Dolar 34,9466
Euro 36,7211
Altın 2.977,22
BİST 10.125,46
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara 5°C
Hafif Yağmurlu
Ankara
5°C
Hafif Yağmurlu
Paz 5°C
Pts 4°C
Sal 6°C
Çar 7°C

ANTALYA TEMAD’DA MİLLİ SAVUNMA BAKANI’NI BEKLEMEK…

ANTALYA TEMAD’DA MİLLİ SAVUNMA BAKANI’NI BEKLEMEK…
04/05/2011 9:49 PM
2

antalya-protesto

Bir gün önce internet mesajlarından, 12 Haziran milletvekili seçimlerde Antalya’dan AKP milletvekili adayı olan Milli Savunma Bakanı Sayın Vecdi Gönül’ün, seçim çalışması faaliyetleri dahilinde TEMAD Antalya İl Başkanlığını 03 Mayıs 2011 Salı günü saat 14:30’da ziyaret edeceğini öğrendim. Belirtilen saatte TEMAD Lokalinde hazır olmak üzere iki saat önceden yaya olarak yola çıkıp, evden derneğe kadar yürümek üzere yola koyuldum. Bizim evden Konyaaltı Caddesi üzerindeki TEMAD lokaline gitmek için Antalya Orduevi’nin önünden geçilir. Bilenler bilir, Muharip Gaziler Derneği Antalya Şubesi, Orduevinin karşısında, Orduevinin bir bölümü olan Mehmetçik Çay  Bahçesinin hemen bitişiğindedir. Şehrin en işlek caddelerinden olan, orduevinin önündeki, normalde park yasağı ve üzerinde tek yönlü trafik olan caddenin üzerine, en önde 019 numaralı bakanlık makam aracı, arkasında da on araçlık seçim konvoyu park etmiş durumda olduğunu gördüm. Etraf  siyah gözlüklü, telsiz kulaklıklı, motorlu motorsuz polis kaynıyordu. Sorduğum birinden, Milli Savunma Balkanı Vecdi Gönül’ün  Muharip Gaziler derneğini ziyaret etmekte olduğunu öğrendim. Herhalde buradaki ziyaretini tamamladıktan   sonra bizim derneğe gelirler diye düşünüp, yola devam ettim..

Antalya TEMAD’IN orduevinden çıkarıldıktan sonra dernek lokali olarak sığındığı yer bir apartmanın zemin katı. Lokalin kapalı bölümünün önünde, bir apartman dairesi sığacak genişlikte masalar konulmuş bahçesi var. Gittiğimde bahçe bir hayli insanla dolmuştu. Lokalde kabaca  yüz kişi kadar hazirun vardı diyebilirim. Bahçedeki herkes, sandalyesini konuk ziyaretçi bakan ve beraberindekiler için hazırlanan uzunca masaya doğru, sinema salonu düzeniyle çevirmiş bekliyordu.

Antalya TEMAD Başkanımız ve yönetimden  birkaç meslektaşımızı içeride kapalı bölümde ziyaretçi bakanımızı bekler buldum. Hatır sormak için selam verip yanlarına girdim; Başkan’ın  ilk sözü “Bakan’a soru sorulmayacak oldu”.  Başkan olur mu öyle şey, gelen kişi bizim oyumuza talip olmak için geliyor, içimiz çok dolu, bari içimizi dökelim diyecek oldum. “Biraz önce dışarıdaki arkadaşlarla da konuştum, kaş yapacağız derken göz çıkarmayalım, zor durumda kalabiliriz diye, soru sorulmaması konusunda mutabık kaldık. Hem merak etme ben sorulabilecek soruları içeren bir konuşma hazırladım” dedi. Elime “Sayın Bakanım” diye başlayan bir sayfalık bir konuşma metni uzattı. Uygun olanı gerçekleştirilmeyen bu konuşmanın tam metninin, Sayın Başkan’ın kendisi tarafından açıklanmasıdır. Ancak yine de hoşgörüsüne sığınarak yazının özetini sizinle paylaşmak istiyorum.

  • Assubayların özlük haklarında iyileştirme yapacağız sözlerinizin akıbetini camia olarak merak ediyoruz.
  • Emniyet mensupları için yapılan iyileştirmelerin en çok şehit veren biz astsubaylar için hiç bir şey yapılmaması sizi rahatsız etmiyor mu?
  • Geçen dönemde assubayların özlük hakkıyla ilgili olarak yapılan bir düzenlemede partiniz meclis grubunun 24 saat sonra aldığı tekriri müzekkere konusunda sizin görüşünüz nedir?
  • 9 Ekim Ankara mitingi niçin ciddiye alınmadı? Amaca ulaşmak için etrafı kırıp dökmemiz mi gerekiyor?
  • Hükümetin elinde şu anda kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi var. Assubayların sorunlarıyla ilgili bir kararname çıkarmayı düşünüyor musunuz?

Doğrusu sorulacak sorular, bana fırsat verilse sormak istediğim sorularla, bir konu hariç örtüşüyordu. Peki öyle olsun dedim. Bu sorulara ek olarak kendisine, “Sayın Bakan Mart 2009 yerel seçimler arifesinde, sorulan bir soru üzerine ‘şu anda assubaylar için bir şeyler yapmak etik olmaz’ demiştiniz. Antalya sokaklarında devletin kırmızı plakalı makam aracıyla seçim kampanyasına çıkıp oy istemek hangi yasaya ve etiğe sığar?” şeklinde bir soru  sormak isterdim, ama kısmet değilmiş.

Doğrusu, belki Yılanların Öcü filminde kaymakam karşılamaya hazırlanan muhtarın yaptığı gibi, Sayın Bakanımızın ayaklarının dibinde kurban edilecek, dağdan sırtlanıp getirilmiş Kara Bayram’ın kınalı kuzusu ve Cezayir karşılama havası çalacak davul zurna eksikti diye kusur bulabilirsiniz ama, gözcüler , tertip düzen, flamalar olarak Antalya TEMAD bakan karşılamaya tam tekmil hazırlanmıştı denilebilir. Hatta sağ olsunlar, lokalin bulunduğu sokaktaki komşu esnaftan bir eksik olup olmadığı konusunda yardım teklifi geldiğine gözlerimle tanık oldum.

Saat 14:30 oldu gelen giden yok. Bu arada lokale Ahmet Öztaş  meslektaşımın geldiğini gördüm. Yanıma geldi, “Bakan Muharip Gaziler Derneği’ne girerken bakanın eline  sorunlarımızı özetleyen bir yazı verdim, polisler 45 dakika kadar beni polis arabasında tuttular, kimlik ve adres tespiti yapıp bıraktılar” dedi. Sonrasını sizler de biliyorsunuz.

Saat 15:00 oldu gelen giden yok. İnsanlar homurdanmaya başladılar. Başkan, Bakan’ın beraberinde bulunan ve bir gün önce ziyaret için randevu talep eden Antalya AKP ilgililerine, telefon üstüne telefon ederek ulaşmaya çalışıyor. Ama anlaşılabildiği karşı taraf telefonu açmıyor. Belli ki bir ters bir durum var. Burasına dikkat; başkanın telefon numarasını tanıyıp açmamış olabilirler mi şüphesiyle başka bir telefonla aynı telefon aranıyor. Evet şüpheler haklı çıkıyor, karşı taraf  bu kez telefona cevap veriyor. Yapılan telefon konuşması sonucunda Milli Savunma Bakanı, AKP Antalya milletvekili adayı Sayın Vecdi Gönül’ün yapacağı söylenen  Antalya TEMAD İl başkanlığı ziyaretinin iptal edildiğini öğreniyoruz. Böylece biz assubaylar bir kere daha yok sayılmış oluyoruz.

