Merakımı hep mucip olmuşdur. Bizim töremiz ile örfümüz ile anânemiz ile ne alâkası var diye! Birisi buyurmuş, birisi ölçmüş, birisi biçmiş, birisi de kendi aklınca münasip gördüğü yerden ve şekilde kesmiş. Devletin muheterem memurları demişler ki; adâletin timsâli olarak şöyle şöyle bir kadın heykeli yapdıralım ve binanın önüne dikelim…
Balıketinde, iri kalçalı… Yakından bakıldığında insana hamileymiş intibaı veren yarım değirmi göbekli. Üstünde yelek, altında şalvar. Göbeğinde ibrişimden bir kuşak. Hemen altında ise şalımsı bir örtüyle avret yerleri setredilmiş. Boynunda, bol boncuklu bir gerdanlık var. Her iki kulağı da görünmüyor. Ya kulakları yok ya da saçının altında kalmış gibi. Kulakları görünmediği için küpe takıp takmadığı belli olmuyor.
Tevatüre göre bir mankenden aparma olan şemâme biçimli göğüslerinin hatları ayan beyan ortada. Ve tam ikisinin ortasına kondurulmuş yıldızlı hilâl… Saçları, çene hizasında küt kesilmiş. Başı açık, ileriye doğru bakışlı bir kadın. Anayasa Mahkemesi binasına arkasını dönmüş vaziyette ayakda öylece duruyor.
Sağ elinde cımbız, sol elinde ayna, değil! Sağ eli yukarıda, kafasının biraz üzerine denk gelen seviyede havaya kaldırmış ve çifte kefeli bir çerçici terâzisi tutuyor. Sol elinde, ucu yere bakan kılıç. Tandır sacının üstündeki yufkayı ters yüz etmek için anamın kullandığı tahtadan evirgece benziyor… Anlaşılan bu kadınımız da bu kelâmları irâd eden fukara gibi solak.
Sağ ayağını ileri doğru atmış ve dizinden hafifce bükmüş. Sol ayağına göre biraz yukarıda duran bir kaidenin üzerine başmış ve sol ayağına kıyasen birkaç santim ileride. Ayağındaki çarık değil, belli! Yabancı filimde gördüydüm. Roma’lı askerlerin ayağına giydiği türden üstü açık, terlikimsi bir şey. Alt tarafı kaval, üst tarafı şeşhane misâli olan heykel, hülyâ dolu gözlerle Anayasa Mahkemesinin binasına girenlere bakıyor.
Bir iki gün evvel gidip tekrar bakdım. Atatürk Bulvarına bakan tarafında duran Yargıtay’ın Adâlet heykeli hanımının gözleri bağlı. Bu hanımın gözlerini niye açık? Adâleti doğru tecelli ettirmek için gözleri açık mı, yoksa kapalı mı olmalı?
Kime benziyor? Kimi andırıyor? Anamın yarısı rahmetli Şâdan teyzeme hiç benzemiyor. Heykeltraşının sanatına hörmetimz var. Kendisi demişler ki; bu kadın, Cumhuriyet kadınını temsil ediyor. Cumhuriyeti kuran kadınlara bakdım. Çünkü Cumhuriyetin kadınları; benim ebelerim, benim bibilerim, benim analarım. Hepsinin başı örtülü, saçları çifte belikli ve kulakları küpeli. Öyleyse bu kadın hangi Cumhuriyetin kadını ve hangi Cumhuriyeti temsil ediyor?
Size dil döken şu fakirin göbeğini bu topraklarda kesmişler. Kendisi bu nerdübânları ağır ağır çıkmış ve şunca yaşın da sahibidir. Eteğinde güneş rengi bir yığın yaprak! Sokakda bu hanıma benzeyen bir dane bile yerli bayan görmedi şu melul melul bakan dört gözleri. Ne yer, ne içer? Ne alır, ne satar ki sağ elinde terâzi tutuyor? Neyi kesip biçiyor ki öteki elinde kılıç tutuyor? Eski binasının önünde böyle bir heykel var mıydı acap, hatırlamıyorum. Nereden geldi? Adı neymiş? Ebeme, anama, bacıma, bibilerime, zevceme, kız evladıma hiç benzemiyor! Kim imiş peki bu kadınımız?
Bu sualler zihnimde vecde gelip semâ ederken, işde tam da bu noktada anâneleler ile efsaneler; gerçekler ile hayâller; bizimkiler ile onlarınki, doğu ile batının değerleri; tevâzu ile ukalâlık; akl-ı selim ile kendini bilmezlik; özüne sadâkat ile başkasına hayranlık hisleri birbirine karışıp herc-ü merc oluyor.
Sen git, bin seneden beri cenk etdiğin milletin kadınını al getir. Önce sırtına millî esbaplarımızdan şalvar-yelek giydir. Göğüslerinin arasına yıldızlı hilâl yerleştir. Sonra sağ eline çerçici terâzisi, sol eline Roma kılıcı tutuşdur. En sonunda da üstelik gıçını sana dönmüş vaziyette bosdana hoyuk diker gibi binanın önüne dik. Türk, Türk olalı böyle gâvur ezâsı, böyle Yonan zulmü görmedi inanın yârenler!
Mahkemede oturduğunuz kürsünün arkasındaki duvara iri iri büyük hurufat ile “ADÂLET, MÜLKÜN TEMELİDİR” yazıyorsunuz. Bu vecizi söyleyen Hz. Ömer (ra)’in heykelini koysaydınız oraya; gelir elinizi öperdim. Kanunlar Adamı Sultan Süleyman’ın heykelini koysaydınız oraya; eliniz, önce dudaklarımla sonra da alnım ile buluşurdu. Türk’ün Anadolu’da devletleşmesinin temel ilkelerini ortaya koyan ve dünya siyâset tarihinin en büyük devlet adamlarından birisi olan Nizamülmülk’ün heykelini koysaydınız, siz hamiyetli devlet büyüklerim ile iftihar ederdim.
Tanrıların ülkesi yarı Yonan ve kölelerin ülkesi yarı Roma efsanesi karışımı kokan bu kadın efendiyi seçmek de ne oluyor? Kimin haddine? Nasıl bir zihniyet ki kendi has değerleri, dünyaya nizam vermiş devlet adamları, adâletin timsâli Kanun adamları burnunun dibinde dururken gidip de gâvurun tanrıcasına sarılıyorlar? Sen, ey devlet memuru! Sen kimsin? Özün, örfün, tören ne? Adâleti simgeleyecek bir heykele konu olarak elin gâvurunun kadınını simge olarak seçen devletin memurları kendilerini hangi milletin örf, âdet ve törelerine ait görüyorlar acap?
Hamd olsun ki bizim sokakdan geçerken bu hanımefendiyle karşılaşmıyorum. Gecenin zifiri bir deminde kendisini burnumun dibinde görüversem hafazanallah, ödümü patlalabilir hani.
Neyse, balıketli, yarım değirmi göbekli, iri kalçalı, şemâme göğüslü bu hanımı yerinde rahat bırakalım da bakalım gıçını döndüğü o binanın eskisinin içinde 1976 senesinde neler zuhur etmiş, iltifat buyurursanız onlara bir nazar edelim. Olur mu, babayiğitler?
Cumhurbaşkanı ve Astsubay isimli makâlemizde, 1923 sayılı Kanun’un Anayasa Mahkemesinde görülmesi esnasında zamanın Cumhurbaşkanı Sayın Fahri KORUTÜRK’ün kendi davasını savunmak üzere ileri sürdüğü gerekçelere temas etmiş ve mahkemeyi kandırmak için çevirdiği orostopollukları gün ışığına çıkartmaya gayret etmişdik.
Yüksek öğrenim gören astsubaylara ilave bir derece verilmesini öngören 1923 sayılı Kanun’un ilgili maddesini iptal ettirmek için Anayasa Mahkemesine dava açan Cumhurbaşkanı Fahri bey, mahkemedeki duruşmaya kendisi gitmeye tenezzül etmedi. Kendi yerine vekil göndermedi. Hem kendisinin duruşmaya gitmeme sebebini hem de vekil göndermeyişinin sebebini lutfedip mahkemeye bildirmedi.
Astsubayı Taşlamak isimli yazı dizimizin ikincisi olan Anayasa Mahkemesi ve Astsubay isimli bu makâlemizde sırasıyla;
14 Ekim 1975 tarihinde, Sayın Kani VRANA Başkanlığında 15 üyesiyle toplanan Mahkeme, 1923 sayılı Kanun’un 37 nci maddesinde mezkur 926 sayılı TSK Personel Kanun’u madde 137/c’yi görüşüp karar almak için toplanmış.
