Dolar 34,2714
Euro 37,4959
Altın 2.928,60
BİST 8.876,22
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara 22°C
Az Bulutlu
Ankara
22°C
Az Bulutlu
Paz 22°C
Pts 22°C
Sal 20°C
Çar 14°C

TSK’nın “ ÖTEKİ”leri, ASTSUBAY’lar…

TSK’nın “ ÖTEKİ”leri, ASTSUBAY’lar…
16/05/2013 8:00 AM
2

 

Değerli meslektaşlarımız
İçimizden biri olan Kocaeli Gazetesi Yazarlarından Sayın Mustafa Kalabalık’ın ‘TSK’nın “ÖTEKİ”leri,ASTSUBAYLAR…’ başlıklı yazı dizisini bilgilerinize sunuyoruz. Yazılar yayınlandığı gün eklenecektir. Emek verenlere teşekkürlerimizle…
Site Yönetimi

 

TSK’nın “ ÖTEKİ”leri, ASTSUBAY’lar…-1-    13.05.2013 Pazartesi 

 

TSK’nın  “ ÖTEKİ”leri, ASTSUBAY’lar…-1-
info@mustafakalabalik.com


TSK’nın “ ÖTEKİ”leri, ASTSUBAY’lar…

Değerli okuyucular, “Astsubay”larımızın seslerinin duyurulmasını, istek ve sorunlarının yüksek sesle ifade edilebilmelerini sağlayan, birçok yayın kuruluşlarında yayınlanan yazı dizilerini biraz daha farklı yönlerden değerlendirerek ve bir süreliğine gazetemizde de yayınlayarak, toplumsal sorunlara gösterdiğimiz duyarlılığa, ülkemizin en önemli ve güvenilir kurumu olan TSK ve en başta bu kurumun çoğunluğunu oluşturan Astsubay’ları ilgilendiren sorunları aktararak, ilgili kurum ve kuruluşlar nezdinde yapılması beklenen yasal değişikliklere katkı sağlamayı umuyoruz…

“TÜRKİYE CUMHURİYETİ VATANDAŞI”

Öğrencilik yıllarım dahil olmak üzere, 14 yaşımdan itibaren bir fiil yirmi dört yıl TSK’de, Deniz Kuvvetlerimizde, Astsubay olarak görev alabilme onurunu, mutluluğunu yaşamış bir “Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı” olarak, Allah’ın bana bahşettiği, nasip ettiği ve gazete yöneticilerimizin de lütfedip, nezaket gösterip, vesile oldukları bu köşemden, içinde yetiştiğim, acısıyla tatlısıyla geçen bir ömür içindeki, tüm meslektaşlarıma bir nebzede olsa (şimdilik) katkılar sunabilme fırsatını bulduğum için kendimi çok şanslı ve bahtiyar hissediyorum. 

“ASTSUBAY” ASLINDA KİMDİR?

Yazılarımda sadece dert, sıkıntı, hüzün değil, aynı zamanda “Astsubay” aslında kimdir? Nedir? Kimler için ne ifade eder? Son zamanlarda neden bu kadar sesleri fazla çıkıyor? Ne istiyorlar? Neyi hak etmiyorlar? gibi sorunlarını aktarmaya, toplumu bilgilendirmeye.. haklarını, haksızlıklarını, hukuklarını, hukuksuzluklarını, sevinçlerini, hüzünlerini doğrudan yaşayan biri olarak sizlerle paylaşmaya, meslekten ayrılan, emekli olan ve halen toplumda farklı mesleklere yönelmiş olan astsubaylar gözünden sorunları da sizlerle paylaşmaya çalışacağım.

ONURLİ BİR HAYAT 

Yazılarımı, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın Başlangıç bölümünde yer alan; “Her Türk vatandaşının bu anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak … hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu” ifadelerini hatırlatarak ve bu hükümlere dayanarak kaleme almaya gayret ediyorum.