İlk tepki TEMAD Başkanımızdan geliyor. Son yirmi dört saat içinde, planlamayla ilgili  bir yanlış anlama olmuş olabilir mi sorusu aklına gelmiş olacak ki, ağzından “Şayet ziyaret plana alınmamış olsaydı saat 12:00’de  motorlu eskort polisi telefonla arayıp lokale nasıl ulaşılacağını tarif ettirmezdi” cümlesi dökülüyor.

Ziyaretin iptaline gerekçe olarak, artık iyice Ahmet Öztaş meslektaşımızın eylemi gösterilmeye başlandığı için lokalde bulunan meslektaşlarımız arasında her kafadan sesler çıkmaya başlıyor. Tespit edebildiğim tepkiler şunlardı.

  • “Eylem yapan kimmiş adı neymiş?”
  • “İyi yapmış helal olsun bravo…”
  • “Bu kişinin yaptığına provokatörlük denir!”
  • “Böyle adamları derneğe sokmayacaksın; bir kişi camiaya ancak bu kadar zarar verebilir.”
  • “Toplantı iptal mi edilmiş?”
  • “Adam her şeye muhalif. İnternette durmadan yazıp çizip muhaliflik yapıp duruyor. Şimdiye kadar ne elde etmiş ki?”
  • “Bakanın yaptığı büyük ayıp. Gelseydi  belki o kişi adına da özür dileyecektik kardeşim!”
  • “Özellikle Bakan konuşurken, gerekirse arkasından çekip engel olayım  diye, fırlayıp patavatsızlık edebilecek bazı kişilerin tam arkalarına  oturup tedbirimi almıştım ama bilemezdim ki böyle bir iş dernekte değil sokakta gerçekleşecekmiş.”

İşte Antalya TEMAD’da Sayın Bakanımızın gerçekleşmeyen ziyaretini beklerken olanlar özetle bunlar.

Merak ettim oturdum  “Ahmet Öztaş ve Vecdi Gönül” ibaresini Google’a yazdım. 59 binin üzerinde başlık çıktı. Doğal olarak  bu rakama içinde Vecdi Gönül adının tek olarak geçtiği haber başlıkları da dahil. Ama 260 tanesinde Ahmet Öztaş ve assubayların sorunları ibaresi geçiyor. Bu haberlerin geçtiği site ve gazetelerin hepsi üstelik camiamızın dışında olan gazete ve haber siteleri. Peki 9 Ekim Ankara Mitingi kaç başlıkta geçmiş olabilir dersiniz? Onu da araştırdım, sadece 110 başlıkta geçmiş. Bu başlıkların yarıdan fazlası da camiamızın sitelerinin mesaj panolarındaki mitinge katılım çağrıları.

Şayet dokuz yıldır her defasında söz verip yerine getirmeyen Sayın Bakanın ziyareti gerçekleşmiş olsaydı ve yine bilinen o aslı çıkmayacak sözlerden verip gitseydi ne değişecekti? Assubayların sorunları olduğu ibaresi sizce, verilen bu tepki nedeniyle basında yer bulduğu kadar yer bulabilecek miydi? Hiç sanmıyorum. Meslektaşım Ahmet Öztaş’a buradan tekrar tebrikler…

Hem Sayın Bakan’ın ziyareti gerçekleşseydi kuvvetle muhtemel, duymaya alışkın olduğumuz “Şu anda çözüm etik olmaz.” , “Tüh ya bu kadar sorunlarınız vardı da, geçen dönem niçin haberimiz olmadı, oyunuzu bana verin önümüzdeki dönem derhal gereken yapılacaktır.” gibi komik sözler söyleyecekti. Ziyaret gerçekleşmemekle bu komikliklerden biraz mahrum kaldık o kadar. Bu açığı da gevezelik ederek birazcık ben kapatmaya çalıştım. Saygılar..

05. 05 .2001 ANTALYA..

YORUMLAR

  1. Hasan ÇANKAYA dedi ki:

    Dünkü gazetelerde Maliye Bakanı Mehmet ŞİMŞEK’in Maaşı eriyen iki kesim var başlıklı haberi yayınlanmıştı. Şimşek bu haberde maaşı eriyenlerin milletvekilleri ve müsteşarlar olduğunu belirtmiş ve şöyle devam etmişti:”10 milyon emeklimiz var şu anda. Birer lira verdiğiniz zaman 10 milyon lira yapıyor. 550 kişiye birer lira verdiğiniz zaman 550 lira yapıyor.”
    Bu mantığa göre Astsubayların sayısı ile subayları kıyasladığımızda kime kaç lira verecekleri de ortaya çıkıyor. Anlaşılan Astsubayların suçu, sayıca subaylardan fazla olmasında. Son söz alarak “Hesabımız Mahşere Kalmamalı” diyorum.
    http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=21135477

  2. Ahmet CAN dedi ki:

    Şükrü Bey,okuduğum ikinci yazınız.İlki kadar güzel.Tebrik ederim.Eleştiri olarak yazmıyorum.Bu sitede yazılanları ancak bizler okuruz.Hatta bizlerin de,çok manidar sayıdaki azınlığı.Naçizane tavsiyem,yazdıklarınızı sitemizle birlikte her kesimden insanımızın okuyabileceği,platformlarda yayınlatabilme arayışına girmenizdir.Assubaylık dramını ve duygularını bu kadar güzel kaleme alabilen birinin bunu da başarabileceğine inanıyorum.Sevgi ve saygılar.
    ————————————————————–
    YÖNETİCİ NOTU.
    Sitemizde yayınlanan yazıları sosyal paylaşım sitelerinde link vererek daha geniş kitlelerin okumasına lütfen sizler de destek olunuz.

  3. Zekeriya dedi ki:

    Teşekkürler sayın IRBIK. Sizin de dediğiniz gibi; Un var, Yağ ver, Şeker var. Bunları bir araya getirip,helva yapacak maharetli ele ihtiyaç var.TEMAD’a destek. Sayın KESER’e başarılar.

