Bugün sizlerle spor camiasının çok yakından tanıdığı, yıllarca Birinci, İkinci ve Üçüncü Futbol Liglerinde görev almış, Avrupa Kupalarında maçlar yönetmiş, her hafta tüm klasmanlarda neredeyse binlerce müsabakada yer alan astsubay hakemlerin ağzından ve temsilen, spor hayatlarında meslekleri dolayısıyla yaşadığı haksızlıkları, adaletsizlikleri ve TSK üzerindeki aidiyet eksikliğine sebep olan uygulamaların örneklerini okuyacaksınız…
Aşağıdaki düşünceler, halen faal olarak hakemlik yapamasa da, hakemlerin görevlendirilmelerinde, atamalarında, eğitimlerinde, gelişmelerinde emek sahibi, söz sahibi, yetki sahibi olan bir emekli astsubay tarafından kelimelere dökülmüştür…
Futbol Hakemi.. Faal Gözlemci.. Faal Hakem Eğitmeni…
18 yaşında astsubay okuluna girdiğimde, 12 – 18 yaşlarım arasında lisanslı olarak oynadığım futbol yaşantımın sona ermiş olduğunu üzülerek ve hayal kırıklığı ile benimsemiş oldum. Ancak askeri okulda kendi bünyemizde yapılan futbol müsabakaları ve atletizm yarışmaları ile askeri ve mesleki eğitimin yanında spor yaşantımı (futbol ve atletizm) sürdürdüm.
Astsubay olarak mesleğime başladığımda ise askeri personelin amatör kümede dahi herhangi bir kulüpte lisanslı olarak futbol oynaması yasak olduğundan, özel turnuvalarda ve 1990’lı yıllara kadar silahlı kuvvetlerin, kuvvet takımlarının turnuvalarında bir şekilde futbol oynamaya devam etmiş olduk.
Askeri birlikler ve kuvvetler arası müsabakalarda, spor yaşantınızda, eğer amiriniz sporu seviyorsa pek sorun yaşamıyorsunuz. Ancak, eğer amiriniz hayatında spor yapmamış, “spor sağlığa zararlıdır” anlayışında ise -o turnuvalara resmi olarak mesaj ile gitseniz dahi- hem gidiş esnasında hem de turnuva dönüşünüzde çeşitli sorunlarla, “iki dudak arası” alakasız mobing uygulamaları ve emirleriyle karşılaşıyorsunuz. Ancak gittiğiniz yarışma ve turnuvada kendi birliğinizden bir iki subay da mevcut ise işler biraz daha kolaylaşabiliyordu. O da onların senin başarılı bir sporcu olduğunu ve seni daha iyi tanımaları ve onlarında bu ekip içerisinde olmalarından kaynaklanıyordu sanırım. Siz başarılı bir sporcusunuz, hedefiniz daha üstün bir başarı ancak aklınız turnuva dönüşü ne gibi durumlarla karşılaşacağınızda…
Askeri bir turnuvada takım halinde kamp sonrası Ankara’daki bir üst yarışmalara gidecektik. Cuma günü kamp bitmişti ve pazartesi Ankara’da yeniden yarışmalar başlayacaktı.. Özel arabası ile gelenler bir grup olarak, diğerleri de askeri araçla Ankara’ya intikal etmeden bir gün önce, futbol hakemi olan ben Ankara’da hafta sonu oynanacak bir süper lig müsabakasına -tesadüfün böylesi- TFF (Türkiye Futbol Federasyonu) tarafından görevlendirilmiş olduğum için, yine TFF’nin verdiği ulaşım imkanları üzerine kafile komutanına; “ben uçakla gideceğim” diyerek bilgi verdim. Bir anda bozulduğunu hissettim. Şakayla karışık olmaz falan dese de, mantıksız olacağını bildiği için kabul etmek zorunda kaldı.. Sonuçta uçakla gittim ancak keşke gerçeği söylemeseydim de, ben pazar günü otobüsle yola çıkacağım deseydim…
Nasıl olurdu da, bir astsubay olarak ben daha iyi şartlarda gidebilirdim! Ankara’da bir hafta süren yarışmalar boyunca kapris yaptı, katlandık.. Bu durum üzerine takım arkadaşlarımız arasında da bayağı sohbet malzemesi çıkmıştı. Takım olarak destekleniyordum. Başarılı olmam ve daha iyi yerlere gelebilmem için bana manevi destek sunuyorlardı ki, bu konuda astsubaylık görevim ve yaşantım süresince çoğunlukla destek ve taktir edilmişimdir…
TSK’da askeri personelin amatör kümede dahi herhangi bir kulüpte lisanslı olarak futbol oynaması yasaktı ancak, tüm spor branşlarında hakemlik yapılabiliyordu. Futbol oynayamıyorsak o zaman futbol hakemi olabiliriz düşüncesiyle ve daha önce bu işe girmiş astsubay ağabeylerimizin de desteği ile futbol oynarken aklımızın ucundan dahi geçmeyen bu düşünceyi hayata geçirmemizde etkili oldu ve çok kısa bir sürede basamakları kısa sürede çıkmaya başladım. Başladım başlamasına ama astsubaysınız, nöbetlerinizi önceden tutmalısınız, hakemlik sezonu öncesi ve sezon aralarında harici görevleri yerine getirmelisiniz, çok mecbur kalmadıkça izin almamalısınız, amirlerinizle sorun yaşamamalısınız, mesleğinizi çok iyi ve üstün performansla icra etmelisiniz ki sorun yaşamadan hakemlik yapabilesiniz…
Buna rağmen siz futbol hakemliğinin ilk aşamalarında sorun yaşamamış olsanız dahi, üst klasmanlara çıktıkça, isminiz spor camiasında ve medyada yayıldıkça, gözler üzerinizde oluyor… Bu durumu, bu başarıyı takdir edenlerin yanında, yine sporu sevmeyen amirler ve birlik komutanları karşınıza çok basit nedenlerle ve görevlendirmeler yaparak kısmen de olsa zorluklarla karşılaşmamıza neden olabiliyorlardı…
Siz aday hakemsiniz, daha sonra il hakemi ve daha sonrasında klasman hakemi oluncaya kadar toz, toprak, güneş, çamur, kar, dolu gibi olumsuz hava ve saha şartlarında, antrenmanlara ve maçlara çıkıyorsunuz, yıllarca emek veriyorsunuz, her yıl atletik testler, sınavlar, seminerlere giriyorsunuz başarılı olmak zorundasınız.. Yoksa, o sezon kısmi olarak veya tamamen maçlara çıkamazsınız.
