SAÇLARI ALTIN SARISI
Birkaç yıl önceydi.
Bir iş seyahati nedeniyle minibüsle Ankara’dan Balıkesir’e gidiyoruz. Akşamüzeri çok bilinen bir peynir markasının zincir tesislerinden birinde yemek için durduk. Bu işletme daha sonra Araplara satıldı, sonra da battı. Hava çok soğuk, akşam karanlığı ile birleşen bulutlar iyice kasvetli bir hava oluşturmuş. Tesis kalabalık.
Yola çıkmak için aracımıza yöneldiğimizde sırtlarında sadece ceket olan iki genç yanımıza gelerek mahcup bir tavırla “Bizi de gittiğiniz yere kadar alabilir misiniz” dedi daha yaşlıca olanı. “Buyurun” dedik.
Daha önce bu tesiste çalışıyorlarmış, patron işten çıkarmış, burada gelen giden arabaları yıkayalım, aldığımız bahşişle idare ederiz demişler.
“-Patron para falan ödüyor mu, ya da sigorta falan” diye sordum.
Genç olanı;
“-Abi Patron neredeyse bahşişi paylaşalım diyecek, bizden kullandığımız suyun parasını alıyor” dedi.
Belli bir miktarda anlaşmışlar. Her ay milyonlarca lira cirosu olan tesise su parası ödüyorlar, kaldı ki tesise gelen insanlar o tesisin müşterisi.
“-Yemek veriyor mu bari?” dedim,
“-Yok Abi, paramızla da yiyemiyoruz bize göre çok pahalı, çoğu kere evden getiriyoruz, bazen de marketten ekmek helva falan idare ediyoruz.”
Yaşlıca olanı evliymiş, bir kız çocuğu varmış 3 yaşında, ondan bahsederken gözleri parlıyor, eşi ev temizliğine gidiyormuş çocuğu komşusuna bırakıp, “komşu ne kadar ilgilense de anne gibi olmuyor” derken sesi karıncalandı ama evin idaresi için başka çaresi yoktu, zaten her gün de iş çıkmıyormuş. Eşi işe giderken çocuk çok ağlıyormuş. Uykuda bırakıp gidiyormuş. “Uyanınca mutlaka ağlıyordur” dedi gözleri dolarak.
“- Sen evli misin” dedim genç olana,
“-Abi bu durumda neden bir başkasını da perişanlığıma ortak edeyim ki” dedi.
“-Ama sevdiğin biri vardır?”
“-Var tabi ama nasıl olacak? Yoksulluğuma, çaresizliğime bir başkasını, hele çok sevdiğim birini ortak etmek ne kadar doğru bilmiyorum. Sigorta yok gördüğünüz gibi kışın soğukta devamlı su içindeyiz, üşüttüm hastalandım, on beş gün yattım. Yeniden başlayalı üç gün oluyor.”
“-Emeğinize değiyor mu bari” dedim.
Genç olan güldü, “kaşık götü yalamayla karın doymuyor da, yapacak başka bir şey yok, her gelen arabayı yıkıyoruz, araç sahibi arabasına geldiğinde işimizi bırakır “hayırlı yolculuklar”
deriz, kimisi üç beş lira verir, kimisi bozuk yok der, kimisi de ya kardeşim size yıka diyen mi oldu diye kızar. Günün sonunda ne topladıysak paylaşırız. Bereket versin deriz.”
Yaşlıca olanı “Abi biliyor musunuz, bahşişi daha çok garibanlar verir, onlar anlar bizi, yoksulluğumuzu çaresizliğimizi bilir, kaderimiz ortaktır çünkü. Lüks araba sahiplerinden nadiren bol bahşiş veren olur, tahminimce onlar da garibanlıktan gelmiştir.”
Hava iyice kararmış, ahmak ıslatan türü bir yağmur başlamıştı. Balıkesir’in kenar mahallelerine ulaşmıştık. Genç olanı “ ben ileride durakta ineyim dedi. Evine bırakalım dedik, kabul etmedi, diğer arkadaşı bırakın onu evde kızı bekler, yollarımız ters, ben otobüsle gideyim, buraya kadar getirdiniz Allah razı olsun dedi” Araçtan indim onunla beraber, sarıldık… Arkasına bakmadan yürüdü durağa doğru, yanından geçerken el salladı.
Diğer arkadaşı ısrar edip muhtemelen iki oda, gecekondu, bacası tüten evine bıraktık, Balıkesir’in meşhur höşmerim tatlısından almıştık tesisten, zorla eline tutuşturdum, almak istemedi, “kızına amcalarından dedim, lütfen kırma bizi” Az oyalandık, baş örtülü genç bir hanım kapıyı açtı, saçları altın sarısı küçük kız babasına annesinden önce sarıldı.
Uzunca bir süre sustuk yol arkadaşımla, çünkü söylenecek söz yoktu, ya da söylenecek şey o kadar fazlaydı ki!