  4. Erdal Günşer dedi ki:

    Sayın Şükrü Irbık yazınızı ilgiyle okudum. En çok hoşuma giden ise Molier’e ait olan “İnsan sadece yaptıklarından değil, yapamadıklarından da sorumludur.” Cümlesi…
    Ben bu yazınızı incitici biraz da eksik buluyorum. Çünkü sizin altını çizdiğiniz konular öncelikle merhumun ailesini biraz rencide eder. Bu konuda anlatmak istediğinizin altını tam doldurmalısınız. Çünkü merhum açlıktan öldü demek yaralayıcı ibaredir. Ne demek istediğinizi yine de anladım.
    Siz Genelkurmay başkanının bizim sıkıntılarımızı yürekten hissettiğini söylüyorsunuz. Etrafındakilerini de firavun farelerine benzetiyorsunuz. Bu benzetmenizin gerçekten uzak politik bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum. Sayın Irbık, Balık baştan kokar. Şu günlerde bir çok subay general oldu. Generaller üst rütbeye yükseldi. Ayrıca bir çok general de emekli olarak OYAK iştiraklerine atandı. Yani yağma hasan’ın böreğine… Bu gidişe dur diyecek olan siz misiniz? Ben miyim? Yoksa Genelkurmay Başkanı mı? Ya da şöyle söyleyeyim. Bizim sorunlarımız kırk yıllık. Genelkurmay Başkanı da iki yıllık. Gökten zembille inmedi ki… O da karargahtan geldi. Yani sizin Firavun Farelerine benzettiğiniz kişilerden biri ileride Genelkurmay Başkanı olacak. Daha önceki Genelkurmay Başkanları da tıpkı bir siyasetçi edasıyla assubayların gazını almadı mı? Yok reformmuş. Yok komkarsu imiş. Yok kuvvet assubayı imiş. Ama zihniyet aynı zihniyet . Haaa…. Altı okka testis ister diyorsanız o halde hislerden söz etmek abesle iştigaldir.
    Assubaylar açlık sınırında tabii ki yaşayabilir. Toplum açlık sınırında yaşıyorsa tabii ki assubaylar da açlık sınırında yaşasın. Ancak biz adalet istiyoruz. Onurumuzu istiyoruz.
    Çok ilginç bir başlık atmışsınız. “Devr-i sabık” Aslında düşününce hangi devir devr-i sabık değil ki…
    Tabii ki biz bugünü yaşıyoruz. Bu günü yorumlarız. Assubaylar tabii ki aç değiller. Ancak ne hak ettikleri maaşı alıyorlar, ne emekli olunca adaletli bir maaş alıyorlar, acı ama gerçek; ne de adam yerine koyuluyorlar. Dünün militaristleri, bugünün din tacirleri yani kısacası menfaatperestlerin politikaları altında inim inim inliyorlar. Maliye’nin havuzuna para doldurmakla meşgul olmaya çalışan çürük maliye düzeni, gözünü dar gelirlinin maaşından hiç ayırmadı. Neredeyse devletin hakimi bile karar vermeden önce Maliye Bakanına danışacek. Yani kısacası biz işine geldiği gibi konuşup kendi istikbalini vatandaşın hakkından üstün tutanlara Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakan, Milletvekili, Genelkurmay Başkanı olamazsın demedik ki… Adam olamazsınız dedik.
    Bu ülkede yanında yaşam koçu çalıştırmayan sıradan bir vatandaşın kendi kafası çok iyi derecede çalışmıyorsa okyanustaki bir kibrit kutusu gibi dolaşıyor demektir. Ne zaman başına ne geleceği belli değil. Bu gün bir cep telefonu firması tokatlar, yarın bir banka tokatlar. Nereye başını dayasa orası bir parça koparır. Kısacası Devr-i sabık değil Devr-i puşt dönemindeyiz.
    Biraz eleştirel yönümü bağışlayınız. Ancak yazınız yine de çok güzel. Saygılarımla…

  5. Celal ELBİR dedi ki:

    Sn. Irbık, ben de Sn. Günşer gibi düşünüyorum. Yazınızın başlarında, rahmetliyi tanıdığınızı, ailece görüştüğünüzü düşündüm. Ancak, sonraki satırlarda böyle bir durum olmadığını anlayınca şaşırdım ve garipsedim. Niyetiniz iyi de olsa, böyle bir konuda somut bir örnekten yola çıkarak değil, soyutlamayla anlatmalıydınız. Umarım, rahmetlinin ailesinden birileri bu yazıyı okumaz, çünkü oldukça incitici ifadeler var.
    Bir de şuna değinmeden geçemeyeceğim; yazılarınızda güzel Türkçe kullanmaya özen gösteren bir yapınız var, bu anlaşılıyor. Özür dileyerek, iki eleştirim var. Müteheyyiç, gadir, kıygı, meyusiyet gibi günlük konuşmada çok kullanılmayan sözcükleri kullandığınızda, yanına bir parantez açarak açıklama getirmeniz şık olur. Bu, çok önemli olmayabilir, arzu eden araştırıp dakikada öğrenebilir, sadece şıklık olması açısından yazmak istedim. İkinci eleştirim ise, ünlü-ünsüz sertleşmesini genelde yanlış kullanmanız. Örneğin; “taşımışdı” değil, “taşımıştı”, “çalışdı” değil, “çalıştı”, “kopdu” değil, koptu”, “yakdı” değil, “yaktı” gibi. Güzel Türkçe’nize güzellik katmaktan başka amacı olmayan bu yapıcı eleştirilerden alınmayacağınızı umuyorum.

  6. OrhanDERELİ dedi ki:

    Bugün Sosyal Paylaşım sitesinde özlük hakları ile ilgili verilmeyen zammı TEMAD”a bağlayan bir provakatör gördüm.Daha TEMAD”ın yönetime yeni gelen Genel Başkanımız Sn.Ahmet KESER ve yönetiminin icraatlarını görmeden nasıl böyle bir nankörlük yapılabilir, PES dedim doğrusu.Sosyal Paylaşım sitelerinde sahte isimlerle bizim bütünlüğümüzü bölmek için provakatörler çıkabilir .Bütün değerli meslektaşlarımız böyle şeylere kanmasın bizim haklarımızı alacak bizi koruyabilecek tek çatımız kendi evimiz olan TEMAD’ımız var,ona sahip çıkalım onu yıpratmayalım daha çok kenetlenip,dahada bütünleşerek gasp edilmiş haklarımızı CESUR YÜREKLİ bir kaplan gibi söküp alalım.

  7. Şükrü IRBIK dedi ki:

