Dolar 36,0249
Euro 37,3607
Altın 3.358,78
BİST 9.882,79
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara 2°C
Çok Bulutlu
Ankara
2°C
Çok Bulutlu
Çar 4°C
Per 7°C
Cum 8°C
Cts 10°C

Bologna Süreci -2-

"Yazarların yazıları kendi düşünce ve sorumluluklarını taşır"
10/12/2013 7:59 PM
3

Bologna Süreci’nin Hedefi ve Şartı Nedir?

Türkiye’nin de imzâ atıp dâhil olduğu Bologna Süreci’nin hedefi Avrupa devletlerinin çocuklarına lisans düzeyinde tahsil vermekdir. Birinci şartı da “lisans veya yüksek lisans” eğitimidir. Jandarma Genel Komutanlığı basına duyurduğu açıklamasında, JAMYO’da Bologna Süreci’ne geçdiğini beyân etmiş. Söz konusu bu süreç, en az 4 senelik lisans eğitimini şart koşuyor. Bu süreci tatbik edeceksen şayet en az 4 senelik lisans eğitimi vermelisin diyor. Fakat JAMYO, sadece 2 senelik ön lisans eğitimi vererek süreci tamamladığını iddia ediyor.

Ortada yanlış bir şeyler yok mu sizce?

Evinin kapısını açmak istiyorsan önce binanın kapısını açmalısın. Birinci şartı yerine getirmiyorsan şayet diğerlerini yapmanın hiçbir ehemmiyeti yokdur. Ötekileri istesen de tahakkuk ettiremezsin.

Tercüme etmekde dürüst davranmayanlar, süreci tamamlamakda samimî olabilir mi?

Değil astsubayları, olsa olsa kendini kandırırsın.

Lisans eğitimi vermeden Bologna Sürecini nasıl tamamladıklarını BİMER vasıtasıyla İçişleri Bakanlığına ve yok olasıca YÖK’e sordum. Bakalım ne cevap verecekler.

Harp okullarının 2 senelik olan tahsilini tam 34 sene önce, 1979’da lisans seviyesine yükseltdin. Fakat bugün akademik çalışma diyerek yutdurmaya yeltendiğin ve altına imzâ atdığın sürecin icâbını yerine getirmiyorsun. Astsubayların eğitimini lisans düzeyine çıkartmıyorsun. Kurnazca davranıyor ve anlaşmanın can direği olan “lisans  eğitimi” şartını tercüme bile etmiyorsun.

YÖK’e bağlı olan polis, hemşire ve adliye daktilocuları bile ön lisans eğitimine biz astsubaylardan çok daha önceleri başladı. Fakat 1 senelik eğitimle mezun etdiğin astsubayları ön lisans eğitimine yükseltmek için sen tam 32 sene bekletdin. Bu konuda o kadar geç kaldın ki bugün verdiğin ön lisans eğitimi de astsubayların ihtiyacının çok gerisindedir.

Yüksek Öğretim Kurumu, bugün itibariyle nalbant yetiştirmek için ön lisans eğitimi veriyor. Demek ki nalbant yetiştirmek için bile insanı 2 sene eğitmek gerekiyor. (Bkz.↓)

 image003

Bu cümleden olmak üzere, astsubayların tahsil seviyesi konusunda Genelkurmay Başkanlığı şu temel sorulara hemen bugün cevap vermelidir;

  • Tavlada at nallamak ile vatanı savunmak arasında bir fark var mıdır?
  • Astsubaylık mesleği, at nallamakla eşit seviyede tahsil gerekdiren bir meslek midir?
  • Nalbant çocuklarımız dolgun ücretle iş bulabiliyor. Bulsunlar, memnun oluruz. Peki, canını sermâye ederek vatan hizmetine koşan astsubay çocuklarımızın, nalbant çocuklarımız kadar dahi ücret almaya hakkı yok mudur?..

Bu suâllerin cevabını biz astsubayların bilmeye hakkı vardır.

Bugünden tezi yok!

Millî Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı çıkıp kamuoyunun önüne Türk Milletine bu suâllerin cevabını versinler.

Basiretli davranmıyorsun,

Dürüst davranmıyorsun,

Samimî davanmıyorsun,

Hakkâniyetli davranmıyorsun!

Hiç olmazsa yalan söyleme.

Çık ortaya ve de ki “Ben, Bologna Süreci’ni reddediyorum!.

Daha haysiyetli bir iş yaparsın.

Harp Okullarında Vaziyet

Askerî okullların eğitim seviyesinin yükseltilmesi konusunu İntibâkların Seyir Defteri ismiyle maruf makâlemizde tafsilâtlı olarak açıklamışdık. Yeri geldiği için kısaca bir kere daha fâş edelim. İşbu makâlemizde açıkladığımız üzere 2 sene olan harp okullarının öğretim süresi 4.8.1971 tarih ve 1462 sayılı Kanun ile 3 seneye yükseltildi. Kanun’un 4’üncü maddesine eklenen ikinci bir cümle ile Genelkurmay Başkanlığının canı istediği bir zamanda öğretim süresini 4 seneye yükseltmek için kılıfı daha 1971 senesinde hazırladı. (Bkz.↓)

 1

Genelkurmay Başkanlığı hiç vakit kaybetmedi. Keyfi hemen geldi, canı hemen istedi. “Bilim ve askerî eğitim de hemen zarûrî kıldı.” Ve 27.3.1979 tarih ve 2218 sayılı Kanun’unun 4’üncü maddesiyle 1462 sayılı Harp Okulları Kanun’unda yapılan değişiklik ile 3 sene olan eğitim süresini bu kez de 4 seneye yükseltdi. (Bkz.↓)

 2

Genelkurmay Başkanımız 2 sene olan harp okullarının eğitim seviyesini 1971 senesinde önce 3 seneye yükseltdi. 1979 senesinde de 4 seneye yükseltdi.