EŞİTLİK İLKESİ 
Yine Anayasamızın 10. Maddesindeki Kanun önünde eşitlik ilkesinde yer alan; “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.” hükümlerini vurgulamak, “Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar. Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.” hükümlerine göre de, kanun koyuculara ve kurumlara sorumluluk yüklendiğini hatırlatmayı da sorumluluk olarak görüyorum…

““ASTSUBAY”; Kime göre, kimdir”

Umarım bu yazı dizimiz; başta “Astsubay” zümresi olmak üzere, tüm haksızlıklara maruz kalan, ön yargılarla yaşayan ve yaşamak zorunda bırakılan, diğerlerinden ayrılan, ayrıştırılan, ötekileştirilen tüm vatandaşlarımızın gönüllerine bir dirhem merhem olur, bunları gidermekle sorumlu olan büyüklerimizin de kendi vicdanlarının seslerini duymalarına katkılar sağlar… 

Yarınki yazımda sizlerle, ““ASTSUBAY”; Kime göre, kimdir” sorusuna açıklık getirmeye gayret ederek düşüncelerimi paylaşacağım. 
 

“ASTSUBAY”; Kime göre, kimdir?  14.05.2013  Salı

“ASTSUBAY”; Kime göre, kimdir?

info@mustafakalabalik.com


Bu ilk yazımda, yasal zeminde “ASTSUBAY” ile ilgili kanun maddelerini değerlendirip, burada tarif edilip edilmeyen görevleri, görev anlayışları, sorumlulukları ve yetkilerini sizlerle paylaşarak başlamanın daha doğru olduğuna inanıyorum…

Astsubay’ın tanımı, TSK İç Hizmet Kanun ve Yönetmeliğinde şu şekilde yapılmaktadır: “Hususi kanununa göre Silahlı Kuvvetlere katılan astsubay çavuştan astsubay kıdemli başçavuşa kadar rütbeye haiz olan askerdir.” (İç. Hz. K. Md.: 3)

TSK Personel Kanununda ise; “Türkiye Cumhuriyeti Ordusunun Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri ile Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı kadrolarının ast komuta kademelerinde eğitim, sevk ve idare ile diğer idari işlerde subaya yardımcı olarak görevlendirilen asker şahıslara, astsubay adı verilir.” ( Per. K. Ek Md.: 21 )

Anlaşıldığı üzere TSK’nın kendi kanunlarındaki tanımlamalarına göre bile “astsubay”; “ast komuta kademelerinde” eğitim, sevk ve idarelerinde görev alır, komuta eder, diğer idari işlerde de subaylara yardımcı olur…

Kanunlara göre astsubay’ın; bazı kişilere (!) göre sadece emir alan, dinleyen, söyleneni yapan, emir almaya alışkın insanlar olmadığı gayet açıktır..

Ama burada sanırım öz eleştiri yapmak gerekir ki, astsubaylar zaman içinde motivasyon eksikliğini, haksızlıkları, adaletsizlikleri, bıkkınlıkları bahane ederek, kendi kanunlarının bazı tuhaf maddelerine göre, TEMAD Genel Başkanı Sayın Ahmet Keser’in sıkça ifade ettikleri gibi; “iki dudak arası emir ve ceza verme”, aba altından sopa gösterme ve modern günümüzde sıkça dillendirilen mobbing uygulamalarıyla, kanunlarla verilen asli görevlerinden uzaklaştırılması sağlanmış, subaylara yardımcı olacağı yerde, bizzat görevlerini de üstlenmelerine rağmen haklarını aramayı unutmuşlar, unutturulmuşlardır.

Bugün ise TEMAD ve PES DİYEN ASTSUBAY’LAR’ın seslerini yükseltmelerinin temel kaynağı, bu bilincin artık ortaya çıkması ve (komuta kademelerince istenmese de (istisnalar kaideyi bozmaz)) kendi nam ve hesabına yaptıkları eğitimlerle, eğitim seviyelerinin giderek yükselmesi ve sonuç olarak da hak, hukuk ve adalet arayışlarından başka bir şey değildir aslında..

