Asubay Mısın, Er Misin
İkrâr ediyorum! Gül alıp gül vermek isderdim herkese, adını bile sormadan; allı morlu, mis kokulu… Ya da Makâleler yazmak isderdim, suya sabuna dokunmayan; harir kadar saf, çocuk kadar mâsum… Aşk kokan, sevgi dolu… Ayşe’den, neş’eden, meşeden dem vuran! Benim de sevdâya teşne kalbim var, ne de olsa! Türkü yazmak isderdim hele! Mertlik üsdüne, yiğitlik mayalı; her nağmesi dostluğa dokunan, kardeşlik kokan … Çünkü Türk’ü bilen türkü bilir, Türk’ü seven de türkü yazar. Ben de insanım, nihâyetinde! Ya da!.. Ya da, Her kalem oynatışımda ucundan sitâyiş süzülen, vefâ dökülen, garındaşlık mumuyla ışıldayan… Fakat olmuyor! Daha doğrusu oldurtmuyorlar! Bâzen, söyleyen özne olsa da söyleten nesne oluyor, maslahat icâbı. İşde bu durumda, söyletenin kim olduğunu gözden kaçırmamalıyız. Çünkü burada, asıl fail özne değil fakat nesne oluyor. Evet, insanım, nihâyetinde… Haksızlığa, yolsuzluğa, nâmertliğe, zorbalığa isyân eden! Biz Asubaylara yapılan bu ahlâksızlık, bu haksızlıklar karşısında Tencere bile olsa tıngırdar; köpek bile olsa havlar be! Benim, köpeğinki kadar bile aklım, köpeğinki kadar bile haysiyetim yok mu sanıyor bu kaşalotlar! Haksızlığa uğramışsam, Bağırır, çağırırım! Ȃsi olur, başkaldırırım ödlek firavunlara. Bu topraklarda yiğide deli demek âdet olmuş nasıl olsa! Ağız dolusu küfür bile ederim alayına… İşde o vakit derim ki; Mâdem öyle! Bolu’nun Zorbeyi var ise şâyet, Dağlarının da Köroğlu’su elbet olacak! Hele bir de damarıma basarlar ise şâyet! Öyle yazılar yazarım ki! Kesip biçmeden söker alırım o üç paralık ciğerlerini, fesât dolu döşlerinden, evvel Allah. İşde meydân! Söze söz! Varsa diyecekleri şâyet Çıksınlar karşıma! Yedikleri haltların, yapdıkları nâmertliklerin, hainliklerin, kânunsuzlukların hesâbını versinler! Şu memleketde iyiye, güzele dâir söz söyleyen, iş yapan herkes mutlaka kösdeklenir, cezâlandırılır. Bizim için de durum ayniyle vâki oldu! Gevur Coni’nin ordusunda bir Er olsaydım şâyet Bugüne kadar ortaya dökdüğüm bunca kânunsuzluk, yanlışlık, haksızlık, ahlâksızlık ve sahtekârlıklardan dolayı Coni Genelkurmay Başkanı herhâlde bana üç beş madalya takdim eder idi… Fakat bizim müslümân bildiğimiz Genelkurmay Başkanlarımız ise Bu kânunsuzlukların, haksızlıkların, ahlâksızlıkların ve sahtekârlıklardan üzerine gitmek yerine Doğruları söyleyen Eski Tüfek’i öksüz yetim zannedip ezmeye tevessül ediyorlar… Bugüne kadar söylediklerimin bir tek kelimesini dahi tekzip edemediler, iftirâ diyemediler! Hakâret etdiğimi söylüyorlar… Evet, ortada bir hakâret var da … Kim, kime etdi acap?..
