Derviş Paşa, mühürlü padişah fermanını aldıktan sonra üç kez öpüp başına koydu, sonra Padişaha bir emri olup olmadığını sordu, padişah;
Derviş Paşa padişahın eteğini öpüp, geri geri çıkarak huzurdan ayrıldı.
Sarayına vardığında emri hümayunu açıp okudu, Padişahı temsilen Halep Vilayeti içinde kalan Antekya nahiyesinin Belen geçidi çevresinde, uğruların türediği, gelip geçen kervanlara saldırıldığı, bölge halkının göçer olması nedeniyle bölgede düzen sağlanamadığı, bölge halkının yerleşik düzene geçmesi için çaba sarf edilmesi, adalet ve güvenliğin sağlanması isteniyordu. Türkmenler padişaha boyun eğmiyor, kendi törelerince, kendi bildiklerince dağlarda hayvancılık yapıyor, ovaya inmeyi reddediyorlardı. Kozanoğlu Türkmenlerin lideriydi, bir türlü Türkmenlerle Osmanlı’nın yıldızı barışmamıştı.
Halep üzerinden gelip, amik ovasını takiben İskenderun Sancağına, oradan da Adana, Osmaniye ve tüm Anadolu’ya açılan tek kapıydı belen geçidi. Belen kasabasının nüfusu daha çok Ermenilerden oluşuyordu. Bu küçük kasabada Kanuni Sultan Süleyman’ın yaptırdığı bir Kervansaray da bulunmaktaydı.
Derviş Paşa mert, sözünü padişahtan bile esirgemez, aldığı görevi canı pahasına yapan, rakiplerinin bile saygı duyduğu ve çekindiği bir şahsiyet, bir görev adamıydı. Bu görevi ondan daha iyi yapacak kimse yoktu!
Evinden üç gün hiç dışarı çıkmadan haritalara baktı, kitaplar okudu, bölgeyi bilen komutanlarıyla toplantılar yaptı, üç günün sonunda en has iki adamı yanına çağırdı.
dedi. Emir derhal yerine getirildi, 13 gün kadar sonra 80 kişi o bölgeye yerleşmişti.
Yol hazırlıkları bir hayli uzun sürdü…
Konya Ovasına vardıklarında Recep ayının birinci günüydü. Derviş Paşanın Ordusu 1200 atlı, 2000 piyadeden oluşuyordu. Sıhhiye ve geri hizmette görevli üç yüze yakın kişi de hesaba katıldığında 3500 kişilik bir ordu yürüyor, tüyleri pırıl pırıl güneşte parlayan besili, bakımlı, eğitimli atlar, her biri 100 okkadan daha fazla çeken yağız yiğitler göz kamaştırıyor, her geçtikleri şehirde halktan alkış alıyordu.
Recep ayının 19’uncu günü tan yeri ağarmadan önce 200 atlıdan oluşan öncü birlikler Belen kasabasına ulaşmış, 100 atlı bölgeye daha önce gelen 80 kişi ile buluşmuş, önemli mevkileri tutmuş, kontrolü sağlamış, diğer 100 atlı hiç durmadan yola devam etmiş, bu gün Topboğazı olarak bilinen mevkiye günün ilk ışıkları ile birlikte ulaşmıştı.
Burası Halep’ten, Ayıntaptan, Maraştan, Antekya’dan İskenderun sancağına, oradan da Anadolu’ya geçişin kesişme noktasıydı. Bir vadiden iniliyor, bu mevkide dağ bitiyor, Antekya, Kamışlı, Reyhaniye, İslahiye ile çevrili büyük bir ovaya varılıyordu. Atlı askerler 20 kişilik beş guruba ayrıldı. İlk gurup Antekya yönüne, ikinci gurup Kırıkhan İstikametine, üç ve dördüncü guruplar ova yönüne, son gurup ise yol güzergâhına yerleşti. Yol güzergahındaki gurubun başında Derviş Paşa’nın en güvendiği adamı Arap İlhan vardı, Arap İlhan bu bölgede doğmuş, arap çocuğuydu. Bölgeyi iyi biliyordu.
İki gün sonra, sabah namazı vakti geldi Derviş Paşa Belen’e. Belen’i kontrol altında tutan 100 atlının başındaki mülazım-ı sani Seyit karşıladı Paşayı…Ayak üstü bilgi aldı, sonra yola devam ettiler. Belen’in içinden geçerken tam bir sessizlik hüküm sürüyordu. Atların nal sesleri, yüksekten akan su sesine, at kişnemelerine karışıyordu. Bazen bir ürkek el bir pencerenin perdesini aralayıp bakıyordu, o kadar.
