asteğmen için Şehâdet Belgesi tanzim etmemiş. Asteğmenin babası, gene çâresiz AYİM’e müracaat etmiş.
AYİM, bu kez hiç yapmadığı bir şey yapmış ve rahmetli Asteğmenin şehit olduğuna dair fetvâ vermiş.
AYİM’in Asubay Hakkında Verdiği “Şehit Değildir” Fetvâsı
Bu davâda ise ruh hastası Er, Nöbetçi Asubayı silahla öldürmüş. Er’imiz ruh hastası ve dahi silahlı nöbet tutması yasak. Fakat bir tüfek ele geçirmiş ve Nöbetci Asubayı kışla içinde, herkesin gözü önünde öldürmüş. Asubay hakkında birlik komutanı, Şehâdet Belgesi vermemiş. Merhum Asubayın babası, AYİM’e dâva açmış.
Hâkim cübbesini çıkartıp Şeyh Ül İslâm cübbesini giyen AYİM’in hukukcuları,
Asubayın şehit olmadığına dâir fetvâ vermiş.
Hemen yukarıdaki sayfada bir hususa dikkat buyurunuz.
Sayfanın altında maviye boyadığım karâr cümlesinde şöyle diyor AYİM;
“Yasal dayanaktan yoksun davanın REDDİNE,”
Şimdi,
AYİM’in soytarı kılıklı başkanına buradan soruyorum.
Yasal dayanakdan yoksun dediğin işbu davâ
Allah aşkına söyle bana
Hangi yasaya göre, dayanakdan yoksun?
Şehitlik konusunda bir yasa var mı ki
Hakkında fetvâ verdiğin bu davâ,
Dayanakdan yoksun olsun be, hukukcu bozmaları…
Millî Savunma Bakanlığının emireri mahkemesi olan AYİM’in
Vazifesi başında vefât eden askerlerin şehit olmadığına dâir verdiği fetvâlar
Yukarıda gördükleriniz ile sınırlı değil elbet.
Zırvalamak istiyorsan şâyet.
Suya yazı yaz; kumdan kale yap; davul tozu topla durmadan… Malzeme sıkıntısı mı var şu memleketde?
Cübbesini sırtına giyince kendini Şeyh Ül İslâm zanneden AYİM’in subay bozması hukukcuları
Henüz Kânunu bile olmayan şehitlik hakkında bakınız daha ne fetvâlar yumurtalamış…
Uhrevî bir konu olan ve dahi sâdece dinimiz İslâmda târif edilen şehitlik hususunda
Dünyevî konularla ilgilenen bir mahkemenin yukarıda gördüğünüz hukuk garâbetinden farklı karârlar vermesini beklemek akıl ile bağdaşmaz.
Ancak burada bir doğruyu teslim etmeye mecburuz. Bütün bu hukuk rezâletinin asıl müsebbibi AYİM değildir. AYİM, elindeki Yönergeye bakmış, gözlerini kapatmış, vicdânlarını da karartıp karârını vermişdir.
Hukukun istinatgâhı, Kânundur. Fakat en az Kânun kadar önemli bir başka unsur daha vardır; Karâr veren hukuk adamlarının sağlam vicdânları… Vicdânını karartan, hele hele gözlerini kapatan AYİM hukukcularından başka bir şey beklenemezdi.
Burada en büyük suç ve daha da önemlisi günâh, şehitlik Kânununu bugüne çıkartmayan Millî Savunma Bakanları ve dahi Genelkurmay Başkanlarının boynundadır.
Peki, bu konuda AYİM’i yıkayıp pakladık mı? Elbetde hayır.
Subay bozması hukukcular ve dahi hukukcu bozması kurmay subaylar abuk subuk konularda tez yumurtalayıp doktor, doçent, hattâ profesör olmak için gıçlarını yırtıyorlar. Bu subaylardan bir dânesi dahi çıkıp da şehitlik hakkında niye bir tez yazmaz? Bu konudaki hukûki boşluğu niye gündem etmezler? İşde bu konuda AYİM’in subaydan dönme hukukcuları ve hukukcu bozması kurmay subayları da Millî Savunma Bakanları ve dahi Genelkurmay Başkanları kadar Kânun huzurunda suçlu ve dahi Allah indinde günâhkârdır.