Duydum ki gevurun hâkimleri Berlin’de imiş! Bizim müslüman hâkimler nerede, onu da göreceğiz elbet… Hâl böyle olunca; Eski Tüfek’in kısmetine de Asubaylara yapılan haksızlıklar ve kânunsuzluklar târihcesini fâş eyleyen acı makâleler yazmak düşüyor… Aşkı, meşki; gülü, bülbülü; Ayşe’yi, neş’eyi bir kenara bırakdık! Kalem ve kâğıdı alıp da elimize Ömrümüzün şu son fasılında Üzerine fesâtlık, nâmertlik, şerefsizlik, hâinlik ve ödleklikden dem vuran kelâm akıtmak düşüyor bize de, yiğitce…
|
* * * * *
Kiremitde Buz musun?
Türkülerimiz olmasaydı ne yapardım, bilmiyorum! Değil yazmak, söylemek; konuşmaya bile mecâlim olmazdı herhâlde! Dünyânın en büyük kütüphânesinde bile olmayan hazineler var içinde… Bir türkü, hattâ o türkünün bir kelimesi bile bir kitabdan çok daha fazla şeyler anlatır bize. Kitaplara sığmayacak kadar sözün mü var diyecek? Bir türkü çığır, daha fazlasını anlatırsın, evvel Allah. Yeri gelir, gönlüme tercümân olsun diye Muğla’dan Civelek Şerafettin’e veririm sözü; Nâmertlerden, ödleklerden ötürü… Ya da Kitaplar dolusu kâğıt ve kelâm isrâf etmek yerine Yalova’dan Müşerref Hanımı söyletirim kendileyin; Kiremitde buz musun? Gelin misin, gız mısın? Bir suâl soracam sana, ey Genelkurmay Başkanım, Bana cevâp vermeye hazır mısın?
* * * * *
Değil! Biliyorum! Kimilerine her gün, her yer düğün bayram olsa da Benim için, daha doğrusu, “diğerleri” dedikleri biz Asubaylar için vaziyet hiç de öyle değil! Bu hususda dilim ne söylesin, elim ne yazsın diye binbir türlü ağrılar içinde geceyi gündüze katık eder iken Gene anamın sütü gibi Türkülerimiz besliyor dimağımı… Yersiz, yurtsuz, adsız, odsuz, bir ozan olurum o zamân da; Bilmem, şu feleğin bende nesi var? Her gitdiğim yerde, yâr isder benden! Sanki benim mor sümbüllü bağım var! Zemheri ayında anam, gül isder benden! Zemheri ayında gülü hangi şaşkın kaybetmiş ki kim bulup kime versin, Allah aşkına? Asubay denen uyduruk asker sınıfının târihine her kalem daldırışımda ne acıdır ki gül yerine İçinde çomca dönmez bok, cerâhat, hamâkat, Elvân türlü ihânet ve şerefsizlik çıkıyor karşıma!.. Kars’lı Feryâdî olurum, icâp ederse; Yine geldiyse gam yükünün kervânı, Yine yazmak şart olduysa Eski Tüfek için, ihâneti, ödlekliği… Çekeceğim bu derdi, her mihnete rağmen! Karac’oğlan olunca da derim ki, bakın geline Suâl eylen bizden hey dost, evvel gelene! Kim var imiş, biz bu orduda yoğ iken!
* * * * *
Kaşıkdaki Kısmet!
Bunca zamândan beri herkesin okuyup geçdiği kânunların içinde Senelerden beri çürük yumurta gibi kokuşup duran kânunsuzluklar niyeyse hep bizim kalemimize takılıyor. Bu sahtekârlıkları yazmak görevini de anlaşılan o ki bugünün târihi, Eski Tüfek’e yüklüyor. Olsun! Kısmetde ne varsa kaşıkda da o çıkıyor nasılsa! Asubaylık denince şu memleketde ortalık İçinde çomca dönmez bok çuvalı oluyor! Bugüne kadar yazdığımız bunca makâlede bunların neler olduğunu belgeleriyle defâlarca fâş eyledik! Fakat subay gardeşlerimizin cenâhında Allah, daha çok versin! Bakınız, bulabildiğimiz kadarıyla vaziyet nasıl tecelli ve tahakkuk eyliyor!..