    Sayın Celal ELBİR, Sayın Erdal GÜNŞER,
    Sitemizde şu günlerde yayınlanan Devr-i Sabık başlıklı makalemiz konusunda yazdığınız tenkitlerinizi dikkatle okudum. Şunu hemen ifade edeyim ki yapıcı olması şartıyla her türlü eleştiriye her zaman gönülden açığım. Ayrıca yazım hakkındaki samimi hassasiyetiniz için de teşekkür ederim. Yorumlarınızdan istifade edeceğimi biliniz.
    Tenkidinizin ilk sırasındaki husus, yazıma konu olarak seçtiğim vefat haberi. Yazımda, rahmetliyi inciten ifadeler olduğunu söylüyorsunuz. Rahmetlinin adını zikretmedim, özel yaşantısı hakkında bir kelime yazmadım. Genelgeçer bilgiler çerçevesinde ve yazımın dokusuna uygun bir kurgu içinde sizin de bahsettiğiniz ifadeyle, konuyu tamamen soyut bir şekilde işledim. Rahmetli ağabeyimizi tanımadığım doğrudur, zaten bunu yazımda ifade ettim. Ancak beni şaşırtan şu oldu; benim yazdıklarımı tenkit eden sizler, rahmetliyi tanıyor musunuz? Rahmetli hakkında yazılanların doğru olmadığını söylüyorsanız, o zaman doğruları söylemekle mesul olursunuz. Benim yazdıklarımın doğru olmadığı konusunda elinizde müşahhas bilgi varsa bizimle paylaşınız. Elinde pankart, açlıkdan öldüğünü haykıran emekli meslekdaşımızın resmi yazımın içinde dururken, rahmetli aç ölmedi demek ne kadar doğru acaba? Ben, bu resimde çığlık atan meslekdaşımın hissine tercüman olmaya çalışıyorum. Rahmetliyi tanıyan kişi sayın Necdet TÖRE’dir. Yazımı bu açıdan değerlendirmek hakkı da bu haberi sitemize taşıyan sayın TÖRE’ye ait olsa gerekdir. Şu vakte kadar da kendisinden herhangi bir eleştiri almadım.
    Yazınızda ikinci husus olarak bahsettiğiniz yabancı kelime kullanmaya gelince; sizin de bahsettiğiniz üzere, yeri geldiğinde Arapca, Farsca ve Osmanlıca kelimeler kullandım. Sizin de farkettiğiniz üzere aslında beni, Türkceye karşı hassas birisi olarak bilir arkadaşlarım.
    Yabancı kelime deyince de aklıma Latin kökenli kelimeler gelir ve mümkün olduğu kadar uzak dururum onlardan. Arapca, Farsca ve Osmanlıca konusunda ise biraz farklı düşünüyorum. Dininin ve kültürünün çok önemli unsurlarını aldığım bu dilleri, kendime çok yakın hissettiğimi söylemeliyim. Çünkü, dinimin kitabı Kur’anın dili Arapca, ceddimin dili Osmanlıca, adım Şükrü Arapca. Ebemin, dedemin, anamın, babamın ismi hep Kur’andan alınma. Bu isimlerle ile de iftihar ederim.
    Milliyeti, dini, ahlakı, bilimi, sanatı ve insanoğlunun ürettiği her türlü bilgiyi nesilden nesile aktarmanın yegâne vasıtası dil değil midir? Dilin terkibinde ise kelimeler vardır. Ben de öğrendiğim, büyüklerimden işittiğim sözcükleri yazılarımda ve konuşmalarımda severek kullanıyorum.
    İnsanoğlu olarak her an, her gün yeni bilgiler öğreniyoruz. Çünkü öğrenmek, gelişmek insan olmanın en temel gereğidir. Siz de takdir edersiniz ki hayat, büyüklerimizin deyimiyle tekâmül, tekellüm (değişim, gelişim) ile kaimdir.
    Bizim öğürlerimiz; kültürünü, örfünü, töresini ve dinini doğru öğrenen ve layıkıyla yaşayan belki de son nesil. Çünkü sizin de şahit olduğunuz gibi, bizler, dedemizin, ebemizin dizinin dibinde büyüdük. Onların ninnileriyle avunduk, masallarıyla uyuduk.
    Okumayı, öğrenmeyi törpüleyen basın yayın ortamları ve aletleri gençlerimizin yakasına yapıştı ne yazık ki. Son yıllarda töremizi, örfümüzü dinimizi, ahlakımızı hele hele dilimizi istila eden yabancı kültürü ne yazık ki gençlerimizi 200 kelimeyle esir aldı. Gençler sadece 200 kelimeyle konuşuyorlarsa peki, o zaman sözlüğümüzdeki yüzbinlerce kelimeyi ne yapacağız?
    Televizyonda ve Oktay SİNANOĞLU’nun deyimiyle örütbağda (internette) insanlar sadece kendilerine verilen kadarıyla yetiniyorlar. Sorgulama yok, araştırma yok, merak yok! Ne duyarlarsa, ne okurlarsa doğru olup olmadığına bakmaksızın öylece alıyorlar.
    Hiç bir dil mükemmel değildir; her dilin eksiği vardır bence. Sadece bazıları diğerinden daha güzeldir. Benim dilim de anamım sütü gibi, dünyanın en güzel, en zengin, en besleyici, en köklü, en zarif dilidir. Güzel Türkcemizde öyle kelimeler var ki, dünyanın hiç bir dilinde karşılığı yoktur. Aynı şekilde başka dillerde öyle kelimeler var ki Türkcemizde tam anlamını verecek sözcük yok.
    Kullanmazsanız, kaybederseniz. Gitmediğiniz köy, sancak göstermediğiniz deniz, ayak basmadığınız toprak, sizin değildir. Elinizden, avucunuzdan, ayağınızın altından yavaş yavaş kayar ve bir gün gelir, tamamen kaybedersiniz. Kelimeler de böyledir. Kullanmazsanız, unutursunuz, kaybedersiniz. Ben, TDK’nın sözlüğünden aldığım, dedemden duyduğum, anamdam öğrendiğim; türkülerde, kitaplarda, şarkılarda, filimlerde duyduğum kelimeyi benden sonraki nesile aktarmakla mükellefim ve yazılarımda tabii ki kullanacağım. Eğer yazdığım bir kelimeyi, parantez içine alıp başka bir kelimeyle açıklamak zorunda kalıyorsam burada durup düşünmek gerek. Kendi sözlüğümden aldığım kelimeyi, parantez içine hapsetmeye hakkım olmadığı düşüncesindeyim. Üstelik, bu kelimeler benim şahsî malım değil. Ben heves edip öğrenmişsem, ben biliyorsam, herkes öğrenebilir, kullanabilir. Cebinde en azından 500 liralık bir telefon taşıyan bir vatandaş, bir genç, öteki cebinde de pekâla 10 liralık bir sözlük taşıyabilir, değil mi?
    Çok kullanılmadığını ifade ettiğiniz sözcüklere gelince, size göre bunların tamamı dört adet. Bazıları mükerrer de olsa yazımda 2.133 sözcük kullanmışım. Şu saate yazımı yediyüzden fazla kişi okudu. Sadece bir okuyucu, dört kelimenin anlamını bilmediğini söyledi. Makul, kabul edilebilir bir rakam.
    Sayın ELBİR, yorumunuzda bahsettiğiniz “gadir” ve “kıygı” sözcüklerini kullandığım parağrafda, farklı cümlelerde üç kere” haksızlık” kelimesi kullandım. Aynı parağrafın son satırında bir çeşni olsun diye de “gadir” ve “kıygı” sözcüklerini bilerek ve isteyerek kullandım. Şu an okuduğunuz parağrafda da sizin de fark ettiğiniz üzere, birbirinin eş anlamlısı olduğu için bazen “sözcük”, bazen de “kelime” ifadelerini kullandım. Fena bir şey mi?
    Yazımdaki bazı kelimelere bakarsanız birden fazla anlamı olduğu görülür. Örneğin ”bîgane” kelimesini ele alalım. Türkce karşılığı “ilgisiz, kayıtsız” demek. Ben yazımda “ilgisiz kalamayız” ya da “kayıtsız kalamayız” dersem eğer, kelimenin anlamı daralır ve düşüncemi tam olarak cümleye yansıtamam. Benim düşüncemi burada ifade edebilecek yegâne sözcük, “bîganedir”. Ya da muhannet; kalleş, kahpe, namert. Ben, “muhannet” demeyi tercih ettim. Bu kelimenin yerine, okuyucu hangi anlamı uygun görürse, hangi karşılığı isterse onu kullanır. Karşılığı olan kelimelerden istediğini seçmek, okuyucunun hakkıdır. Kaldı ki, bîgane sözcüğünün iki karşılığından birisi; muhannet kelimesinin üç karşılığından üçü de Arapcadır.
    Muhterem Meslekdaşlarım,
    Tabiatta hiç bir şey gereksiz, lüzümsuz değildir. Hiç bir şey ne fazladır, ne de eksik! Çünkü, neslinin devamı için, yaşatmak için, tabiat her şeyi kucaklamak ve çeşitli olmak zorundadır. Dedemizden, ebemizden, anamızdan, babamızdan nininlerle, masallarla türkülerle duyduğumuz sözcükleri, kelimeleri, kelamları, ez cümle bilginin her türlüsünü çocuklarımıza aktarmanın en güzel ve en kalıcı yollarından birisi de yazıdır. Yazının, bu manada kelimenin; eskisi, yenisi; az kullanılanı, çok kullanılanı; iyisi kötüsü yoktur bence. Mahir o dur ki her sözcüğü inci tanesi gibi yerli yerinde kullanabile. Hepsi, her zaman kullanılsın ki dil gelişsin. Dil gelişsin ki bilimde tekâmül olsun, medeniyet ilerlesin. Hepsini kullanalım ki hiç birisini kaybetmeyelim ve çocuklarımız bizden daha çok bilsinler.
    Bazen sıkıntı verse de sevindirici olan şu ki, benim gördüğüm kadarıyla yeni nesil, yani çocuklarımız, geçmişi geleceğe bağlayan bu tür kelimeleri öğrenmeye pek hevesli.
    Bırakalım genç okuyucular merak etsinler. Çünkü merak, öğrenmenin anahtarıdır. İki günü aynı olan kişi, zarardadır. Bilen ile bilmeyen bir olur mu? Bize dayatılan 200 kelimeye kendimizi hapsetmeyelim. Yeni bir kelime duyan, gören, işiten bir insan; şikayet etmek yerine, o kelimeyi öğrenmenin tarifsiz hazzını ve heyacanını yaşasın ki hayat ileriye ve iyiye doğru evrilsin.
    Türk’ün Türk’e öğüdüdür.”Oğul, atasını geçmelidir”. Çocuklarımızın, bizden daha iyi, daha yüksek olmak gibi bir mecburiyetleri ve hedefleri olmalıdır. Bırakalım, genç arkadaşlarımız, yeni bir şeyler okumanın, duymanın, öğrenmenin ve yeri geldiğinde söylemenin, öğretmenin dayanılmaz hazzını, heyacanını ve gururunu yaşaşınlar.
    Ünlü ünsüz uyumu konusuna gelince Sayın ELBİR; söylediğiniz doğrudur, hatalı geçişler yapıyorum ve bunun farkındayım. Ancak peşinen kabul etmemiz gereken bir hakikat var ki her şahıs, nev’i şahsına münhasırdır, yani eşşizdir, Yüce rabbim böyle yaratmışdır çünkü. Bu cümleden olmak üzere, her şahısın kendine özgü bir yazı üslubu vardır, olmalıdır da. Beğenilse de beğenilmese de bu üslup, yazı konusunda kişinin şahsiyetinin bir mühürüdür. Şahsiyetli yazılara da kendi adıma saygılıyım.
    Sayın GÜNŞER,
    Yazımı, kendi ifadenizle biraz eksik bulduğunuzu ifade etmişsiniz. Bu değerlendirmeye saygılıyım. Dil gibi, yazılan yazıların da mükemmel olmadığını söylemeliyim. Bu ifadem, kendi yazılarım geçerlidir. Lâtif bir cümle yazmak için bile ciddi bir emek ve zaman isteyebiliyor. Yazılmış bir yazıyı okuyup tarafsız olarak değerlendirmek elbette zordur, ancak çok daha zor olan bir şey var ki o da yazmakdır.
    Ben, köfte ekmek yer gibi, kabak çekirdeği çitler gibi ayaküstü okunacak yazılar yazmakdan yana değilim. Methiye olsun diye söylemiyorum ancak yazımı anlayabilmek için bir kaç kez okumak, biraz düşünmek gerekebilir. İyi bir sözlüğü karıştırmak, bir kaç yere not almak, hatta şu anda yaptığınız gibi bana bir şeyler sormak zorunda kalabilirsiniz. Çünkü unutmayınız, zahmetsiz okunan yazılar; sabun köpüğüne benzer, dağarcıkda kalmaz.
    Muhterem meslekdaşlarım,
    Ben yazımda okuyuca, emekli astsubayın şeref mücadelesi için hedef göstermeye çalışıyorum. Önümüzdeki aylar ciddi ve önemli gelişmelere uyanmak üzere. İşimiz çok. Yazımda bahsettiğim üzere, ışığı gözümüze değil, hedefe tutalım. Hedefi gösteren parmağa bakan kişi, hedefi ıskalar. Parmağıma bakmak yerine, yazımın özüne, hedefine bakılmalıdır.
    Hörmetlerimle
    Şükrü IRBIK