Harp okulunda 4 sene tahsil yetmezmiş gibi bir de subaylara ücretli izin verip üniversitelerde okutdular.

AYİM’in şu anki başkanı hâkim kılıklı subay da işde devletin parasıyla okuyup avukat olan subaylardan.image009

Adı, Allahkulu Aslan. Rütbesi tuğgeneral. Önce, harp okulunu bitirip muvazzaf teğmen oldu. Harbiyede aldığı tahsil az geldi. Sonra, Genelkurmay babası onu okula gönderdi. Maaşını da Genelkurmay babası cebine koydu. Hem de tıkır tıkır, guruşu guruşuna…

Aslan, kışlada tâlim etmek yerine gidip kendi hesabına hukuk fakültesinde mesai yapdı. Nasıl oluyorsa maaşlı öğrencilik yapdı. Devletin parasıyla tam 5 sene okudu.

Okudu, okudu, okudu… Okuduklarını tam minder yapacakdı ki bir de bakdı, avukat oldu. Sonra da apoletli ceketinin üzerine yakası fırfırlı, kolçağı bol cırcırlı hâkim cüppesini giyip subay kılıklı hâkim oldu.(Bkz.↗)

Alt taraf kaval, üst taraf şeşhâne…

Mercedes görünümlü şahin arabası gibi…

Avukatlık vesikasını eline alan Aslan, hiç vakit kaybetmeden Merâsim Sokakda volta atmaya başladı. Tevâtür odur ki palyaço kıyâfeti giyip AYİM başkanı olduğunu iddia ediyormuş. Bu arada boş durmayan bu zâtı- muhterem, astsubayları kesip doğrayan kararlara imzâ atıyormuş. (bkz.)

Devlet parasıyla okuma fırsatını altın tepside subayların burnuna dayayan Genelkurmay Başkanımız bu esnasda ıslak imzalı emirler yayınlayıp astsubaylara kendi parasıyla okumayı yasakladı. Üsdelik okuyanları da fişledi… Kayıtları imha etmedilerse baksınlar. Listede benim ismimin de olması lâzım!..

Sıra astsubay okullarının eğitim düzeyinin “bilimin, askerî eğitimin” ve zamanın ihtiyacına göre yükseltimesine geldiğinde Genelkurmayımız hiç acele etmedi.

Lise sonrası 1 sene olan astsubay sınıf okullarının öğretim süresinin önlisans düzeyine yükseltilmesi kararı bildiğiniz üzere 19 Aralık 1994 tarihinde alındı. Çünkü 1 senelik eğitim veren astsubay sınıf okullarının hukûkî yapısı YÖK mevzuatına uygun değildi. Bir başka ifade ile çağdışı, aykırı, ilkel, yetersiz, battal ve köhne idi.

Subayın tahsil düzeyini yükseltmek için 1970 senesinde kolları sıvayıp harekete geçen Erkân-ı Harbiye-i Umumiye, konu astsubayların tahsil seviyesinin yükseltilmesine gelince işi elinden geldiği kadar ağırdan aldı.

Hattâ ayak sürüdü. Altmış sene önce eceliyle ölmüş subaya kılıç vermek için bile aylarca mesai harcayıp T.B.M.M.’den Kanun çıkartdı.(Bkz.↓)

 image012

Fakat astsubayın eğitimi söz konusu olunca hiç acele etmedi. 1994 senesinde alınan karar tam 8 sene sonra, ancak 2002 senesinde uygulamaya konuldu. 11.4.2002 tarih ve 4752 sayılı Astsubay Meslek Yüksek Okulları Kanunu kabul edildi.

Bu Kanun ile astsubay sınıf okullarının adı Astsubay Meslek Yüksek Okulları olarak değiştirildi. Lise sonrası 1 sene olan tahsil süresi Kanun’un 30’uncu maddesinin a  fıkrasına istinaden 2 seneye yükseltildi. O kadar gecikme oldu ki bu Kanun daha çıkmadan köhnedi, battal oluverdi.(Bkz.↓)

 3

Astsubay sınıf okullarının eğitim süresini ön lisans düzeyine yükseltmek Genelkurmay Başkanlığımızın tam 32 senesini aldı.

Ayak sürüyerek başladığı bu işde, Jandarma Genel Komutanlığı, Bologna Süreci’ne uyum çabasında daha işin başında sınıfda kaldı. Astsubayın eğitim düzeyini lisans seviyesine yükseltmek için burnunun dibine kadar gelen bu fırsatı kasden boşa harcadı.

Diğer kuvvetlerin bu konuda ne yapacağını tahmin etmek için bakla falına bakmaya hâcet yok. Jandarma Genel Komutanlığının yapdığını kesip yapışdıracaklardır. Kimbilir, belki de yapmışlardır.

Emekli Miralay Ve Sadefden İnciler!..

image015Samsun Hedef isimli gazetenin köşe yazarı olan Alaadin CEBECİ isimli tekâüt bir miralay, yazdığı son makâlesinde biz astsubaylara sitem etmiş kendileyin. 05 Kasım 2013 tarihli yazısında astsubay kelimesinin “t” sini bahâne eyleyip türban kelimesinin “t” si üzerinden astsubayları tezyif etmeye yeltenmiş. Bu yapdığına kel alâka deyip geçelim. Zırva, tevil götürmez çünkü.

