15 Temmuz Subay Darbesi; GATA’dan GEAH’a
Başınız ağrıyor ise şâyet o başınızı kesip atmazsınız, tedâvi edersiniz, değil mi?
Fakat
Vatanı müdafaa etmek için canını vermeye nâmusu üzerine yemin eden beyaz subaylarımız;
Askerimizin canını kurtarmak için inşâ etdiğimiz GATA’yı
İçine sızan hâinleri ayıklamak yerine MSB’den “kesdiler” ve Sağlık Bakanlığına “nakletdiler!“
“Organ naklini” işitdik, biliyoruz!
Fakat “hastane naklini” de geçen sene 31 Temmuz’da öğrendik!
Aslında GATA’yı MSB’nin elinden almak, siyâsi iktidârın yaslandığı Türkiye düşmânı devletlerin gizli bir emeli idi. 15 Temmuz’u tertipleyen Türkiye düşmânı devletler, “iti, öldürene sürükletdiler!”
Ve dahi
“Ver-kurtulcu” subay ve siyâsetcilerimizin sırtından bu gizli emellerine sinsice ulaşdılar.
Ve böylece;
Bizim her boku bilen subaylarımız,
Kendi menfaatlerini tahakkuk etdirmek üzere teşkil edip
Yarım asırdan beri ellerinde tuttukları çok önemli iki mevziiyi
15 Temmuz’un gâlibi olan siyâsetcilere kapdırdı; GATA ve AYİM…
AYİM, askıda çorba misâli biraz beklesin!
16 Nisan darbesinin kapısına kilit vurduğu Merâsim Sokağın soytarıları hakkında elbetde söz edeceğiz!
Biz, şimdilik bir mola verelim ve
Hâlen yayında olan Asubay Tefrikası -5- ile henüz yazmadığım Asubay Tefrikası -6- arasına
GATA hakkında yazdığımız bu makâlemizi sıkışdıralım, inşallah.
* * * * *
At izinin it izine karışdığı 15 Temmuz 2016 subay darbesinin tozu dumanı arasında
AKP hükûmetinin peşpeşe tertiplediği KHK karşı darbesinden birisi ile M.S.B.’nin elinden alınan GATA,
Sağlık Bakanlığına teslim edildi.
Orası artık Abdülhamid Hastanesi!
Sağlık Bakanlığı isdedi. AKP hükûmeti de hemen teslim etdi.
669 sayılı KHK’nın 107’nci maddesine müsteniden GATA’yı, Genelkurmay Başkanının elinden aldılar ve
15 Temmuz’dan tam 16 gün sonra Sağlık Bakanlığının yan cebine koydular!
Hepsi bu kadar değil elbetde!
Zamân ve zemin ile tevâfuk etdiğinden dolayı;
GATA’nın el değişdirmesinin altında yatan hakikâtleri kamuoyuna fâş edeceğim.
Hem de bu vesile ile;
Bir vakitler biz asubayların da gitmeye mecbûr edildiğimiz asker hastanelerinde
Hekim önlüklü subaylarımızın kendinden olmayanlara karşı davranış biçimini ortaya koyması için
Ankara/Etlik GATA’da yaşadığım olayların en önemsizlerinden bugün sâdece birisini anlatacağım.
* * * * *
İnsanın neresi ağrısa canı oradadır! Hakikâten doğru bir tesbit bu. Canımın, dişimde olduğunu fark etdiğim bir hâtıram var; öznesi ben, nesnesi GATA, zamân 2009 senesi, zemin de Ankara’dır. Bu durumda zannederim okuyanı da sâdece siz olacaksınız! Anlatayım, şâyet iltifât buyurursanız!