  8. Osman Ada dedi ki:

    Sn.Irbık yazınız için teşekkür ederim,teşbihte hata olmaz derler ama ben de arkadaşlarım gibi rahmetli meslektaşımız için kullandığınız AÇ ÖLDÜ sözünün yerinde bir ifade olmadığını düşünüyorum. Atalarımız dünyada aç mezarı yok demişler, ön yargılarla gasp edilen haklarımız yüzünden aç değil ama sıkıntılı bir hayat sürüyoruz. Umarız adalet birgün yerini bulacaktır.

  9. yasarcakan dedi ki:

    Teşekkürler Sayın IRBIK,
    Yazınızı ve yapılan yorumları da okudum.”Aç öldü” cümlesini ben açlık sınırında maaş alan bir meslektaşımız öldü olarak anladım.Değişik anlayan da var,kendi görüşleridir saygı duyarım.Fakat manevi şahsiyetine yani makamına saygı duyduğum Gen.Kur.Bşk.lığını işgal eden komutanın Astsubayın sorunları söz konusu olduğunda bizlerle aynı görüşte olduğu veya “yürekten hissettiği “ konusunda şüpheliyim.Açıkçası inanamıyorum.Bu konuda da ondan önceki komutanlar gibi sadece ve sadece yaptığının bir oyalamaca (gaz alma) olduğunu düşünüyorum.Bizleri büro memuru statüsünde görenlere karşı bir katre ilerlemesi yok.Çünkü kendilerinin de bizleri o statüde gördüğüne inanıyorum.Tabi ki makamına saygılıyız, hepsi o kadar.Bir komutanın Astsubayların sorunlarını bilmemesi mümkün değildir.Bilmiyorsa o koltuğu boşuna işgal ediyordur.Dernek Başkanımız dosya veriyor,görüşüyor sorunlarımızı anlatıyor icraat yok.Sonuç şu şekilde izah edilebilir;

    [b]Külliyen toplantı,
    Külliyen brifing,
    Nihayeti kokteyl,
    İcraat mafiş..[/b]

  10. Şükrü IRBIK dedi ki:

    Sayın Yaşar ÇAKAN,

    Türk Astsubayının hakkını alması için başlattığımız mücadele; para pul meselesi olmakdan çıkmışdır artık. Hepimiz için bir şeref meselesi haline gelmişdir. Bunu görelim ve şerefimiz için, haysiyetimiz için mücadeleye destek verelim.