Aynı yazısında Miralay efendi, tahsil seviyesinin yükseltilmesi konusunda biz astsubayların herhangi bir isteği olmadığını ifade buyurmuş. Doğru bir konuyu eğri ifadelerle gündem etmiş. Abdest almadan namaz kılmış. Ve zemheri zürafası gibi külliyen açığa düşmüş…

Muvazzaf günlerinde elleri gıçında dolaşıp emir buyurmakdan başka bir şey yapmayan bu miralayımıza suâl eylesek, astsubay rütbelerini bî-noksan sayamaz. Oturduğu goltukdan gıçını bile galdırmadan sadefden inci misâli fikir serdeden zabit efendi bu mesnetsiz iddiasıyla da paldımı epeyi aşmış!..

Sayın miralay efendi laylon leğende kâğıtdan kayık yüzdürüp defterin üstünde mürekkepsiz divit gezdireceğine astsubayların bugünkü taleplerinin ne olduğunu öğrenmeye zahmet etseydi çok daha hasiyetli bir iş yapmış olurdu.

Astsubayların lisans tahsili almasını gerekceleriyle birlikte ortaya koyan meslekdaşlarımızın bugüne kadar sayısız makâle yayımladığını görürdü. Bu hakikâtleri bilerek konuşsaydı o vakit biz de kendisine cidden saygı duyardık.

Her şeyi bildiğini iddia eden subay gomutanlarımız, söz astsubayların tahsiline gelince hemen “kalemli ümmî” oluyorlar. Muhterem miralayımız, buyursun gelsin. Jandarma Genel Komutanının astsubaylara şu günün behrinde revâ gördüğü eğitim seviyesine bir baksın hele. Baksın da önce kendi gözlerindeki merteği bir görsün!

Peki biz astsubaylar tahsil düzeyimizin çağın ihtiyaclarına uygun olarak düzenlenmesi için bugüne kadar ne mi yapdık?

Yazdık, çizdik!

Arz etdik, talep etdik,

Bağırdık, çağırdık,

Anlayan oldu mu peki?

Kellim kellim, lâ yenfâ!..

Niyeti iyi olmayanın ameli iyi olur mu?

Harp okullarının 2 sene olan eğitim süresinin 35 sene evvel önce 3 seneye,

Sonra da 4 seneye yükseltilmesi için

Subay gardeşlerimiz garargahlarda gara gara gocaman gazanlar mı galdırdı?

Ya da

Genelkurmay Başkanının yolunu kesip

Ucu gırmızı mumlu zarf ile muhtıra mı verdi?

Her iki suâli de müsaade buyurursanız bu satırın müellifi şu fakir cevaplasın! El cevap, hayır!..

Subay olunca,

Şâhikası ala karlı yüce dağlardan bal,

Şırıl şırıl akan milli derelerden gaymaklı süt akıyor.

Sıra astsubaylara gelince,

Kırk dereden kırkbirbin kova bulanık su getiriyorlar.

Sayın miralayımız bu hakikâtleri niye gündem etmez?..

Akıl akıldan üstündür, değil mi yiğitler?

Bugün astsubayları yakıp kavuran sıkıntılara, maruz bırakıldıkları haksızlıklara dermân olacak bir iki tavsiye duymak isterdik kendisinden.

Ancak görüyoruz ki bunu bile yapmaya yüreği yetmemiş!

Bütün bunlar bir yana,

Astsubayların eğitimi konusunda şayet samimi ise,

Muhterem miralayımız kalemini oynatsın ve şöyle yazsın;

  • Astsubaylar, lisans tahsili almalıdır,
  • “Bilimin, çağın ve askerî eğitimin” gereği olarak astsubaylar lisans diplomasıyla mezun edilmelidir.
  • Astsubayların lisans eğitimi talebini alkışlıyor ve emekli bir miralay olarak şiddetle destekliyorum…

Diyebilir mi?

İşde meydan!..

Fakat emekli bir astsubay olarak ben diyorum ki,

Subayların yüksek lisans düzeyinde eğitilmelerinin zamanı artık geldi.

Yirmibirinci asırda var olmak istiyorsan şayet;

Astsubayına lisans eğitimi,

Subayına yüksek lisans eğitimi vermeye mecbursun…

Çünkü dünyanın geldiği merhale artık burasıdır.

Çoban Sülü ve Mizâh

Miralay Alaaddin beyin bu sözlerini okuyunca aklıma bir fıkra geldi. Yazması bizden. Bu durum ile alâkalı olup olmadığına varın siz karar verin.

Cingöz bir muhabir, Çoban Sülü’ye devr-i iktidarında muziplik yapıp şöyle bir suâl sormuş; “Özel hayatınızın sıkınıtılı olduğuna dair ortalıkda bir tevâtür var. Ne dersiniz bu hususda?

Çoban Sülü bu, lafın altında kalır mı hiç?

Sarkık gıdısını gıvıra gıvıra hemen yapışdırmış cevabı.

  • Muhterem aagideşlee!.. Binaenaleyh, ben neeedeyim? Yaaani!.. Gakdı da ben mi gomadım?..

    image021

Atatürk Gibi Düşünmek!..

Afet İNAN’dan naklen; “Çankaya köşkünden Meclis binasına giderken o günün Ankara’sında, yol kenarında bir tek iğde ağacı vardı. Atatürk, önünden geçerken o ağaca selâm verirdi. Niçin böyle yaptığını sorunca şöyle dedi; “O iğde ağacı, yediğim meyvenin, sığındığım gölgenin, teneffüs etdiğim havanın bir neferi. En az öbür neferler kadar bu ağacın da selâma hakkı var.

Bir gün bir de bakıyor, o iğde ağacını kesmişler. Soruyor niçin kesdiniz diye? Yolu genişletmek için kesdik diyorlar. “Yahu” diyor Atatürk, “Kesmeden önce bana sorsaydınız, o ağacı kurtaracak bir yol bulurdum.” Sonra dayanamıyor, arabaya biniyor, sürücüyle arkadaşının önünde, hüngür hüngür ağlıyor.