Önce, Cumhurbaşkanının Anayasa Mahkemesine sadece kendi imzasıyla dava açıp açamayacağı konuşulmuş. Cumhurbaşkanı ve Astsubay isimli makâlemizde bahsetdiğimiz gibi ne de olsa bir Cumhurbaşkanı, Anayasa Mahkemesi tarihinde ilk defa dava açıyor. Eni konu incelemeden sonra mahkeme, şöyle bir karara varıyor; “… nedenlerle Cumhurbaşkanının, Anayasanın 149. maddesine göre, Başbakanla herhangi bir bakanın imzalanmasına gerek olmaksızın, yalnız kendi imzasiyle iptal davası açma yetkisi bulunduğu kabul edilmelidir.”
Böylece, astsubaya yüksek öğretimde ilave bir derece intibak hakkı veren Kanun hükmünü idam sephasına götüren yoldaki mânialardan birisi daha ortadan kaldırılıyor. Mahkeme bilâhare, dosyada başkaca bir eksiklik bulunmadığına ve işin esasının incelenmesine karar veriyor.
Dava sonucunu kavrayabilmek için önce mahkeme heyeti ve aldığı karar hakkında kısa bilgiler arz edelim. Anayasa Mahkemesinde söz konusu davayı inceleyen heyetin üye sayısı 15. 15 üyeden 2’si askerî hâkim kisveli subay. Bu 2 askerî hâkim subaydan birisi kısmen iptalden yana, öteki de tamamen iptalden yana oy kullanmış. Bir başka ifadeyle, heyetdeki 2 askerî hâkim subayın ikisi de astsubayın aleyhine oy vermiş. Celse sonunda heyet, üçe bölünmüş ve birbirinden tamamen farklı üç istikâmetde karara varmış. Astsubayları onulmaz sıkıntılara ve haksızlıklara garkeden, derinden inciten ve oyçokluğu ile alınan bu mel’un karar, sadece bir oy farkıyla alınmış. Duruşma sonunda mahkemeden çıkan karar ve oy dağılımı şöyle;
Söz konusu Kanun hükmünü;
Mahkeme heyeti, hemen yukarıdaki satırda görüldüğü üzere, masaya üç ihtimalli bir karar almak için oturdu. Bu ihtimallere göre mahkeme;
Fahri beyin Kanun’larda mezkur kelimeleri bile saptırıp yalan yanlış beyanat vermesine rağmen söz konusu Kanun hükmü, 15 üyeli mahkemede 7 üyenin oyu ile, bir başka ifadeyle sadece 1 oy farkı ile kısmen iptal edildi. Hiç şüphe yok ki mahkemeye takdim edilen dava dilekcesinde Fahri bey Kanun’da mezkur kelimeleri eğip bükmeden, olduğu gibi kullansaydı davayı kazanması asla mümkün olmayacak idi.
Şimdi, Anayasa Mahkemesinin karar tutanağındaki sıraya göre kimin neler söylediklerine göz atalım;
Hatırlayacağınız üzere, söz konusu Kanun hükmünün iptal edimesi için Anayasa Mahkemesine dava açan zamanın Cumhurbaşkanı Sayın Fahri KORUTÜRK’ün dava dilekcesindeki ifadelerini Cumhurbaşkanı ve Astsubay isimli makâlemizde incelemiş ve hakikatleri ortaya dökmüşdük.
Anayasa Mahkemesi ve Astsubay isimli bu makâlemizde ise;
Astsubaylara yüksek öğrenimde ilave bir derece intibak hakkı veren T.B.M.M. kararının Anayasa Mahkemesinde kurulan darağacına cebren ve hile ile nasıl götürüldüğünü tutanaklardan görelim.
İncelemeye, hukuğun yüz karası olan MSB Temsilcisinin mahkemedeki sözlü savunmasını tetkik ederek başlayalım;
Mahkeme Karar Tutanağının “IV Esasın İncelenmesi” başlığının “Sözlü Açıklama” alt başlığında, 3 Şubat 1976 tarihli sözlü açıklamasında; Millî Savunma Bakanlığının gönderdiği temsilci, 1450 sayılı Harb Okulları Kanun’una göre, harb okullarının 4 sene eğitim verdiğini söylemiş ve yalan urganına bir yağlı düğüm daha atmış.
Harb okullarının eğitim seviyesini 3 seneden 4 seneye yükselten Kanun, 1977 senesinde çıkartıldı. Bu konuyu İntibakların Seyir Defteri isimli makâlemizde teferruatıyla açıkladık. 1977 senesinde çıkartılacak bir Kanun’u, Millî Savunma Bakanlığı bir sene evvelinden nasıl biliyor?
Fahri beyin açdığı davaya kel alâka nevinden müdâhil olan ve kimliği hakkında hiçbir bilgi verilmeyen MSB temsilcisi, yukarıda verdiği bilgileri, 1450 sayılı Harp Okulları Kanun’una isnat etmiş. Ben aradım fakat bulamadım. Allahaşkına bir de siz bakınız! Temsilcinin, mahkemede sözlü açıklamasını arz etdiği tarih, 3 Şubat 1976. Bu tarih itibariyle, 1450 sayılı Harp Okulları Kanun’u isimli bir Kanun, devlet mevzuatında var mı?
Aynı parağraf altında; Fakülte ve yüksek okullarda okuyup teğmen nasbedilenlere, harp okulu süresinden fazla okudukları beher sene için bir kademe vermeyi imtiyaz saymayan MSB, 5 senelik yüksek okulu bitiren astsubaya bir derece dahi verilmesini hazmedemiyor. Bu, ne hodbinlik? Bu, ne gabilik? Yazıklar olsun!
MSB Temsilcisi, mahkemedeki ifadesinde yalanlar söyleyerek savunmasına devam ediyor. Kendisi mahkeme huzuruna gelmeye tenezzül etmeyince Fahri beyin dilekcesindeki kelimelerin orasına burasına sıkışdırdığı yalanları savunmak vazifesi, başında Millî sıfatı taşıyan iki Bakanlıkdan birisine düşüyor. MSB temsilcisi yalanlarına şöyle devam ediyor;
Dava konusu edilen madde, yüksek öğrenimi bitiren astsubayların aynı öğrenimi bitirenler için tesbit edilen giriş derece ve kademesine bir derece ilâve edilmek suretiyle bulunacak derece ve kademelerden hizmete başlamış olmayı kabul etmektedir. Buna göre 5 yıllık öğrenimi bitiren astsubay 7 derecenin 2 nci kademesinden hizmete başlamış kabul edilerek aylığı buna göre bulunacaktır.
Burada hemen göze çarpan bir husus, fakülteden yetişen bir subay ile aynı fakülteyi görevde iken bitiren astsubay arasında ikinciler yararına “bir ileri derece” ayrıcalığı bulunmaktadır. Bu, tüm hizmet boyunca devam edecektir.
MSB temsilcisinin savunmasına dayanak olarak seçdiği yukarıdaki örneklemeyi anlayan varsa beri gelsin. “Yüksek öğrenimini bitiren astsubay” ifadesiyle sen kimi kasdediyorsun, ey temsilci sıfatlı hukuk hokkabazı? Bu astsubay, kaç yaşında? Rütbesi ne Allahaşkına? 5 senelik bir öğrenimi bitiren astsubay, nasıl oluyor da hemen 7 derecenin 2 inci kademesine intibak ettiriliyor? Orostopolluğun dik alâsına bakar mısınız? Burada söz konusu edilen astsubay, 5 senelik yüksek öğrenim tamamlıyorsa ve 7 derecenin 2 nci kademesine intibak ettiriliyorsa bunda ne var? Senin teğmen nasbettiğin fakülte mezunu subayına da aynı hakkı veriyorsun zaten. Ve Fakülte mezunu bu teğmen yavruların, aldığı beher senelik eğitimin karşılığı olarak harbiyeli teğmen yavrularının kıdem olarak üstüne çıkıyor, değil mi? Senin astsubay dediğin bu asker kişi, astsubay değil de herhangi bir memur olsaydı aynı yüksek öğrenimin karşılığı olarak gene aynı şekilde 5 kademe maaş terfisi alacakdı. Yanlış mı? Astsubay dediğin kişi, senin baba ayrı, ana bir üvey garındaşın değil! Patagonya Silahlı Kuvvetlerinin astsubayı da değil! Bu vatanın şerefli bir vatandaşı. Anayasa ve Kanunlar, yüksek öğrenim konusunda sana ne hak verdiyse astsubaya da, memura da aynı hakkı verdi. Senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu ey şavalak MSB temsilcisi? Sayın Ersen GÜRPINAR’ın tabiriyle, senden olsa olsa hukukcu değil ancak bir gugukcu olur! Hem de dalkavuk, ebleh bir gugukcu! En hafif tabiriyle, sana yazıklar olsun!..
Bakınız, MSB temsilcisi daha ne cevâhir yumurtalamış; Burada dökülen ağdalı kelâmlar, gene Fahri beyden ısmarlama.