    Ayağına diken battığı için sızlanıp kenara çekilenler, bu büyük oyunda figuran bile olamazlar. Tarih herkesi, kendi sözüyle yazacak. Bizler; azimle, inançla ve umutla, ömrümüzün son demine kadar bu şeref mücadelimize devam edeceğiz. Hatta öldükten sonra bile, şayet alamadan imamın kayığına binersek; kemiklerimiz, gaspedilen hakkımızı almak için sızlayacak.

    Değerli site müdavimleri, dostlarım;
    Azimli, inançlı ve umutlu insanlar ancak hedeflerine vâsıl olabilirler. Belletilmiş çaresizlik halet-i ruhu içinde debelenip duran vilâdî nevmit ve duruksun meslekdaşlarımız, kayığını kıyaya çekebilir.

    Bir avuç bile olsa bizler, kayığımıza bindik ve vira demir dedik. Kayıkdakiler biliyor; artık geri dönüş yok! Kaplumbağa hızıyla fakat karınca azmiyle yol alıyoruz…

    Yelkenimizi şimdilik kendi nefesimizle dolduruyoruz. Elbet bir gün uygun rüzgar esecek, bu zulmet sona erecek ve ilâhi adalet tecelli edecektir. Keser dönecek, sap dönecek, bir gün hesap dönecektir. Unutmayınız. Başarı, başaracağım diyenlerindir. Bundan şüphesi olan, oyun dışı kalır.
    Rüzgâr esinceye kadar üfleyelim dostlar, hep beraber !.

    Hörmetlerimle

    Şükrü IRBIK

  11. Adilhan Şanlı dedi ki:

    Sayın IRBIK; Sorunlarımızla ilgi tespitleriniz dogru.Ama baş aşagı duran bir dogru.Son Gen.Kur.Bşk.nımızı Sayın Başbakanımız gibi sizin de koruyup kolladıgınızı ve övdügünüzü satır aralarından anlıyoruz.Yazınızın bütününde on yıldır iktidarda bulunan ve bizi görmezden gelen iktidarın hasmane tutumuna hiç deginmemişsiniz.Dilinizin agırlıgına karşın güzel Türkçemizi seviyorum demenizi de anlamakta zorlandım.Arapça ve Farsça’nın dilimiz üzerindeki agır baskısını neredeyse överek anlatıyorsunuz.Sizi okumak isteyen gençler yanlarına Arapça ve farsça sözlük mü almalılar?Osmanlıca’nın da bir dil degil Arapça,farsça ve Türkçe karışımı sadece Osmanlı saray çevresinin ve onlara mersiyeler düzen saraydan beslenenlerin kullandıgı garip bir dil oldugunu biliyoruz.Kısacası,vefat eden bir arkadaşımız üzerinden sorunlarımızı ele alırken aynı zamanda da iktidar ve iktidarın özendigi Osmanlıcılıgı övdügünüz hissine kapıldım.Bu sınıfın sorunlarını yine bu sınıfın örgütlü gücü çözecektir.Unutmayın, Başbakanımızın “Buyur hocam” diye kapısına kadar ugurladıgı Özkök Paşa da tu-kaka dediginiz generallerin içinden çıkmıştır.Yani sınıf sorunlarımızı anlatırken Başbakanın çok sevdigi Özel Paşa’ya övgüler,alt kadrosuna da yergiler yapmak inandırıcı gelmiyor.

  12. Erdal Günşer dedi ki:

    Sayın Irbık,
    Siz, “açlıktan öldü.” ibaresinde cevap hakkını bizde bulmuyorsunuz. Bu doğru değil. Biz her türlü konuya yorum yaparız. Siz bu ibaredeki eleştiri hakkını merhumun yakınlarında veya vefat yazısını yayınlayanda buluyorsunuz. Yazı yayınlandıktan sonra topluma mal olmuştur. Kimsenin ağzını kapayamayız. Sus ve oku! Sakın düşünme kabul et!.. mantığı ile yazı yazamazsınız. Siz yazınıza yorum yapılmasa mı daha mutlu olursunuz,yoksa yapılırsa mı? Sizin de ikaz ettiğiniz üzere yazınızı daha fazla okudum. Şunu anladım ki; ilk seferinde çok doğru anlamışım. “Açlık veya aç olma” sıfatı hiçbir zaman bir emekli assubayın haklı feryadı olamaz. Çünkü memur sendikalarının Temmuz 2012’de yaptırdığı araştırmaya göre dört kişilik bir ailenin açlık sınırı bin yüz TL’nin altındadır. Kaldı ki,Türkiye’de yaklaşık 6-7 milyon insan asgari ücret ve onun da altında çalışıp yaşamını idame ettirmektedir. Bu ifade; bir hak gaspı, bir haksızlık, bir yanıltma, hepsinden de öte inandırıcılıktan uzaklaşma anlamı taşımaktadır. Uzun lafın kısası mücadelemizde Aç ölen assubayları sayarak kamuoyu oluşturma diye bir konu olamaz.
    Size yorum yazanların bazılarının yorumlarının beğenilme sayılarına baktığımda sizi birazcık sert uslupta eleştirenlerin çok eksilerde puanlar aldığını görüyorum. Tabii ki bu puanlamada sizin payınız vardır demek istemiyorum. Ama bana çok ilginç geldi.
    Emekli assubaylar.org sitesi ahbap çavuşların birbirini alkışladığı yer olmamıştır. Bundan sonrasında da olmaması için gerek eleştirel, gerekse öneri olarak elimden geleni yaparım. Sizin yazınızı kendinizce övmüşsünüz. Biz her zaman mücadelemize güç katan ve genel konumuza güç veren her türlü fikre katılmasak da saygı duyarız. Yazı yazma teknikleri görecelidir. Yılların edebiyatçıları bu konularda kavga ederler. Kimi yalın yazıyı, kimi ise sanatsal ağır anlamlı yazıları tercih eder. Eleştirenlere ders verir nitelikteki karşı yazınızı anlamakta güçlük çektim.
    Şunu da unutmayın ki okuduğum kadarıyla ben dahil sizi eleştirenler en hafif üslupta eleştirmişlerdir. Saygılarımla…

  13. EMEKLİASSUBAY dedi ki:

    Sayın Şükrü Irbık’ın site yönetimimize yorumlar kısmında yayınlanması ricasıyla gönderdiği yazı buraya taşınmıştır.

