1932’de fakir düşmüş bir ailede, Fahri-Mahbube çiftinin üçüncü çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. İstiklal savaşı sırasında Kâzım Karabekir Paşa’nın emrinde çalışan babası, 4 yıl askerlik yapıp memleketine döndüğünde harap olan evinin onarımı için İstiklal Madalyası’nı satmıştır. Anne ve babasının okuma yazması olmaması sebebi ile kitap içinde bulunmayan bir evde büyümüştür. 1939 Erzincan Depremi’nde ablası, ağabeyi ve kardeşi depremde ölmüş, annesi, babası ve kendisi yaralı olarak kurtulmuştur.
Dinle ilgilenmeye başlaması üzerine eserleriyle tanıştığı Said Nursi ile bizzat tanışmak için 1957’de Emirdağ’a giderek Said Nursî’nin talebeleri arasına katılmış, daha sonra Erzurum’da sohbetine katılarak tanıştığı Mehmet Kırkıncı’ya da talebe olmuştur. Fethullah Gülen ile tanışıp ona talebe olması 1970’lerdedir. 1972’de ordudan emekli olan Okçu Nurcu kimliği sebebi ile birçok kez üstlerine şikayet edilmesine karşın çalışkanlığı ve bilgisi onun ordudan atılmasını önlemiştir. Ancak, askeriyede birçok defa da mahkeme kararı ile olmasa da komutan emri ile hapis cezası almıştır.
1959’da Şermin Hanım ile evlenmiş ve bu evliliğinden Osman ve Ayşe adında iki çocuğu olmuştur. 1967’de haftalık İttihad Gazetesi ile yazı hayatına başlayan Okçu, kendini gizlemek ve kitaplarını korumak adına Hekimoğlu İsmail müstear adını kullanmayı tercih etmiştir. “Hekimoğlu İsmail” adının tanınmasını sağlayan Minyeli Abdullah romanı kitaplaşmadan önce 1967’de İttihad Gazetesi’nde yayımlanmıştır. 2009 itibari ile 80’den fazla kez baskısı yapılan, yüzbinlerin okuduğu Minyeli Abdullah romanını hem ordudan, hem de cemaatten, hem de ailesinden gizli olarak ve parası yetmediği için çöplükten topladığı kâğıtları kullanarak yazdığını ifade etmektedir. 1969-1974 yılları arasında Yeni Asya Gazetesi’nde köşe yazarlığı yapmış, 1975’te Sur Dergisi’ni çıkarmıştır. 1975’te Ahmed Günbay Yıldız ile birlikte Türdav’ı, 1982’de ise birçok ortakla beraber, şu anda başında oğlu Osman Okçu’nun bulunduğu, Timaş’ı kurmuştur. 1988’den beri Zaman Gazetesi’nde köşe yazarlığı yapmaktadır.
Kimliği ortaya çıkmasının ardından 163’üncü maddeden yargılanmıştır. Minyeli Abdullah romanı 1986’da toplatılıp sonra serbest bırakılmıştır. 26 Ocak 1987 tarihli duruşmasında bu roman ile devlet düzenine karşı çıkmakla suçlanmıştır. Yazıları sebebi ile 11 defa hakkında soruşturma açılmıştır. Zaman’dakki “Demek ki öyle…” başlıklı, Harp Okulları sınavına İmam Hatip Lisesi’ne gittiği için kayıt yaptıramayan gençlerin ve ailelerinin durumlarını konu aldığı yazısının ardından Türk Ceza Kanunu’nun 159. maddesini ihlal ettiği sebebi ile 1 sene mahkumiyet cezası almış, infaz yasası gereği cezasında indirime gidilmesi üzerine 1992’de Şile Kapalı Ceza ve Tevkifevi’nde 72 gün hapis yatmıştır. Birkaç kere DGM’ye çıkarılan Okçu, 1994’te 15 yıl ağır hapsinin istenmesine karşın delil yetersizliğinden beraat etmiştir.
