Astsubay Bizimdir -2-
Subay gomutanlarımız bütün bu gel-git, yap-boz, fırfırlar ve yılankavi kıvırmalarda bir o yana bir bu yana savrulurken bize;
Gedikli zabit,
Gedikli küçük zabit,
Gedikli Subay,
Küçük zabit,
Gedikli erbaş,
Çavuş dediler!
Hangi ismi verdilerse dar geldi bize…
Sığdıramadılar…
Daha doğrusu biz sığmadık!
Tam 62 bahar, güze döndü bugüne kadar…
Rahmetli Huysuz İhtiyar’ın Avanak Avni’si bile “Gıı!..” deyip olmazı başardı ve kararını verdi!
Fakat subay takımı, bugün astsubay diye isimlendirdiği asker kişilerin ne olduğuna hâlâ karar veremedi!..
Şimdi bu Kanun’u değişdirmeye yelteniyorlar. Daha iyisi olmayacağını şimdiden buraya yazıyorum. Çünkü yapmaya niyetleri yok! Biliyoruz… Yeni Kanun’da bakalım daha neler yumurtalayacaklar!.
Gedikli zabit de
Gedikli küçük zabit de
Küçük zabit de
Gedikli erbaş da
Çavuş da bizimdir!
* * *
“Gedikli erbaşlar, askerî ortaokul öğrencileri gibi giydirilir, beslenir, aylık alırlar!” dediler önce.(¹⁰)
Sanat okulunu başarı bitiren gedikli erbaşları mühendis (astteğmen) olmak üzere teknik okullara gönderdiler.(¹⁰)
Sonra, NATO örümceği ağlarını ördü Türk Ordusunun başına. Amerikanperest üç beş subayımız gıçı çakıldaklı coni’nin ordu teşkilâtını örnek aldı. İyi taraflarını enedi, kırpdı, yoldu, budadı. Leyleğin gagasını kırpdı, ganedini yoldu. Ayağını kesip biçdi. Sonra da gendi gendini gandırıp garga guşu oldu dedi!..
Zaman, bugün olduğu gibi o dönemde de astsubayların aleyhine işledi…
Bu kez de “Astsubaylar, erat gibi beslenir ve giydirilirler!” dediler bir vakit sonra.(¹¹)
Gedikli erbaş iken mühendis olmak üzere teknik okullara gönderdikleri astsubaylara bu kez de NATO’ya intisâb etdikden hemen sonra tahsil müesseselerine gitmeyi yasakladılar.(¹¹)
Ve kendi parasıyla okumasını engellediler.(¹¹)
Mühendis bizimdir!
* * *
Teknisyen olduk!
Bozuk tayyareyi tamir ettik,
Uçurduk!
1936 senesinde, Atatürk Cumhurbaşkanı iken pilot yapdılar bizi.
Astsubay, tayyareye bindi…
Tamir edip uçurduğu uçak ile bu kez de uçdu!
Pilot oldu!
Ahmet TOZLUKLU, Numan SEMERCİ oldu!(¹³)
Türkiye’nin ilk kahraman havacısı oldu…
Kırmızı şeritli İstiklâl Madalyası ile taltıf edildi.
Meslek hayatı muhteşem birincilikler ve ilk’ler ile dolu…
1949 senesinde, İsmet İNÖNÜ Cumhurbaşkanı idi.
Vazgeçdiler astsubaylara pilot eğitimi vermekden…(¹⁴)
Teknisyen de
Pilot da bizimdir!
* * *
ATATÜRK,
T.C.’nin ilk Cumhurbaşkanı sıfatıyla bir Kanun buyurdu.
Numarası 1492.