    Sayın Adilhan ŞANLI,
    Sitemizde yayınlanan DEVR-İ SABIK başlıklı makalem hakkında yazdığınız tenkidinizi memnuniyetle ve keyifle okudum. Zaman ayırıp yazdığınız eleştiriniz için hassaten teşekkür ederim size. Yazınızda temas ettiğiniz konuları dört alt başlık altında tasnif ettim. Beheri hakkında şahsî düşüncemi içeren cevaplarımı da bu sıraya göre vereceğim.
    a. “Son Gen.Kur.Bşk.nımızı ve Sayın Başbakanımızı koruyup kolladığımı ve övdüğümü, yazımın bütününde on yıldır iktidarda bulunan ve bizi görmezden gelen iktidarın hasmane tutumuna hiç değinmediğimi” ifade etmişsiniz.
    Makalemde bahsettiğim üzere, biz astsubayların, idareyi karşımıza almak gibi bir niyetimiz olmasa gerek. Amacımız, bugün Devlet erkine sahip olanlara, sıkıntılarımızı anlatmak ve onları ikna etmekdir. İkna etmeyi başarabilirsek gerisi zaten kendiliğinden gelecektir. Attığımız her adım, idareyle birlikte ve kanun dairesinde olmak zorundadır. Bundan gayri tutulacak yol, yordam yoktur. Eline silah alıp Bolubeyine başkaldıran Köroğlu’nun devri biteli yüzyıllar oldu. Astsubayların ve dolayısyla benim, Devlet erkine karşı tutumu öğrenmek için sitemizdeki EMEKLIASSUBAYLAR.ORG SİTESİ YAYIN İLKELERİ’ni bir kez daha incelemenizi salık veriyorum. Tavrımız, aynen burada ifade edildiği gibidir; ne bir fazla ne bir eksik. Hafazanallah, celadet yüklü sözlerle ayağa kalkıp Devlet erkini karşınıza alırsanız, yel değirmeniyle savaşan şövalye durumuna düşebilirsiniz.
    b. “Dilimin ağırlığına karşın güzel Türkçemizi seviyorum dememi anlamakta zorlandığınızı, Arapça ve Farsça’nın dilimiz üzerindeki ağır baskısını neredeyse överek anlattığımı ve beni okumak isteyen gençlerin yanlarına Arapça ve Farsça sözlük almaları mı gerekiyor?” diye soruyorsunuz.
    Bu sayfada yayınlanan yorumları dikkatli okumadığınız anlaşılıyor. Zira bu sorunuzun cevabı, 05.08.2012 tarihinde Sayın Celal ELBİR ve Sayın Erdal GÜNŞER’e gönderdiğim yazımda var.
    c. “Osmanlıca’nın bir dil değil Arapça, Farsça ve Türkçe karışımı sadece Osmanlı saray çevresinin ve onlara mersiyeler düzen saraydan beslenenlerin kullandıgı “garip” bir dil olduğunu bildiğinizi” söylüyorsunuz.
    Burada, önce bir bilgiyi paylaşalım. Atalarımız, yazılarını Arapca ve Farsca’nın karışımı olarak tarif edebileceğimiz harflerle yazarlardı. Konuşma dili, tıpkı bügün olduğu gibi Türkce idi. Şaşırtıcı değil mi? Avam da, havas da Arapca harlerle yazı yazarlar fakat Türkce konuşurdu. Osmanlıca’nın sadece saray çevresi ve onlara mersiyeler düzen saraydan beslenenlerin kullanmasının sebebi ise Osmanlıca’nın “garip” bir oluşu değildir. Bunun sebebi, okuma yazma oranının çok düşük, sadece yüzde iki (%2) olmasındandır.
    Ben, aslımı inkâr etmiyorum, ağaç kovuğunan peyda olmadım çünkü. Ceddim belli. Türk’üm ve çok şükür, müslümanım. Bu millet, Türk milleti, en az yedi bin yıllık bir zeban hazinesinin üzerinde oturmaktadır. Zamanın papasını ayağına kadar getirten Attila’nın hayatını bir okumanızı ve papanın kendisine söylediklerini duymanızı tavsiye ediyorum. Tarih boyunca ve bugüne kadar sayısız milletler ile, kavimler ile cenk etmiş, karışıp kaynaşmış, kız alıp kız vermişdir. Fakat özünü hep muhafaza etmişdir ki bugün milletimizin adı Türk’dür. Güçlü oluşuyla, âli oluşuyla, asla kibirlenmemiştir çünkü. Gözbebeği kızını verdiği; oğluna kızını aldığı kavimlerin, milletlerin zebanını almakta da hiç tereddüt etmemişdir. Yabancı kelime almakla Türkce’nin mahvolmayacağını, bilakis zenginleşeceğini görecek kadar basiretlidir ceddimiz. Almak bir yana, nice dillere de sayısız kelime armağan etmişdir. Kendine güvenmeyenler kaybetmekten korkar, Sayın ŞANLI. İtikatınız sağlam ise, İncili okumakla hıristiyan olmazsınız.
    “Garip” diye nitelendirdiğiniz zebanı, ceddim bin yıl kullandı. Bugün medenî mısdaklara göre yaşayan milletlerin hepsinin bir dini vardır. Bir başka ifadeyle, dinsiz millet yoktur. Zaten dinsizliği din olarak kabul eden Devleterin yerinde artık yeller esiyor. Dünya tarihinden Türk’ü çıkartırsanız geriye tarih diye bir şey kalmaz. Türk’ün hamurundaki İslâm dinini ve kültürünü çıkartıp atarsanız, elinizde Türk diye bir şey kalmaz. Zaten Türk düşmanlarının şimdilerde yapmaya çalışdığı da bunun ta kendisidir. Türk’ü, dinsizleştirmek…
    Din dediğimde, maksat hâsıl olmuşdur herhalde, bu cümlenin gerisini siz tamamlayınız. Kültür deyince, örneği açalım: İsminizi ele alalım mesela. İsminizin birinci kelimesi olan Adil, Arapca; soyadınız, ŞANLI, o da Arapca. Türkce olmadığı için, adınızı ve soyadınızı değiştirmeyi düşünür müsünüz? Ben, kendi adıma söylüyorum. Keşke bugün ben, atalarımın ayağının türabi olabilsem. Yedi düvele diz çöktürmüş, çağ kapatıp çağ açan fetih yapmış, 23 milyon kilometre murabba büyüklüğünde, üç kıtaya hükmetmiş, Çin ve Batı Avrupa hariç ve o zaman itibariyle dünyada insan yaşayan coğrafyanın neredeyse tamamına atının nal izlerini bırakmış 700 yıllık muhteşem Türk idaresi. Türk milletinin tarihininden Osmanlıyı çıkartıp atmak, kusura bakılmasın, dostlarımızın işi olmasa gerek. Türk milleti, ancak islam dini ve kültürüyle zengindir. Türk milleti, islâm diniyle şereflenmiş, yücelmiş ve son bin yıldır da bu mükemmel dinin bayraktarlığını yapmaktadır. Yüce Allah’ımdan dileğim odur ki Milletim, inşallah kıyamet gününe kadar da islamın bayraktarlığını yapacak. Hülâsa ben, en az yedi bin yıllık mazisi olan Türklüğün ve en az bin senelik mazisi olan İslam dini ve kültürünün vârisiyim. Bugün kucakladığım bütün bu değerlerimle de müftehirim.
    d. “Sorunlarımızı ele alırken aynı zamanda da iktidar ve iktidarın özendiği Osmanlıcılığı övdüğüm hissine kapıldığınıza” temas edelim şimdi de.
    Sayın ŞANLI, doğru hisse kapılmışsınız. Osmanlıcılığı övmekle kalmıyor, aynı zamanda Osmanlı torunu olmakla da iftihar ediyorum.
    Siyâsi ve askerî makamları övmeye gelince, şunları ifade edeyim müsaadenizle. Siz, sitemizin kayıtlı üyelerindensiniz. Siteye kayıt olurken açılan pencerede mezkur EMEKLIASSUBAYLAR.ORG SİTESİ YAYIN İLKELERİ’ni, siteye kayıt olurken herhalde okumuşsunuzdur. Yedinci sıradaki ilkeyi bir kez daha okuyunuz lutfen. Benim, gerek siyâsi gerekse askerî makamlara göre duruşum, işte tam bu yedinci maddede ifade edildiği gibidir. Ne bir fazla, ne bir noksan. Lâkin ben, meselelerimizin ancak bu iki makamın müşterek çalışması ile çözüme kavuşacağına inanıyorum. Sizin farklı düşündüğünüzü sanmıyorum. Yanılıyor muyum?
    Neticeten; bir tek ağaca bakıp ormanı tarif eden kişi, hata eder. Makalemdeki bir sözcüğe, bir cümleye ya da bir satıra bakarak beni anlamanızın imkanı yok. Bu cümleden olmak üzere, sitemizde yayınlanan “ADAM ARIYORUM, ADAM!” ve “DEVR-İ SABIK” isimli makalelerimi ve bu makalelere kıymetli okuyucuların ilave ettiği pek hasiyetli tenkitleri de okumanızı ve okuduktan sonra kanaat getirmenizi şiddetle tavsiye ederim.
    Parmak izlerimiz bile farklıysa her konuda birebir mütabık olmak gibi bir mecburiyetimiz olmamalı. Fikirlerim, tarzım, üslubum ortada; isteyen alır, istemeyen almaz. Beğenip alanları da beğenmeyip tenkit edenleri de sevgiyle, saygıyla, hörmetle kucaklarım.
    Şükrü IRBIK