3 Şubat 2002’de Eyüp Sultan Camii’nde beyin kanaması geçirmiş, komadan kurtulup evine getirilmesinin ardından 1 Mart 2002’de ikinci defa beyin kanaması geçirmiştir. Kendisine müdahale eden doktorların yüzde 5 yaşama şansı vermesine karşın hayatta kalmış ancak vücudunun sol tarafı felç olmuştur. 10 Haziran 2009’da mide ve bağırsak rahatsızlığı nedeniyle yeniden hastaneye kaldırılmış ve yeni bir ameliyat geçirmiştir.
Romanlar hakkındaki görüşlerini “Şimdi ben dünyayı görmüşüm. Bir Çin’e gitmedim. Grönland Adası’na bile gittim. Sıcak sular fışkırıyor, buzların arasından. Avrupa’yı Avrupa yapan, romanlardır. Müslümanların romanları olsaydı, bu kötü hallere düşmezlerdi. Çünkü, romanda her şeyi söylersin, diğer kitaplarda söyleyemezsin.” şeklinde ifade eden Okçu,[10] 1980’lerin sonunda aynı adla sinemaya da aktarılan “Minyeli Abdullah” romanı ile İslamî kesimde 1970’lerde “Hidayet Romanları” da denilen bir akımın başlamasına ve bu kesimde romanın yaygınlaşmasına sebep olmuştur.
Eleştirmenler tarafından edebî değeri hâlâ tartışılan Minyeli Abdullah romanı hakkında “Ben roman yazmadım, ben dertlerimi yazdım, ister beğensinler, ister beğenmesinler.” diyen yazar, romancılığını “Ben dünyanın en büyük romancılarından biriyim. Kitlelere tesir etmişim. İnsanları sürüklemişim peşimden. İnsanları ağlatmış, güldürmüşüm. Bir nesli ayağa kaldırmışım. Minyeli Abdullah bir lokomotiftir. Minyeli Abdullah’tan sonra, yüzlerce roman yazıldı. Ama tutturamadılar tabii. Neden tutturamadılar? Geldim, gittim demekle roman olmaz. Ben roman yazarken, oturup ağlıyorum. Ağlıyorum hüngür hüngür. Gözyaşlarım kağıda dökülüyor.” şeklinde anlatarak, roman yazarlığı hakkındaki görüşlerini “Ağlayarak yazmayan okuyucuyu ağlatamaz. Yüreği yanmayan başkasının yüreğini yakamaz. Sırça köşklerde ayak ayak üstüne atarak roman yazılmaz. Bir işe talip olan insan yanacak, kavrulacak ki bir tesir bıraksın. Dinim, imanım, milletim, vatanım diye feryat edecek. Eğer bu aşk ve şevkle bir kitap yazılmışsa okunur.” sözleri ile ifade etmektedir.
“İdealist, Müslümanları ayağa kaldırmak için yazılmış bir kitaptır.” diye anlattığı “Müslüman ve Para” isimli kitabı üzerine Turgut Özal’ın önemli ekonomi kurmaylarından Adnan Kahveci kendisini arayarak kitabı okuyup, çok hoşuma gittğini ve kendisiyle mutlaka tanışmak istediğini belirtmiştir. Adnan Kahveci’nin bu konuşmadan 15 gün sonra trafik kazasında vefat etmesi üzerine bu buluşma gerçekleşmemiştir.
|
|
|
Sayın Irbık,dilerim bu değerli çalışmanız ilgililere ışık tutar. Emeğinize sağlık,saygılarımla.