Bu olaydan sonra, “Atatürk gibi düşünmek” deyimi desdân olup vatandaşların diline düşüyor.

Cumhuriyet kurulalı henüz bir iki sene olmuş. Atatürk, 1924 Teşkilâtı Esasiye (Anayasa)’nin ikinci maddesine Ankara’nın Başkent olacağını kendi eliyle yazdı. Ankara’nın gelecek 100 senelik nâzım planını tasarlamak için Çankaya’da bir akşam yemeği verdi. Yaşına, başına, makâmına ve rütbesine bakmadan o zaman için mesleğinde en iyi olan fikir adamlarını sofrasına çağırdı. Konu, bir ara Ankara/ Ulus’da inşâ edilen Meclis binasının civarının tanzimine geldi. Mühendislerin hazırladığı taslağa kısa bir göz atan Atatürk, Meclis’i Çankaya’ya bağlayan güzergâhın bölünmüş yol olmasını ve genişliğinin 100 metre olmasını emretdi.

1920’lerin Ankara’sında oralarda dolaşan insan sayısı, elli kişi, altmış kişi… At arabası, kağnı dersen, sayısı beş-on… Motorlu araç ise bir elin parmaklarının sayısından ziyâde değil…

Hâl böyle olunca taslağı hazırlayan mühendisler önce Atatürk’e sonra da birbirlerinin sıfatlarına bakdılar. Emir, Atatürk’den… Atatürk 100 metre diyorsa sen, hayır efendim 25 metre kâfi gelir diyebilir misin?

Mühendisler, emredersiniz deyip konuyu kapatdılar. Kendi basiretsizliğinin farkında olmayan mühendisler, başbaşa kalınca; yolun genişliği 100 metre olsun diyen Atatürk’ün o akşam aslan sütünü fazla kaçırdığına kanaat getirdiler.

Ankara Belediyesinin bugün dahi yapdığı şehiriçi yolların genişliği 100 metrenin yarısı bile değil.

Gidip bakın! Kendi gözlerinizle temâşâ eyleyin!

Atatürk Türkiyesi’nin insanlarının ufkunun genişliğine, basiretinin vuzuhuna ve derinliğine bakar mısınız?

image022Yirminci asırın en büyük adamı olmak kolay mı?

1935 senesinde inşâ edilen Ankara Gar’ında tam 6 dâne peron olduğunun kaç kişi farkında? Düne kadar sadece bir peronu hizmet veriyordu. Hızlı tirenin hizmete girmesiyle bugün bile ancak 3 peronu kullanıyor. Diğer 3 peronu ise 80 seneden beridir sahipsiz kalmış. Kaderine terkedilmiş! Mühmel, mahsun bekliyor öylece…

Bakmayın siz, bugün burnu bulutları aşan tower dedikleri çirkin binalar yapdıklarına! İçi Cumhuriyet düşmanı haramzâde dolu…

Hele bir de bu binalara verdikleri ecnebi isimler var ki!.. Gönül diyor ki al o isimleri… Binaların sahiplerinin mabadına…

Bakmayın siz, milyonlar harcayıp hizmete açdıkları şu köprü, bu kavşaklara! Hepsi birer mimarî ucûbesi! Yapmadan önce oralardan geçmek daha az zaman alıyordu.

Atatürk deyince salip görmüş vampir gibi korkuyorlar! Ve O’nun yapdığı iyi işlere bile sırtlarını dönüyorlar. Anladık!..

Katolik nikâhı kıyıp gelin olarak yatağına girmek için can atdıkları Avrupa’lının inşa etdiği yollara, köprülere niye kör bakarlar?..

Ankaray ve metro derseniz… İnşaatında bugünkü belediye başkanının bir kürek harcı yok!

Yol yapmak için Allah’ın evini dahi yıkmayı marifet sayan rantperest paragöz eblehlerden ne beklenir ki?..

Cumhuriyet Türkiye’si binbir emek harcayıp mihnet çekerek Ankara bozkırında Atatürk Orman Çiftliğini 90 senede yeşertdi. Fakat Atatürk Orman Çiftliği bu iktidarın Atatürk’den intikam almak için serbest atış alanı oldu. Bu cennet bahçesini bugünün Cumhuriyet düşmanları Yağma Hasan’ın böreği misâli talan etdiler. Ve bir gecede asfalt ve beton çölüne çevirdiler. Bu hainlik de yetmedi… Çiftçilik yapılsın diye Atatürk’ün bu millete emânat etdiği kendi mülkü olan tarım topraklarının üstüne yüksek maaaşlı devlet erkânı için en ucuzu 500.000 liraya satılan saray yavrusu inşâ etdiler.

Üstelik sosyal konut diye…

Tavukların yumurtalayıp kuluçkaya yatdığı devletin toprağının üzerine TOKİ’nin yapdığı bu evlerde şimdi devlet düşmanları kuluçkaya yatdı. Kendileri gibi kindar devlet düşmanı cücükler çıkartmak üzere.

Hem de ölümüne kalkmamacasına…

Tam ortasına da hânedân haramzâdesi için Başkanlık sarayı inşâ ediyorlar şimdi.

En acısı ise Atatürk’ün öz mülkünün üstüne Amerikan conisinin utanmadan gelip büyükelçilik binası inşâ etmesi.