Bir şekilde sizin bu başarılarınız, sizden olumlu konuşulması, kısmen de olsa spor medyasında isminizin geçmesi, ayrıca bu işin ekonomik boyutu, sizin amirinizi veya birlik komutanınızı ve hatta mesai arkadaşlarınızın bir kısmını bile olumsuz şekilde rahatsız ediyorsa, o zaman işiniz iyice zorlaşırdı. Sizin bu başarılı durumunuz ve bu duruma gelinceye kadar yaptığınız özveri, özel yaşamınızdan, ailenizden ayırdığınız zaman, yaşadıklarınız, hayal kırıklıklarınız, çektiğiniz zorlukları düşünmeden sanki gökten direk üst klasmanlarda görev yapan bir hakem olarak gelmişsiniz ve bu işten nemalanıyor muşsunuz şeklinde bir bakış açısı, son derece yıkıcı ve yok edici bir yaklaşım ve önünüze getirilen zorluklar… Öğlen arası spor yapma imkanının kısıtlanması, futbol maçı yapana ve antrenman yapana olumsuz bakış açıları (oysa briç veya herhangi bir masa başı oyunu oynasanız amirleriniz veya üstleriniz ile aranızda sorun olmazdı)…
Spor yapmamız olumsuz abartılıyordu.. Diyelim ki cuma akşamı maçı için tebligatı aldınız. Maç Trabzon’da ve perşembe akşamından mesai sonrası için plan yaptınız ancak cuma günü için izin almalısınız.. Özel bir işim için derseniz sorun yok! Gerçeği söyleyerek izin almanız lazım, o zaman “yarın şu iş vardı, bu yapılacaktı, şu görev vardı” gibi rahatsız edici ifadelerle karşılaşıyorduk..
Ve şu pozisyon ortaya çıkıyordu! Sen süper lig müsabakasında hakemlik yapacaksın ama benim iznimle gidebilirsin!!! Halbuki spor yapmayan hakemlik yapmayan, a sosyal bir meslektaşım tüm mesai günü bir şey yapmasa da sorun yoktu!
Bir amatör küme müsabakasında yardımcı hakemime saldırı olması sebebi ile maç yarım kalmış, olay mahkemeye intikal etmiş.. İleri bir tarihte duruşma var.. şahit olarak bulunmalısın, ancak o tarihinde içinde bulunduğu günlerde harici bir görev var. Amirinize bunu anlatıyorsunuz, sizden başka o göreve gidecek personel seçeneği var.. Ve size diyor ki, “aynı branştan nasıl olsa iki kişi geliyorsunuz, o tarihte gönderirim, izinli olursun”. Her şey tamam göreve gidiyorsunuz, mahkeme tarihi geliyor, amiriniz diyor ki “gidemezsiniz, birlikte geldik görev bitimine kadar buradayız”.. İşte bu kadar basit onun için… Yine “iki dudak arasına sıkışıp kalıyorduk”…
Askeri müsabakalar ve özel turnuvalarda oynadığımız futbolu izleyen resmi kulüp antrenör ve yöneticileri, ben ve benim gibi birkaç yetenekli astsubay arkadaşıma “yakında Gen.Kur.Bşk.lığı ve TFF Protokolü ile askeri personelin resmi sivil kulüplerde futbol oynayabilmesinin yolu açılacak aman başka kulüplere söz vermeyin” sözlerini bugünkü gibi hatırlıyorum! Yıl 1980’lerin sonları.. Bırakın bunun düzeltilmesi, daha da kısıtlanmış ve resmi olarak yapabildiğimiz tek hobi olan hakemlik dahi engellendi bildiğiniz gibi..
Benim gibi yüzlerce astsubay hakem, hakemlikten ayrılmak zorunda kalmıştır…
Yılların beşeri sermayesi, tecrübesi, spor alanındaki bir milli sermayemiz değil midir?
Birde baktık, hakemliğiniz bir anda bitmiş.. Oysa diğer branşlarda hakemlikler devam ediyor.. Ancak futbol hakemliğinde bir dönemde ön planda olan hakemlerin çoğu astsubaylardı.. Bir iki subay hakem vardı, ancak onlarda yardımcı hakemlik yapıyordu.