Kar yok! Fakat kuru ayazın Ankara’yı teslim aldığı kurşundan ağır ve kardan da soğuk bir kış günü evdeyim! Muvazzafken, 2009 senesinin bir mesâi sabahına, dayanılmaz diş ağrıları ile uyandım. Diş ağrıları diyorum çünkü ağzımdaki diş sayısı otuz iki bile değil. Fakat zannedersin ki otuz iki bin dişim birden ağrıyor! Etlik’deki GATA’ya bizim evden mesâfe, kuş uçusu 750 metre. Evden çıkıp doğrudan hastaneye gitmek en iyi tercih. Çünkü aklım böyle emrediyor. Fakat askerlikde emir, akılı keser, bilirsiniz! Mâlûm, sevk kağıdı olmadan, ölüyorum desen asker hastanesinde bir yudum su vermezler askere. Emirin akılı kesdiğini iyi bildiğimden dolayı, aklımın bu emrini mecbûren göz ardı etdim! Kahvaltıyı falan unutdum o sabah. Alelusûl hazırlandım ve özel şirketin tedârik etdiği araca can havli ile atdım kendimi. Bindiğim otobüs, GATA’nın yanından geçip giderken ben de ona uzakdan acı ve hüzün karışık bir his ile bakabildim ancak… Bir saatlik sarsıntılı ve bol dur-kalklı yolculukdan sonra ağrıyan dişlerimle birlikde vâsıl oldum işyerine…
Mesâinin başlaması, sabah toplantısı, ona buna dert anlatmak, sevk kağını yazdırmak ve ilk âmire imzâlatmak derken, gün, öğlen oluverdi. O gün öğle yemeğini de yiyecek durumda değildim. O zamânlarda öğle molasında Kızılay’a resmî kıyâfet ile gitmek yasak. Hastaneye de sivil kıyâfet ile gelmek yasak! Sevk kağıdını alır almaz yasaklardan birincisini fütursuzca çiğneyip çabucak resmîyete büründüm. Ve kendimi, karargâhdan dışarı atdım!
Otobüs-dolmuş ile bir iki akdarmadan sonra, oturduğum evin 750 metre ilerisindeki GATA’ya geri geldim. Vakit öğle sonrası olmuş idi. Muâyene, saat bir buçukda başlar burada. Yarım saatim daha var harcayacak! Evden kahvaltı yapmadan çıkmış idim sabahleyin. Karnım çok aç idi fakat dişimdeki dayanılmaz ağrı, açlığımı bile basdırıyor idi. Bir süreliğine öte beri pabuç esgitdikden sonra muâyene saatinden 15 dakika evvel diş bölümünün önünde buldum kendimi. Hasta bekleme mahalline varıp boş sandalyelerden birine oturdum. Sağa sola bir iki boş bakış fırlatdıkdan sonra, kayıtcı hanım geldi. Sevk evrağımı kendisine verip kayıt yapdırdım. Şurada bekleyin! Muâyene başlayınca çağıracağım dedi! Muâyene sıram gelinceye kadar ben de yakın bir sandalyeye tekrâr demir atdım.
Hekim subaylarımızın giydiği beyaz önlükde, rütbe işâreti yokdur, bilirsiniz. Sol göğüs üzerinde rütbe brövesi taşırlar. Yarım saati daha öğütmüşdüm ki birden bire koridorun uzak ucunda beyaz önlüklü üç-beş kişi belirdi. Hekim olduğunu zannetdiğim bu kişilerden birisi, diğerlerinin hepsinin önünde, yılkı beygiri gibi yeldiriyor idi. Zannedersin bu adam komutanı değil, sanki GATA’nın sâhibi… Sürü hâlinde yürüyerek önümden geçip gitdiklerini gördükden bir iki saniye sonra, en önde yeldiren o şahıs, birden bire hışımla geri döndü! Ve gelip tam önümde dikeldi. Ben, hâlâ oturuyorum! Bir şey soracak diye beklerken hiçbir şey söylemeden, her iki eliyle “ayağa kalk” mânasına gelen bir işâret yapdı. Ben de, askerliğin verdiği çeviklik ile gayri ihtiyârî hemen ayağa kalkdım. Beyaz önlüklü bu şahıs, ayağa kalkdığımı gördükden sonra “Hah! Tamam, şimdi oldu!” der gibi başını öne arkaya bir iki kere salladı ve geri dönüp aynı hışımla yoluna devâm etdi. Ben, bu beyaz önlüklü adamın kim olduğunu ve bana ne demek isdediğini anlamaya çalışırken, O’nun arkasında dolanan beyaz önlüklü başka bir şahıs, yanıma usûlce yaklaşdı. Nâzik bir ifâde ile; “Başçavuşum, komutan yeni geldi, kendisine hastaneyi gezdiriyoruz da!” diyerek sağolsun, durumu açıkladı. Nutkum tutulmuş olmalı ki bu söze de karşılık veremedim. Zihnimin bir yarısı yaşadığım beş on saniyelik bu çarpıcı olayı anlamaya çalışırken diğer yarısı ile şunları söyletdi bana! İyi, gözel! Yeni gelen komutanı gezdirin de… Bana ne bundan? Ben, sabahdan beri canımın derdine düşmüşüm! O şahısın komutan olduğunu bilsem bile niye ayağa kalkayım? Ağrısını beynimin en ücrâ köşelerinde hissetdiğim çürük dişimi tedâvi etdirmek için geldiğim yer, hastane…. Ben de asker olmakdan önce, burada bir hastayım! GATA’ya teftiş içtimasına gelmedim ki!