Bu zillet bu millete yeter de artar bile…

Atatürk’ün tapulu arazisinin üstüne zottirik lakabıyla maruf general bozuntusu bir subay, orduevi yapıp adına da Gâzi Subay Orduevi dedi. Zottirik osurursa ahlâk ve görgü fukarası arsız hırsız azgın siyâsetciler de işde böyle çatır çatır sıçar…

Başkent Ankara, 90 sene öncesine göre daha yaşanmaz, daha yorgun, daha mutsuz, daha çekilmez bir şehir oldu. Ankara’yı idare eden bugünün devlet adamları bile hâlâ Atatürk zamanında verilen önemli kararların ve yapılan büyük işlerin mirâsını yiyorlar.

90 sene sonra bile Ankara’nın merkezi bugün hâlâ o kadar insan ve araç selinin kahrını çekebiliyorsa bu, Atatürk ve Atatürk gibi düşünen yurtdaşların keskin basireti sayesindedir.

  • Bir yanda yol yapmak için kesilen bir tek ağaca üzülüp ağlayan bir adam,
  • Öte yanda yol yapmak için cami yıkmayı marifet sayan medeniyet düşmanı bir adam!..(5)

Kamu görevlisi Genelkurmay Başkanından, belediyeci tayfasından, memurundan siyâsetcisine bir de bugünün devlet adamlarına bakın!..

Hepsinin itibâr-ı şahsiyesi yerle yeksân vaziyetde…

image024Zarfa Değil, Mazrufa Bakınız!

Taraf Gazetesi yazarı Sn. İlker DEMİR 01.10.2013 tarihinde bir yazı yayımladı. Makâlesinin başlığı “Dinci faşizm, devrimci faşizme karşı.

Türkiye’de eğitimin kifâyetsizliğinden bahsederken İlker bey yazısının bir yerinde şöyle bir ifade irâd etmiş; “Toplumun bilgi ortalaması, hemen işbaşı yapsınlar diye adeta hızlandırılmış bir eğitimle her konudan biraz öğretilen astsubaylar düzeyindedir.

Sn. DEMİR’in bu tesbitine çoğu meslekdaşım şiddetle karşı geldi.

Hemen reddiyeler yazdılar.

Belki de bâzıları hakâretâmiz iii meyıl(!) yolladılar…

Makâlesinin müteakip satırlarında şöyle bir ifade daha kullandı Sn. DEMİR; “Yarı uzmanlık yarı cahillik demektir.

İlkey beyin bu sözüne kimse dikkat etmedi.

Tenkit etmeden önce yazısını bir bütün olarak ele alıp meselenin özüne nüfûz edebilseydik keşke…

Benim kanaatime göre İlkey beyin her iki tesbiti de doğru ve yerli yerinde.

Yapılması gereken tek şey, sözü doğru yerinden kavramakdır.

Muhterem meslekdaşlarım;

Zarfa değil, mazrufa bakınız!

Sn. İlker DEMİR’in makâlesinde parmak basdığı tesbitlerine buyurun bir de şu açıdan bakalım;

  • “Astsubaylar, hemen işbaşı yapsınlar diye adeta hızlandırılmış bir eğitimle her konudan biraz öğretilen asker kişilerdir.”
  • “Yarı uzmanlık yarı cahillik demektir.” Yarım hekim, candan; yarım hoca, dinden eder vecizinin başka bir tefsiri..

İlker beyin her iki tesbitine ben yürekden iştirak ediyorum. Tam da İlker beyin ifade etdiği gibi bugün astsubaylara 2 senelik hızlandırılmış eğitimle her konudan biraz öğretilmekdedir. Bu cümle, astsubaylara bugün ve geçmişde verilen eğitimi çok iyi özetliyor.

YÖK’e bağlı okullarda 2 senede sadece bir meslek öğretiliyor; Aşcı, pasdacı, dakdilocu, nalbant vb…

Astsubay okullarında bugün verilen 2 senelik eğitimde ise hem askerlik eğitimi ve hem de meslek eğitimi veriliyor.

Bu iki eğitim yönteminin birisi yanlış olmak zorunda.

Sizce hangisi?..

Ölçülemeyen bir şeyin kıymeti yokdur. İsderseniz dünyanın etrafını beş kere dolanın. Ne kadar yürüdüğünüzü bilmiyorsanız yapdığınız işin gerçekde önemi yokdur.

Bu cümleden olmak üzere; eski adıyla tâlim-terbiye denen eğitim-öğretim mefhumu, ilmî esaslar dahilinde ölçülüp değerlendirilebilir olmak zorundadır. Başarıyla tamamlanmış her eğitimden sonra verilen vesikanın da bir itibarı olmalıdır. Bir başka ifadeyle, bu eğitimlerin akademik kıymeti olmalıdır.

Okuldan mezuniyetden sonra eğitim birliklerinde aldığı elvân çeşitli eğitim-öğretim sonucunda astsubaylara verilen şahâdetnâmenin Ordu dışında bir itibarı var mıdır?

Akademik bir değeri var mıdır?..

Meslek hayatımız boyunca aslî vazifemizden ayrı olarak bize dayatılan işleri; yüklenen ikiz, üçüz, görevleri şöyle bir gözünüzün önüne getirin bakalım…

Vatan, Askerlik Ve Para…

Sene 1987…

Çankaya’nın şişmanı, o tarihde başbakanlık koltuğunda oturuyor. Ben, İstanbul’da gemi görevindeydim. Bıldır evlenmişim. Üsküdar’da oturuyor, Beykoz’daki gemimde görev yapıyorum. Birinden diğerine mesâfe, İstanbul’un iki ucu…

O zamanlarda bu iki nokta arasında gelip gitmek, günlük mesaimizden bile daha uzun vakit alıyordu.