Astsubay; bir birliğin sırdaşı, dostu, vatani görevlerini yapan çocuklarımızın en yakınları, onlara annelik, babalık, ağabeylik, arkadaşlık yapan, görev ve sorumluluklarını paylaştıran, takip eden, topluma ve hayata hazırlayan, kendilerine emanet edilen gençleri ailelerine en iyi şekilde iade ederken de yanında olan, olmaya çalışan..

Sistemleri bizzat kuran, bizzat işleten, bakımlarını bizzat yapan, yaptıran, bizzat onaran, yeri geldiğinde yemekleri yapan, dağıtan, yeri geldiğinde çocuklarının rızkını, parasını harcayarak birliğinin ihtiyaçlarını gideren ama üst makamlarına bile hissettirmeyen..

Az ile kanaat getirip, çoğunu aramayanlardır…

Ama maalesef ki bir kesime göre de, çok çirkin bir ifadeyle tabir edilerek “bir kalem” olarak anılmaya cesaret edilen, yaptıklarını, tecrübelerini, bilgilerini, meziyetlerini görmezden gelerek, profesyonelleşmiş oldukları branşları, teknik hususları, bilginlikleri yok sayarak hakir görmeye, küçük görmeye ve göstermeye çalışan basitliklerin ve basit insanların da olduğunu görüyoruz.

Oysa ki doğanın ve yaşamın en önemli koşulu; doğmak, büyümek, gelişmek, yaşamak ve ölmek…

Astsubay’da her canlı gibi doğar, büyür, gelişmenin ilk basamaklarında sınavlara girer, kazanır, okur, mezun olur, profesyonelliğe adım atar, okur, yine okur, türlü türlü engellemelere rağmen yine okur, gelişir, kendini, zihnini, insanlığını geliştirir…

Yaşar ve yaşatmaya çalışır.. Öncelikle içinde olduğu kurumlarda var olduğunu kanıtlamaya, can olduğunu, canı olduğunu, yaşadığını, yaşamak istediğini kanıtlamaya çabalar..çabalar..çabalar…

Muvazzaflarının çoğunluğu ve özellikle emeklilerin çoğunluğu, daha 13-14 yaşlarında girdikleri meslekleriyle ölmeleri beklenir kendilerinden.. 

Ne yaparsan yap sen tercihini yapmışsın denir! Daha 14 yaşındayken, sadece bir sınavda aldığı başarı(!) ile ölen, öldürülen ve ölmesi için çalışılan başka meslek grubu var mıdır acaba?

“Mühendis” denince tek bir zümre algılanıyor mu? Soruyoruz ne mühendisi diye! Ziraat, gıda, inşaat, maden, metalürji, endüstri, bilgisayar, uçak mühendisliklerinden herhangi birisi olabilir insan. Ama mühendisleri “bir kalem”de aynı çizgiye, örneğin hepsini ziraat mühendisi gözüyle görebilir ve aynı çizgiye sığdırabilir misiniz? Özellikle de mezun oldukları, eğitim aldıkları yerler göz ardı edilebilir mi? 

Ya da öğretmen! Matematik, Türkçe, İngilizce, Fransızca, almanca, sosyal bilgiler, tarih, müzik, beden eğitimi, el sanatları, gemi makineleri, elektrik, elektronik öğretmenlerinden herhangi birisi olabilir insan. Ama öğretmenleri “bir kalem”de aynı çizgide, örneğin hepsini müzik öğretmeni gözüyle görebilir ve aynı çizgiye sığdırabilir misiniz? Özellikle de mezun oldukları, eğitim aldıkları yerler göz ardı edilebilir mi? 

Ya da doktor! Kulak burun boğaz, ortopedi, üroloji, dahiliye, psikiyatri, çocuk, genel cerrahi ya da pratisyen hekim olmayı seçmiş olan herhangi bir doktor olabilir insan. Ama doktorları “bir kalem”de aynı çizgide, örneğin hepsini pratisyen hekim gözüyle görebilir ve aynı çizgiye sığdırabilir misiniz? Özellikle de mezun oldukları, eğitim aldıkları yerler göz ardı edilebilir mi?