1400 seneden beri İslâm dininin bayrakdarlığını yapıp şehitlik itikadı ile yaşayan
Ve dahi
Şehit olmayı en yüce, en mukaddes mertebe bilen Türk Ordusu,
Şehitlik Kânununu hazırlayıp Meclise göndermek için daha ne bekliyor?
Yukarıda okuduğunuz Piyâde Asubay hakkında AYİM’in verdiği karârın can damarı
Aşağıda okuduğunuz şu cümledir;
1944 senesinde kılıç veremedikleri
Bugün artık hepsi ölmüş üç beş subaya kılıç vermek için
Gudretli gomutanlarımız
Ve dahi Millî Savunma Bakanlarımız
Sekiz sene içinde
Tam üç kere Kânun buyurdular.
Fakat
İki maddelik Şehitlik Kânunu hazırlayıp Meclise göndermeye
Kurmayından, mühendisinden, öğretmeninden, profesöründen hâkimine kadar
75 seneden beri
Hiçbir Millî Savunma Bakanı
Ve dahi
Hiçbir Subayın ciğeri yetmedi…
Peki,
Kışlasında, vatan borcunu canıyla ödeyen Erlerimiz, Asubaylarımız ve Subaylarımız şehit kabul edilmez iken
Aynı devletin, aynı ordunun Millî Savunma Bakanları ve Orgeneral/Oramiralleri
Bakınız, kendileri için ne yapmışlar?
Şehitlik Yönergesinin yukarıdaki hükmünü gördüğümde nutkum tutuldu vehleten…
İki maddelik bir Şehitlik Kânunu çıkartmak için bugüne gadar goca gıçlarını gımıldatmayan
Millî Savunma Bakanları ve Orgeneral/Oramiraller
Yukarıda gördüğünüz Yönerge maddesine göre
Yatağında osdura osdura ölseler bile
Şehitliğe gömülecekler…
Yüce Türk Milletine buradan fâş ediyorum…
Kimmiş bu şehit Bakanlar, Orgeneraller/Oramiraller dedim kendi kendime
Ve dahi
Bir istidâ yolladım, Sayın Millî Savunma Bakanına.
Ben kendimi bildim bileli Millî Savunma Bakanlığı goltuğunda sâdece oturan Sayın Vecdi GÖNÜL
Tenezzül edip de bakalım bize cevâp verecek mi?
Şehidin Adı Yok!
Bugün meriyyetde olan Kânunumuza gelince…
Açıp bakdım, Zottirik Kenan’ın doğurduğu 1982 neşetli ucûbesine
İşde, Ana Kânunu aşağıda görüyorsunuz!
Sâdece iki maddesinde “şehit” kelimesi var.
Onlar da şehitlerin dul ve yetimleri hakkında…
Bir başka ifâde ile
Ana Kânunumuzda şehit ve şehitliğin tanımı hakkında tek kelime yok!
Olmadığını görünce, ben de inanamadım.
Şehitlik konusu belki başka Kânunlarda vardır diyerek
İşin aslını, işin sâhibi Millî Savunma Bakanına sorayım dedim.
Ve dahi şöyle kısa bir dilekce gönderdim yüce makâmlarına.
Kısa dilekceme
Kısacık zamân içinde
Kıpkısa bir cevâp geldi…
Gördünüz işde!
Türk Ordusunda şehit’i târif eden bir düzenleme yok imiş!
Peki,
Vatanı uğruna canını veren bir askerin şehit olup olmadığına neye göre karâr veriyorsunuz?
Şeyh Ül İslâm cübbesini giydirdiğiniz AYİM’e abuk subuk fetvâ verdiriyorsunuz
Ya da
Yazı tura attırıyorsunuz herhâlde…
Yukarıda gördüğünüz cevâp hakkında,
Şu anda başka bir şey söylemekden, ben şahsen ve külliyen âcizim!…
Kelimenin tam anlamıyla
Nutkum tutuldu!…
Târihlere bile sığdıramadığım, ey şehidim!
Rûhun şâd olsun da
Sen, nesin?..
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
*** Kaynak göstermek ve açılır bağlantı (active link) vermek koşuluyla alıntı yapılabilir.
Topyekûn bir fetret döneminden geçiyoruz şu günlerde!