Sene 1929…
Bu Kanun dedi ki; “Deniz ve hava küçük zabiti olarak yirmi sene hizmet edenler arzu etdikleri takdirde askerî tekaüt Kanun’una tevfikan son aldıkları maaş üzerinde tekaüt edilirler…”
Maddenin son cümlesine dikkat buyurunuz! Emekli edilen astsubayları M.S.B.’de, şayet orada münhâl kadro yok ise devletin sair kurumlarında işe yerleşdiriyor. Subay ağzıyla “yerleştirilebilir” demiyor! Bu ifade ile memura takdir hakkı vermiyor! Yerleşdiriyor…
Vatana ömrünü hasreden astsubayına Atatürk Türkiye’sinin gösderdiği vefâya bakar mısınız? (Bkz.↓)
Bugün biz astsubaylar
Emekli olurken “son maaşın yarısını” bile alamıyoruz!
1929 senesinde nasıl olur da “son maaaşın tamamı üzerinden” emekli olabilirler?
Herhalde bir yanlışlık olmuşdur
Diyorsanız,
Söyleyelim!
Yanlışlık olmamış…
T.B.M.M. ve Sayın Refik SAYDAM Başkanlığındaki zamanın hükümeti
Ve Genelkurmay Başkanı, Mareşal Sayın Fevzi ÇAKMAK
Aynı irâdeyi ve kararlılığı 1940 senesinde bir kere daha gösterdi.(¹⁵) (Bkz.↓)
Zamanın Cumhurbaşkanı, Sayın İsmet İNÖNÜ.
Subay idi.
Başbakanı, Sayın Refik SAYDAM.
Tabip subay idi.
Millî Savunma Bakanı, Sayın Ahmet Naci TINAZ.
Subay idi.
Bu Kanun’a olur veren zamanın Genelkurmay Başkanı ise
Mareşal Sayın Fevzi ÇAKMAK.
Tam 23 sene hizmeti ile
T.C. Ordusu’nun en uzun süre Genelkurmay Başkanlığını yapan asker.
Atatürk’ün en yakın, en sâdık, en çok güvendiği silâh arkadaşı,
Askerlik dehası bir subay idi.
Millî Mücâdele başlamadan önce kendisi Orgeneral (1’inci Ferik) rütbesinde idi.
Atatürk, Tümgereral (Mirlivâ) rütbesindeyken ordudan istifa etmişdi.
Fakat hiç tereddüt etmeden Atatürk’ün emrine girdi.
Ve Millî Mücâdele muharebelerinde desdânlar yazdı.
Mareşalliğe terfi ettirildi.
Atatürk, İsmet İNÖNÜ’den önce Başbakanlığı O’na teklif etdi.
“Paşam, ben askerlikden başka bir şey bilmem!” deyip
Atatürk’ün teklifini nazikce geri çevirdi.
Ve tam 23 sene boyunca Genelkurmay Başkanı olarak “en iyi bildiği işi” yapdı.
* * *
Eyyâm-ı bahurun hüküm sürdüğü günlerde İstanbul’daydım.
Eyüp Mezarlığına bahusus gidip
Bu mübârek insanın,
Bu muazzez subayın kabrine kadar çıkdım.
Mütevâzı mezârının kenarına çöküp
Aziz ruhuna
Gönülden bir Fatiha okudum.
Mekânı cennet olsun!
* * *
Ekseriyeti emekli subay olan Cumhuriyetin kurucu gücü ve irâdesi,
Orduda çok sağlam bir nimet-külfet dengesi tesis etdi.
Emeklilik konusunda subay-astsubay ayrımı yapmadı.
İkisine de “son maaş üzerinden” tekaüt olursun dedi.
Subay takımı, taa 1929 senesinden buyana, “son maaşları üzerinden” tekaüt ediliyorlar.
Fakat astsubaylar ise 60 seneden beri “son maaşlarının yarısını” bile alamıyorlar.
Verilen hak, geri alınır mı?
Astsubay denen asker kişinin
“Son maaş ile tekaüt olma hakkını”;
Kim,
Ne zaman,
Hangi sebeple gaspetdi?