Baharın en güzel zamanıydı, her taraf çiçek, her taraf bahar kokuyordu. Sıcak bastırmadan karargah kuruldu, kazanlar yerleştirildi, çiçek kokularına yemek kokuları karıştı.
Derviş Paşa, Arap İlhan başta olmak üzere Komutanlarını vakit kaybetmeden çadırında topladı. İlk sözü Arap İlhan’a verdi.
Arap İlhan, Avşar Hasan eşkıyasının yerini belirlediklerini, Kale dibi mevkiinde orman içinde 30’a yakın adamı ile birlikte olduğunu söyledi. Paşa, yarın sabah o iblisi canlı ve burada istiyorum, bu işten sen sorumlusun Arap dedi. Yöredeki tüm aşiretlere hemen haber salın, herkesi burada istiyorum dedi. Arap İlhan, 40 atlı ve yüklü bir katır ile yola çıkmadan önce ulakları aşiretlere gönderdi. Kendisi Delibekirli, Yılanlı, Çatal Oluk, Kurucova, Eşmişek Yaylası üzerinden Kale dibine yola çıktı. Gün batımından sonra varmak istiyordu bölgeye…
Bölgeye karanlık basmadan vardılar. Katırı yöresel kıyafetli, gösterişsiz, kendi halinde, çerçi görünümündeki biri aldı. Atlılar orman içine çekildiler. Katır yoluna devam etti.
Katır tam eşkiyaların olduğu bölgeden geçerken, eşkiyalar durdurdu.
Katırın üzerinden yükü indirdiler, üstte incik boncuk, şekerleme, altta el yapımı halis İncir Rakısı vardı. Eşkiyalar rakıları da alıp Avşar HASAN’ın yanına götürdüler. Eşkıya başı önünde titreyen adama şöyle bir baktı,
Eşkiyalara gün doğmuştu, av eti ile İncir rakısını içtikçe içtiler… Aşık Ali dedikleri biri saz çalıp türkü söylüyordu, yiyip içtiler, çalıp söylediler, ay dağın üzerine dikilmişti, birazdan ay battı…Nöbetçi diye bıraktıkları birkaç kişi sanki herkesten önce sızıp kalmıştı. Arap İlhan ve adamları sessizce geldiler, önce Avşar Hasan’ı aldılar, sonra diğerlerini uyandırdılar. Kısa bir çatışma oldu. Otuza yakın eşkıyadan 13’ü ölmüş, 8’i yakalanmş geri kalanlar da karanlık orman içinde izlerini kaybettirmişti.
Arap İlhan’ın çerçi kılığına soktuğu adam ve katıra yüklediği İncir rakısı çok işe yaramıştı.
Arap İlhan’ın adamlarından sadece bir hafif yaralı vardı.
1865 Yılının Recep Ayının 21’inci günü, Halep taraflarından Mürsel Oğulları, Hacılar Köyünün ileri gelenleri, Yahudi ve Hıristiyan din adamları ve cemaat temsilcileri, Kılıçoğulları, Reyhaniye’den Çerkez Beyleri, Ulaşlı aşiretinden kalabalık bir gurup, Söğütlüöz Aşireti, Antekya Arapları, Dağ köylerinden yüzlerce insan bütün gece askerlerin çalışıp kurduğu geniş ve yüksek sekinin etrafında toplanmıştı.
Ne bir Türkmen, ne de bir Türkmen Beyi gelmişti.
Gelen aşiret temsilcileri Derviş Paşa’ya bağlılıklarını bildiriyor, hediyelerini sunuyordu.
Derviş Paşa emir vermişti, gelen hediyeler kayıt altına alınacak, yiyecek askere dağıtılacak, yiyecek dışındaki hediyeler Padişah Hazretlerine sunulmak üzere götürülecekti.
Hoş geldin ve hediye faslı bittikten sonra, Derviş Paşa yüksek sekiye ağır adımlarla ilerledi. Murassa kılıcı, pahalı taşlarla süslü kaftanı güneşte parlıyordu. Kalabalığa şöyle bir baktı… Atlılar, piyadeler düzgün sıralar halinde dizilmiş kıpırtısız, duruyordu. Manzara gerçekten görkemliydi.