Bilhassa son on beş seneden beridir
Bu topraklara ayak basdığımızdan buyana hiç duyulmadık, hiç bilinmedik, hiç yaşanmadık vak’alar yaşıyoruz.
Her şey birbirine karışdı aslında…
İyi, kötüye; hak, bâtıla; kuru, yaşa; doğru, yanlışa; hak, haksızlığa; nâmus, nâmussuzluğa; kahraman, hâine…
Ve dahi
At izi, it izine…
Koca Şâir Mehmet AKİF’in
Târihlere sığdıramadığı Mehmetcik;
İki metrelik tabutlara her gün üçer beşer tepilip
Memketin her yerinde gara toprağın bağrına sığışdırılırken
Şehit Yüzbaşı Ali’nin küçük ağabeyi Jandarma Yarbay Mehmet
Ve dahi
Adamdan daha adam, kadından daha kadın, yiğitden daha yiğit meçhûl Kadın Jandarma Asubay hâriç
Memleketin dört bir bucağı
Şehit Ali Yüzbaşının Deniz Asubayı olan büyük ağabeyi Mustafa gibi
Dut yemiş bülbül doldu…
Binlerce seneden beri inanıp canımız bahâsına sahip çıkdığımız anânelerimiz, değerlerimiz, mukaddesâtımız üzerinde müthiş bir ifsât, tağşiş, tahrif, tezyif ve yozlaşdırma faaliyetine mâruz kalıyoruz.
Ve dahi sonu hiç de hayırlı olmayan bir meçhûle doğru koşar adım yuvarlanıp gidiyoruz…
Hırsızlığın, rüşvetin adı bağış oldu…
Ses kaydının adı dublaj, görüntü kaydının adı montaj, cürm-ü meşhudun adı şantaj oldu.
Polisler hırsızı değil fakat hırsızlar polisi kovalar oldu.
Hırsızı yakalayıp Kânuna teslim etmenin adı da linç kampanyası oldu…
Yobazlık-bağnazlık, fitne-fesat-nefret-irticânın yuvalandığı yerlerin ismi parti-kulüp-dernek-vakıf oldu.
Kaşarlı hırsızlar, azılı hainler, tescilli nâmussuzlar baş tacı…
Yalan-talan-dolan-dümen tezgah çevirmek makbul bir meslek oldu…
Çıfıt icâdı olan siyâset denen melânet; vatandaşı uyutmanın, kaz gibi yolmanın, memleketi bölmenin adı odu!
Balık, tavuk gibi kokuyor! Karpuz, kabak oldu!
Ekmek, ekmek gibi kokmuyor artık! Domates desen, domates değil…
Bilimin ve dahi sefâlet içinde, aç kalmak bahâsına memleketinde çalışan bilim adamlarının ismini unutduk.
Fakat sünnetsiz, abdestsiz, cibilliyetsiz, götü boklu ecnebî topcuları millî kahraman ilan etdik.
Bilimadamlarının ömrünü hasredip ilim adına yazdığı kitaplar raflarda eskiyor
Fakat
En âdisinden uyuşdurucu futbol haberleri veren gazeteler, yüzbinler satıyor…
Kızlar, erkekler ve dahi süt bebesi çocuklar… Hele hele analar;
Memleketi bölüp parçalamanın adı; açılım-çözüm oldu, demograaasi oldu, özgürlükkkk oldu.
Kahramanlar hain, hainler kahraman oldu. Taşları zincirle bağlayıp itlerin ipini çözdüler.
Her köşe bucağını ipsiz itlerin; soysuz, sopsuz insan bozmalarının istilâ etdiği ata yâdigarı koca memleketim
Külliyen sahipsiz, öksüz kaldı…
Bizim köy gadar, goca goca gemilerin adı, gemicik oldu.
Siyâtsecilerin bindiği benzin canavarı milyon liralık arabalar için
Devlet kasasından harcanan milyarlarca lira çerez parası oldu.
Sokaklar;
Türkce konuşmayan, ne idüğü belli olmayan insanımsı mahlukât ile doldu.
İşin en kötüsü de
Sonu mutlak bir felâket olan bu gidişâtdan hepimiz memnun görünüyoruz.