Sene, 2013… Dünya, güneşin etrafında tam 84 kere devir etdi…
Bugün emekli edilen astsubaylar, son aldığı maaşın yarısını bile alamıyorlar…
İktisadî ve mâlî bakımdan devletimiz 1929 senesinden daha da mı kötü durumda?
Bu acı gerçek de
Maaşının yarısını alan da bizimdir!
* * *
Öyle ya da böyle!
O isim ya da bu ad!
Bu tarif ya da öteki tefrik!
Şu rütbe ya da o unvan…
Olsun!
Kudreti özünde, mayasında, ruhunda saklayan şerefli bir mesleğin erleriyiz vesselâm!
Erbaş diye,
Astsubay diye,
Asker diye,
Memur diye çarpan yürekler bizimdir!
* * *
Mustafa Kemal; siperlerde, cephelerde ömür törpülemiş, erat ile birlikde aynı safda harp etmiş, aynı tayını yemiş, aynı üzüm hoşafına kaşık sallamış muharip bir subay idi…
Dört cephede, yedi düvel ile cenk etmiş idi. Askerin ve askerliğin kıymetini, kutsiyetini bilen bir subay idi. Ne demişdi taa 1912 senesinde; “Ben, askerliğin herşeyden ziyâde sanatkârlığını severim.”
Atatürk, askerliği bir sanat, bir meslek olarak telâkki etdi hep. Bugünün harp görmeden general olmuş subayları ise askerliğe her ne demek ise “hayat tarzı” olarak bakıyorlar.
Askerliğe bakış hususunda Mustafa Kemal ile bugünün subayları arasındaki temel fark işde burada yatıyor yiğitler!
Mustafa Kemal hem muharip, hem de gâzi pâyesiyle şereflendi. 1974 Kıbrıs Barış Hârekatından buyana 40 seneyi geride bırakdık.
Bugün yakaları madalya müzesi gibi kalabalık ceket giyen general/amiral subaylarımızdan kaçı muharip? Kaçı gâzi?..
“Arkadaşlar! Askerlik, meslek değildir! Bilâkis hayat tarzıdır!” diye şırdandan çiğ çiğ laflar üfürdüler önce.
Bu laf-ı güzafı yumurtalayan subaylarımız, 2002 senesi geldiğinde bu kez de okulumuzun adını değişdirdiler; Deniz Astsubay Meslek Yüksek Okulu!
Gıçlarından yumurtaladıkarı bu kaka renkli inci mucibince askerliğin “hayat tarzı” değil de “meslek olduğunu” kendileri ikrâr etdiler utanmadan.
Hem de Atatürk’den tam 101 sene sonra…
Bunu söyleyen subaylarımız, askerlik mesleğini mirâs olarak devraldıkları Atatürk’ün 101 sene gerisinden geliyorlar der isek yanlış mı olu acap?..
Sanat da olsa
Hayat tarzı da olsa
Meslek de olsa bizimdir!
* * *
Ankara’nın Çankaya semtinde bir sokağa verdiler rütbelerimizden birisinin ikinci yarısını.
Kanun’da yazıldığı şekliyle vermeyi beceremediler.
Üst taraf kaval, alt taraf şeşhâne misâli ucube bir kelime çıkdı ortaya.
Oraya
Başçavuş sokak dediler…
Orada bir köy var uzakda,
Serhat İlimiz Ağrı’nın hudutları içinde…
Tavsırından gördüm.
Şipşirin, yemyeşil bir dağ köyü…
Çünkü
O köye de Başçavuş ismini verdiler…
Başçavuş Köyü de
Başçavuş Sokak da bizimdir!
* * *
Bizim hakkımızda bütün bunları yaparken ve tomar tomar Kanun’lar hazırlarken
Bizlere sadece bir tek şey sordular;
Adımız ve Soyadımız…
Babamızdan miras adımız da
Ecdâdımızdan miras Soyadımız da bizimdir!