* * * * *
Dünyâya hükmetme iddiası olan her devletin ordusunda, asker hastaneleri vardır. Bu asker hastanelerinin temel amacı da rütbe ayırt etmeden her askerine eşit düzeyde sağlık hizmeti vermek ve şifâ dağıtmakdır. Bu cümlenin devâmı olmak üzere bizim ordumuzun da asker hastaneleri olmalı, elbetde. Hem de dünyânın en iyi asker hastaneleri bizim ordumuzda olmalıdır. Fakat gerek muvazzaf iken gerekse emekli olduğumuz dönemde yaşadığımız hakikâtleri göz önüne alınca bu arzu ve hedefin biz asubaylar için tam anlamı ile bir karabasana döndüğünü yaşadık ve gördük!
* * * * *
Kendilerini “insan üsdü insan” addeden amiral/general denilen asker cinsi, şu katta hizmet alır! Şuradaki müstakil odalarda, birinci sınıfdan da üsdün iâşe yer, içer; oradaki şıfşıflı helâlara sıçar; tek kişilik odalarda, birinci sınıf ekiz yataklarda, tek başına yatar! Hekimler dersen, profesör subaylarımız niye var dersiniz? El pençe divân durmuşlar! Hizmet edecek amiral-general ve kendini amiral-general zanneden şizofren albay gürûhunu bekliyor…
Kendi uydurdukları sahte subay sınıfı olan “üstsubaylar” başka bir katta, başka bir bölümde muâyene edilir. Bu zümrenin de hekimleri en iyilerinden! Doçent hekim subaylarımız pervâne olmuş etraflarında. Sıranı bekle, bugün git yârın gel diyemez, kimse bunlara! Odaları, helâları gene müstakil; hizmetler, yataklar, iâşe gene birinci sınıfından…
* * * * *
Erkek subayların yapdığı her işi yapmak için mesânesini çatlatmak bahâsına sidik yarışına giren kadınlarımız, Niye hemşire subay olmak isdemez acap? Kadınımız olsun, erkeğimiz olsun! Eğnine subay kıyâfeti giyen insanımıza pek tuhaf bir şeyler oluyor! Hakikâten tetkik edilip ders çıkartılası bir vakıa bu!..
|
Asubay Tefrikası-3’ü okudunuz ve öğrendiniz, biliyorsunuz!
Coni ordusunda da
Tomi ordusunda da
“Asubay” denilen uyduruk kaydırık bir asker sınıfı yokdur!
Fakat her iki orduda hem “subay” hem de “er” bay ve bayan hemşire vardır.
Kraliçenin ordusundaki bayan subay bir hemşire, hasta bir erin yatağını yapıp altını temizlemekden tiksinmez.
Coni ordusundaki bayan subay bir hemşire de hasta bir erin yemeğini yedirip tıraş etmekden gocunmaz! Bunları biliyorum, çünkü bizzat gördüm.
Bu vatana sadâkatlarından her dâim şüphe etdiğim bizim beyaz subaylarımızın hükmetdiği Türk Ordumuzda ise
Hemşire teğmen mezûn etmek üzere 1985 senesinde gürültü ile hizmete açdıkları GATA Hemşirelik Yüksek Okulu,
GATA’nın 2007 senesinde yapdığı “ince bir balans ayarı” ile sessiz sedâsız iflâs etdi!..
Çünkü bizim beyaz bayan hemşire subaylarımız;
Erimizin altını temizlemek şöyle dursun, kendi renginden olan subayının ilacını vermeyi bile reddetdi.
GATA’nın başına belâ olan bu çete hemşire teğmenlerden ordumuz, okulu kapatarak ancak kurtulabildi.
Yüksek hemşire bayan subaylarımızı da karârgâh subayı yapıp meselenin üzerini örtdü GATA Komutanlığı…
* * * * *
“Hasta tipi”, “Hasta Rütbesi” , “Statü” laflarının pek sık devriye atdığı bir hastane idi GATA…
Görevde iken tedâvi olmak, şifâ bulmak,
Emekli olunca, son olarak da ölmek için kapısını çalan askerlere “hasta” muâmelesi yapamadı bir türlü!