Rahmetli babamın babası Hacı Sülük dedem bir gün şöyle dediydi;
“Oğul! Adamı eyleyen toprakdır; toprak giderse, adamı zapdedemezsin!”
Topraklar avuç avuç elden gidiyor da kimsenin umurunda değil!
Hem
Rey alıp millete hizmet etmek için seçilenlere,
Hem de
Özellikle rey verip seçenlere …
Öyle bir gün gelecek ki! Târih, bunun hesâbını bizlere muhakkak soracak!
Zehirli sarmaşık gibi bizleri sarıp sarmalayan bu kavram, tutum ve ahlâk yozlaşmasının içinden
Bugün sâdece birisine,
Hattâ en mukaddes olanına dokunacağız burada; Şehitlik …
Sâdece dinimiz İslâmda var olan şehitlik mefhumu konusunda, din açısından söyleyeceğimiz hiçbir şey olamaz!
Çünkü bu konuda ebediyyete kadar söylenebilecek, yapılabilecek herşeyi
1400 sene evvel bütün beşeriyete indirilen Kelâmıkadim tam olarak söylemiş.
Öyleyse, şehitlik meselesine
Ezber bozacak sözler irâd etmek üzere
Bize de burada, dünveyî ve dahi hukûkî açıdan bakmak kalıyor.
Gara galem ile ak kağıdın üstüne çalagalem yazdığı Vatan İçin isimli vecizinde Bir garip Orhan Veli,
Yetmiş beş sene evvel şöyle dedi, şehitlik konusunda;
Orhan Veli’nin dediği minvâl üzere
Vatan borcu nâmus borcu deyip ortaya çıkan bizlerden
Kimileri nutuk atarak vatan borcunu ödemeyi tercih ederken
Kimilerimiz, tercihsiz öldük!
Şair O’dur ki
İçinde doğup büyüdüğü insanların ciğerini okuyabilsin!
Bir Garip Orhan Veli de
İşde tam da böyle yapdı.
Bakınız, yetmiş beş sene evvel dedikleri
Bugünlerde nasıl da aynıyla vâki oldu…
Evvela,
Türk Ordusunun târihinde hiç görmediğimiz bir teşhircilik faaliyetine şâhid olduk, âhiren!
Genelkurmay Başkanlığımız, avuç dolusu paralar harcadı
Ve dahi
Kuyruk yağını bol bulmuş kasap gibi
Oraya buraya çarşaf çarşaf ilanlar yapışdırdı.
Bu tutumuyla Genelkurmay Başkanlarımız
Türk milletinin en yüce ve dahi en mukaddes inancı olan şehitlik mertebesini kendilerince kutsamaya çalışdı…
Yüzde doksanı Türk düşmanı olan yabancıların eline geçen çok uluslu basın şirketlerine
Genelkurmay Başkanlarının apaz apaz para verip şehitliği teşhir etdiği günlerde
Ve dahi
Şahsî eşyalarını tıka basa doldurup
Belini sıkıca bağladığımız bavulları ile birlikte
Türk bayrağına sarılı tabutunu
Kamyonet kasasında taşımayı revâ gördüğümüz
Piyâde Binbaşı Murat ÖZYALÇIN’ı
Şehit ilan etdik, utanmadan, sıkılmadan!
Askerliğini Asteğmen rütbesiyle
Ve dahi
Kantin subayı olarak yapan
Zamânın Başbakanı Sayın ERDOĞAN’ın
“Askerlik yan gelip yatma yeri değildir” dediği günlerde dahi
Alınlarına, enselerine sıkılan gahpe gurşunlara hedef olup
Üçer beşer tabutlara tepdiğimiz
Ve dahi
Memleketin bütün köşe bucağının “açık mezarlığa” döndüğü şu günlerde
Ana-babalarına “karakteri bozuk” dediğimiz askerlerimize
Şehit dedik, utanmadan, sıkılmadan!
Türk Ordusunun tepesinde oturan ikinci adam Yaşar Efendi
Daha şunun şurasında ne dediydi, bal çiçek bir gazeteciye?