* * *
Milletler, desdânları ve o desdâna konu olan kahramanları ile var olur.
Desdândır milliyet şuurumuzu besleyen, büyüten, tazeleyen, anamızın ak sütü gibi…
Desdândır varlığımızı vakdi gelmemiş zamanlara taşıyan…
Türk’ler, insanlık tarihinin en muazzam, en muhteşem desdânlarını yazmış yegâne milletdir.
En uzun desdânı yazmak da Türk’e nasib oldu.(¹⁷)
Allah’ın inâyetiyle daha nice muhteşem, daha nice muazzam daha nice görkemli desdânlar yazacağız, insanlık var oldukca…
* * *
Uzak Asya’da yaşayan atalarımız daima iki at ile sefere çıkardı.
Birisine biner, diğerini yedeğinde götürürdü.
Bindiği at yorulunca onu hemen yedeğe alır ve yoluna yedekdeki at ile devam ederdi.
Atından inmeden alış veriş yapdı.
Sohbetlerini, toplantılarını atının üzerinde yapıp
Cenk kararını bile atın üzerinde verdi.
At yorulur, sırtında taşıdığı Türk yorulmazdı.
Gece gündüz demeden günlerce, haftalarca, aylarca ata bindi.
At üzerinde karnını doyurdu..
At üzerinde uyudu..
Tarihde hiçbir millet
Türk kadar at ile bütünleşemedi.
Acıkdığında atın sütünü içdi. Daha da acıkınca, yedek atın sağrısını hafifce çizdi ve atı öldürmeyecek kadar kanını içdi.
Çaresiz kaldığında
Bu kez zayıf olan atını tereddüt etmeden kesip yedi…
İşde bu özelliğinden dolayı Türk’ü dünya yeryüzünde hiç kimse durduramadı…
Sayıları çok fazla olmasına rağmen bir avuç savaşkan ruhlu bu insanın akınlarından bıkdılar, usandılar!.. Atı ehlileşdiren, koşu takımını icât eden, ata gem vuran; dünya’nın en iyi yayını yapan bu insanlara tarih; güçlü, kuvvetli; güzel, yakışıklı anlamına gelen “Türk” dedi.
Sonu gelmez bu akınları durdurmak için bir çâre düşündüler kendileyin. 6 mete kalınlığında, 7 metre yüksekliğinde ve yirmi bir bin yüz doksan altı kilometre uzunluğunda dünyanın en uzun duvarını yapdılar.
Ekvator’dan ölçüldüğünde dünya’nın çevresinin uzunluğu kırk bin kilometredir. Türk’ü durdurmak için yapılan bu duvarın uzunluğu, dünya’nın çevresinin yarısından fazladır.
Şimdi bu duvara dünya’nın bilmem kacıncı harikası diyorlar. Ve uzay adamları fezâdan görebiyorlar.
Bu duvarları yapmak için memleketlerindeki daş, gaya, ne varsa hepsini kullandılar. Yetmedi! Daş bulamadıkları yerlerde ölesiye çalışdırdıkları işçilerin kemiklerini dolgu malzemesi olarak kullandılar. Fakat Türk ismini verdikleri bu atlı adamların ardı arkası kesilmez akınlarını gene durduramadılar…
Dünya’nın en uzun duvarını yapdıracak kadar düşmanına korku veren kağanlar bizimdir.
Dünya’nın gelmiş geçmiş en kuvvetli, en büyük ordusunu teşkil eden Cengiz Han bizimdir!
Yeryüzünde bir benzeri daha olamayan büyüklükde devlet kuran Timuçin (Cengiz) Han bizimdir!
Dünya’nın ilk düzenli ordusunu teşkil eden ve dünya’nın en büyük devletini kuran Mete (Oğuz) Han bizimdir!
Dünya’ya hükmeden bu eşsiz kahramanlar bizimdir!