Aldığım maaaş tam 90 milyon lira… Zottirik Kenan, Beykoz’a iki katlı lojman inşâ edip subaylara verdi. Kaloriferli lojmanın kirası 20 milyon lira. Bana ise yok. Üsküdar’dayım. Kiradayım, dardayım… Sobalı bir daireye ödediğim kira tam 50 elli milyon. Bu evi de enişdem sayesinde eş-dost hatırına bulabildim. Evde telefon yok… Su ve cerayana 10 milyon lira veriyorum.

Yeni evli bir aile olarak İstanbul gibi koca bir şehirde aylık maişetimiz için elimde sadece 30 milyon lira kalıyor.

Daha cebime koymadan maaşımın üçde ikisi elimden uçup gidiyor.

Tek tabancayım, anlayın hâlimi…

O zamanlarda Üsküdar/Uncular’da kurulan seyyâr tanzim kamyonlarının önünde uzun kuyruklara girip alışveriş yapıyoruz.

Biraz daha ucuza alabilelim diye. Burada satılan her şey harcıâlem nasılsa…

Kayınpederim rahmetli Sıtkı bey ve anamın emekli maaşından takviye gelmese ne yapardım, bilmiyorum.

Hayatımız cant üstünde giderken İstanbul denen şehir azmanının bir kuytusunda

Zamanın başbakanı şişman adam, bir gün gıçına vurdu ve kaka renginde bir yumurta yumurtaladı.

Bokunda bulduğu yumurtanın adı “paralı askerlik” idi.

Basdır çil çil pangonotları,

Askerlikden azâde ol!

Parası olmayan ne yapacak?

Burası Kıraliçe Elizabet’in memleketi değil!

Sulh zamânında paralı askerlik yapmak ile

Harp zamânında cepheden firâr etmek arasında fark yok bence.

Temel askerlik hizmetinde her vatandaş eşit olmak zorunda.

Şu son senelerde Türk askeriyesine vurulan darbenin birincisini işde bu şişman adam vurdu.

Mukaddes vatan hizmetini paraya tahvil etdi.

Ben bunu 30 sene önce yaşadım…

Çalışdığım gemi, hücümbot. İki telsiz astsubayı ve bir yazıcı er kadrosu var. Ben, gûyâ kıdemli telsiz astsubayıyım. Önceki gemimde kendi işimi yapıyor sadece mesaj yazıyordum. Fakat bu gemimde İdârî sınıfından astsubay kadrosu yok. Bu kadronun görevi, ikiz görev olarak benim üzerimde…

Kendi işim olan mesajı yazıyorum…

Sonra oturup İdârî astsubayın yapması gereken evrak işlerini yapıyorum.

İşim başımdan aşkın, canım burnuma gelmiş!..

Vaziyet bu minval üzereyken

Binbir emek verip son bir senede yetişdirdiğim yazıcı er, tam işi öğrendi derken, teskere alıp gitdi.

Diğer astsubay arkadaşım ise 6 aylığına kursda.

Üç kişilik kadroda yapayalnız kaldım. Gemidir, ne iş vardır diyenler günahıma girer, bilesiniz!

Koca bir harb gemisinde yazılan çizilen ne kadar evrak, yazı, çizi, rapor varsa hepsi bu gemide de var.

Eski yazıcı da teskeresini alıp gitdikden iki hafta sonra yeni yazıcı er, acemi eğitiminden sonra gemiye geldi.

Ben”, dedi “Paralı askerlik için müracaat etmişdim. Kabul edilmiş. İşde yazısı. Benim hemen gitmem gerekiyor!

Paralı askerlik konusunda herkesin olduğu kadar benim de bilgim vardı. Şişman adam, sağ eline kalemi alıp havada daireler çizerek işkembe-i kübrâdan bol bol atıyordu.

Gara gerdanını gıvıra gıvara anlatıyordu faziletlerini paralı askerliğin.

Bütcede deliği böyle kapatacağı yalanını yüzü kızarmadan üfürüyordu.

Paralı akserlik diye siyâset erbâbının atıp tuttuğu bu kararın bana tesirinin ne olacağı hakkında hiçbir fikrim yokdu.

Gidip karargahdaki personelcilere sordum. “Evet, bu eri hemen terhis edin!” dediler.

Yazıcı eri, gemiye geldiği gün apar topar bütün evraklarını yazdım ve terhis etdim.

Başladım beklemeye, yenisi gelsin diye.

O tarihde acemi eğitimi, üç ay…

Tam üç ay sonra, yeni bir yazıcı geldi… Bu er de acemi birliğindeyken paralı askerlik için müracaat etmiş. “Terhisimi bekliyorum. Her an gidebilirim” dedi. Ve öyle oldu. Bir hafta sonra terhis evrağını aldık. Artık işi öğrenmişdim. İkinci yazıcı erimi de paralı askerlik alıp götürdü.

Bir üç ay daha bekledim. Parasını ödeyip askerliğini yapan erlerin yerine atama yapılmadı. İşler bizim üstümüze kaldı anlayacağınız.

Tam 6 ay sonra üçüncü yazıcı er gemiye geldi. Hazırlıklıydım. Parasını yatırdığına dair banka makbuzunu gösterse bu erin de teskeresini hemen eline tutuşturacakdım.

Bu gelen çocuk,  “Hayır komutanım, babam paralı askerlik yapmamı istemedi!” dedi.

Antalya’lı emekli bir polisin çocuğu olan Hakan ile onbeş ay baba-oğul gibi çalışdık. Musabeciymiş. Akıllı, dürüst, çalışkan bir çocuk… Bir kere anlatıyorum, hemen öğreniyor…

Bir gün uzun bir rapor yazdım. Al, oğlum şunu götür imzalat getir dedim. Evrağı götürdü. İmzâ atacak yüzbaşı, bende kalsın. İmzalayıp ben getiririm demiş. Yazıcı erim ile birlikde daktilonun başında çalışırken yüzbaşımız yanımıza kadar avdet etdi. Elindeki imzâ sümenini Hakan’a uzatıp “teşekkür ederim oğlum. Tam istediğim gibi olmuş” dedi.