Subaya, Müdür
Asubaya, çaycı diyen bu adamı
Târih, işde bu sözleriyle yazdı kara sayfalarına…
Hiç düşünmeden sarf etdiği bu bayağı sözlerinden dolayı
Babası emekli bir Asubay olan Yaşar Efendiye
Bu utanç ömür boyu yeter de artar bile…
Uzman Onbaşı oğlunu şehit veren ananın koluna giren Kadın Asubay
Fukaralıkdan bahseden yüreği dağlanmış şehit anasını teselli etmek için
Ve dahi
Hem şehit anasının hem de kendisinin durumuna tercüman olsun diye şu sözleri sarfetdi, vehleten;
“Teyzem, bilmem mi?
Zengin olan; asker de olmaz, şehit de …”
En üst sınıfa mensub, en üst rütbeli ve dahi en üst dereceden maaş alan
Genelkurmay ikinci Başkanı bile kendi halinden memnun değil ise
Adam yerine bile konulmayan
Toprak damlı hânelerin yalın ayaklı çocuğu
Ve dahi
Ast sınıfa mensub, ast rütbeli ve ast dereceden maaş alan bir kadın “Ast” Subayımızın
İçinden geçirip de söyleyemediklerini varın siz tahayyül edin gayrı…
Gözleri kör olası fukaralıkdan kurtulmak değil fakat
Kellesini vermek uğruna
Ömrü boyunca hep yoksulluk sınırının “astında” aldığı maaşı ile
Sâdece garnını doyurmak için asker olduğunu itirâf eden bu yiğit Asubay kızımızın bahsetdiği
Şehitlik ne idi acap?..
Bir Uzman Çavuş evlâdımızın kız kardeşini
Başsağlığı dilemek için arayan Sayın Cumhurbaşkanı,
Beklediği bir tepkiye karşılık olarak
Bildiği bir cevâbı hemen yapışdırıverdi;
“Ağabeyin de bu mesleği seçmeseydi”.
O, seçmez ise
Ben seçmez isem şâyet bu mesleği
Söyler misin bana, Sayın ERDOĞAN?
Memleketin hudûdunu,
Milletin malını, canını, nâmusunu
Ve dahi
Seni ve senin külliyeni kimler koruyacak?
İsmi lâzım değil, şimdi!
Öğretmen sıfatını haiz olmasına rağmen
Türkce konuşmayı dahi beceremeyen
Ve
“Birkaç” dönem Millî Eğitim Bakanlığı görevi yapmış bir vekilin
Meclis’i toplamaya değmez dediği
Ve dahi
“Birkaç Mehmet” diye ağzında gevelediği gözümüzün nûru askerimize
Hiç utanmadan, yüzü kızarmadan “şehit” dedi.
Bu makâleyi kalemin ucundan sırkıtmak için zaman törpülediğim günün
Bir hafta evvelinde konuşan Enerji Ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner YILDIZ da
Şehitlik konusuna kendince bir izah getirdi…
Kendisi de bir Asubay çocuğu olan
Ve
Kel alâka bir konuda laf geveleyen sayın bakanımız,
Basın mensublarına gün görmemiş müthiş bir sırrını fâş eyledi.
Ve dahi şöyle bir nutuk atdı; “Benim amacım, Allah nasip ederse şehit olmaktır!”
Bakan Taner YILDIZ da
Şehitlik konusunda kendi düşüncesini basın-yayın mensublarıyla paylaşarak
Vatan borcunu ödedi…
Çok değil, daha şunun şurasında bir-iki gün evvel
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN
Bir şehidin cenâze namazına iştirâk etdi…
Önce;
İmamın arkasında,
Fakat cemaatin en önünde, mü’minler ile birlikde saf tutup namaz kıldı.
Sonra;
Mikrofonu eline alan imam, âdet olduğu üzere
Şehitliğin faziletini anlatmaya başladı cemaate.
Namaz esnâsında arkasına aldığı cemaate
Bu kez yüzünü dönen imam,
Cemaatden şehit için helâllik istedi.
Şehit tabutunu omuzlarına almak üzere cemaatin hareketlendiği anda Cumhurbaşkanı ERDOĞAN,
İmamın yanına doğru atdı kendini…
Kıvrak bir hamle daha yapıp
İmamın elindeki mikrofonu sol eliyle kapdı…
ERDOĞAN,
Boşda kalan sağ elini de
Musallâ taşının üstünde, Türk bayrağına sarılı duran şehit tabutunun üzerine koydu.