Sevgili Meslektaşım, katran kaynamakla olmuyor şeker.Ne kadar yazarsan yaz bir kulaklarından giriyor diğer kulaklarından çıkıyor ön yargı genlerine işlemiş. Her kurum kendi personelini koruyup kollarken TSK assubaylarına tahakküme varan haksızlıklar yapıyor; Subaylarına fakülte bitirsin diye yetim hakkından 5 yıl maaşlı izin verirken kendi imkanları ile okumak isteyen assubaylara mani oluyor engeller çıkarıyor yetmiyor okuyana verilen derecenin iptali için amiral ünvanlı cumhurbaşkanının yalan bilgi ve beyanlarla Anayasa mahkemesine dava açtırıyor yetmiyor AYİM’e hukuka Anayasaya aykırı kararla assubayların emsali büro memurudur kararı verdiyor. Okumanın kime ne zararı var? AB uyum gereği öğretmenlere yüksek okul hakkı tanındıktan tam 20 yıl sonra Asb.okulları ön lisans seviyesine çıktı bu tahsil yetiyor mu, elbette yetmiyor ama lisans seviyesine çıkarlarsa assubay bilinçlenir bundan korkuyorlar,akademik değeri olmayan hizmet için eğitimlerle maçı kurtarmayı düşünüyorlar, bu nedenle Assubaya lisans eğitimi gerektiren Bologna sürecini imzalamalarına rağmen şark kurnazlığı ile ön lisans eğitimine devam diyorlar, tek amaç assubaya psikolojik eziklik yaşatmak. Böyle bir ordu milletin ordusu olabilir mi? Böyle bir ordu ancak fedakar vatanseverlerin yüzü suyu hürmetine ayakta duruyor, assubay direğini çeksen yıkılacak ama bunu görmüyorlar, neden çünkü orduyu değil kendilerini seviyorlar. 3 Bölüm bir araştırmanın eseri yazınızı okurlar acaba içinde hakaret var mı, bundan bir şey tutturur susturur muyuz! hesabındalar ders almak akıllarının ucundan geçmez anlayana sivrisinek saz anlamayana davul zurna az demişler. Bizler KÖS çalıyoruz maalesef KÖS-KÖS dinliyorlar, dediğim gibi ön yargı genlerine işlemiş. Yazıklar olsun, milletin gözbebeği ordu ve temel direği assubaylar bunu hak etmiyor.
Sayın Irbık,
Büyüğümsünüz. Bu nedenle sizi eleştirirken çok dikkat ettiğimden emin olabilirsiniz. her şeyden önce size teşekkür etmeliyim ki, siz gözden kaçan konuları bulup gündeme getiren, insanların farklı düşünmelerine ışık yakan bir fikir önderisiniz.
Benim gözümde iki kişi vardır. Birincisi kendini eleştirip geliştiren ve eleştiriye müsaade eden, ikincisi de savunma mekanizmasını bir zırh gibi üstünde taşıyan.
Ben sizin birinci gruba gireceğinizi umut ederek bir eleştiride bulunmak istiyorum. Türkçede çok önemli bir kural vardır. Sessiz harfler sert sessizler ve yumuşak sessizler diye ikiye ayrılır. Sert sessizler ( f,s,t,k,ç,ş,h,p) Yumuşak sessizler (b, c, d, g, ğ, j, l, m, n, r, v, y, z)
Bu çok önemli bir kural olup herkesin dikkat etmesi gerekir. Kelime seçiminizde ki eski yeni ayrımına fazla değinmek istemiyorum. Ancak yukarıdaki söylediğim hususa dikkat etmenizi tavsiye ederim.
Sayın meslektaşım elinize sağlık.TSK dışında kalan kurumlar personelini korurlar okusunlar kendilerini geliştirsinler kurumlarına da faydalı olur diye teşvik eder hatta hizmet içi
kursların karşılığında kademe verir bizleri ise bırakın korumayı ezilmemiz için ne gerekirse yapılır. Bir de yazınızda subayın 8 yıl öğrenim assubayın 2 yıl öğrenim gördüğünü yazmışsınız, biz biliyoruz da dışarıdan okuyanlar yanlış anlamasınlar istedim, subayın 8 yılına askeri lise dahildir biz liseden sonra 2 yıl okuyoruz. Teşekkür ederim.