* * * * *
Devletin milletin, tüyü bitmemiş yetim hakkının üsdüne kendileri için kurdukları sahte cennetlerde Utanmadan, sıkılmadan saltanât sürenlerin kaba etine Eski Tüfek kalemini batırınca da Hemen koşup gidip soluğu mahkemede alıyorlar. Devleti korumak için devletden avuç dolusu para alan eli tabancalı, beli kılıçlı subay gardeşlerimiz Bu kez de kendilerini koruması için hemen varıp mahkeme kapısına dayanıyorlar. Varsın, dayansınlar! Demek ki adâlet onlara da lâzım oluyormuş! Ya da Adâlet dağıtmak için cübbe giyip celp etdiği askere huzurunda düğme ilikleten hâkim sıfatlı subay gardeşlerimizin, Bu kez de kendileri adâlet aramak için hâkim önünde kendi cübbesini ilikliyor… Varsın, iliklesinler! Demek ki adâlet dağıtanlara da adâlet lâzım oluyormuş! 2014 Mart’ında Ankara’nın göbeğinde TEMAD’ın yatdığı ölüm orucunda Çişini bile tutamadığı için altına bez bağlayıp da Belediyelerin verdiği külüsdür otobüsler ile memleketin dört köşe bucağından Ankara’ya sökün eyleyen Seksen yaşında, doksan yaşında emekli büyüklerimizin yürek dağlayan hâlini görünce Başkan Ahmet KESER’e desdek vermek için bir makâle döküldü, kalemimin ucundan vehleten… İsmi, Zihniyet Sürgünü!
emekliassubaylar.org’da neşretdiğimizin ertesi günü hemen şunları yapdı, bu subay gardeşlerimiz;
Yakın zamânda uluslarası hukukda önemli bir gelişme ortaya çıkdı. Dünyânın önemli hukukcuları, ömür boyu cezânın insanlık şerefine karşı bir suç olduğu kanaatına vardı. Hiç kimseye, hiçbir şekilde ömür boyu cezâ verilemez diyorlar! İdâm cezâsının bile 25 sene ile sınırlandırılması kabul gördü. Fakat sâbık Genelkurmay Başkanımız Necdet Bey, Bu uluslararası kuralı çiğnemekde hiç beis görmedi…
Üsdelik mahkeme sürecinin devâm etdiğini bile bile istediler… Hem yazılı olarak hem de telefon ile sözlü olarak… Genelkurmay Başkanlığından beni arayan Yüzbaşı gardeşime dedim ki; Kimlik kartımı ben, vermiyorum! Yerimi biliyor! Gücü yetiyor ise şâyet gelsin, Necdet Bey kendisi alsın! İki seneden fazla zamân geçdi. Şu gün oldu, kimse gelmedi… Fakat bana yapdıkları bütün bunlar, bu subay gardeşlerimize az geldi… Akabinde; Yapacak başka işleri yokmuş ki dördü bir araya gelip, benim hakkımda;
Yeri geldiğinde ordumuzun baş komutanı olduğunu söyleyen subaylarımız, Ortaya dökdüğümüz bu kânunsuzlukları telâfi edip ordumuzda huzuru yeniden temin etmek yerine Ellerindeki bütün imkânlarını benden intikâm almak için seferber etdiler… Canları sağ olsun! Kimin haklı olduğunu zamân elbet gösderecek.
* * * * *
İkrâren Sukût
Bir dilekce gönderiyorum, Bir suâl soruyorum Ve Bir kelimelik bir cevâp talep ediyorum… Diyorum ki;
Er mi? Asubay mı?