2002 yılı, emirle spor yapması yasaklanan tek devlet memuru olan askerler için önemli bir yıldı.. Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, futboldaki bazı gelişmeler nedeniyle (ne tür bir gelişme ise?) 2002-2003 futbol sezonunun bitiminden itibaren, asker hakemlerin sayısını azaltma yönünde karar aldı ve uygulamaya koydu.,.
Neden Yasaklandı?
Peki, neydi Genelkurmayı bu duruma yönlendiren sebepler? Açıklamalar ne derece tatmin edici gerçeklerdi acaba? Genelkurmay, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kurumsal kimliğinin zedelendiğini ne gibi duyarlılıkla(!), özellikle astsubayların hangi sorunlarından rahatsız oluyordu da, maçlardaki olumsuzluklar bahanesinin arkasına sığınarak böyle bir karar almıştı! Şu an Türkiye’de futbol hakemliği yapan çeşitli ve önemli görevlere sahip kişiler (avukat, doktor, polis, mühendis, öğretmen vb) küfürü veya hakareti hak ettikleri için mi hala yeşil sahadalar! Halbuki, Türk hakemlik tarihine baktığımızda döneme damgasını vuran birçok ismin asker hakemler (astsubaylar) olduğunu görüyoruz…
Spor yapmak, sporun her dalına ilgi duymak, rolünüz ne olursa olsun ister futbolcu olun ister antrenör, isterseniz de hakem olun, bir şekilde spor yapabilmek öncelikle tüm vatandaşların hakkı olduğuna inanıyoruz.. Aslında, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında bunu destekleyen maddeler olduğunu da görüyorsunuz. (Madde 59.– Devlet, her yaştaki Türk vatandaşlarının beden ve ruh sağlığını geliştirecek tedbirleri alır, sporun kitlelere yayılmasını teşvik eder. Devlet başarılı sporcuyu korur)
Ama maalesef ki, statükocu, oligarşik, vesayetçi düzen eliyle Türk sporunu zor duruma sokma bahasına da olsa, TSK’nın aidiyetine zarar da vermiş olsa, astsubayların spor adamı kimliklerine rağmen yaşadıkları sıkıntılar, sorunlar, haksızlıklar, adaletsizliklere sebep olan onlar, yüzlerce, binlerce yasaktan sadece birisini bizlerde yaşadık, hala da yaşıyoruz…
Yetki ve sorumluluk sahipleri ise gördüğünüz gibi; bırakın teşvik etmeyi, tam tersi köstek oldular, olmaya da devam ediyorlar maalesef!
Yarın sizlere “Spor Adamı Astsubay’ Hakemlerimiz” konusunda bazı bilgiler aktaracağım.
Spor camiasını şöyle bir hatırlamak ve hatırlatmak istediğimizde, malum olduğu gibi toplumun neredeyse tamamının ilgi duyduğu futbol camiası akla gelir. Bugün bile hala, futbol dışında sportif faaliyetler, spor adamları, yorumcular vs neredeyse hiç gündeme gelmez.. Bu nedenle de, futbol camiasındaki önemli isimleri ve bunlar arasındaki astsubay olan isimleri, emekliassubaylar.org sitesinden Aydın Kulak’ın çalışmalarından da yararlanarak sizlerle paylaşmak istedim..
İsmine ilk rastladığımız astsubay hakem Sıddık Babakol’dur. Sıddık Babakol, hem futbol hem de atletizm hakemiydi. Asker hakemlerin içinde efsaneleşmiş bazı isimler de var ki herhalde bunların en başında Talat Tokat gelir. 1960 yılında hakemliğe başlamış ve faal hakemlik yaşamını 1986 yılına kadar sürdürmüştür. Oğlu Metin Tokat da Türkiye’nin en bilinen hakemleri arasındadır. Talat Tokat, faal hakemlik dönemi sonrasında MHK üyeliği yaptığı gibi, mentörlük (istikbal vaat eden hakemleri izleme ve raporlama) görevi de ifa etmiştir. Türkiye Liglerinde pek çok maç yönetmenin dışında, kırkın üzerinde uluslararası maçta da ülkemizi temsil etmiştir. UEFA Kupası, Şampiyon Kulüpler Kupası, Avrupa ve Dünya Kupası Eleme müsabakalarında defalarca düdük çalmıştır. 110 bin kişi önünde yönettiği UEFA Kupası çeyrek final maçı (İnter-Real Madrid/02.03.1983) uluslararası alanda yönettiği maçların herhalde en görkemlisidir…
Önde gelen isimlerden birisi de kuşkusuz İhsan Türe’dir. 1975 yılına gelindiğinde 2000 kişilik bir hakem kadrosu içinde, 378’inin asker (astsubay) olduğu bilinmektedir. Klasmana giren 644 hakemin 134’ü de asker (astsubay) kökenlidir. 1979 yılına varıldığında ise asker (astsubay) hakemler, hakem camiasına o denli hakim duruma gelmişti ki; 19. Uluslararası Futbol Hakem Semineri bir askeri okulda yapılmıştı. 10 Ağustos 1979 yılında başlayan bu seminer, İstanbul – Beylerbeyi’ndeki Deniz Astsubay Hazırlama Okulu’nda icra edildi..
12 Temmuz 1980 tarihine gelindiğinde, Türk Futboluna ve spor camiasına Genelkurmay’ın ilk müdahalesi gelir ve alınan kararla, asker (astsubay) hakemler, Ankara ve Birinci Lig maçlarının dışında hiçbir yerde görev yapmayacaktır. Hatırlatalım; bu dönemde Türkiye Birinci Lig maçlarını yöneten hakemlerin büyük çoğunluğunun mesleği de yine astsubay’dır..