Hakan, akıllı çocuk. Efendim yazıyı ben yazmadım. Komutanım yazdı dedi.

Yazıcı er’e teşekkür edecek kadar babacan olabilen bu yüzbaşı, Hakan’dan aldığı cevap karşısında sadece dut yedi!

Bunları niye anlatıyorum?..

Yanımda çalışması gereken yazıcı erimi, şişman adam para isteyip ayartdı?

Niye?

Bütce delik ya!.. Yamananacak.

Yanımdaki astsubay arkadaşımı ordu, kursa gönderdi.

Niye?

Okulda verdiği eğitim yetmiyor! Takviye yapılacak.

Hay sizin yama tutmayan delik bütçenizi de…

Okulda verdiğiniz yarım yamalak eğitimi de…

Hırsız-arsız siyâsetci tayfası Ankara’da yılkı beygiri gibi tepişdi.

Fakat gemide görev yapan astsubay Şükrü ezildi.

Anam beni sizin deliklerinizi tıkayayım diye mi doğurdu be eblehler?..

Gemide eski duruma dönmek tam dokuz ayımı aldı…

Sözde Ergenekon davasından şu anda mahpus olan Sn. Turgay ERDAĞ, Allah yardımcısı olsun, yüzbaşı rütbesinde ve geminin ikinci komutanı.

Bu sıkıntılı günlerde bir gün bana dedi ki “Para isde, vereyim. Fakat ne olur, hastalanma ve benden izin isteme! İkisini de kabul edemem!

Benim tek başıma görev yapdığım gemide şu anda üç astsubay kadrosu var…

Bu süre içinde kendi görevimi yapdım,

İdârî astsubayın görevini “ikiz görev” olarak yapdım,

Aynı dönemde kursa giden astsubay arkadaşımın görevini, “üçüz görev” olarak yapdım,

Parayı basdırıp askerliği satın alan yazıcı erlerin görevini de “dördüz görev” olarak yapdım.

Bunların hepsi de ciddî mesuliyet isteyen görevler…

İki satır emirle yapdık bunları da hâtâ yapsak bizi kim savunacak?

Kimse,

Yapılan ufak bir yanlışda soluğu Merâsim Sokak’da almak var!

Çekdiğim sıkıntıları Allah’dan başka kimse bilemez.

Elimizin emeğini, alnımızın terini, gözümüzün ferini tüketdik.

Ömrümüzü hesapsızca harcadık vatan uğruna.

Emirle görev verenler bu işlerin karşılığında bir guruş verdiler mi?

Hayır!

Beşiz görev yapdım mı?

Yapdım.

Hani, Avrupalı devlet adamları açıyorlar ya!.

İşde bunun için ayrı bir fasıl açmam gerekecek…

Bütün bu görevleri yaparken bir de nöbet var tabi ki.

Günlük nöbet, bellidir.

Her üç günde bir kere gemide kalıp 24 saat nöbet tutardık.

Sabah sekizde nöbeti alırsın.

Ertesi gün sabah sekizde nöbeti devretmen gerekir.

Fakat ertesi gün nöbeti ne zaman vereceğin çoğu zaman muammadır.

Görev bitince nöbet biter.

Bir de haftalık nöbetler var ki anlatmaya değer.

Cuma sabahı sekizde gemide nöbet başlar.

Cuma, Cumartesi ve Pazar geceleri gemide kalırdık.

Tam 3 gece ve 4 gün süren nöbetden sonra Pazartesi akşam mesaiden sonra eve giderdik.

Her üç günde bir defa, günlük nöbet,

Her üç haftada bir defa, hafta boyu nöbet.

Hafta içinde 6 dâne nöbet,

Hafta sonunda 4 dâne nöbet.

Her ayın üçde biri,

Bir başka deyişle

Bir ayda tam 10 gün nöbet…

Bir senede eder tam 120 gün…

Seyirde geçen günleri de ilâve et,

Bir senenin en az 240 günü evden uzak, gönüllü mahpus hayatı.

Gemi görevimin son senesinde tam 280 gün gemide kaldığımızı gemi jurnalinden kendim hesaplamışdım.

Bekâr olarak çalışdığım ilk üç seneyi saymıyorum.

Fakat 13 senelik muharip gemi görevimin 10 senesi

Bir koca, bir baba olarak işde bu şartlar altında geldi, geçdi.

Bütün bu hesapları yapmak için dört işlem bilmek bile yetmez.

Eşime ve çocuklarıma karşı yaşadığım bu ayrılıkların bedelini nasıl öderim, bilmiyorum!

Peki, günün şu vakdinde sinekkaydıran cinsinden bu sakal tıraşını niye yapdım?

İkiz, üçüz, dördüz görevin ne olduğunu bilmeyenler öğrensin diye.

Astsubayın hangi şartlar altında vatan görevi yapdığını duysunlar diye.

Üstelik bu görevler 30 senelik muvazzaf astsubaylık hayatımın ne ilk ne de son ikizleri, üçüzleri, dördüzleri oldu!..

Her emeğin bir karşılığı olmalı, değil mi?

Ömrümü törpülemek bahasına canımı dişime takarak yapdığım bu görevlerden dolayı devletim bana bir guruş fazla para ödemedi.

Nur içinde yatsınlar!

Babamın, ebemin, dedemin hatırına yapdım bütün bunları.

Bunaldığım her seferinde onların vasiyeti geldi gözümün önüne…

Huzur ve hazarın diyetine
Bu garayağız torun esker olacak inşâllah!