Ayrıca 657 sayılı Kanunun l nci maddesinde subay ve astsubayların özel kanunları hükümlerine tâbi olacakları açıklıkla belirtilmiş olmasına rağmen dava konusu hükümde 657 sayılı Kanuna paralellik sağlandığı bir an için kabul edilse yukarıda belirtilen eşitsizlik, bir derece düşmek suretiyle daima iki derece ileride devam edecektir.
Al sana bir kaya, nereye dayarsan daya! Bu ifadeden, şu fakir hiçbir şey anlamadı. Deyin ki aklı yetmedi, kabul ederim. Siz muhterem karilerden hukuk ehli olan varsa kerem buyurup tefsir etsin de biz de onun ilminden feyz alalım.
Devam etmiş MSB soytarısı temsilci;
Kaldı ki 657 sayılı kanunun 36. maddesinin (B) bendinin 12/d fıkrasında üst öğrenim bitiren bir öğrenimin giriş derece ve kademesinden başlamakta memuriyette geçirdiği başarılı hizmet sürelerinin her yılı bir kademe, her üç yılı bir derece hesabiyle ilâve edilmekte ve üst öğrenime ara vermeden başlayan ve normal süresinde tamamlayan emsalini aşmamaktadır.
Hukukcu unvanını unutan MSB temsilcisi, bu noktada artık insanlıkdan çıkmış ve aklını yitirmiş. Yukarıdaki ifadesinde, astsubayı devlet memuru ile aynı kefeye koymak arsızlığını yapmakdan geri durmamış. Ey kibirli MSB temsilcisi! 657 sayılı Devlet Memurları Kanun’unun o maddesi ne diyor; “Ayrıca 657 sayılı Kanunun l nci maddesinde subay ve astsubayların özel kanunları hükümlerine tâbi olacakları açıklıkla belirtilmiş…” Bak temsilci, bu ifadeler sana ait, bana değil!. Durup dururken astsubayları devlet memurları ile aynı seviyede değerlendirmek de ne oluyor? Sen, teğmenini devletin memuru ile kıyaslıyor musun? İki cümle önce söylediğin ifadeyi de mi inkâr ediyorsun? Askerliğin temel değerlerinin en başda geleni, şerefli olmakdır, bilir misin? Sende şeref var mı?
Devam etmiş telleri kırıp dane dane incileri dökmeye muhterem MSB temsilcisi;
Dava konusu hüküm, hizmette başarıyı, her derece için ne kadar bekleneceği ve emsalini aşmamak koşullarından hiç birisini öngörmemektedir. Kamu yararı ve hizmeti gözetmeyen tamamen imtiyaz tanıyan bir hüküm niteliğindedir.
Be adam, sen hukukcusun, değil mi? Ya da muvazzaf bir subaysın. Devletin sana ödediği maaş dizine, gözüne, boğazına dursun düğüm düğüm inşallah! Bu soruyu gidip bizim mahalle mektebinin ana okulunda okuyan; altı bezli, ağzı süt kokan bebelere sorsan doğru cevabı alırsın inan ki! Bu laf ebeliğini, bu ucuz söz oyunlarını, bu çiğ orostopollukları bir kenara bırak! Senin bu ifadende bahsetdiğin hususların yüksek öğrenimini tamamlamış astsubayın, devlet memuruna göre bir üst derecen intibak ettirilmesiyle hiçbir ilgisi yok. Git, karargâhdaki Maaş Mutemedi Astsubayına sor da beş saniye de anlatsın sana. Adam, adamı yeseydi, deden yerdi neneni. Korkma, yemez seni!
Aşağıdaki ifadeyi, Karar Tutanağından aynen naklediyorum; Bu ifadeler, MSB’nin hukukcu sıfatını taşıyan kibirli temsilcisine ait. Dikkat ediniz, bu küstah temsilci, “çavuş” diyor! Laf ola, beri gele! Alın size, sekizinci küfeden kart bir hıyar daha! Çavuş kime denir, anlaşılan daha onun farkında değil bu gabi! Yumurtaladıklarının tefsiri de size kalıyor gayrı.
“Milli Savunma Bakanlığı temsilcisi, kendisine yöneltilen:
– Dava konusu (C) bendinde intibak şu dereceden başlatılır değil de bir üst dereceye terfi ettirilir ibaresi kullanılmış olsaydı yine müsavatsızlık söz konusu olurmu idi sorusunu da;
“Kendisine bir üst derece verilmesi demek normal olarak askerlikte rütbe esası söz konusudur. Yani bir üst derece verdiğimiz vakit çavuş, üstçavuş; üstçavuş, kıdemli üstçavuş, bu şekilde anlar isek bunda eşitsizlik olmazdı. Şu bakımdan olmazdı: Çünkü astsubay çavuştan üstçavuş olmuştur. Üstçavuşlarla aynı işlemi görecektir.”
biçiminde yanıtlamıştır.”
Önergeyi Veren Konya Milletvekili Sayın Şener BATTAL;
Önerge sahibi, Millet Meclisi Genel Kurulunda önergeyi şu sözlerle savunmuştur:
Ordu statüleri son derece rijit, katı statülerdir. Şüphesiz kendi bünyesi içinde bu suijeneris statüleri mazur görmek mümkündür, ancak, bu katı statüler içinde bazı yanlışlıkları veya noksanlıkları, zühulleri telâfi etmek lâzımdır. Önergemiz bunu temine matuf bir önergedir. Şöyle ki:
Bir astsubay, Eczacılık Fakültesine gitti, eczacı oldu. Orduya müracaat ediyor, “benim eczacı diplomam var. Siz eczacı arıyorsunuz. Beni Eczacı alır mısınız?” diyor. Cevap: “Hayır” ve eczacı dışardan alınıyor.
“Eczacılık Fakültesini bitirdim, terfi verin” diyor, terfi verilmiyor.
“Zam verin, takdir verin” diyor, verilmiyor ve astsubaylıkta mecburî hizmeti dolana kadar çalışıyor.
İnsanların yükselme ihtirası, yükselme arzusu, yükselme dilekleri tabiatında vardır ve bu teşvik edilmelidir.
Daha evvel, 657 sayılı kanunun tâdili olan 12 sayılı kararnamede, memuriyette iken yüksek tahsil yapanlara teşvik hükümleri, terfi hükümleri getirilmişti. Şimdi 926 sayılı kanunun bu tadilinde astsubaylar için de böyle yüksek tahsil yapmış olanları, hukuku bitirenleri, eczacılığı, dişçiliği, bir diğer mühendislik okulunu bitirenleri subaylığa alamıyorsunuz. Branşında, iktisap ettiği branşında çalıştıramıyorsunuz, hiç olmassa bu ilmî çalışmalarını teşvik etmek, bilginin zararı olmaz, bir gün ummadık bir yerde Ordumuza o öğrendiği bilginin faydaları olabilir- bakımından terfi ettirmek, takdir etmekle sosyal adâlet ve hakkaniyet bakımından büyük fayda mülahaza ediyoruz. Bu bakımdan muhterem arkadaşlarımızın ittifak halinde bendenizin bu izahatından sonra önergemize iltifat edeceğine inanıyorum.”
Kendisi de bir hukukcu olan Konya Milletvekili Sayın Şener BATTAL’ın savunması işde böyle, babayiğitler. Şimdi, burada durup şu soruyu soralım; Sayın BATTAL’ın savunmasında dile getirdiği hakikatler bugün bile geçerli mi? Evet, geçerli. Üstelik, bilginin insandan daha kıymetli olduğu şu çağda, burada dile getirilen ihtiyaç düne göre bugün çok daha fazla mı? Evet. Taassubu, kasıntıyı, kıskançlığı, kibiri, küstahlığı, fesatlığı, müzevirliği, hazımsızlığı bir kenara bırakmanın zamanı geldi.
Bugün, bir Şener BATTAL daha ortaya çıkmalı ve aynı önergeyi tekrar Meclis gündemine taşımalıdır. Artık bu yoldan geri dönüş yok. Siz değişmezseniz, birileri sizi ve sizin zihniyetinizde olan zevatı gıçınıza dürte dürte değiştirecek.
Davayı inceleme sahfasında 7 üyenin ortaya koyduğu tespitler;
Ancak niteliklerde benzerlik ve yasaların koyduğu kurallara uyarlık oranında eşitlik söz konusu olacaktır. Bu nedenlerle yüksek öğrenim gören bir memurun aylık ve ödeneğinin yalnız orta veya lise öğrenimi görmüş bir memurun aylık ve ödeneği ile bir tutulması söz konusu olmadığı gibi yüksek öğrenim görmüş bir astsubayın aylığının bu nedenle bir ölçüde artırılmasının yüksek öğrenim görmemiş astsubaylara nazaran eşitsizlik yarattığı ve ayrıcalığa yol açtığı da öne sürülemez.