Cevâbı, çocuk işi; Er ya da Asubay. Fakat Genelkurmay Personel Başkanımızın gönderdiği cevâba bakınız… Kurum içi düzenleme, Tavsiye ve mütalâa… İyi, Sizinkini bilmiyorum! Lâkin,burada bildiğim bir şey var ki Benim ismim, çocuk değil muhterem başkanım…
Verdiği bu cevâp ile Genelkurmay Başkanlığımız; Hem kamuoyunun bilgi edinme hakkına olan saygısının mertebesini gösderdi, Hem de ve daha da kötüsü, şeffâflaşıp büyümeyi değil fakat içine kapanıp küçülmeyi tercih etdi. Kimin ne bildiğini ve fakat Kimin de neleri söyleyemediğini anlamak için de Son çâre olarak Başbakanlığın yoluna vurduk kendimizi…
Şu vakitden sonra Genelkurmay Başkanlığımızın söyleyeceği sözün artık bence hiçbir kıymet-i harbiyesi yok! Çünkü, Başkanların söylemeye dili varmasa da Cevâbı, Eski Tüfek biliyor; 65 seneden beri senin “Asubay” dediğin gayri meşrû asker kişinin unvânı, Müttefiki olduğun Coni ve üyesi olduğun NATO’da nasıl yazılıyor? Senin “AÜKHE” dediğin uyduruk kaydırık kursun adı Coni defterinde nasıl yazılıyor? Beterin Beteri’nde herkesin anlayacağı sâdelikde fâş eyledik! Bu konuda senin de söyleyeceğin söz yok aslında! Çünkü Tıpış tıpış gidip masasına çöreklendiğin Coni, Seni kendi kitabına göre çokdan yaftalamış bile…
İşde, Coni’nin Türk Ordusundaki askerlerin hepsini tıkışdırdığı torbanın içinde 2 sınıf asker var; 1. Subay 2. Er
İşin aslına bakarsak şâyet kamu vicdânına göre bizde de iki sınıf asker var. Meselâ Cumhuriyet gazetesinde neşredilen 13 Haziran 2016 târihli şu habere göre de Ordumuzda Asubay denen asker sınıfı yok! Eşkiya ile mücâdelede şehit olan asker sınıfı şunlar; 1. Subaylar 2. Diğerleri
Konu şehit olunca bu haberi yazan kaşalot gazetecilerin aklına sâdece subaylarımız gelmiş!..
* * * * *
Terbiye (Eğitim) Ve Atatürk
Atatürk, Eylül 1924’de Samsun’da öğretmenler ile yapdığı konuşmada şu çok önemli tesbiti dile getirdi: “En mühim, en esâslı mesele, eğitim meselesidir. Terbiyedir ki, bir milleti, ya hür, müstakil, şanlı, yüksek bir cemiyet hâlinde yaşatır ya da bir milleti, esâret ve sefâlete terk eder.” Atatürk, bu sözüyle ordumuzu eğitmeyi ve kölelikden kurtarmayı siz gomutanlara emretdi. Fakat Türk Ordusunda Genelkurmay Başkanı olan sizler; Asubayları nasıl ezeriz, nasıl bezeriz diye kafa yorarken Ve dahi Yüksekokul dümeniyle oyalamaya, YÖK nezdinde hiçbir değeri olmayan meslekiçi kurslar ile kandırmaya, AÜKHE isimli elma şekeri ile avutmaya, Ve kahraman Asubay nennileri ile uyutmaya çalışırken Bakınız, Coni’ler ne haltlar ediyor; Onlarda, bizdeki gibi Asubay denen bir asker sınıfı yok! Subay haricindeki askerlerin hepsi alaylı Er. Fakat Devletimiz ve milletimizin “kanatlı ordusu” olduğunu söyleyen bizim Hava Kuvvetlerimiz; Kendi Asubayları tam kanat mı yoksa “kırık kanat” bröve mi taksın diye tekere hava basarken Çift kanatlı brövesi olan Hava Üniversitesini taa 1946 senesinde kurdu bile…
Deniz Kuvvetlerimiz bu konuda, kulağına kar suyu kaçmış palamut gibi serhoş dolaşıyor! Fakat gevur Coni, Deniz Piyâde Üniversitesini de 1989 senesinde hizmete açdı da 25’inci kuruluş senesini kutluyor…
Her iki kuvvet de Eratına lisans düzeyinde mühendislik eğitimi veriyor. Haberiniz var mı bunlardan?.. Haydi, diyelim ki bu yenilikleri onlardan önce yapmaya kafanız basmıyor… Hiç olmazsa bunları onlardan gördükden sonra alacak kadar bâri aklınız olsa!.. NATO’nun en büyük ikinci ordusuyuz(!) diye yıldızını parlatan bizim Genelkurmay Başkanımız, Şemsipaşa bosdanında kabak yetişdirip Asubay şapka sakandırık şeridi sırma mı olsun, burma mı olsun diye taktik ve stratejik barut patlatırken Elin Coni Genelkurmay Başkanı kendi resmî örün sayfasında Kendi Kıdemli Er’i için bir sayfa tahsis etdi… Ve bu Genelkurmay Kıdemli Er’ini bütün dünyâya gururla takdim ediyor!..
