Çıktı, çıktı, çıkmadı!
Bak bu işin sırrı şu:
Bir katliam oluyor…
Takipsizlik kararı çıkıyor.
Bir cinayet oluyor…
Soruşturma izni çıkmıyor!
***
İşte bu çıktı-çıkmadı döngüsünde, sıra bir gün size gelene kadar, bir işyerinde 23 işçi, bir madende 301 işçi, bir köprüde 15 kişi, bir sınırda 34 köylü, bir cephanelikte 25 insanın ruhu bile paramparça oluyor.
***
İki yıl önce ihmallerin köprüsü çökmüş Çaycuma’da.
15 insan ölüme sürüklenmiş.
Bakanlık, belediye başkanı ve yetkili (ve sözde sorumlu) kişiler hakkında soruşturma izni vermemiş.
Buna itiraz edenler Danıştay’da da duvara çarpıyor.
İki üye itiraz haklı diyor; üç üye ret diyor.
İşte böyle incecik, tek oyluk, tek vicdanlık bir iş, bir katliamın hesabını vermek ile vermemek.
***
Davutpaşa’da 2008 Ocak sonunda bir maytap atölyesi patlamaya doyamamıştı.
Şıkıdım düğünlere, gösterişlere hazırlanan maytaplar önce bir cenaze alayı dizmişti.
İçeriden ve ilk patlamadan sonra dışarıdan toplam 23 can aldılar; 117 kişiyi, kimini ömür boyu olmak üzere yaraladı, sakatladı maytaplar.
Göz yumanlar 23 insanın gözlerini yummasını hazırlamıştı işte.
Dava maşallah 7’inci yılında, son duruşmaya yanaştı.
Yine maşallah, ruhsatsız atölyede sigortasız onca insanın ölümünün izleyicisi Belediye’nin başkanı neden sonra, o da Türkiye çapında bir mucize olarak, sanık diye dinlendi.
Para biriktirmek için sigortasız işine kilometrelerce yürüyerek gidenden, çocuklarına rızık için atölyeye koşan anneye, yoldan geçerken maytap katliamına yakalanana kadar, 23 insanın ruhu ve yakınları bir adalet umuyor işte.
***
Bazen kudretlilerin baskısına karşı hukuki bir ders de olan “Takipsizlik”, sık sık da mazlumların ahına, hakkına, adalet bekleyişine, hiç olmazsa mezarında huzur bulsun umuduna tokat gibi iniyor.
Askeri ve sivil yargıda, özellikle devletin, devlet birimlerinin, yerel yönetimlerin, Emniyet’in, komutanların alttakilere, işçilere, köylülere, askerlere, sıvasız hanelerin çocuklarına, hak arayanlara karşı “suçları”ndaki takipsizlik kararlarının bir çoğu, “Adalet”in öyle kefeleri eşit terazili bir abla değil, tek taraflı tartar bir kantar olduğuna, hatta basbayağı maço, otoriter bir erkek olduğuna dair içtihat.
***
Çünkü geçmişte de, başta askeri olmak üzere, otoriteye tapınan bir cumhuriyet eylemişsin…
Üzerine de epeydir, otoritenin tepindiği bir demokrasi eklemişsin.
Bir seyyar satıcı gibi, belediye başkanına kızıp söylenir ve ardından “Biz size oy verdik” dersen…
O da der ki, “Vermeseydin şerefsiz”!
Çünkü senin anladığın demokrasi oysa, onun anladığı, kast ile ast, makam arabası ile ağa marabası da bu.
Çünkü başın eğik, boynun bükük, sesin kısık, oyun cepte olacak.
Ama gık dedin mi…
Ananı da alıp gideceksin.
Tokadı yiyeceksin.
Yerdeyken tekmeler inecek karnına.
Gavat, diyecek devlet.
Saçından çekip yerde sürükleyecekler.
13 mermi yiyeceksin 12 yaşında.
Gaz kapsülü başından vuracak.
Bir cenazede, taziyede iken vurulacaksın.
Bomba yağacak üzerine.
Naylon çadırda yanacak ve sen suçlanacaksın.
Cephanelikte paramparça olacaksın ve çıt çıkarmasın diye azarlanacak ailelerin.
Hazırolda tokat, tekme, küfür yiyeceksin ve suçlu sen çıkacaksın.
Kaçırılacaksın ve o yüzden ordudan kovulacaksın.
Sürekli olarak “Haddini bil” diye parmak sallayacak Kibir Sultanlığı.
Karşısına dizip “Biz başız, siz .öt. Siz kölesiniz” diye buyuracak Kast Komutanlığı!
***
İşte bu ahval ve şeraitte…
Sana her gün yeniden yeniden kendini tanıtsa da “muktedirler” düzeni…
Acı, kanlı, yıkıcı bir yakın tanışma anına kadar…
Duymak bile istemeyeceksin vurulan tokatların, atılan tekmelerin, paramparça çığlıkların sesini.
Bir katliamda takipsizlik kararı çıkıp…
Bir cinayette soruşturma izni çıkmayıp…
Ruhunu bile ebediyen huzursuz kılana kadar!