Öğrenim durumları, nitelikleri Devlet Örgütündeki görevleri farklı ve bu nedenle kanunlarda aylık derece ve miktarları da değişik tutulmuş olan personelin aylıklarını birbirleriyle karşılaştırmak suretiyle isabetli bir sonuca varma olanağı da yoktur.
MSB’nin “Yeni bir astsubay zümresi ortaya çıkar” savını temelden çüreten ve MSB temsilcisinin o arsız suratına atılmış bir Osmanlı tokatıdır işde Mahkemenin bu tesbiti.
Mahkeme, subay ve astsubayların eğitim seviyelerinin ve göreve başlangıç derecelerinin birbirinden farklı olduğunu, bu sebeple subaylar lehine bir “ayırım” gözeltilmesini “yerinde ve doğal” buluyor. Ve bu tesbitden hareketle, astsubaylar lehine çok önemli bir sonuca varıyor. Diyor ki; “subay ve astsubayların aylık derece ve kademelerinin, 657 sayılı Kanuna bağlı memurların aylık derece ve kademeleriyle karşılaştırılması da doğru olamaz.”
Demek oluyor ki: subaylar ve astsubaylarla 657 sayılı Kanuna bağlı Devlet Memurlarının aylık gösterge tablolarında eşitlik ve hatta benzerlik bulunmadığı, aylık derece ve kademeleriyle bu derece ve kademelerdeki gösterge miktarları başka başka ve değişik bulunduğu cihetle bunları birbirleriyle karşılaştırmak ve bu yoldan dava konusu Yasa kuralının Anayasa’nın 12. maddesindeki eşitlik ilkesine uygun düşüp düşmediğini saptamak olanaksızdır.
Bu saptamadan hareketle, Anayasa Mahkemesi, aynı eğitimi alsalar dahi astsubaylara, devlet memurlarına verilen haklardan daha fazlasının verilmesini hukuka uygun buluyor. Bu tespit çok önemli. Bugün, devlet memurlarına verilen yüksek öğrenim hakkından bile daha azını astsubaya veren beberûhî statü hazretlerine duyurulur!
Filim karesini burada durduralım. Hani AYİM, astsubayı 657 sayılı devlet memurları Kanunu madde 36’da tavsif edilen “Genel İdare Hizmeleri Sınıfına” dâhil etdi ya! İşde, Anayasa Mahkemesinin bu tesbitinden hareketle, AYİM’in bu küstah ve mesnetsiz kararını iptal ettirmenin yollarını aramamız lâzım dostlarım. TEMAD’a duyurulur.
Fahri bey, Anayasa Mahkemesine verdiği dava istidasında ne buyurmuşdu? Görelim;
Hal böyle iken, 1923 sayılı Kanunun Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşülmesi esnasında hükümet tasarısına uymayan ve hükümetin muhalefetine rağmen bir önerge ile ilâve edilen yukarıdaki fıkra hükmü, Silâhlı Kuvvetlerde bazı ihtilâflara sebep olacak ve askeri düzen ve hiyerarşiye uymayacak nitelikte görülmektedir.
Peki, Fahri beyin bu iddiasına cevap olarak Mahkeme ne dedi? Buyurunuz, görelim;
… “görevde iken yüksek öğrenimi bitirmiş olan astsubaylara makul görülebilecek bir ölçüde derece ve kademe ilerlemesi verilmesinin ordudaki hiyerarşiyi bozduğu yolundaki gerekçeye katılmak da olanaksızdır.”
Mahkemeden gene şiddetli bir Osmanlı tokatı. Fahri beyin kemikleri çınlasın. Mahkemenin bu tesbitini duyduğunda Fahri beyin yüzünün aldığı biçimi merak etmiyor değilim hani. Bu tesbit, idarenin bugün hâlâ gasp etdiği benzer haklarımızı daha kuvvetli ve şiddetli bir şekilde savunmamız ve talep etmemiz için bize müthiş bir koz veriyor, bunu fark etmemiz gerekir.
Mahkeme’nin inceleme esnasında vardığı tespitleri okumaya devam edelim;
Anayasa’nın ve öteki yasaların, öğrenim ve eğitime bu kadar önem verip özdendirmede bulunmalarına, memurken yüksek öğrenim görenlere master veya doktora yapanlara derece ve kademe ilerlemesi sağlamalarına karşılık, ordudaki hizmet ve görevlerini sürdürürken olağanüstü çalışmaları sonucu yüksek öğrenimi tamamlayan astsubayların bu başarı ve yüksek öğrenimlerini değerlendirmekte Anayasa ile bağdaşmayan bir yön yoktur.
Dava konusu Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanununun 1923 sayılı Kanunla değiştirilen 137. maddesinin (C) bendindeki “görevde iken yüksek öğrenimi bitiren astsubayların intibakı; aynı yüksek öğrenimi bitirenler için tesbit edilen giriş derece ve kademesine bir derece ilâve edilmek suretiyle bulunacak derece ve kademelerden hizmete başlamış kabul edilir.” hükmünün tümüyle iptali halinde görevde iken yüksek öğrenimi bitiren astsubaylara aylık derece ve kademesi bakımından hiçbir hak tanınmamış, böylece Anayasa ve öteki yasaların açıklanan ilkelerine ters düşen yeni bir durum meydana gelmiş ve bu kez de 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa bağlı memurlar, aynı durumdaki astsubaylara göre ayrıcaklı bir duruma getirilmiş olacaktır.
Anayasa Mahkemesinin bu tesbitini de alkışlamak gerekiyor. Zira, yüksek öğrenim yapan astsubayların Anayasa ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanun’undan neşet eden haklarının verilmesi konusunda Genelkurmay Başkanlığı, bugün itibariyle dahi 1976 senesinde Anayasa Mahkemesinin ortaya koyduğu bu saptamanın çok gerisindedir.
Yukarıda yazılı nedenlere göre; dava konusu (C) bendinin Anayasanın 12. maddesindeki eşitlik ilkesine ters düşen yönü, görevde iken yüksek öğrenimi bitiren astsubaylara her halde derece ve kademe ilerlemesi verilmiş olması değil, verilmiş olan derece ve kademe ilerlemesinin aynı durumdakilerden üstün tutulmuş olmasıdır.
Bu halde görevde iken yüksek öğrenimi bitiren astsubayların intibakı; aynı yüksek öğrenimi bitirenler için tesbit edilecek derece ve kademelerden hizmete başlamış olarak kabul edilirse Anayasa’nın 12. maddesindeki eşitlik ilkesine ters düşen ve ayrıcalık yaratan bölümü ortadan kalkmış olacaktır.
Can dostlar, celsenin seyrinin astsubaylar aleyhine döndüğü nokta, işde hemen yukarıda gördüğünüz son iki parağrafdır. Buraya kadar hep astsubaylar lehine görüş bildirip hüküm tesis eden mahkeme bu noktada yüz seksen derece dönüyor. Astsubayın yüksek öğrenim hakkını savunan mahkeme, astsubay lehine tesis etdiği bütün saptamaları birdenbire tam anlamıyla inkâr ediyor. Bu ifadesiyle mahkeme, önceki tespitlerini yalanlıyor. Bu kıvırmanın sebebini mutlaka anlamalıyız.
Mahkemenin saplandığı bu sakat mantığa göre devam edersek, subay ve astsubayların memurlara göre daha yüksek derecelerden memuriyete başlatılmasının da Anayasa’nın 12 inci maddesine ters düşdüğünü kabul etmemiz gerekir.
Ve Son Perde; Birisi Askerî Hâkim Subay Olan 7 Üye, Hukuku Katlediyor;
Yukarıda yazılı nedenlerle; dava konusu Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanununun 1923 sayılı Kanunla değişik 137. maddesinin (C) bendinin tümünün değil yanız (görevde iken …..) diye başlayan ikinci cümlesindeki (giriş derece ve kademesine bir derece ilâve edilmek suretiyle bulunacak) deyiminin iptaline karar verilmelidir.
Anayasa Mahkemesinin davayı inceleme safhasında kağıda dökdüğü tutanak metinleri tam da böyle. Hemen yukarıda gördüğünüz son iki parağrafı bir kenara koyalım. Ondan önceki bütün mütalâası tamamen astsubayın yüksek öğrenim hakkını savunan ifadeler ile dolu. Üstelik şamar niteliğindeki tesbitleriyle de Fahri beyin ve MSB’nin Kanun hükmünü iptal ettirmek için ileri sürdüğü gerekçelerin hepsini teker teker çürüten ifadeler ile dolu.
Fakat ne olduysa olmuş, bir yerlerden bir vahiy gelmiş ya da ters yönden bir yel esmiş. Sondan ikinci ve üçüncü parağrafdaki keskin bir “U” dönüşüyle mahkeme tam anlamıyla önceki savlarını tamamen inkâr etmiş. Kendi tükürdüğünü kendisi yalamış. Kelimenin tam anlamıyla sıçmakla kalmamış, bir de sıvamış. Ve ne yazıkdır; dağ, fare doğurmuş…
İncelemeden sonra oylamaya geçilmiş ve oyçokluğu ile malûm karar ortaya çıkmış.