İlgili bölüme kayıt yapdırınca yarım sayfa bir kağıt verirler. Üzerine “Hasta Tipi: Astsubay”, “Rütbesi: Başçavuş” yazarlar idi…
Emekli olduk! 15 Temmuzdan evvel gene bir iki gitdik, kapısını çaldık! Kayıt yapdıkdan sonra elime verdiği kağıda bakdım! Bir yerinde bu kez de şöyle yazıyor idi; “Hasta Grubu: Emekli Astsubay”.
Elimize verdikleri sevk kağıtlarındaki her ne demek ise “Statü” satırına da biz “astsubayların” “ne olduğunu” yazmaya tenezzül bile etmemişler…
Ben buraya, emekli asubay olduğum için değil fakat hasta olduğum için geldim, arkadaş! Burası hastane ise ki öyle! Ve şâyet siz de doktor iseniz ki öylesiniz! Doktor gibi davranın! Bana da her şeyden evvel hasta muamelesi yapın! Kolumdaki rütbeme değil de sızlayan kalbime; ağrıyan dişime, başıma, mideme; görmeyen gözüme, işitmeyen kulağıma… Ne bileyim, kanayan yarama bakın, Allah aşkına!..
* * * * *
Subay helâsı, üstsubay asansörü, subay berberi, subay bölümü, subay park yeri, amiral/general yemekhânesi, üstsubay bilmem nesi?.. Hepsini berhevâ etmiş! Bu tabelaları da indirmiş, 15 Temmuz!
Uyduruk bir asker sınıfı olan Asubayın ise adı yok idi, GATA’nın buralarında!.. Bir dudağı yerde, bir dudağı dağların üsdünde gezen beyaz subay doktorlarımızın evvelâ kapısını üç kere tıktalıp, akabinde aynı anda baş ve topuk selâmı verdikden sonra esâs duruşda girerdik odalarına… “Diğer hastalar” deyip battal bir torbanın içine “çöp” niyetine karışdırmışlar idi, kırk beş sene evvel…
Rütbe işâretimizin omuzda değil de pazumuzda olduğunu farketdikleri anda subay doktorlarımız, arsız manav gibi hizmet etiketini ters yüz ederdi hemen. Subaylarımıza, “buyrun komutanım, hoşgediniz!..” Biz asubaylara ise, sanki tekdir eder gibi “buyur başçavuşum, neyin vardı?” muâmelesi… Muâyene, acemi hekimlerden; odalar, ikinci, üçüncü sınıf koğuş cinsinden; yataklar, iâşe dersen dördüncü, beşinci sınıf… Bizzat gördüm ve yaşadım! Röntgen bölümünde, diş bölümünde bile subay – asubay olarak iki ayrı pencereden ve iki ayrı bölümde hizmet verdiklerini asla unutmayacağım!
Ziyâretine gitdiğim meslekdaşlarımın yatdığı odaların perişân hâlini her gördüğümde, bu acı farklılık yüreğimi hep sızlatmışdır. Asker hastanelerinin böyle derme çatma çöp odalarında ölmekdense, Eski Tüfek ben Şükrü IRBIK, sokakda ölmeyi tercih ederim, kendi adıma…
* * * * *
Beş altı sene evvel de bizim “55’lik kırmızı kartlıları” üstsubayların kuyruğuna ilişdirmişler idi. Biz muâyene kuyruğunda gubarmış hindi gibi sıra beklerken öyle bir kasılıp sınıf arkadaşlarına hava atarak subayların gıçında guyruğa giriyorlar idi ki bunlar, sormayın!..
Subaylarımızın kuyruğunda dolanan bizim bu “kırmızı kartlılar”, karârgâhın arka kapısından itile kakıla kovulup emekli edilmişler!.. 55’i beklemeyenler ise başları dik bir şekilde son selâmı verip karârgâhın ön kapısından vedâ etmişler asubaylığa. İkisinin arasında bir sene, bilemedin beş sene var. Asubayları bölmeyi pek iyi bilen “iri kafalı” ve “anıtı büyük” birisi, bizim 55’liklere bu hakkı(!) bahşetmiş idi. Askerî hastaneleri geri verin diye hönküren beyaz subaylarımızın kuyruğunda görüyorum şimdilerde bizim bu “55’likleri” de gülmek geliyor içimden…
* * * * *
Bu vakitden sonra başkaları saltanat sürer mi?
Ya da beyaz subay sultası tekrâr hortlar mı, bilmiyorum!