“Şehitlik,
Peygamberlikden sonra en yüce makâmdır.
Makâmların yücesi böyle bir makâma,
Ahmet kardeşimiz ulaşmış durumda”.
Peygamberlikden sonra en yüce makâm dediği şehitlik mertebesine ulaşmak yerine
Cumhurbaşkanı Sayın ERDOĞAN da
Atdığı bu nutuk ile vatan borcunu ödedi…
Omuzlarındaki yıldızların kaç mikron altın kaplananacağı için dahi Kânun buyuran gomutanlarımızın ise
Şehit ve şehitlik konusunda ne söylediklerini buraya yazmaya tenezzül bile etmiyorum.
Çünkü;
Şehit ve şehitlik konusunda iki satırlık bir Kânun maddesi hazırlamak yerine
Üzülmüş gibi görünmek için gözlerine takdıkları kara camlı gözlüklerin arkasına aslında saklanıp
Dirisine insan muamelesini çok gördükleri askerlerin şehit tabutları başında sap gibi dikildiler
Ve dahi
Gerdanlarını kıvıra kıvıra ıstılâh parçalayıp
Bugüne kadar sâdece nutuk üfürdüler!..
Peki,
Şehit deyip duruyoruz!
Bugün meriyyetde olan mevzuâtımıza göre
Şehit nedir Allah aşkına?..
Kime şehit diyoruz?
Rûhun şâd olsun da
Şehidim, sen nesin?
Kışla içinde, hem de tüfekle öldürülen Piyâde Asubayımız şehit kabul edilmez iken
Nasıl oluyor da
Yatağında eceliyle ölen kalın enseli kimi zevât şehit kabul edilebiliyor?
Yatağında ölen de şehit olur mu, demeyin ha!
Derseniz şâyet,
Ağustos ısıcağında pazar tezgahına dökülmüş Ayaş tarla domatesi gibi kızarıverirsiniz maazallah!
Ana Kânunumuzda ve sair Kânunlarımızda şehidin ve şehitliğin tanımı var mı?
Ve dahi bir hukuk ucûbesi olarak yaşamaya hâlâ devâm eden
MSB’nin mahkemesi Askerî Yüksek İdâre Mahkemesi
Şehit ve şehitlik konusunda bugüne kadar nasıl karârlar vermiş acap?
İltifat buyurursanız şâyet,
Suâlleri cevâplamaya sondan başlayalım.
Askerî Yüksek İdâre Mahkemesi (AYİM), mâlûm, idârenin, bir başka ifâde ile Millî Savunma Bakanının gölgesinde çalışıp karâr veren emir kulu bir mahkeme.
Anayasa Mahkemesine şahsî müracaat etmek hakkı daha şunun şurasında bir iki sene evvel lutfedildi. Bu târihden evvel, AYİM hem ilk hem de son kademe asker mahkemesi idi. AYİM’in hâkim kılıklı subayları, gözlerini kapatıyor vazifesini yapıyordu. MSB’nin emir-gomuta zenciri içinde verdiği karârlara kılıf uydurmakdan ve dahi bu karârları aklayıp paklamakdan başka hiçbir görevi yokdu aslında.
Emir gomuta zenciri içinde emir alıp vicdânını satan hukukcular nerede diye sorarsanız şâyet
Eski Tüfek size, Başkent’deki Merâsim Sokağın yolunu gösderir.
İşde, bu mahkeme, bakınız kimler hakkında ne fetvâlar vermişler;
AYİM’in Er Hakkında Verdiği “Şehit Değildir” Fetvâsı
Hudut birliğinde görevli Er, askerî aracın devrilmesi sonucu vefât etmiş. Birlik komutanı, rahmetli Er için Şehâdet Belgesi vermemiş. Askerin babası, çâresiz AYİM’e vurmuş kafasını.
AYİM’in hukukcu görünümlü subayları, vefât eden Erimizi mevcut mevzuat(!) hükümüne göre şehit saymamış.
AYİM’in Asteğmen Hakkında Verdiği “Şehitdir” Fetvâsı
Karakol komutanı Asteğmen, arazide bir mühimmat bulmuş. Eline alıp incelediği esnâda, mühimmatın patlamasıyla vefât etmiş. Birlik komutanı, Asteğmen için Şehâdet Belgesi tanzim etmemiş. Asteğmenin babası, gene çâresiz AYİM’e müracaat etmiş.