* * *
19 yaşında padişahlık kaftanını giydi. Kömüşlere çekdirdiği kadırgaları, don yağı ile yağladığı tomrukların üzerinde kaydırıp bugünkü tophane tepelerinden aşırarak Haliç’e indirdi.
Dünya’nın “karadan gemi yürüten ilk adamı” oldu.
Hiç beklemedikleri bir yerden vurulan Doğu Roma’lılar ne yapacağını bilemedi.
Ulubatlı Hasan şehit olacağını bile bile İstanbul’un burclarına Türk Bayrağını dikdi.
Bin elli sekiz sene boyunca yedi düvelin muhasara edemediği Bizans İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul’u sadece elli üç günde fethetdi. Ve Peygamber Efendimizin (sas) “Konstantiniyye bir gün fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onun askerleri ne güzel askerlerdir.” hadis-i şerifinin müjdesine nâil oldu.
Orta çağı kapatdı,
Yeni çağı açdı!
Fatih sanıyla maruf oldu.
Ulubatlı Hasan da
Fatih Sultan Mehmet de bizimdir!
* * *
Her cinsiyetden, her rütbeden kahramanların eşsiz desdânlarıyla doludur şanlı tarihimiz.
Desdânlar yaşasın ki kahramanlar yaşasın.
Kahramanlar yaşasın ki yeni desdânlar yapalım.
Yeni desdânlar yapalım ki Türk Milleti zamanın unutkanlığına dirensin.
Yeni desdânlar yapalım ki Türk Milleti zamanın sonsuzluğunda var olabilsin!..
Desdâncıya düşen ise bu kahramanları yazıya kayıtlamak.
Desdâncı yazıyla sabitlesin ki desdânlar yaşamaya devam etsin…
Desdân yapan kahramanın ne cinsiyeti vardır.
Ne de rütbesi…
Kaç yaşında olduğunun ne ehemmiyeti var ki?
Desdân yapan kahramanlarımız,
İstiklâl Harbinde;
Başçavuş Halide Edip oldular,
Tarsuslu Onbaşı Adile oldular…
Tabur Komutanı Binbaşı Halit Bey’in 12 yaşındaki kızı Nezahet Onbaşı oldular…
Yiğit vatan erleriyle aynı siperde yurdunu bekledi, aynı cephede cenk etdiler.
Şehit düşdü…
Gâzi pâyesi aldı.
İstiklâl Madalyasıyla taltıf edildi.
Bu analarımız, bizim bilip bulup yazabildikerimiz…
Kayda geçirilmeden yitip gitmiş, bugün bir mezar daşı dahi olmayan adı sanı unutulmuş daha nice kahraman çavuşlar, onbaşılar, başçavuşlar var…
Onlara Halide Başçavuş,
Tarsuslu Onbaşı Adile,
Nezahet Onbaşı dediler!
* * *
Kışlada nöbetçi idi. Acıkdı. 24 saat ayakda kalır da insan acıkmaz mı?
Acıkır!
Peki bu 24 saatlik nöbet için askeriyemiz o adama 1 guruş fazla mesai parası öder mi?
Ödemez!
Bu meseleyi gündem eden var mı?
Yok!
Gaflete düşdü. Bir hata edip devletin 4 yumurtasını kırıp kaygana yapdı. Bunca senelik asker idi ilk defa böyle bir yanlış yapmışdı.
Nöbetci Amiri Erol bey bu büyük vak’ayı hemen keşfetdi. Düşman gâvuru hudutu atlayıp bu yana geçse belki bu kadar acele etmez idi. AYİM’in Tekirdağ şubesine haber uçurdu. Yarbay Erol bey, yapdığı bu hafiyelik ile hukuk tarihinin aptallar mahzenindeki yerinin tapusunu aldı.