Devletime, milletime

Helâl olsun hakkımız…

Pişman mıyım?

Hayır!..

Çünkü,

Vatan bir yana,

Askerlik ve para…

Bu iki mefhumu hiçbir zaman bağdaşdıramadım.

Karnımı doyurun,

Lojman verin,

Yapdığım askerlik için para istemem!..

Ben, böyleyim…

Anamdan, rahmetli babamdan böyle öğrendim.

İşde, muhterem meslekdaşlarım, tarihden bir nefes verdik sizlere…

Vatan sevdâlısı yüzbinlerce astsubayın yaşadığı milyonlarca hikâyeden sadece birisi…

Kimileri Genelkurmay babasının parasıyla hukuk fakültelerinde okuyup AYİM’e başkan, ya da mühendis olurken ben gemide, denizde, fırtınada, karda, kışda bu şartlar altında vatana hizmet etdim.

İmdi dönelim gazeteci Sn. İlker DEMİR’in sarf etdiği sözlerine.

Biz astsubaylara yüklenen bu ikiz görevlendirmelerin çoğunu hiçbir eğitim almadan yapdık.

Böyle olunca da kendisine ısmarlanan her işi yapan, ömrünü hebâ eden fakat en önemlisi de emeğinin karşılığını alamayan vasıfsız bir işçi tanımı çıkıyor ortaya.

Bir astsubay olarak benim bu yapdıklarımdan sadece birisini bir işveren, işçisine yapdırsa Anayasa madde 18’i ihlâlden soluğu mahkemede alır. (Bkz.↓)4

Bu hakikâtleri inkâr edebilir miyiz?

Bugün astsubayların hâlâ görev tanımları yok ise, hâlâ kadro unvanı yok ise, görevde bir terfi mertebesi yok ise bunun suçlusu Sn. İlker DEMİR midir?

Bugün astsubaylara okulda verilen eğitim yeterli değil ki mezuniyetden sonra dizi dizi hizmetiçi eğitimler veriliyor. Hiçbir akademik değeri olmayan bu merdivenaltı kurslarla eğitim açığını yamamaya çalışıyorlar.

Harb okulundan sonra subaylar yüksek lisans ve harp akademileriyle beslenirken astsubaya merdivenaltı eğitim verilmesini içinize sindirebiliyor musunuz?

Bunlara kim yanlış diyebilir?

İşde mevcut ve haklı tesbiti Sayın DEMİR kendi sözcükleriyle ifade etmiş.

Elin gâvuru kendi astsubayına “akademi” eğitimi verirken senin adamların ne yapıyor?

Hırsızın hiç mi suçu yok?..

İlkey beyin tesbitlerine bir şerhim var; Öğrendiği konulardan birisi astsubayın esas konusudur. Mesleğidir. Ve her astsubay, kendi konusunun usdasıdır.

İşde Sn. DEMİR ile ayrıldığımız tek nokta burasıdır.

Bu cümleden olmak üzere şu satırın müellifi diyor ki;

  • Astsubaylar, her konudan biraz değil, fakat her konuda en iyi şekilde eğitilmeli, öğretilmelidir.
  • Çünkü, biraz bildiği her konuda bile astsubaydan görevini en iyi şekilde yapması istenmektedir.
  • Çünkü, 4 sene eğitilen bir subayın, astsubaya yardım etmesini kimse konu etmiyor. Fakat her astsubaydan kendi görevine ilâve olarak bir de subayın görevini de yapması isteniyor.
  • Subaylığa dair hiçbir eğitim vermiyorsun. Fakat sen, subayın yardımcısısın diyorsun,
  • Astsubay okulunda, astsubay öğrencisine, astsubay mesleğinin dersini verdiriyorsun. Subay ders veriyor, “öğretim görevlisi” oluyor! Aynı dersi astsubay veriyor “yardımcı öğretim görevlisi” oluyor.
  • Nedir bu iki yüzlülük? Nedir bu ayırımcılık? Nedir bu kepâzelik?..
  • Vermeden almak, sâdece Allah’a mahsusdur. Yarım yamalak eğitim verdiğin astsubaydan layıkıyla vazife beklemenin bilim ile, akıl ile bağdaşır bir tarafı var mıdr?

Bugün bizler, astsubaya verilen 2 senelik eğitimin yeterli olmadığını iddia ediyorsak “Yarı uzmanlık, yarı cahillikdir!”diyen İlker bey ile aynı noktada buluşuyoruz.

Her ikimiz de aynı tesbiti

Sadece farklı cümleler ile ifade ediyoruz.

Hepsi o kadar.

Dışarıdan bakan bir gazetecinin gördüğü bu hakikâti, Genelkurmay Başkanı Nejdet bey niye görmez?..

Sorulması icâb eden asıl suâl budur, canlarım…

Doğru söyleyeni daşlamak yerine ilhâm almalıyı bilmeliyiz.

Akıllı adam; yanlışdan, doğru elde edebilendir.

(Devam edecek)

 brove

 

 

  

 

Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Astsb. III Kad.Kd.Bçvş.

 

*** Kaynakca üçüncü (son) bölümdedir.

 

Okumak için resimi tıklayınız

bologno-sureci-1

 

 

 

 

 

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR
20/11/2023 7:07 AM
19/07/2023 4:21 PM
09/04/2023 8:42 PM
05/01/2023 10:48 AM
06/09/2022 8:54 AM
15/01/2022 7:18 AM
10/04/2021 4:21 PM
27/12/2020 4:42 PM
07/10/2020 11:36 AM
23/03/2020 6:55 PM
02/02/2020 6:34 PM
24/09/2019 4:16 PM
01/08/2019 5:55 PM
05/04/2019 5:53 PM
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.