AYİM, bu kez hiç yapmadığı bir şey yapmış ve rahmetli Asteğmenin şehit olduğuna dair fetvâ vermiş.
AYİM’in Asubay Hakkında Verdiği “Şehit Değildir” Fetvâsı
Bu davâda ise ruh hastası Er, Nöbetçi Asubayı silahla öldürmüş. Er’imiz ruh hastası ve dahi silahlı nöbet tutması yasak. Fakat bir tüfek ele geçirmiş ve Nöbetci Asubayı kışla içinde, herkesin gözü önünde öldürmüş. Asubay hakkında birlik komutanı, Şehâdet Belgesi vermemiş. Merhum Asubayın babası, AYİM’e dâva açmış.
Hâkim cübbesini çıkartıp Şeyh Ül İslâm cübbesini giyen AYİM’in hukukcuları,
Asubayın şehit olmadığına dâir fetvâ vermiş.
Hemen yukarıdaki sayfada bir hususa dikkat buyurunuz.
Sayfanın altında maviye boyadığım karâr cümlesinde şöyle diyor AYİM;
“Yasal dayanaktan yoksun davanın REDDİNE,”
Şimdi,
AYİM’in soytarı kılıklı başkanına buradan soruyorum.
Yasal dayanakdan yoksun dediğin işbu davâ
Allah aşkına söyle bana
Hangi yasaya göre, dayanakdan yoksun?
Şehitlik konusunda bir yasa var mı ki
Hakkında fetvâ verdiğin bu davâ,
Dayanakdan yoksun olsun be, hukukcu bozmaları…
Millî Savunma Bakanlığının emireri mahkemesi olan AYİM’in
Vazifesi başında vefât eden askerlerin şehit olmadığına dâir verdiği fetvâlar
Yukarıda gördükleriniz ile sınırlı değil elbet.
Zırvalamak istiyorsan şâyet.
Suya yazı yaz; kumdan kale yap; davul tozu topla durmadan… Malzeme sıkıntısı mı var şu memleketde?
Cübbesini sırtına giyince kendini Şeyh Ül İslâm zanneden AYİM’in subay bozması hukukcuları
Henüz Kânunu bile olmayan şehitlik hakkında bakınız daha ne fetvâlar yumurtalamış…
Uhrevî bir konu olan ve dahi sâdece dinimiz İslâmda târif edilen şehitlik hususunda
Dünyevî konularla ilgilenen bir mahkemenin yukarıda gördüğünüz hukuk garâbetinden farklı karârlar vermesini beklemek akıl ile bağdaşmaz.
Ancak burada bir doğruyu teslim etmeye mecburuz. Bütün bu hukuk rezâletinin asıl müsebbibi AYİM değildir. AYİM, elindeki Yönergeye bakmış, gözlerini kapatmış, vicdânlarını da karartıp karârını vermişdir.
Hukukun istinatgâhı, Kânundur. Fakat en az Kânun kadar önemli bir başka unsur daha vardır; Karâr veren hukuk adamlarının sağlam vicdânları… Vicdânını karartan, hele hele gözlerini kapatan AYİM hukukcularından başka bir şey beklenemezdi.
Burada en büyük suç ve daha da önemlisi günâh, şehitlik Kânununu bugüne çıkartmayan Millî Savunma Bakanları ve dahi Genelkurmay Başkanlarının boynundadır.
Peki, bu konuda AYİM’i yıkayıp pakladık mı? Elbetde hayır.
Subay bozması hukukcular ve dahi hukukcu bozması kurmay subaylar abuk subuk konularda tez yumurtalayıp doktor, doçent, hattâ profesör olmak için gıçlarını yırtıyorlar. Bu subaylardan bir dânesi dahi çıkıp da şehitlik hakkında niye bir tez yazmaz? Bu konudaki hukûki boşluğu niye gündem etmezler? İşde bu konuda AYİM’in subaydan dönme hukukcuları ve hukukcu bozması kurmay subayları da Millî Savunma Bakanları ve dahi Genelkurmay Başkanları kadar Kânun huzurunda suçlu ve dahi Allah indinde günâhkârdır.