Astsubay hakem deyince akla gelen bir diğer duayen isim ise Hamza Alan’dır.. 1936 doğumlu olan Hamza Alan’ın oldukça uzun bir hakemlik kariyeri oldu ve hakem camiasının saygı duyulan isimlerinden birisiydi.
1987 yılına gelindiğinde ise A Klasmanda yer alan 39 hakemin 7’si astsubay ve emeklisidir. Bu isimler; İbrahim Acar, Fikri Kuştemir, İhsan Türe, Sezai Temel, Ahmet Akçay, Yavuz Karaozan ve Yusuf Ziya Abaday gibi önemli isimlerdir.
YIL 1990…
Bu dönemde A Klasmandan B’ye düşürülen astsubay hakemler; Turgut Sığıç, Galip Bitigen, Sefer Altuntaş, Rıza Saraç ve Hüseyin Kuzuoğlu’dur. B Klasmanından C’ye düşürülenler ise Nihat Yücel, Kahraman Ölçer, Celal Mutlu, Selahattin Alptekin, Y. Ziya Abaday, Faruk Ürkünç, Mehmet Tokça, Bekir Tavacı, Bilal Bentli, Rahim Onar ve Fazıl Dorsan’dır.
2000-2001 sezonunda futbol sahalarında düdük çalan astsubay kökenli hakemlerimiz ise şu isimlerden oluşmaktadır: Sabahattin Bitirim, Şahin Taşkınsoy, İsmet Arzuman, Sabahattin Şahin, Sadık İlhan, Harun Yiğit, Ziya Fidan, İzzet Karaağaç, Ali Rıza Çakmak, İbrahim Çınar, Ali Uluyol, Bülent Uzun, Erol Ersoy ve Mustafa Çulcu…
Erol Ersoy, sıra dışı bir futbol hakemi olarak, yıldızı parlayan isimlerden birisiydi. Kuşkusuz asker hakemler konusunda alınan kararlardan olumsuz etkilendi ve belki de sırf bu nedenle 2002 yılında FİFA listesinden çıkarıldı
2006-2007 yılları arasında MHK başkanlığı da yapan Mustafa Çulcu, göze çarpan asker hakemlerden birisiydi. Asker hakemler konusunda verilen karar nedeniyle, yasal süresini tamamlayan şanslılar arasında olduğundan emekliye ayrıldı ve hakemliği seçti.. Hakemlik sonrasında 1,5 yıl MHK Başkanlığı yaptı. FİFA Kokartlı hakemlerimizdendi ve Kocaeli bölgesini temsil etmekteydi. Türkiye’de Lig ve Kupa maçları haricinde, uluslararası maçlarda da düdük çaldı. Milli müsabakalarda, özellikle dostluk maçlarında hakemlik görevi yaptı. Bunun yanında, UEFA Kupası maçları, Şampiyonlar Ligi Ön Elemeleri ve U-21 maçlarında (UEFA) görev aldı.
FİFA kokartı taşıyan İsmet Arzuman’da astsubay hakemlerimizden birisidir. 2003-2004 sezonunda yılın hakemi seçildiğinde Süper Lig’de 24 müsabaka yönetmişti. Toplamda 130 Süper Lig müsabakası yönetti. Ne yazık ki uluslararası hakemlik kariyeri beklentilerin aksine, asker hakem olması ve bazı kısıtlamalarının bulunması, asker hakemler üzerinden yapılan tartışmalar ve futbol camiasında vuku bulan cepheleşmeler onu da yıprattı ve FİFA kokartı çok kısa sürdü. Asker hakemler konusunda alınan Genelkurmay kararı sonrasında ikileme düştü. Ya Mustafa Çulcu ve Erol Ersoy gibi emekli olup, hakemliğe devam edecek, ya da hakemliği bırakıp mesleğini yapacaktı. Sonunda o da hakemlikte karar kıldı. 2003-2004 sezonunda, emekli olana değin listede gösterilmedi. Ancak, emeklilik dilekçesini verdikten sonra hakemlik kariyerine geri dönebildi.
Bir başka astsubay hakem de Bülent Uzun’dur. İzmir bölgesi temsilcilerinden olan Uzun, hakemlik kariyeri için emekli olmayı seçen isimlerden bir diğeri. Uzun, 5 yıl FİFA Kokartı (1999-2004)taşıdı.
Hakemlik kariyerinde iz bırakan isimlerden birisi de astsubay Galip Bitigen’dir. Spora atletizmle başlayan Bitigen, hakemlik kariyerine 1980 yılında başlamıştı.
Görüldüğü gibi birçok isim yapmış astsubay kökenli hakemler, hem ülkemizde hem de uluslararası arenada çok başarılı olmuşlardır. Kariyerlerinin en parlak olduğu dönemlerde getirilen yasaktan dolayı hem kendileri hem de spor kamuoyu olumsuz etkilenmişler, alınan kararın yanlışlığının en somut örnekleri olmuşlardır..
Dilerim ki yetkili merciler bu antidemokratik uygulamaya biran önce son verirler ve bu sayede spora gönül vermiş birçok astsubay ve asker hem ülkemizde hem de uluslararası arenada Türk Silahlı Kuvvetlerini ve Türkiye’yi en iyi şekilde temsil etmeye devam ederler…
Özellikle son günlerde artan intiharlar hakkında, TEMAD Genel Başkanlığı tarafından yapılan basın duyurusunda; ciddi mesleki baskılarının, mobing ve ekonomik yetersizliklerin, adaletsizliklerin ve kurum içindeki haksız, hukuksuz, adaletsiz uygulamaların başta astsubay’lar olmak üzere tüm personeli bunalttığını, buhran sonucunda ailevi sorunların ortaya çıkmasına, ilerlemesine yol açtığı dile getirilmektedir.