Türk Genelkurmay Başkanı olarak sen ise “Başkanlık Asubayı” unvânı verdiğin askerine Kendi sayfanda iki satır yer vermeye bile lâyık görmüyorsun!.. Ya da Bizim Kara Kuvvetlerimiz, “Ordumun usta eli” dediği kendi Asubaylarının pontulunda zıh mı olsun, mıh mı olsun? diye ümüğünde laf gevelerken Üçüncü bin seneye hükmetmek için kolları sıvayan Coni Kara Kuvvetleri Şimdi de “Kargaşa ile dolu dünyâda kazanan ordu olmak için Eratını eğitmek” hedefiyle 25 Şubat 2015 târihinde kendi üniversitesini hizmete açdı bile… Aşağıda gördüğünüz şu Coni Tuğgeneral O üniversitenin Dekanı oluyor.
Şu Er Coni de O üniversitenin dördüncü adamı olarak Dekanlık Er’i oluyor.
Başdarbeci Zottirik Kenân; Kendi yazdırdığı ve kendisini Cumhurbaşkanı yapan darbe Anayasasını, Süngü-dipcik-posdal gölgesinde milletin burnuna 1982 senesinde dayamış idi… Bu darbeci subay, bundan evvel bir şey daha yapdı. Ordumuza, kendi üniversitesini kurma imtiyazı vermiş idi… Şu memleketde hiçbir devlet teşkiline verilmeyen bu muazzam imtiyazı Zottirik Kenân, sâdece size bahşetdi. Zorti’nin taa 1981 senesinde size cennetden gönderdiği şu kânuna göre Kendi üniversitenizi şimdiye kadar 50 kere kurabilirdiniz!.. Zottirik Kenân’ın bir zamânlar gönül eğlendirdiği koltukda oturan ey Sayın Genelkurmay Başkanlarım! Sizler, bu hakikâtin farkında mısınız?
İşde şu kânun, câmi avlusuna terkedilmiş bebe gibi 35 seneden beri gözlerinizin içine bakıp duruyor!.. Yüce devletimiz, sizler için beş yıldızlı subay orduevleri yapabiliyor ise şâyet, çok şükür!..
Demek ki; Paramız var! Aha, işde, kânun da var! Peki, Asker üniversitelerini bugüne kadar niye kurmadınız?.. Asker Hastanelerimiz var nasıl olsa!.. Subaylar için inşâ etdiğiniz yukarıdaki şu 5 yıldızlı subay orduevini Paşa gönlünüz isdese hemen yârın T.C. Asker Üniversitesi yapamaz mısınız? Yaparsınız!.. Sizde, eksik olan nedir öyleyse? Akıl mı? Zihniyet mi?..
* * * * *
Kabak ve Asubay
Türk Ordusunun kendi üniversitesini kurması gerekdiği konusunda; Coni’de Asubay Akademisine eğitime gönderilen Asubaylarımızdan, hazırladıkları raporlarda bu üniversitelerden tek kelime bahsedeni var mı? İsmi EDOK olan palamut albay mezârlığı komutanlık Ya da Herhangi bir kuvvetimizin, bu konuda tek bir kelimelik sözü var mı acap? Subaylarımız harp okulunda yüksek lisans eğitimi alsın diye gizliden hazırlıklar yapılırken Asubay dediğiniz uyduruk askerlerin lisans eğitimi alması için parmağını oynatan bir subay var mı? Ve dahi Bu konuda şu güne kadar Başbakana bir satırlık teklif götüren bir Genelkurmay Başkanı gördük mü? Genelkurmay başkanlık astsubayı ünvanı verdiğiniz Asubay Harun AĞPAK, NTV’ye verdiği mülakatda ordumuzda “Asubay akademisi” kurulmalı dedi, işttinizmi?.. Daha da kötüsü Askerlik konusunda dünyânın nereye doğru evrildiğinin farkında olan kaç subayımız var?..