1400 seneden beri İslâm dininin bayrakdarlığını yapıp şehitlik itikadı ile yaşayan
Ve dahi
Şehit olmayı en yüce, en mukaddes mertebe bilen Türk Ordusu,
Şehitlik Kânununu hazırlayıp Meclise göndermek için daha ne bekliyor?
Yukarıda okuduğunuz Piyâde Asubay hakkında AYİM’in verdiği karârın can damarı
Aşağıda okuduğunuz şu cümledir;
1944 senesinde kılıç veremedikleri
Bugün artık hepsi ölmüş üç beş subaya kılıç vermek için
Gudretli gomutanlarımız
Ve dahi Millî Savunma Bakanlarımız
Sekiz sene içinde
Tam üç kere Kânun buyurdular.
Fakat
İki maddelik Şehitlik Kânunu hazırlayıp Meclise göndermeye
Kurmayından, mühendisinden, öğretmeninden, profesöründen hâkimine kadar
75 seneden beri
Hiçbir Millî Savunma Bakanı
Ve dahi
Hiçbir Subayın ciğeri yetmedi…
Peki,
Kışlasında, vatan borcunu canıyla ödeyen Erlerimiz, Asubaylarımız ve Subaylarımız şehit kabul edilmez iken
Aynı devletin, aynı ordunun Millî Savunma Bakanları ve Orgeneral/Oramiralleri
Bakınız, kendileri için ne yapmışlar?
Şehitlik Yönergesinin yukarıdaki hükmünü gördüğümde nutkum tutuldu vehleten…
İki maddelik bir Şehitlik Kânunu çıkartmak için bugüne gadar goca gıçlarını gımıldatmayan
Millî Savunma Bakanları ve Orgeneral/Oramiraller
Yukarıda gördüğünüz Yönerge maddesine göre
Yatağında osdura osdura ölseler bile
Şehitliğe gömülecekler…
Yüce Türk Milletine buradan fâş ediyorum…
Kimmiş bu şehit Bakanlar, Orgeneraller/Oramiraller dedim kendi kendime
Ve dahi
Bir istidâ yolladım, Sayın Millî Savunma Bakanına.
Ben kendimi bildim bileli Millî Savunma Bakanlığı goltuğunda sâdece oturan Sayın Vecdi GÖNÜL
Tenezzül edip de bakalım bize cevâp verecek mi?
Şehidin Adı Yok!
Bugün meriyyetde olan Kânunumuza gelince…
Açıp bakdım, Zottirik Kenan’ın doğurduğu 1982 neşetli ucûbesine
İşde, Ana Kânunu aşağıda görüyorsunuz!
Sâdece iki maddesinde “şehit” kelimesi var.
Onlar da şehitlerin dul ve yetimleri hakkında…
Bir başka ifâde ile
Ana Kânunumuzda şehit ve şehitliğin tanımı hakkında tek kelime yok!
Olmadığını görünce, ben de inanamadım.
Şehitlik konusu belki başka Kânunlarda vardır diyerek
İşin aslını, işin sâhibi Millî Savunma Bakanına sorayım dedim.
Ve dahi şöyle kısa bir dilekce gönderdim yüce makâmlarına.
Kısa dilekceme
Kısacık zamân içinde
Kıpkısa bir cevâp geldi…
Gördünüz işde!
Türk Ordusunda şehit’i târif eden bir düzenleme yok imiş!
Peki,
Vatanı uğruna canını veren bir askerin şehit olup olmadığına neye göre karâr veriyorsunuz?
Şeyh Ül İslâm cübbesini giydirdiğiniz AYİM’e abuk subuk fetvâ verdiriyorsunuz
Ya da
Yazı tura attırıyorsunuz herhâlde…
Yukarıda gördüğünüz cevâp hakkında,
Şu anda başka bir şey söylemekden, ben şahsen ve külliyen âcizim!…
Kelimenin tam anlamıyla
Nutkum tutuldu!…
Târihlere bile sığdıramadığım, ey şehidim!
Rûhun şâd olsun da
Sen, nesin?..
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
*** Kaynak göstermek ve açılır bağlantı (active link) vermek koşuluyla alıntı yapılabilir.