Mahkeme günü geldi çatdı. Hâkim Teğmen Uğur, aldı yeni Askerî Disiplin Kanunu’nu eline. Açdı gara gaplı gapağını. Sağ elinin baş barmağını ağzına götürüp tükürükledi önce. Sonra, çevirdi sayfaları yegân yegân…
Henüz üç beş sayfa çevirdiydi ki buldu aradığını. Bokunda mavi boncuk bulmuş afacan çocuk gibi sevindi. Gibisi fazla! Zaten kendisi daha çocuk yaşdaydı. Fakat babası yaşındaki bir askeri huzuruna celp ettirdi. Muhakeme edecek idi. Sevinci gözlerinden okunuyor, ağzından duyuluyordu. Şöyle yazıyordu çevirdiği sayfanın kenar köşelerinde;
“Kahvaltı listesinden farklı olarak 4 dane boklu tavuk yumurtasını kırdırıp kendine kaygana yapdırmak suretiyle memuriyet nüfuzunu kötüye kullanıp kamuyu 91 kuruş zarara uğratmakdan 180 gün hapis cezası verile!”
4 dane boklu yumurta…
Ederi sadece 91 (doksan bir) guruş!
Kırıp yemenin cezası
180 gün hapis hayatı…
1 gün hapisde yatmanın bedeli
Sadece yarım guruş!..
Askeriyede özgürlük ne gadar ucuz…
Subayın astsubaya bu yapdığını
Gâvur bile yapmaz…
Genelkurmay Başkanımız Nejdet bey
Afyonkarahisar’da koca bir kangal sucuk yedi, afiyet oldu.
Başçavuş (!) 4 yumurta yedi.
Üstüne datlı niyetine 180 gün hapis cezâsı ikram etdiler…
2013 senesinde değiştirip eskisinden daha da berbat etdikleri yeni (!) Askerî Disiplin Kanunu’na göre insan özgürlüğü işde bu kadar ucuz…
O’na Başçavuş dediler!
Saat tamircisi fakir bir babanın üç çocuğundan birisiydi. Camları kırık, sıvası dökük, sofası bile olmayan iki göz bir evde doğurdu anası onu. Asker olacağım baba diyordu daha üç yaşında iken. Elektronik Elektrik Mühendisi oldu. Fakat içindeki askerlik ateşini söndüremedi.
Babasından gizlice sınavlara girdi, kazandı. Subay olmak istiyordu fakat Astsubay oldu. Kendisi gibi fakir bir Anadolu çocuğu Teğmenle evlendi. Görevine giderken trafik kazasında şehit oldu.
O’na Hamiyet Astsubay dediler!
* * *
Ömrü cepheden cepheye, harbden harbe koşmakla geçdi.
Millî Mücâdeleye başlarken Padişah O’nu görevinden azletdi.
Sonra da peşine hafiyeler salıp idâma mahkûm etdi…
Fakat o başaracağına hep inandı…
Mücâdelesine devam edebilmek için ömrünü hasretdiği subaylık mesleğinden, Tümgeneral (Mirlivâ) rütbesindeyken hiç tereddüt etmeden istifa etdi.
Vatan mücâdelesini şahsî ikbâline yeğledi…
Subay oldu, devlet adamı oldu.
Sonra da yaşadığı yüzyılın en büyük kişisi.
Sonra, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdu.
T.B.M.M., O’nu Cumhurbaşkanı seçdi.
Düşman gâvurunun Time isimli dergisi bile O’nu ondokuzuncu yüzyılın en büyük adamı seçdi.
Türk Milleti, O’nun vatan sevgisini Gâzi unvanı ve Mareşal rütbesiyle taltıf etdi.
O, 1283 yaka numarasıyla okuduğu Harb Okulunda, sınıfının Çavuşu idi.(¹⁸)
Adı Mustafa Kemal idi.
Türk Milleti O’na
ATATÜRK dedi!