Fahri beyin iddialarını, MSB temsilcisi çürütmüş. Her ikisinin ortaya atdığı iddiaları da Mahkeme çürütmüş…
İncelemesinin son iki parağrafına kadar mahkeme, hem Fahri beyin hem de MSB’nin iddialarını temelden çürütmüş. Meclisin kabul ettiği Kanun hükmünün astsubaya yüksek öğrenimde bir derece ileriden intibak hakkının hukuka ayrıkı olmadığını Anayasa ve Kanun hükümleriyle defalarca ispatlamış.
Fakat nasıl olduysa mahkeme, incelemesinin son parağrafına sıkışdırdığı tam ters yöndeki sakat ifadeler ile kararı tersine çeviren bir halet-i ruhiye içine girmiş. Mahkemenin ya ilk saptamaları yanlış ya da son saptaması. Bugün, bu kıvrak dönüşün sebebini anlamak için ne gerekiyorsa yapmalıyız.
Yukarıda okuduğunuz ifadeler, kısmî iptal kararı veren mahkemenin 7 üyesinin, davayı inceleme aşamasında ortaya koyduğu düşünceler. Kısmî iptal kararı yönünde oy kullanan bu üyelerden birisinin askerî hâkim subay olduğunu hatırlayınız. Bu askerî hâkim subayın, Genelkurmay Başkanlığının dümen suyunda kayık yüzdüren bir emireri mesabesinde olduğunu bilmeyen var mı? Bu sakat kararın emir-komuta zinciri içinde tesis edildiğini söylemek için müneccim olmaya hâcet varmı?
Yüksek öğrenim yapan astsubayların, aynı eğitimi gören devlet memurlarına göre bir derece ileriden intibak ettirilmelerini Anayasaya aykırı bulan mahkemenin 7 üyesi; gerek fakülte ve yüksek okul mezunu ve gerekse o tarihde 3 sene olan harb okulu mezunu teğmen rütbesindeki subayların, aynı eğitimi gören devlet memurlarına göre “bir derece ileriden” intibak ettirilmelerini Anayasaya uygun bulmakta beis görmemiş. İşde tam da bu noktada, kısmî iptal hükmüne imza atan 7 üye, Fahri beyin mesnetsiz iddiasının aymaz savunucusu mesabesine düşmüşler. Bu karara imza atan mahkeme üyeleri, hukukun üstünlüğünü bir kenara bırakıp üstlerin hukukunu savunmayı da Anayasaya uygun bulmakda mahzur görmemiş.
Şimdi gelelim Kanun hükmünün tamamen iptali yönünde karşıoy kullanan 6 hâkimin görüşlerine. Bu hâkimlerden birisinin askerî hâkim subay olduğunu lafımızın başında söylemişdik;
Karşıoy Gerekceleri; “Senin başçavuşun, benim teginmenimden fazla maaş alamaz” sapkınlığına giden yol…
Sayın üyeler diyor ki;
Dava edilen kuralın, askerî hizmetlerin gereklerini bozup bozmadığı konusuna gelince, yukarıda da değindiğimiz gibi askerî hizmetlerin gereklerini başta disiplin, rütbe ve kıdem öğeleri oluşturmaktadır.
Bu ifade, aşırı derecede zorlama bir yorumdur, can dostlarım. Aylığı, rütbenin vazgeçilmez bir unsuru görerek böyle sapkın bir sonuca varmanın mesnedi yokdur. Bu yargıya göre en kıdemli astsubayın en kıdemsiz subaydan her hâl ve şart altında daha az maaş alması gerekir. Böyle bir tahakkuk fikrini dünyanın hiçbir teşkilatında göremezsiniz. Bu kanaati hukukcu insanların söylemiş olması hukuk ilmi için bir tam yüz karasıdır.
Bunun doğal sonucu olarak silahlı kuvvetlerde aylıkla rütbe birbirinden ayrılmaz iki unsur olarak ortaya çıkmaktadır. Bu iki unsuru birbirinden ayıran düzenlemelerin askerî hizmetlerin gereklerine de ters düşeceği kuşkusuzdur.” Örneğin bir astsubaya, kendisine rütbesi ve kıdemi yönünden emir verme durumunda olan amirinden daha üstün aylık ödenmesinin askerî hizmetlerin gereklerine ve bunun doğal sonucu olan disipline aykırı düştüğü açıktır
İşde bu noktada 1 üyesi askerî hâkim subay olan mahkemenin 6 üyesi böylesi sakat bir kanaata saplanmış. Bu yargının doğru olduğunu kabul edersek, askerlik görevini yapmak için orduya intisab eden 1 günlük hizmeti olan bir asteğmenin, 30 sene hizmeti olan bir astsubay başçavuşdan daha fazla maaş alması gerekir. Halbu ki hakikat hem o tarihde hem de bu tarihde böyle değildir. Olamaz da! Olmasını savunmak için insanın aklını peynir ekmek ile yemesi gerekir. “Başçavuş bile olsa teginmenimden fazla maaş alamaz” sakat yargısının yuvası, kovanı, rahmi, odağı işde tam da burasıdır, can dostlar.
Şimdi, bu merhalede bize düşen, bu sapık ve ağulu yargının kimden kime bulaşdığı; kimin kime pazarladığı, kimin kime fısıldadığı ya da kimin kime dayatdığıdır. Herkesin günahı kendisinin olsun! Fakat, biliniz bakalım! Söz konusu davanın Anayasa Mahkemesinde görüldüğü aylarda, Genelkurmay İkinci Başkanlığı goltuğunda kimin gıçı var?..
Birisi askerî hâkim subay olan Mahkemenin 6 muhterem üyesi üfürmeye devam eylemişler;
Çünkü yasanın getirdiği hükümle;
-Astsubay iken yüksek öğrenimini tamamlamış ve fakat astsubay sınıfında kalmış olanlar, aynı öğrenimini yapan subayların bir derece önüne geçtikleri gibi
-Kendi sınıflarında da eski rütbelerini muhafaza etmekle birlikte daha üst rütbelerde bulunan astsubaylardan daha fazla aylık alır duruma getirilmektedir. Bu sonucu silâhlı kuvvetlerin yapısı ile bağdaştırma olanağı yoktur. Belirtmek gerekir ki, yüksek öğrenimlerini tamamlayan astsubayların terfihleri askeri hizmetlerin gereklerini bozmadan örneğin kıdem tanıma yolu ile de gerçekleştirilebilirdi….
Yukarıdaki yargıya varan sayın üyeler gene çam devirmişler. Hem de çıralısından. Hem de gıymıklısından. Hem de budaklısından. Hem de iki dane.
Birincisi; Cumhurbaşkanı ve Astsubay isimli makâlemizde tafsilatlı olarak fâş eyledik. İlave bir dereceyle intibak ettirilse bile yüksek öğrenimini tamamlayan bir astsubayın, derece/kademe bakımında teğmenin üstüne çıkması asla ve kat’a mümkün değil. Ancak asteğmen ile aynı seviye geliyor. Bunu artık anlayın! Mahkemenin burada ileri sürdüğü bu iddia, doğru değildir. Mahkeme burada, Fahri beyin öne sürdüğü yalan beyanı sorgulamadan, incelemeden aynen kabul etmiş ve Fahri beyin yemsiz, üstelik ağulu zokasını yutmuş.
Mahkeme üyelerinin devirdiği ikinci çam ise birincisiden daha berbâd. Muhteremler şöyle buyurmuşlar; “yüksek öğrenimlerini tamamlayan astsubayların terfihleri askerî hizmetlerin gereklerini bozmadan, örneğin kıdem tanıma yolu ile de gerçekleştirilebilirdi….”
Böyle sakat, böyle saçma, böyle ebleh bir fikri savunan kişinin, ordunun işleyişi ile yakından uzakdan en ufak bir ilgisinin ve bilgisinin olmadığı anlaşılıyor. Bu ifadeyi söyleyen kişi askerlik görevini yapmış olamaz. Böyle mesnetsiz ve uygulama imkanı olmayan bir hükümün altına imza atan askerî hâkim subay, bu yapdığından dolayı utanmalıdır. Beyzâdem ifadesinde diyor ki, astsubay 5 sene okusun, bir kuruş bile fark vermeyelim. Kuru kuru bir kıdem verip ensesini sıvazlayıp savuşduralım diyor. Orduda asıl ihtilaflara sebep olacak uygulama işde budur. Çünkü, yüksek öğretimini tamamlayan astsubay, tamamlamayan astsubaydan daha kıdemli duruma veya daha üst rütbeye gelecekdir ki asıl bu durum orduda ihtilâfa sebep olabilir. Hem, olacaksa olacak! Okuyan ile okumayan bir olamaz! Bu üyelerin ileri sürdüğü fikir, Anayasanın “kişinin kendisini geliştimesi” emrine temelden aykırı sakat bir düşüncedir. Aynı yerde otla dur ha!.. Daha bu hakikati bile anlayamayan hukukcuların adâlet dağıtması nasıl beklenir ki?