  14. MEHMET ALİ KILINÇ dedi ki:

    Meslektaşımızın bu uzun emek çekerek yazdığı yazı üzerine yapılan yorumlar bana gereğinden fazla uzatıldı gibi geldi..
    Bir yönüyle yapacağım eleştiri, bana da yapılan bir eleştiridir. Bu eleştiri yazdığım konuyu fazla uzatmam nedeniyle, uzun ağdalı dilli yazıları okuyanları sıktığı eleştirisidir.
    Yeri geldikçe bir yerlerde okuduğum şu anakdeto hep hatırlarım. Ünlü usta bir yazar bir arkadaşına yazdığı mektubunu şöyle bitirir. “Dostum zamanım yoktu, aceleden mektubumu çok uzun yazmak zorunda kaldım”
    Yazdıklarımın uzun olduğu eleştirilerine hep bu anekdotu örnek verir, bu işin acemisi, daha doğrusu bu işlerin, yani yazı yazmanın ustası olmadığımı, sadece ölçumluk yaptığım yanıtını vermişimdir..
    Osmanlılık olayına gelince.
    Bir konuda bilimsel araştırma yapmak kısmet olmadı. Yalnız eşimizden dostumuzdan, çevremizde değişik konularda master – doktora yapan gençlerle yaptığım sohbetlerden öğrenebildiğim kadarıyla, konu ister bir pozitif bilim konusu olsun, ister sosyal bir konu olsun, bu araştırma işi yapacak kişiye ilk önce ölçme değerlendirme yapabilmesi için matematiğin bir dalı olan istatistik konusunda bir şeyler öğretiyorlar..
    Ucu ister istemez yine birazcık siyasete dokunacak ama hoş görün.
    Aynı şekilde vakti zamanında Papayı ayağına çağıran Atilla’yı bir kenara yazıyorum. “Paşa paşa isterse bu millet bir yılda yelkeni ipekten, halatları ibrişimden bilmem kaç yüz tane gemi yapar” diyen Osmanlı’yı altına ilave ediyorum. Daha altına Mars’a gidilip bilimsel araştırma yapılabildiği günümüzde Akdeniz’de düşen jetin aylardır kimin nasıl düşürdüğünün tespit edilemediğini, bunu yapanların da aksilik bu ya ısrarla ceddimiz Osmanlıyı canlandıracaklarını söyleyenlerin ve yine ısrarla bu Cumhuriyeti kuranları unutturmak, cumhuriyetin genlerini değiştirip cumhuriyeti yok etmek isteyenler olduğunu, üstüne üstlük Osmanlıyı canlandıracaklarını söyleyenlerin bırakınız Atilla gibi papayı ayağına çağırmayı her uluslararsı toplantıda, yanına çağıranlar sözleşmiş gibi aynı uslupla emir eri çağırır gibi parmak işretiyle çağrılmalarına çanak tutuklarını görüp, bu kadar tesadüf olamaz deyip bu Osmanlı övgülerine temkinli yaklaşıyorum. Gelin önce kayıtsız şartsız Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olalım…

  15. Orhan ORHUN dedi ki:

    Militer vesayet ile siyasetin mutabık kalarak Assubay haklarını gasp ettiği ülkemizde; bazılarının nodullandığı bu satırlarda, açlığa mahkum edilmiş mağdur ve mazlum bir sınıfın gönül yakarışlarını duydum. Teşekkürler sayın IRBIK .

  16. Şükrü IRBIK dedi ki:

    Genelkurmay Başkanlığının TEMAD Genel Başkanı Sayın Ahmet KESER hakkında, Askerî Ceza Kanunu madde 95 gereğince Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusu yaptığı TEMAD’ın örütbağ sayfasında 19 Eylül 2012 tarihinde ilan edildi. Beklediğimiz bir hamleydi…
    Sitemizde halen yayında olan “Adam Arıyorum, Adam!” isimli makalemde bahsettiğim gibi Genelkurmay Başkanlığımız; astsubaylara verdiği 04 Mayıs 2012 tarihli e-muhtıradan sonra, yeniden mevzilenmek üzere sessizliğe garkolmuşdu. Beklediğimiz gibi suç duyurusu yaparak bu sessizliğini bozdu ve hamlesini yapdı. Şimdi, hamle sırası biz emekli astsubaylarda…
    Türkiye Cumhuriyeti Ordu’sunun astsubayını, seneler önce vefat eden üç beş subayına verdiği kılıç kadar sevmeyen,
    Türkiye Cumhuriyeti Ordu’sunun astsubayını, Fenerbahçe’li zenci topcu Jay Jay Okocha kadar sevmeyen,
    Türkiye Cumhuriyet Ordu’sunun astsubayının en temel haklarını 50 senedir gasp eden ve
    Bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de
    Türkiye Cumhuriyeti Ordu’sunun astsubayına “terörist” muamelesi yapan Genelkurmay Başkanlığımızda ki üç beş makam sahibinin maskesi düşmüşdür.

    Generaller için “İyi ki bunlarla savaşa girmemişiz” diyen, “kağıttan kaplan” diyen “kazurat” diyen milletvekillerine boyun büküp ses çıkaramayan bu muhteremler, emekli astsubaya diş geçirmeye çalışmaktadır.
    Dağdaki üç beş eşkıyanın hakkından gelemeyen bu beceriksizler, bu muhannetler, bu eyyam ağaları, suç bastırmak için utanmadan şehirde emekli astsubay avı başlatmışdır.

    Kama, kınından çıkmışdır.
    Bu davanın müdahiliyim. Hem mağdur, hem müşteki, hem de mazlum olarak…

    Yiğit, zorda belli olur.
    El mi yaman, bey mi yaman, bu “kağıttan kaplanlar” er geç öğrenecek.

    Ateşi yakmışdık, zaman helva yapma zamanı..

    Zaman, şerefimizi aramanın zamanı…

    Şükrü IRBIK
    (E) SG Tls.Astsb. III Kad.Kd.Bçvş.