Toplumu cinnet noktasına iten, itmeyi amaçladığına inanılan bu adaletsiz ve ayrımcı uygulamalara artık bir son verilmesinin gerektiği oldukça açıktır.
Kamuoyunun astsubayların seslerinin yükselmesin karşısındaki yorumu nasıldır bilemiyoruz, ancak bazı kesimlerce, sadece ekonomik arayış içinde olunduğuna dair bir kanı oluşturulmaya çalışılıyor gibi..
Gerçek bu değil !
Astsubay’lar; yapılan bu haksız, adaletsiz, aidiyet tüketen uygulamaların, ülkemizin en değerli, önemli, tüm dünyaya korku salan kurumu olan “ordu”muzun, “TSK”nin, gittikçe aidiyetlerinin yok olmasına yönelik uygulamalar olarak görmektedir ve bunu da ikaz etmektedir…
Ordu içindeki manevi birlikteliği bozmaya yönelik, inançları, güvenleri yok ötmeye götüren, sevgisizliği saygısızlık boyutuna doğru itmeye çabalayan adımlar olarak görüldüğü hatırlardan çıkarılmamalıdır…
Bu düşüncelerle birlikte, yazı dizimizin daha düşünce aşamasındayken ve başladığı günden bugüne kadar gelen e-mailleri derlediğimizde, okuyacağınız ortak düşünce ürünü bir “Bence Astsubay” tanımlaması belirdi…
Bakalım Astsubay’lar kendilerini nasıl tanımlıyor…!
Bence Astsubay, ordunun bel kemiği, dengesi, teknik/taktik arasında uyum faktörü, kısım amiri, subayın en yakın yardımcısı, teknik uzman, tecrübeli asker, kurum hafızası, demirbaş sorumlusu, nöbetçi heyetinin odak noktası..
Uçakların ana bakım/tamircisi, gemi teknik, makine, sevk, idare, muhabere, idaresinin ana veri ve hareket kaynağı, ana kuvvet faktörü..
Az yatırımla çok getiri alınan insan kaynağı, hem fakülte/meslek yüksek okulu mezunu, subay kadar bilgili, yetkin, % 99 sorumluluk ile hiç yetki vermeden ancak cezai durumda rütbeli olduğu akla gelen, mali/idari teftişin ana unsuru..
Pratisyen-uzmanlık öğrencisi tabip subayın kobayı..
Az maaşla daha çok ve her konuda, her alanda çalışabilen-çalıştırılabilen, her konuda iş verilen ancak hiç güvenilmeyen, yaptığı işler takdir/taltif edilmeden ödüllendirmesi subaya aktarılan, uzun yıllar istemediği, hatta hiç istemediği bölgelerde, görev yerlerinde, uzun süre çalıştırılarak, subayın yapması görevler yaptırılarak subay rahatlatan..
Baba olarak birçok subay yetiştiren, orta zeka düzeyi istenerek orta direği temsil eden, ancak diğer kamu görevlileri nazarında en alt düzeyde, statüde kabul edilen..
Subay olsa da iki arada bir derede bırakılan, en çok şehit olan, ölme, sakat olma halinde subay, er, uzman erbaş, sivil memur, işçi kadar sorun çıkarmayan, çok veren, çok özveride bulunan, az isteyebilen, hazır ol deyip unutulan, memur, işçi mesai sonu gittiğinde bile yeri geldiğinde halen verilen işi bırakamayan..
Gemilerde, denizaltılarda, 12 ayın 11 ayında 24 saat çalıştırılan, az kurs ve eğitimle çok mecburi hizmete mahkum bırakılan, uzun sureli zor görevlerde çalıştırılan..
Önce iş, ancak sonra her şey mantığı zerk edilen..
Personel arasında enson da değer ve kulak verilen.. Yaptığı iş sadece bağlı bulunduğu subay nazarında değerlendirilen..
Çok çalışanı cezalandırılan, atamada istediği bölge ve yer dışında her yere verilen, subay tarafından seçilen, eğitilen, motive edilen, değerlendirilen..
Olan adli olaylarda baş suçlu olarak cezalandırılan, bir subay karşısında her zaman subay haklıdır mantığı ile cezalandırılan..
OYAK’ı finanse eden, ancak emeklilikte aynı hizmet yılı ve kesinti toplamında subayın aldığı maddiyatın ancak yarısını alabilen, OYAK kurum yönetim ve denetim kurullarında bulun(a)mayan..
OYAK şirket yönetim ve denetim kurumlarında subaylarca temsil edilen, OYAK şirketlerinde iş hakkı olduğunda, emekli subayın kendisi, eşi, yakınları tarafından yine önceliksiz bırakılan..
TSK Vakıf yönetim, denetim ve genel kurullarında bulun(a)mayan..
TSK bağlısı onlarca şirket yönetim, denetim kurullarında sadece subaylarca temsil edilen, TSK bağlısı Vakıf bağlısı onlarca şirketlerdeki iş hakları çoğunlukla emekli subay, eş ve yakınları tarafından kullanılmasına rağmen, yine önceliksiz bırakılan..