Be sayın avukat, be sayın hâkim, be sayın asker kılıklı hâkim subay, be sayın hukuk tahsil etmiş adam, be sayın insanoğlu! Bu kadar da eblehlik olur mu? Sana okulda hukuk dersi veren rahmetli hocalarınız bu dediklerinizi bir duysaydı size ne derdi acap? Yüzünüze tükürür müydü? Hukuk diplomalarınızı elinizden alıp yırtar mıydı? 657 sayılı Devlet Mermurları Kanun’unun ilgili hükmü ayan beyan ortadayken, devletin memuru, yüksek öğrenimin beher senesi için bir kademe maaş terfisi alırken böyle bir sözü söylemeye diliniz nasıl varıyor? Sen kendi paran ile kendi zamanın ile, elinin emeği ile gözünün nurunu ortaya dök. Oku, oku, oku… Ve minder yap, öyle mi? Bu düşünceyi saçma, eblehce diye tavsif etmek bile hafif kalır. Bu ifadesiyle sayın üyeler bize diyor ki “tek suçunuz, astsubay olmak!..” “Astsubay olacağınıza gidip ilkokul mezunu bir memur olsaydınız hakkınızı söke söke alırdınız!..” diyor. Yazıklar olsun sizlere!
Adâlet, bu davada astsubaylar için adâletsizlik olarak tecelli ediyor, muhterem vatan sevdalıları!
Son olarak Kanun hükmünün tamamen kabul edilmesi yönünde karşıoy kullanan 2 hâkimin görüşlerini tetkik edelim.
Ayağımı yumaşacık kavrayan ve sanki hiç yokmuş gibi hissetdiren bir çift pabuç; bedenime tam olarak uymuş ısmarlama takım elbise; içine girdiğimde sanki yokmuş gibi vücudumu okşayan su ile dolu bir havuz. Esdiğinde, bana tarifsiz bir hoşluk ve huzur hissi veren taze, ılık bir bâd-ı sabah.. 15 üyeli mahkemenin 2 üyesinden Sayın Muhittin GÜRÜN ve Sayın Adil ESMER’in karşıoy gerekcesini okurken kapıldığım hissiyatın sadece birkaçı bunlar…
Bu iki vicdan ehli hâkim, mahkemenin aldığı kısmî iptal ve tam iptal kararına cevap olarak öyle bir karşıoy yazmışlar ki bu dünyada insanlığın bugüne kadar bildiği, yazdığı ve söylediği bütün güzellik ve övgü anlatan sözlerini burada yazsam az gelir inanın. Her harfi, her kelimesi ile dağlara taşlara yazılacak, anıtı dikilecek bir destan gibi adeta. Bu savunmayı okudukdan sonra, Türkiye’de hukukcu varmış; Türkiye’de hukuk varmış çok şükür dedim kendi kendime. Böyle bir savunmayı dinleyen öteki hâkimlerin, kendi verdiği kararları hakkında samimi olarak ne düşündüklerini sormadan edemedim kendime. Bu savunmayı dinledikten sonra, verdikleri kısmî iptal ve tam iptal kararlarından dolayı başları öne düşdü mü acap?
Astsubayın ne olduğunu, eğitimin ne olduğunu, hakkın ne olduğunu, insan olmanın en olduğunu, adâletin, vicdanın ne olduğunu, insafın ne olduğunu bulacaksınız bu savunmada. Biz astsubaylar, bu savunmayı büyük harfler ile dağlara, taşlara yazmalıyız. Köhne ve kokuşmuş bir taasubun içine saplanan ve bir asır öncesinin sahte dünyasında ölüm uykusuna yatan MSB ve Genelkurmay Başkanlığındaki beyni çürümüş subay takımı bu savunmayı okumalı, bir daha okumalı, taa ki idrak edesiye kadar. Bu savunmayı ben okumaya doyamadım. Sizlerin de şetâret ile keyif ile okumasını istiyorum. Okuyun, ne olduğunuzun farkına varın gayrı. Bu düşüncelerle aynen naklediyorum.
Yukarıki kararda (1975/183-1976/15), 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanununun 3/7/1975 günlü ve 1923 sayılı Kanunun 37. maddesiyle değiştirilmiş bulunan 137. maddesinin (C) bendinin ikinci cümlesinde yer alan ve görevde iken bir yüksek öğrenimi bitirmiş bulunan astsubayların intibakının, aynı yüksek öğrenimi bitirenler için tespit edilen giriş derece ve kademesine bir derece ilâve edilmek suretiyle yapılmasını öngören hüküm, Anayasa’nın 12. maddesindeki eşitlik ilkesine aykırı görülmüş, buna karşı, intibakın, aynı derece ve kademeden başlatılmasının uygun olacağı sonucuna varılarak cümlenin sadece bir üst dereceden intibak yapılacağına ilişkin bölümünün iptaline karar verilmiş bulunmaktadır.
Bir hükmün Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı düştüğünü öne sürülebilmek için, her bakımdan benzer olan nitelikteki iki veya daha çok durumları düzenleyen değişik hükümlerin var olması ve bunlardan birisinin ötekilerden farklı ve imtiyaz sayılabilecek nitelikte bir düzenlenme yapmış bulunması zorunludur.
Birbiriyle kıyaslanması mümkün olmayan düzenlemelerin değişik nitelikte olmalarına bakılarak Anayasa’nın 12. maddesindeki eşitlik ilkesine aykırılıktan söz edilemiyeceği gibi birbirine benzeyen konuların bile, haklı bir nedene dayandırılmak şartıyla değişik biçimde düzenlenmelerinde de Anayasa’ya aykırılık ileri sürülemez.
Nitekim sivil statüdeki kamu görevlileri ile subayların ve astsubayların aylık ve ödenekleri ve öteki özlük hakları, ayrı kanunlarla değişik biçimde ve birbirinden farklı haklar sağlar nitelikte düzenlenmişlerdir. Kanunlarla tanınan çeşitli hakların farklılıkları arasındaki denge, haklı bir nedene ve Anayasa’nın 41. maddesinde yer alan (Adâlet) ilkesine dayandığı ölçüde Anayasa’ya uygun olur.
Şayet değişik hak ve yararlar arasındaki denge, haklı bir nedene, dayandırılmaksızın ve Adâlet ilkesini saklı tutmaksızın bir imtiyaz ve kayırma sonucu bozulursa, Anayasa’nın 12. maddesindeki eşitlik ilkesinin zedelendiği öne sürülebilir.
926 sayılı Kanunun değişik 137. maddesinin C bendindeki astsubayların intibakına ilişkin hükmün, bu açıklamanın ışığı altında incelenmesi şu sonuçları ortaya koyar:
1Yukarıki kararda belirtildiği gibi, astsubaylar, kamu görevlileri arasında, kendi özellikleriyle tamamen ayrı bir grup teşkil ederler. Hizmete alınış biçimleri, aylık statüleri, hizmet şartları diğer gruplardan hiçbirine benzemediğinden, bunların, öteki gruplarla, özellikle kamu görevlilerinin sivil kesimi ile mukayese edilmeleri mümkün değildir.
2Astsubayların, hizmet yerleri itibariyle Silâhlı Kuvvetler Personeli arasında sayılmalarına dayanılarak subaylarla kıyaslanabilecekleri hatıra gelirse de aşağıdaki nedenlerle bu da olanak dışıdır:
Nitelikleri bu derece birbirine benzemeyen ve bu düzenlemelerde, (eşit)likleri hatıra bile getirilmeyen iki ayrı grup kamu görevlisinin, sadece bir konuda, yani sözü geçen intibak işinde, eşit sayılarak aynı işleme tabi tutulmaları halinde, ve asıl o zaman, açık bir eşitsizlik yaratılmış olacağını düşünmemek mümkün değildir.
Bunların hepsinin de ötesinde, söz konusu (C) fıkrasında adı geçen ve kendi imkânlarıyla bir yüksek öğrenim dalını esas görevlerini de aksatmadan, başarı ile bitirmiş olan astsubayların tabi tutuldukları statünün sonucunda şöyle bir durum meydana gelmektedir:
Görülen yüksek öğrenim, astsubayın esasen görmekte olduğu hizmet dalına ilişkin ise, yüksek öğrenim derecesine göre düzenlenmemiş olan bir astsubay kadrosu ve statüsü ile yüksek öğrenimin bilgi ve becerisinden savunma hizmetleri yararlandırılmaktadır. Görülen yüksek öğrenim, astsubayın yaptığı hizmet dalı ile doğrudan doğruya ilişkili olmasa bile, yüksek öğrenimin sağladığı genel nitelikteki bilgi ve beceri sayesinde hizmetin daha bir üstün düzeyde görülmesi doğal olup savunma hizmetleri yine karşılıksız olarak bu durumdan faydalanmaktadır.