Dolayısıyla da her meslek grubunda olduğu gibi, “Astsubay” mesleği de, kendi branşlarında profesyonelleşmiş, eğitimleri üzerine yılların tecrübelerini katmış, birçoğu artık lisans, yüksek lisans, doktora yapmış ve yapmakta olan, dolayısıyla da haksızlıkları, hukuksuzlukları, adaletsizlikleri de artık kabullenemeyen meslek grubu olarak seslerini yükseltmeye, aidiyetlerini kaybetmek değil, daha da sağlamlaştırmak için haklarını talep etmekteler…

Evet sevgili dostlar bugün sadece “Astsubay” kime göre kimdir? Sorusunun cevabını sizlerle paylaşmaya çalıştım kendi dilimce.. 

Elbette ki sözler, duygular bunlarla sınırlı değil, ancak bu satırlar sınırlı.., 

Yarın sizlerle “Astsubayların Görev Bilinçleri” konusunda düşüncelerimi paylaşacağım. 
 

Astsubay’ların Görev Bilinci        15.05.2013  Çarşamba

Astsubay’ların Görev Bilinci

info@mustafakalabalik.com


Bugün sizlerle, astsubay’ların daima öncelikli işlerinin, mesleki sorumlulukları ve görevleri olduğuna dair düşüncelerimi paylaşacağım. 

Hani hep anlatılan kavanoz hikayesi var ya; kavanoz tenis topları ile doldurulur ve öğrencilere kavanozun dolup dolmadığı sorulur… 

Öğrenciler, hep bir ağızdan kavanozun dolduğunu söylerler…

Bu sefer içi çakıl taşı dolu olan bir torba çıkarılır ve torbanın içindeki tüm çakıl taşları kavanoza dökülür… Sonra çalkalayarak taşların tenis toplarının arasındaki boşluklara yerleşmesi sağlanır…

Öğrencilere tekrar sorulur; “Kavanoz doldu mu çocuklar?” 

Öğrenciler yine “evet doldu” diye yanıtlarlar. 

Bu defa içi kum dolu bir torba çıkarılır ve torbanın içindeki tüm kum kavanozun içine boşaltılır… Onu çalkalar ve kumların, içi tenis topu ve çakıl taşı dolu olan kavanoza yerleşmesi sağlanır…

Bir defa daha sorulur öğrencilere; “Kavanoz doldu mu çocuklar?..” Öğrenciler bir kez daha yanıtlar; “Evet, doldu…”

Bu sefer de, iki fincan kahve kavanozun içine dökülür ve çalkalanır… Sınıfa dönüp son kez sorulur;

“Kavanoz doldu mu arkadaşlar?” Öğrenciler biraz şaşkın dördüncü defa “evet doldu” diye cevap vermek zorunda kalırlar…

Bu hikayede geçen kavanoz, hepimizin hayatını simgeler… Bu tenis topları da hayatınızdaki en önemli şeylerdir… 

Aileniz, çocuklarınız, sağlığınız arkadaşlarınız ve sizin için önemli olan şeyler…

Diğer şeyleri kaybetseniz de, bu önemli şeyler kalır ve hayatınızı doldurur… Çakıl taşları ise daha az önemli olan diğer şeyleri temsil eder… İşiniz, eviniz, arabanız vs… Kum ise geriye kalan ufak şeylerdir… Şayet kavanoza önce kum doldurursanız çakıl taşlarına ve özellikle de tenis toplarına yeterli yer kalmaz… 

Aynı şey hayatımız için de geçerlidir… Vaktinizi ve enerjinizi ufak tefek şeylere harcar, israf ederseniz, önemli şeyler için vakit kalmayacaktır… Dikkatinizi mutluluğunuz için değer taşıyan önceliklerinize çevirin… Çocuklarınızla oynayın… Sağlığınıza dikkat edin… Eşinizle yemeğe çıkın… Evinizin ihtiyaçlarını karşılayın… 

Yani öncelikle tenis toplarını kavanoza yerleştirin… Önceliklerinizi, sıraya dizmeyi iyi bilin… Gerisi hep kumdur… 