Askeri Ceza kanununda “erbaş”.. 926 Sayılı Personel Kanununda “subay yardımcısı” olarak tanımlanan, ancak subaylara tanınan lehte tüm hükümlerden her zaman hariç tutulan..
Ancak subaylara isnat edilmeyen kanuni olumsuz hükümlerin tümüne muhatap olan, subayın yaptığı tüm hataların ve suçların yüklendiği kişi olan..
T.C. Anayasası tarafından Türk Vatandaşına tanınan temel haklardan bile Askeri yasa hükümleriyle istisna tutularak vatandaş olarak bile kabul edilmeyen…
Ama PES ETMEYEN büyük bir zümredir.
İlhan Akbulut diyor ki!
1980 yılın da, yirmi yaşında iken Deniz Kuvvetleri Komutanlığında başladığım profesyonel askerlik meslek yaşamımın on yedi yılını donanmamızın çeşitli gemilerinde Makine Astsubayı ve Başçarkçı olarak yürütmemin ardından, denizin kara birliklerinde de, lokal yangın merkezi amiri olarak çalışıp, 2004 yılında kendi isteğimle emekliliğe ayrıldım.
Askerlik mesleğini sürdürürken bazı hedeflerim vardı. Bunlardan bir tanesi ve en önemlisi gazeteci olmaktı! Bu isteğimi on altı yıl önce, görev yaptığım Donanma Komutanlığı’nda, garnizon içerisinde hafta da bir yayınlanan: Haftalık Bülten’de yazarak gerçekleştirdim. Aynı dönemde A.Ö.F.Halkla İlişkiler bölümünü kazanarak; o dönemde halkla ilişkiler ile birlikte; basın-yayın ve teknikleri ile radyo, televizyon, reklam gibi dersleri de görerek eğitimi mi tamamladım.
Ailemle ile birlikte aldığımız kararla donanma kenti Gölcük’e yerleştim. Bu tarihten itibaren Gölcük yazılı basınında köşe yazarı olarak yerimi aldım. Aynı dönemde muhabir olarak ta çalıştım. Altı yıl önce, Kocaeli Gazeteciler Cemiyeti üyesi oldum. Halen bir internet TV’nin Genel Koordinatörü olarak faal gazetecilik görevimi sürdürüyorum.
2006 yılında, Gölcük’te açılan: Diksiyon-güzel konuşma, beden dili kursları ile birlikte NLP ve Kişisel Gelişim üzerine; önce practıtıoner ve master practıtıoner eğitimlerini tamamlayarak, NLP ve kişisel gelişim uzmanı sertifikamla seminerler vermeye başladım. Halen kişisel gelişim ve diksiyon eğitmeni olarak, Gölcük’te eğitim ve seminerler vermekteyim. Bununla birlikte, Gölcük Belediyesinin sunuculuk görevini de yürütmekteyim. Ayrıca bir amatör tiyatro grubunda amatör oyuncu olarak ta çalışmalarımı, fırsat buldukça devam ettirme gayretindeyim.
Tüm bunları, isteyerek ve gönülden yerine getirmeye çalışıyorum. Seminerlerin çoğunu ücretsiz ve gönülden veriyorum. Amacım aldığım bilgileri başkalarıyla paylaşırken, ben de onlardan bir şeyler öğrenerek, kendi kişisel gelişimimi de sağlamak!.
Elli dört yaşımdayım. Sevdiğim işleri yapmanın keyfini yaşarken, çevremdeki insanlara ve dostlarıma da, yürüttüğüm işlerle ilgili katkı sağlayabildikçe mutlu oluyorum. Askerlik mesleğini yürütürken; neredeyse çoğu zaman yedi yirmi dört çalışmaya alışkın biri olarak, bu gün,bir birine yakın olan, iletişimle ilgili tüm bu işlerin hepsini de bir arada;ara- ara yürütmeye çalışıyorum ve bundan büyük haz alıyorum!
Zaman zaman ilginç olaylarla karşılaşıyorum!
Ömür boyu “Ast” olduğumuzu düşünmek mi istiyorlar!
İki yıl kadar önceydi; TEMA Kocaeli sorumlusu, değerli arkadaşım Nermin Tol hanımefendi, o yıl Kocaeli Sabancı Kültür Merkezinde gerçekleşecek olan TEMA Çocuk şenliğinde sunucu olarak görev yapmamı istemişti. Gönülden, severek, koşarak gittiğim o gün, yaşadığım ilginç bir olay beni hem çok şaşırttı, hem de çok üzmüştü!
Nermin Tol hanım efendi, kültür merkezinin salon girişinde beni kibarca karşıladı. TEMA vakfında yönetici pozisyonunda, İstanbul’dan görevli olarak geldiğini öğrendiğim bir beyefendiyle tanıştırdı,
”İlhan beyde sizin gibi emekli asker “ dedi.
Nermin hanıma sonradan sorduğumda, o kişinin emekli albay olduğunu öğrendim. Emekli albayım, kendisine tanıtıldığım andan itibaren, benimle hiç konuşmadan, beni kuşku ile izlemeye başladı. Bu durumdan çok rahatsız olmasam da, bir süre sonra; sanki bir patlama yaşanacakmış gibi olumsuz bir hava oluştuğunu hissettim. Birinci bölümü başarıyla sunup, on beş dakika aradan sonra ikinci bölümü sunmak üzere sahneye çıktığımda ilginç bir durumla karşılaştım.