Şu halde yasa koyucu, sözügeçen değişik 137. maddenin C bendine koyduğu hükümle, yüksek öğrenim görmüş astsubayın, bu konudaki emeğini değerlendirmek, kendisini, öğrenim derecesinden daha alt kademedeki öğrenimi gerektiren bir kamu görevinde hizmete zorlamak suretiyle yapılan kısıtlamayı telâfi edebilmek ve devletin sağlamış olduğu yararı karşılıksız bırakmamak amacı ile bunların intibaklarını normal hizmete girenlerin bir üst derecesinden başlatma hakşinaslığını göstermiştir.
Çoğunluk düşüncesine uyularak, bunların intibaklarının, aynı yüksek öğrenimi görmüş olupta normal olarak hizmete girenlerin derecesiyle yapılması halinde, yukarıda açıklanan kısıtlama ve yararların eksiksiz karşılanmış olacağı ileri sürülemez. Zira normal koşullar içinde subay olarak hizmete başlayışta, açıklanan durumların hiç birisi söz konusu olmayıp, yüksek öğrenime göre düzenlenmiş bulunan bir statü içinde herkes yerini almakta ve o statüdeki bütün haklardan sonuna kadar faydalanma kapıları ilgililere (subayları kasdediyor. IRBIK) açılmaktadır.
Halbuki aynı derece yüksek öğrenimini yapan, fakat subay sınıfına geçirilmeyen bir astsubaya bu imkânların hiç birisi tanınmamaktadır. Bu bakımdan bunların intibaklarının bir üst dereceden başlatılmasının çok açık bir haklı nedene dayandığı ortadadır.
Kaldıki astsubayların aylık statüsünü, subay aylık statüsü ile kıyaslamak ve bunda (eşitlik) ilkesi için bir uygulama alanı aramak da doğru değildir. Çünkü 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunundaki düzenlemeye göre, subayların aylık cetvelleri, hizmete başlayış ve ilerleyiş şart ve dereceleri, yükselebilecekleri en yukarı aylık derece ve kademeleri, astsubaylarınkinden tamamiyle değişiktir.
Bu konuların hiç birisinde bir kıyaslamaya gidilmezken ve Anayasa’nın eşitlik ilkesinden sözedilmezken, ve esasen sözedilmesi de doğru değilken yüksek öğrenim görmüş astsubayların intibakında uygulanan hüküm tek başına ele alınarak sadece, bunun üzerinde Anayasa’nın (eşitlik) ilkesinin öne sürülmesinde, bu yapılırken de Anayasa’nın 41. maddesinde yer alan ve iktisadi ve sosyal hayatın adâlete uygun biçimde düzenlenmesini emreden ilkesinin hiç kâle alınmamasında isabet bulunmadığı meydandadır.
Çünkü yukarıda yapılan açıklamalar da göstermektedir ki yasa koyucu, (eşitlik) ilkesini zedeler bir yönü bulunmayan söz konusu hükmü, adâlet kurallarının bir gereği olmak üzere kabul etmiş bulunmaktadır ve Anayasa’nın adâlete ilişkin kuralları da haklıya hakkını vermeyi zorunlu kılmaktadır.
SONUÇ : |
926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanununun 1923 sayılı Kanunun 37. maddesiyle değiştirilen 137. maddesinin C bendi hükmü tüm olarak Anayasa’ya uygundur. |
Üye | Üye |
Muhittin GÜRÜN | Adil ESMER |
Diyeceksiniz ki Anayasa Mahkemesinde davayı gören 15 hâkim üyeden niçin sadece ikisinin tavsırını misafir etdiniz makâlenize. Güzel bir soru! Kendi milletine zorbalık eden, zulüm eden Bolu Beyini kim hatırlıyor, babayiğitler? Kendisinin bir heykelini, bir tavsırını gördünüz mü? Bir sokağa, bir caddeye bir şehire, bir köşeye, bir taşa isminin verildiğini duyan var mı? Bir hikâyede, bir masalda kendisinden sitâyiş ile bahsedildiğine şâhid oldunuz mu?
Bir de Köroğlu’na bakınız. Zulme, zorbalığa, küstahlığa, adeletsizliğe, haksızlığa karşı Bolu Beyine isyan edip kendi milletinin yanında yer alan Köroğlu hâlâ yaşıyor! Türkülerde, masallarda, destanlarda, hikâyelerde, sokaklarda, caddelerde ve aramızda… Ve nihâyet Anayasa Mahkemesi ve Astsubay isimli bu makâlemizde…
Biliyor musunuz? 1976 senesinden beri astsubayları perişan eden bu kararın altına imza atan Anayasa Mahkemesinin 15 üyesinin tamamı vefat etmiş. Bu üyelerden 13’üne diyeceğimiz yok! Astsubaylardan rahmet ve dua beklemesinler. Biz, yukarıda tavsırlarını gördüğünüz vicdan ehli, yüreği Allah korkusu ve insan sevgisi dolu olan adâlet timsâli iki hâkimi yâd edeceğiz bu makâlemizde; Sayın Muhittin GÜRÜN ve Sayın Adil ESMER.
Tabi ki hemen sağ tarafınızda tavsırını gördüğünüz asker dosdu ve hâmiyetperver vatan evladı Sayın Şener BATTAL…
Yüksek öğrenimi tamamlayan astsubayların maaşlarının, emsâli devlet memurlarına kıyasen bir üst dereceden intibak ettirilmesi konusunda önerge veren ve verdiği önergeyi savunurken astsubaylığı desdanlaşdıran MSP Konya Milletvekili…
Tarih, kötülüğü ve kötüleri sevmez! Kötülük ve kötüler unutulur dostlarım. Hem de çarçabuk! Tarihin her zamanında ve her mekânında sadece iyilik ve iyiler iz bırakır, unutulmaz…
Adâlet timsâli bu iki yüce, bu iki mübârek hukukcu büyüğümüzün ruhları şâd, mekânları cennet olsun!
Kendisi aynı zamanda bir hukukcu olan Sayın Şener BATTAL’a da Allah uzun ve sıhhatli ömürler versin. Huzurunuzda kendisine en derin saygılarımı gönderir, ellerinden mehabetle öperim.
1. Yüksek öğrenimi tamamlayan astsubaylara 1923 sayılı Kanun ile 1975 senesinde verilen “bir üst dereceden intibak” hakkının Anayasa Mahkemesinde görülmesi esnasında;
2. Başkanlığını Sayın Kani VRANA’nın yapdığı 15 üyeli mahkeme, kendi arasında üç kümeye bölünmüş ve birbirinden tamamen farklı üç karara varmışdır. Mahkeme, 7 üyenin oyçokluğu ile aldığı kısmî iptal kararını ancak ve sadece 1 oy farkı ile alabilmişdir. Bu 7 üyeden birisi de hâkim kılıklı subaydır.
3.15 mahkeme üyesinden ikisi, AYİM’in dava için duruşmaya gönderdiği “tefrik edilmiş” hâkim kisveli subay. Her iki askerî hâkim subay, oylarını astsubayların aleyhine verilen kararlarda kullanmışlar. Şaşırdınız mı? Asker şapkasıyla kürsüye oturan askerî hâkim subaydan hukuk adına tarafsız ve doğru karar vermesini beklemek, hele hele astsubay lehine karar vermesini beklemek safdillik olur. Bugün, AYİM’in varlığı ne kadar tartışmalı ise bu iki askerî hâkim subayın bu davada astsubayların aleyhine verdiği reyler de o kertede tartışmalıdır.
4.Yüksek öğrenim intibakı konusunda astubayların hakkını açıkdan gasp eden bu dava mutlaka tekrar gündeme getirilmelir. Maddî ve manevî her türlü imkânımızı seferber edip hukuk ehli insanların bu konuyu tartışılacağı bir toplantıyı en kısa zamanda tertip etmeliyiz.
5.Astsubaylar hangi Kanun’a dahildir? 926 sayılı TSK Personel Kanun’unu astsubaya diyor ki “Sen, asker şahıssın. Fazla mesai yok, 10 sene mecburî hizmet, 24 saat nöbet, ertesi gün çalışmaya devam. Ayakkabın tozluysa, selam vermezden seni atarım” Sonra, yüksek öğrenim söz konusu olunca aynı Kanun astsubaya diyor ki; “Nayır! Sen, memursun. 657 sayılı Devlet Memuru Kanun’una dâhilsin. Hem de Genel İdare Hizmeleri Sınıfından”
Peki, ben devlet memuruysam, yüksek öğrenim intibakımı bu Kanun’a göre yap ve “bire bir” maaş terfisi ver. 9/2’den görev başlat. Nayır, olmaz! Paşa babamın diş hakkı olarak, saraydan çıkma sultan anamın kefen parası olarak senin bir kademe maaş intibakını Genelkurmay olarak ben gasp ediyorum. Artık yeter! Edemeyeceğini göreceğin günler yakındır!