Tam bu esnada 30 atlı, 14 yaya, bir katırdan oluşan Arap İlhan’ın bölüğü göründü. Ünlü eşkıya Avşar Hasan elleri önden bağlı gurubun en önündeydi. Arkasında Arap İlhan vardı. Bütün gözler o yöne çevrilmişti.
Avşar Hasan’ı sekinin altında bırakıp, Paşanın yanına vardı Arap İlhan, Paşayı usulünce selamladı, sakindi.
Arap askerlerine işaret etti, Avşar Hasan’ı sekiye çıkardılar.
Avşar Hasan başı dik, heykel gibi duruyordu. Paşayı selamlamasını istedi askerler, oralı olmadı Eşkıya Başı.
dedi Avşar Hasan !
Paşa öfke içindeydi, eli kılıcına gitti bir an, sonra vazgeçti.
Avşar Hasan oralı olmadı,
Havada bir kılıç parıltısı, kılıcın çıkardığı ses ve Avşar Hasan’ın başının sekiye düştüğünde çıkardığı ses dışında hiçbir ses duyulmuyordu. Herşey, herkes, kuşlar, atlar, sinekler, arılar, kalabalık, atlar, askerler, her şey susmuştu.
Arap İlhan elindeki kanlı kılıcı diz çöküp Paşa’ya uzattı,
Paşa Arap İlhan’ı yerden kaldırdı kılıcını geri verdi…
Sessizlik yerini şaşkınlığa, uğultuya bırakmıştı. Kimse gördüklerine inanamıyordu.
Derviş Paşa hiçbir şey olmamış gibi halka döndü…
Gözleri ile halkı süzdü, her yana baktı, Arap İlhan’a sordu
Konuşma uzayıp gitti… Halk korku içindeydi… Söylenenleri anlamaktan çok uzaktılar… Öğle ezanına yakın Derviş Paşa konuşmasını bitirip arkasını döndü, çadırına girdi.
Kalabalık geldiği gibi dağıldı…
Ordugah 3 gün daha kaldı, Derviş Paşa beylerle aşiret ileri gelenleri ile görüştü. 4’üncü günün sabahı asker yola çıktı. Ordugahın olduğu yerde küçük bir müfreze kalmıştı.
Recep Ayının 26’sında Ordu erken saatte Belen Kasabasından geçti, dönüşteydi, Belen’in giriş ve çıkışındaki iki ayrı ağaçta dörder ceset sallanıyordu. Eşkiyanın arkadaşları Belen kadısının kararıyla asılmıştı. Bir gece bir gündüz asılı kalmaları hükmü verilmişti. Ertesi günün sabahı erkenden sessizce cenazelerini aldılar.
Derviş Paşa Arap İlhan’ı affetmedi, memleketinde bıraktı. Bir miktar para verdi, seni hizmetlerine saygımdan affediyorum, ama seni askerimin arkasında görmek istemem dedi. Sonbahar yaprakları dökerken Arap İlhan Kara Su’nun kenarında çift sürerken, nehri takip ederek gelen üç kişi ağızdan dolma tüfekle Arap İlhan’ın vücuduna ateş edecek, Arap İlhan saatlerce kıvrana kıvrana kan kaybından ölecekti.
Dönüşte Derviş Paşa Çukurova’yı çevreleyen dağlarda Türkmenler üzerine yürüyecek, binlerce Türkmen kılıçtan geçirilecek, Kozanoğlu öldürülecekti. DADALOĞLU can yoldaşı Kozanoğlu için;
Derviş Paşa gayrı kına yakınsın
Böbür böbür dört bir yana bakınsın
Ama bizden gece gündüz sakınsın
Öç alırız ilk fırsatı bulanda.
diyecekti.
Yazı, tarihte yaşanmış gerçek bir olaydan esinlenilerek kaleme alınmıştır. Yer isimleri ve bir çok kişi-aşiret isimleri doğrudur. Kurgu-hikaye yazarın kendisine aittir.
Tarihin her döneminde paşa-bey zulmü süregelmiştir. Zalimler hep kaybetmiştir, zulme, haksızlığa, adaletsizliğe uğrayanlar ağır bedeller ödese de hep kazanmıştır. Kazanmak için kaybetmeyi göze alabilmek gerekir.
Yeter ki başımız dik, yolumuz doğru olsun!