Birinci bölümde protokol gereği ön sırada oturan bu beyefendi, ikinci bölümün başlaması ile birlikte sahneye çıktı ve seyyar mikrofonla konuşmaya başladı. Bende, her halde kısa bir tanıtım yapıp mikrofonu bana verecek diye düşünüyordum. Programa başlamadan önce Nermin hanımla sunum akışını birlikte hazırlamıştık çünkü. Beyefendinin konuşması sonlanıyormuş gibi yavaşladığında, yanına gidip mikrofonu istedim.
O anda beklenen patlama gerçekleşti! Bana elinin tersiyle kovma işareti yaparak,
”tamam senin işin bitti, sen gidebilirsin“ dedi.
Bir insanın hiç tanımadığı ve arasında hiçbir diyalog yaşamadığı bir insana bundan büyük hakaret yapılabilir mi?! Bu aşağılayıcı davranışının nedenini anlamakta fazla zorlanmadım. Birinci bölümde, koltukta otururken, bir ara yanına gelip oturan Nermin Tol hanımefendinin eşinden benim emekli astsubay olduğumu öğrenmiş olmalıydı! Ve bir astsubay, bir albayın önünde nasıl mikrofonu alıp ta, sunuculuk yapabilirdi’ gibi bir kompleks oluşmuş olmalıydı!
Askerlik meslek yaşamımız da;bu gün mobing ‘diye adlandırılan, bu ve buna benzer bir çok olayla karşılaşmış olmam, net bir şekilde böyle düşünmeme neden oldu!
O anda, kafamdan bir sürü şey geçse de, almış olduğum NLP ve kişisel gelişim eğitimlerinin yararı burada ortaya çıktı. Böyle durumlarda kişiler çevre boyutunda davranarak; etkiye-tepki, yani ilkel davranış modeli ile sert tepkiyle saldırıya geçer!
Ben olayı davranış boyutunda değerlendirerek sessizce oradan ayrılıp, en doğru ve etkili davranış modelini belirlemeye çalıştım. Çok kızgın ve kırgın olmama rağmen, o kişiye hiçbir şey söylemedim. Aşağıya inip, karşısında ki koltuğa oturup, onu izlemeye başladım. Benim bu tavrım ve onun suçluluk duygusu, onu çok rahatsız etmiş olmalı ki, mikrofonu bırakıp, öndeki başka bir koltuğa oturdu..
Program bitti.. Bu konudan Nermin Tol hanımefendiye hiç bahsetmedim. Sahip olduğum basın avantajını kullanmaktan kaçınarak, konuyu köşeme de almadım.
Ogün ona sadece, Reiki tekniği ile gönderdiğim;
“hakkın olmayan bu davranış şekilleriyle hiçbir zaman mutlu olamazsın! Askerlik bitti; sende ben de artık siviliz. Ben ve benim gibi astsubayların, senin ömür boyu astın olduğunu ve onlara her istediğini yapabileceğine hakkın olduğunu mu düşünüyorsun” gibi Reiki enerji mesajları gönderdim.
Her insan “vicdan” duygusuyla yaratılmıştır. Bu olaydan sonra, eminim ki; benim gönderdiğim olumlu enerji mesajlarını aldı ve vicdan muhakemesinden geçirerek sağlıklı bir sonuca vardı! Ve ona, hala şu enerji mesajlarını göndermeye devam ediyorum.”
Seni affediyorum, ama yaptığını unutmadım!”
info@mustafakalabalik.com
Aslına bakarsanız her bir konumuz birer tez konusu olabilecek genişliklere açık konular. Ancak bu yazı dizimizin amacı, TSK’nın ötekileştirilen, öteki görülen asli unsurlarının duygu, düşünce, fikir ve tecrübelerinin kamuoyuna aktarılmasıdır. Taleplerin, isteklerin, yüksek sesli uyarıların altındaki temel düşüncenin de bu olduğunu, farklı açılardan değerlendirmelerle gün yüzüne çıkarabilmek, yine ordumuzun gücüne güç katabilmek en büyük hayalimizdir…
Öncelikle Genelkurmay’ın açıklamalarından yola çıkarsak, 346 ‘i general/amiral, 39 bini subay, 95 bini astsubay, 70 bini de uzman erbaş ve er olmak üzere, 600 bin kişilik bu ordunun profesyonel orduya geçmeye hazır olduğu ortaya çıkar mı?
Hayır, çıkmaz. Çünkü kadrolar şişmiş durumda. Geçmişte yapılan her çalışmanın, özellikle piramit sistemi uygulaması, sicil ve sınav ile bir üst rütbeye terfide, personel başarılı olamayınca, yine personel lehine sistemin iptal olması, zaman içinde özellikle yönetici statüsündeki subay rütbe bekleme sürelerinin kısaltılması (Yüzbaşı 9 yıldan 6 yıla, Binbaşı 6 yıldan 5 yıla, Albay 6 yıldan 3 yıla düşürülerek 2 yıllık Albayın Kıdemli Albay olması), sırası gelen, süresi biten her personelin terfisi sebebiyle de bu profesyonel kadrolar şiştikçe şişmiştir.
Yapılan her teşkilat (!) çalışması, zümresel ve kişisel menfaatler doğrultusunda devasa ihtiyaç fazlası kadroları oluşturmuştur.