* * *
Çanakkale Harbinde,
26. P.A. 3.Tb. 10. Bl. 1.Takım Komutanı idi.
25 Nisan 1915 günü Gelibolu Yarımadası’nda Ertuğrul Koyu’na çıkarma yapan 3000 askerden oluşan İngiliz kuvvetini, komutasındaki 66 askeriyle on saat mavzer atışlarıyla sahile mıhladı.
O ve dört silah arkadaşı hariç hepsi ölesiye harp etdi ve gönüllü olarak şahadet şerbetini yudumladı.
Kopan bacağını tüfeğinin kayışı ile bağladı ve sağ kalan dört arkadaşıyla birlikde Alçıtepe’ye çıkdı. Sırtını kayaya yasladı. Yanındaki dört arkadaşlarıyla birlikte savaşarak şahadet mertebesine erişdi…
Savunmanın şiddeti karşısında bir adım ileri gidemeyen İngiliz Generali Nepier, bu kahramn Çavuş ve askerlerinin yoğun tüfek ateşini görünce karşılarında bir tümen (on bin asker) olduğunu zannetdi. Mevziyi ele geçirdikden sonra siperde sadece 62 Türk Erinin cesedini görünce gözlerine inanamadı. Bir kez daha saydılar! Gene 62 Türk Eri olduğunu gördüklerinde hayretden donakaldılar…
Bizim kaynaklarımız on saat diyor. Fakat yabancı kaynaklar onüç saat…(¹⁹) Dakikaların bile hayatî önemi haiz olduğu savaşda, onüç saatlik bu gecikme gâvur İngilizin sahile asker çıkarma planını alt üst etdi. Kendilerine verilen plandaki saate göre harekete geçen düşman kuvvetleri birbirinden habersiz ve düzensiz olarak savaşa başladı.
Onüç saatlik bu gecikme, savaşın kaderini Türkler lehine değişdirdi.
O’nu ve emrindeki takım arkadaşlarının celâdetini anlatmak için hâtırasına bir Şehitlik inşâ etdiler.
Ve kitâbesine Çanakkale Vâlisi Namık Şevik Bey’in şu muhteşem veciz kıt’asını yazdılar:
Bir kahraman takım ve de Yahya Çavuş’dular
Tam üç alayla burada gönülden vuruşdular
Düşman, tümen sanırdı bu şahane erleri
Allah’ı arzu ettiler, akşama kavuşdular!
Genelkurmay Başkanlığımız örütbağında bir sayfa açmış. Adı “Tarihden Kesitler/Çanakkale Muharebelerinden Kesitler ve Fotoğraflar.” Bu sayfanın her yerini tefrika tefrika subay tavsırlarıyla doldurmuşlar!..(²⁰)
Gâvurun subayı bugün diyor ki; “O Çavuş ve Mustafa Kemal gibi askerlerin aldıkları kararlar Çanakkale Harbi’nin seyrini değişdirdi. O Çavuş ilham verici çünkü bir avuç askerin devasa bir savaşın sonucunu değiştirebileceğini gösterdi.”(²¹)
Bu kahraman Çavuş’un hayranı!..
Üstelik bunu da
İzmir’e kadar gelip
Dünya’nın gözü önünde mertce söylüyor… (Bkz.→)
Ya bizim Genelkurmay Başkanımız?
Bu Çavuş hakkında ne düşünüyor?
Diyecek iki çift kelâmı var mı?…
Sağolsunlar!
Çanakkale Muharebelerini anlatan sayfasında Genelkurmay Başkanlığımız,
İstiklâl Madalyasına lâyık görmediği bu kahraman Çavuş’dan hiç bahsetmemiş!
Bir tavsırını bile koymamış!..(²²)
Genelkurmay Başkanımıza göre böyle bir Çavuş
Târihde herhâlde hiç yaşamadı…
O’na Ezineli Yahya Çavuş dediler!
(Devam edecek)
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Astsb. III Kad.Kd.Bçvş.
*** Kaynakca üçüncü (son) bölümdedir.
Evvelki Bölümü Okumak İçin Resimi Tıklayınız