Genelkurmay Başkanlık Asubayımız Harun AĞPAK şöyle dediydi; “Ben, bir çiftci, bir köylü çocuğuyum. Kabak bile 4 ayda yetişiyor!” Kabağın bile 4 ayda yetişdiği memleketimizde
Bizim Genelkurmay Başkanlığımız 2 senede Asubay yetiştiriyor. Hakikâten tebrik etmek lâzım! Hulâsa, Asubayların ordumuzdaki bugünkü vaziyeti Demek ki şöyle oluyor; 6 kabak = MYO = 1 AsubayAsubay dediğimiz bu asker kişilerden de sâdece binde birine Sekiz buçuk ayda da “üst eğitim” denilen AÜKHE eğitimi veriyor. Bizim Asubaylarımızın Bizim Genelkurmay Başkanlarımızın nazârında demek ki ancak 6 bal kabağı kadar itibarı var! Sen, MYO dediğin okullarda 2 senelik meslek eğitimini ve AÜKHE dediğin okullarda verdiğin 8 buçuk aylık daktilo kursunu Asubayların için yeterli görürken Elin gevuru kendi Eratına kendi üniversitesinde askerî mühendislik eğitimi veriyor, farkında mısın? Bütün bu acı gerçekler bir yana; Coni kendi Erine; Kuvvet Komutanı ve hattâ Genelkurmay Başkanı olma fırsatı verirken Türk Genelkurmay Başkanı olarak sen; AÜKHE deyip züğürt tesellisi niyetine ikrâm etdiğin elma şekerinin İngilizcesini bilmiyorsun Ve hattâ Genelkurmay Başkanlık Asubayı unvânı verdiğin Asubayın İngilizcesini dahi söyleyemiyorsun…
* * * * *
Asubay Sınıfının Hukûkî Durumu Nedir?
İnsan var ise şâyet; Orada ses vardır, nefes vardır; renk vardır, koku vardır; huzur vardır, kavga vardır; gürültü, patırtı vardır… Bunların hepsi aslında, umudun sesi, hayâtın emâresidir. Fakat İnsanın olduğu yerde ses yoksa, selen yok ise şâyet orada umut bitmiş demekdir. İşde, orada fırtına öncesi suskunluğu var demekdir ki hiç de hayıra yorulmaz! Genelkurmay Başkanlığımızın bu dilekcem konusunda büründüğü derin sessizlik aslında Asubay denen asker sınıfının gayri meşrû olduğunun ikrâren sukûtundan başka bir şey değildir. Ben bilirim, ben yaparım diyerek her şeyi kendilerine hak gören haris subaylarımızın Yalandan yamalar ile bugüne kadar giyegeldiği yalan donu, Bugün, burada artık gıçlarından düşdü! Mal, meydâna çıkdı! Manzara, rezâlet…
1951 senesinde uydurdukları 27 Mayıs subay darbesiyle 1961 senesinde 211 sayılı kânuna hapsetdikleri Ve dahi 1967 senesinde de TSK Personel Kânununa yamadıkları kalp Asubaylık sınıfının, Hem Anayasamız hem de uluslararası hukuk nezdinde iflâs etdiğini burada bir kez daha fâş eyliyoruz…
Şükrü IRBIK (E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
Kapak Resmi : (E) Dz.Por.Asb.Kd.Bçvş. Halil ERGENLİ
Okumak için resimleri tıklayınız!
Sözün Doğrusu Beterin Beteri Açık Mektup!
|