Fakat bildiğim bir hakikât var; GATA Etlik hastanesinde son 45 seneden beri hükmünü sürdüren subaylarımızın saltanatı, 15 Temmuz’da zevâlini bulmuş!
Bütün kapılar, bütün odalar, bütün bölümler, bütün camekânlar herkese açık şimdilerde… En azından zâhiren öyle! Gizlisi, saklısı yok bu sivillerin! Üsdelik selâmsız sabahsız, yeniçeri agası gibi dalıyor vatandaş, doktorun odasına… Bizler gibi ıkına sıkına derdini anlatmak yerine; hekimi, hesâba çekip hemşireyi darb etmesi de cabasından…
10 senede inşâ edilen bu hastanemize, hizmete açıldığı 30 Nisan 1971 târihinde adına subaylarımız, GATA demiş idi…
15 Temmuz darbesinden sonra azgın subaylarımıza gem vuran siyâsilerimiz ise GEAH dedi… Hastanenin orasına burasına yapışdırdıkları kocaman canlı ekranlarda şöyle diyor, yeni idâreciler;
“Gülhâne Eğitim ve Araştırma Hastanesi hizmete daha güçlü bir şekilde devâm etmektedir.”
Bunu söyleyenlerin ya verdikleri hizmetden haberleri yok! Ya da akılları…
Subaylarımız elini çekeli beri burada herşey daha kötüleşmiş! Ortalık daha kirli; hastalar daha kaba ve umarsız; hekimler, hemşireler daha duyarsız…
Gemiyi önce fareler terk eder ya!.. Vazifeden âşina olup da ara sıra tesadüf etdiğim subay gardeşlerim ise ayaklarını çokdan çekmiş buralardan…
Kibir ve kasıntıdan burunları dağları aşan şerefsiz subaylarımız GATA’yı baykuşlara teslim etdiler! Eti de benim, kemiği de benim olsun diyen; sonsuz bir kıskançlık ile benim olmazsa kimsenin olmasın diyen alçak subaylarımızın kokuşmuş zihniyeti işde, bu neticeyi getirdi. Bütün bu kötü hekim subaylarımıza rağmen içlerinde her rütbeden güzel insanlarımız, hekim subaylarımız var idi elbet, bunu gördüm, biliyorum. Bu sözlerimiz de onlara değildir. Mâziye dönüp bakdıklarında şimdi onlar, rütbe ayırımı yapmadan asker hastalarına şifâ dağıtmanın haklı huzûrunu yaşayabilirler.
* * * * *
Bütün bu kötüleşme bir vakıa!..
Fakat arayana bir de züğürt tesellisi cinsinden güzellik(!) zuhûr eylemiş!
Bugün buraya gelen hastaların hepsi aynı rütbede eşitlenmiş; “vatandaşlık”…
GEAH’da kötüleşen her türlü hizmetden her vatandaş, payına düşeni eşit olarak alıyor. En azından öyle görünüyor!
GATA artık, GEAH oldu…
Kapısından giren her rütbeden askerimize birinci sınıf hizmet edip şifâ dağıtması için
Şu fakir devlet, GATA’ya her türlü imkânı ve parayı fazlası ile verdi.
Fakat efendilik “nöbetine tutulmuş” ve “kudret zehirlenmesine uğramış” siz beyaz subaylarımız;
İnsanca, eşitce, askerce, kardeşce ve ahlâklıca bölüşmeyi beceremediniz!
Derenin bütün suyunu kendinize akıtdınız…
Kendileri söz konusu olunca GATA’daki hizmeti oduncu kantarı ile bol keseden tartan subaylarımız
Kendilerinden başkalarına hizmet etmeye gelince, hep cimri kuyumcu terâzisi kullandı!
Hepinize yazıklar olsun!..
GATA artık yok!
Asker hastanesi olmayan dünyânın tek devleti Türkiye,
Dünyânın tek ordusu da Türk Ordusu oldu, sâyenizde!..
Ey, kendini insan üsdü insan zanneden beyaz subay gardeşlerim!
Şifâ bulmak için ayağınıza kadar gelip kapınızı çalan sizden olmayan askerlerden çok bedduâ aldınız, çok!
ATATÜRK’ün askeri olduğunu söyleyen sizler, ATATÜRK’ün Ordusunu darma dağın etdiniz, bu bir yana;
Sırf kendi menfaatinizi devâm etdirmek uğruna
Şimdi de GATA’yı bitirdiniz!
Gıçınıza gına yakabilirsiniz!
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.