Rütbe bekleme sürelerinin zaman içinde düşürülmesi, bekleme yıllarını tamamlayan her personelin rütbe alması sebebiyle kadroları da şişirdikçe şişirdi… Piramit bozuldu. Buna birde tazminatların öne alınması özellikle subay emeklilikleri önledi ve sistem bozuldu…
Örneğin Dz.K.K.lığında her 100 subaydan 18 tanesi albaydır.
Düşünün, profesyonel ve uluslararası bir şirketteki üst yönetici konumunda, 100 çalışandan 18 tanesi yönetici olabilir mi? Hangi şirket buna Müsaade eder?
Acaba bu 200 bin profesyonelden % kaçı sabah postal giyip araziye çıkar, % kaçı gemilerdedir, % kaçı eğitim ve tatbikat alanlarına çıkar.
Ancak Türkiye’nin başkentinde, Anıtkabir’deki törenlerde, mevcutlarıyla avluyu dolduran personel sayısıyla ordunun profesyonelliği belli olmaktadır…
Devamlılık arz eden kadroların uzman sivil personel olması gerekirken, mevcut fazlalığı ve menfaatler sebebiyle arazide, gemide, uçakta eğitim alanında olması gereken personel işgal etmektedir.
Denizi olmayan Ankara’da, denizci subay ve astsubayların sayısı, sanki gemilerdekilerden daha fazladır. Üslerde, kışlalara hep karşılaşılan manzara, eksik personel ile çalışmadır…
Ordu’nun profesyonelleşmesinin önündeki en büyük engel, yine kendi içindeki profesyonelleridir..!
Bir litre süt için inek beslenir mi?
Eğitim öğretimde, askeri liseler harp okullarının % kaçını karşılar acaba? Örneğin Heybeliada’da bulunan Deniz Lisesi’nde kaç öğrenci vardır? Bu öğrenciye hizmet veren kaç personel vardır? Buraya verilen ödenek nedir? MEB.lığının yatılı devlet okulları ile karşılaşıldığında ne fark var? Eğitim ise aynı eğitim, müfredat ise aynı müfredat… O zaman fark nedir? Niçin askeri liseler kapatılması düşünülmez veya değerlendirilmez. Acaba profesyonellerin manevi duygusu ağır bastığı, ben kapattım dememek için, yani profesyonellik dışı kararlardan mı, buralar ihtiyaç olmadığı halde kapanmıyor!
Ordu kendi içinde zamanla halkından, yazın kamplardan, kışın orduevlerinden, lojmanları sayesinde soyutlaşmış, yapılan ihtilal ve muhtıralarla ulusalcılığı ve Kemalistliği arkasına alarak, kendi menfaatleri ile birleştirerek bu günlere gelmiştir. Yapılan her türlü yapılanma ve teşkilat çalışmaları profesyonel kadrolarca profesyonelleşmenin önüne geçmiştir…
Bilim ve teknoloji TSK’nın önüne geçmiştir. Personel, özellikle üst rütbeliler buna ayak uyduramamış teknolojinin esiri olmuştur. Biriken kadroları üs ve kışlaya göndererek sonuca ulaşılması imkansızdır..!
Örneğin ülkemizde yiyecek-içecek sektöründeki iyileşmeler ve yemek fabrikalarındaki artışlar ordunun ihtiyaçlarına cevap verebilecek düzeye gelmiştir.. Ancak bu sistemde bile hala ikmal teşekkülleri devam ettirilmekte personel alımları hızla sürmektedir..
Artık dünya köy olmuştur..
Silah altında asker tutmanın bir anlamı kalmamıştır. Muhtemel bir savaş bir gecede çıkmamakta, siyasi otoritelerin yaptığı masa başlarından sonuç çıkmaz ise kademeli olarak çıkmaktadır.. İnternet, iletişim teknolojileri ve basın yayın gelişmiştir. İnsan toplama, diye bir şey kalmamıştır.
Peki niye silah altında bu kadar asker vardır…?
Etrafımıza baktığımızda şehirlerin, kasabaların en güzel yerlerinde üs ve kışlalar yaratılmış, bırakılmış, karargahlar şehirlerin en merkezinde ve yedi yıldızlı oteller gibi ihtişamlıdır. Ama esas görev yerleri olması gereken eğitim alanlarında ve tatbikatlarda kimse yoktur.
Gösteriş, hep insanları “o gününü mutlu eder”, gerçekler ise “her gününü mutlu eder”…
Ülkemizin siyasi ve idari yapılanmasına baktığımızda, sivil kesim üst yöneticilerle 81 ilimizin idaresi; 81 Vali, 81 İl Emniyet Müdürü ile sağlanırken, hükümeti oluşturan sadece 25 bakanlar kurulu üyesi varken, askeri kesim 346 general/amiral ve 39.000 subay ile sağlanmaya çalışılmaktadır..
Bütün bunlara bakıldığında, profesyonel kadroların neden profesyonelleşemediğini ortaya çıkmaktadır. Ordunun profesyonelleşmesi talep ediliyorsa eğer; mevcut yapısının teknolojisi ile uyumlu hale getirilmesi, bütün kadrolarının yeniden tarif edilmesi, iş analizleri, görev tanımlamalarının yenilenmesi, zümresel ve kişisel menfaatler düşünülmeden genç subay astsubaylarından oluşan ve hatta yaşı 40’larında general ve amiralleriyle oluşan 100 binlik bir ordu gerekmektedir…
Her zaman geçerli bir söz vardır.
‘TEŞKİLAT İLE OYNANIRSA TEŞKİLAT HEP BÜYÜR’…
info@mustafakalabalik.com