6.Ey başında Millî sıfatı olan Bakanlık! Söyle bana, astsubaylar hangi Kanun’a tâbidir? 657 sayılı Devlet Memurları Kanun’una mı dâhil? 926 sayılı TSK Personel Kanun’una mı dâhil? Yeri gelince astsubaya “Sen; asker değilsin, memursun” de. İşine gelmeyince “Sen; memur değil, askersin” de. Ben, ikisinden herhangi birisine, hattâ senin beğenmediğin sivillerin yapdığı 657 sayılı Kanun’a dâhil olmaya razıyım. Bu devletin astsubayına böyle adice, böyle edepsizce, böyle alçakca, böyle şerefsizce, böyle namertce muamele yapamazsınız! Bu yanardönerliği, bu fırfırlığı, ikircikliği, bu duruma göre kıvırmayı, her iki tarafa kalça sallamayı, bu ikiyüzlü oynamayı, bu orostopolluğu bir kenara bırak. Hiç olmazsa zihninin gerisinde saklağını söyleyecek kadar dürüst ol! Astsubaylar, kuş mudur? Karga mıdır? Asker midir? Memur mudur? Astsubaylara “ağıldaki koyun” muamelesi yapanlara bunun hesabını sormalıyız.
7.T.C. Devletinin memuru olup da iki Kanun arasına sıkışdırılan fakat yeri geldiğinde her iki Kanun’un da kapısının önünde bekletilen astsubaylar ve TEMAD hiç vakit kaybetmeden bir tespit davası açarak bu haksızlığa, bu hakarete, bu kepazeliğe, bu alçaklığa, bu orostopolluğa derhal bir son vermelidir. Bu kepazeliğe sebep olan apoletli asker düşmanı zabitan takımından bu bölücülüğün hesabını sormalıyız.
8.Yüksek öğrenim hakkı bakımından astsubayların bugün sahip olduğu hakların 1976 senesinden daha kötü olduğu su götürmez bir gerçekdir. 1976 senesinde Anayasa Mahkemesinin kısmî iptal kararı vermesiyle astsubayların devlet memurlarıyla “aynı seviyeden yüksek öğrenim intibak hakkı” resmen tanınmış idi. Bir başka ifadeyle, alınan her bir senelik eğitim karşılığında bir kademe maaş terfisi veriliyordu. Bugün, 2013 senesindeyiz. Ne acıdır ki yüksek öğrenimde intibak bakımından bugün itibariyle 1975 senesinin daha da gerisindeyiz. Nasıl mı? 1976 senesinde, yüksek öğrenimin her senesi için bir kademe veriliyordu. O zaman itibariyle astsubaylar için en kötü karar sayılan bu hakkı, Anayasa Mahkemesi hiç zorlanmadan verdi. Fakat 926 sayılı TSK Personel Kanun’unun aynı maddesi olan 137/c’ye bugün bir bakınız. 4699 sayılı Kanun’un 20nci maddesi olarak 2001 senesinde yapılan değişiklik diyor ki; “… 2 yıl süreli yüksek öğrenim için 1 kademe, 3 yıl süreli yüksek öğrenim için 2 kademe, 4 yıl süreli yüksek öğrenim için 1 derece ilave edilerek yapılır.” Genelkurmay Başkanlığı, astsubayların müktesep hakkını “bir sistem bütünlüğü içinde” bugün işde böyle gasp ediyor dostlarım. Başlangıç derece/kademesinde ve yüksek öğretimdeki intibakda bugün hâlâ astsubayların birer kademesini Genelkurmay Başkanlığı gasp ediyor. Şu arsız hırsızlığa ve şu âdi orostopolluğa bakar mısınız? Bunun hesabı sorulmalıdır.
9.Bugün biz astsubaylar, bir Şener BATTAL, bir Muhittin GÜRÜN, bir Adil ESMER daha çıkartmalıyız. Bu hamur, bu öz, bu cevher, biz astsubaylarda var, bu milletde var. Astsubayı bir yandan meslekî tahakküm altında inletip küstahca ve zorbaca davranan idare öte yandan özlük haklarında adâletsiz, fütursuz, arsız ve utanmaz davranıp hukuksuzluklara halen devam etmektedir.
10.Subay zevatı kendi haklarını her zaman en üst, en yüksek, en ballısından tahakkuk ettirmiş fakat astsubaya gelince hep “üstden sıkmış, altdan yalamışdır.” Ben, püsküllü generallerin yapdığı her darbeden sonra subay takımına altın tepside verilen imtiyaz “mama”sından istemiyorum. Ben, T.C. Anayasa’sından neşet eden ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanun’unda açık açık yazılan yüksek öğrenimde intibak hakkımı istiyorum. O kadar!
Hiçbir şeyden çekmedi nasırından çekdiği kadar, Orhan VELİ’nin Süleyman Efendisi. Biz astsubaylar da devlete çöreklenen atanmış ve seçilmiş çapsız, kalıpsız idarecilerden ve bölücü subaylardan çekdiğimiz kadar nasırımız şöyle dursun, elin gâvurundan bile çekmedik. Üstelik Süleyman Efendi gibi günahkâr da değiliz. Tek suçumuz, yegâne kabahatımız bu vatanı, bu milleti sevdiğini söyleyenlerden çok daha fazla seven astsubay olmak. Zabitan takımı, darbeler icat edip vatan sevgisine dair kuru nutuklar atdı hep. Lâkin biz astsubaylar; vatanı sevmekle yetinmedik, uğrunda öldük!..
Babayiğit kariler! 1923 sayılı Kanun hükmü ile astsubaylara verilen yüksek öğrenimde bir üst dereceden intibak hakkının gaspedilmesi sürecinde; Cumhurbaşkanlığı, Millî Savunma Bakanlığı ve Anayasa Mahkemesi üçgeninin gizli mahfillerinde çevrilen hisseli harikalar kumpanyasını temâşa eylediniz! ÇÖK locasına oturan Genelkurmay İkinci Başkanı da bu oyunu sutre gerisinden sevk ve idare etdi.
Bu hisseli hârikalar kumpanyasında; oyuncuların kimisi Karagöz, kimisi Hacîvat oldu.
Kimisi, kendisine şahbaz görevini yakışdırdı. Kimisi hayâlbaz, kimisi beberûhî, kimisi de zuhûrî.
Kimisi, Pinokyo oldu. Söylediği her yalandan ötürü burnu uzadı, uzadı ve bulutlara erişdi.
Kimisi dalkavuk, kimisi soytarı, kimisi de hokkabaz olabildi.
Birisi, “tak” dedi emretdi, hâkim kılıklı 2 subay, “emret komutanım” deyip “şak” diye derhâl yapdı.
Kimisi; ne idüğü, kim olduğu, nerden geldiği, ne yapdığı ve kime kulluk etdiği bilinmeyen “şalvar-yelekli kadın” oldu.
Kimileri; Kanûnî olup; “hak”, “adâlet”, “kul hakkı”, “vatandaşlık hakkı”, “Anayasa hakkı”, “Allah korkusu” dedi. Bu hisseli harikalar kumpanyası kepazeliğine şiddetli bir Osmanlı şamarı patlatıp adâletin timsâli görevini üstlendi meccanen.
Bu satırın müellifi; okudu, bir daha, bir daha okudu. Sonra gördüğünü, anladığını yazdı sadece. Benim zihnimde esen mahşerî fırtına, tahtını huzurlu bir sessizliğe bırakdı. Asude bir dinginlik içinde gönlüm şimdi… Artık yalan bir yana, gerçek bir yana. Doğru bir yana, yanlış bir yana. Hak bir yana, haksızlık bir yana. İyi bir yana, kötü bir yana…
Devletin başına çöreklenen çapsız, ruhsuz, izansız idareciler önce sıçıp sonra da sıvamasını becerdiler. Lâkin, güneşi balçıkla sıvamayı beceremediler. Zira, tarih, becerebileni kaydetmedi. Ve nihâyet otuz sekiz seneden beri tarihin tozlu raflarında küflenmeye yüz tutan bu hakikat, tahassür ile beklediği gün ışığına artık çıkdı.
Sizin hissenize de bu oyunda kimin kim olduğunu bulmak ve anlamak görevi düşdü…
Ağaç idik; meyveye durduk, taşlandık.
Astsubay idik; şehit olduk, alkışlandık.
Astsubay olduk, meyve olduk, şehit olduk.
Onlar; taş olabildi, taşlayan olabildi!..
Meyve olmak ya da
Taş olmak, taşlayan olmak!..
Siz, hangisinden siniz?..
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Astsb. III Kad.Kd.Bçvş.