Tam bu esnada bir öğrenci sorar; “Peki, o iki fincan kahve neydi?” Yanıt: “Hayatınız ne kadar dolu olursa olsun, her zaman dostlarınız ve sevdiklerinizle birer fincan kahve içecek kadar yeriniz vardır… O iki fincan dostlarınızla keyifle içeceğiniz kahvedir!..” Alıntı: Anonim

İşte Astsubay’lar hayatlarında tenis toplarına öncelik veremezler…

Örneğin, bir Deniz Astsubayı bilir ki, yakıtı, yedeği, yiyeceği, malzemesi eksik olarak asla seyire çıkamaz gemi… 

Ama astsubay’ın evindeki ekmeği takip etmese de olur.. Bu ihtiyaçları takip eden daima eşleridir. Parası var olduğu sürece mutfak alışverişlerini eşi yapar, pazarını yapar, elektrik, su doğalgaz vs faturalarını öder, borç ödemelerini, kira, taksit işlerini eşleri takip eder.

Çocukların okullarıyla eşleri ilgilenir, çocuklarının velileri hep eşleridir.

Bir karacı, jandarma astsubay’ı; şark görevlerine evini götürmez, götüremez çoğunlukla. Malum ülkemizin uzun yıllardır süren bir terör sorunu yüzünden, özellikle doğu ve güneydoğu bölgesindeki görevler hep yürek hoplatmıştır. Vatani görevini bölgede yerine getirmiş ve getiren çocukları olan tüm aileler gibi. 

Onlar yinede şanslı.. Çünkü gençler en azından belirli bir süre için oradalar ve bir daha da istemedikleri sürece oralarda bulunmak zorunda değiller. Ama Astsubay’lar, Uzman Er ve Erbaş’lar için durum farklı.. Meslekte bulundukları süre boyunca hep bir “şark görevi” ile mağduriyet yaşıyorlar.

Onun içinde bugün, Ankara’daki, Antalya’daki albaylar ve aldığı tazminatlarla karşılaştırılmak durumunda kalınıyor. Öyle ki, albay rütbesine gelmiş birisinin güvenlik sorunu ortadan kalkıyor çünkü zaten o bölgeler gitmiyorlar (istisnalar kaideyi bozmaz)…

Çoğunun bekleme süreleri aşmış, kadrosuzluk tazminatı alabilme sürelerini bekledikleri de bir gerçek.. Neyin kadrosuzluğu ise? Astsubay’lar için ise böyle bir ufuk yok! Ne çalışırken bir kadroları var, ne de emeklilik sonrasında…

Ama hiçbir astsubay, subaylar ne alıyorsa aynısını biz de isteriz demiyor! Onlar nöbet tutmuyorsa bizde tutmayalım demiyor! Onlar “şark görevine” gitmiyorsa bizde gitmeyelim demiyor! Denizaltındaki ve su üstündeki gemilerle seyir yapan, dalış yapan subaylar gibi maaş alalım, sorumluluklarımız azalsın ama yetkilerimiz artsın demiyor! 

Ya ne diyor? Eğer görev sebebiyle bir tazminat alma hakkı verildiyse, aynı şartları yaşayan Subay, Astsubay, Uzman Erbaş arasında niye fark olsun ki diyorlar? Maaş farkını zaten rütbeleri karşılığında, dereceleri ve kademeleri oranında alıyorlar. Uçuş, dalış, terör, görev, makam gibi tazminatlarının zümrelere göre belirleniyor olmasına itirazları var…

Ama hiçbir zaman görevlerini ikinci plana atma, sorumluluklarını azaltma iradesinde değiller. 

Çünkü Astsubay’lar Türk Silahlı Kuvvetlerinin profesyonel kadrolarının yüzde altmış beşini oluşturduklarını, ordunun idamesinde, idaresinde, gücünde ne kadar asli unsur olduklarını, ordunun temelini oluşturduklarının bilincindeler…

Çünkü Astsubay’lar, Hz Mevlana’nın; “Bin sene de okusam.. “Ne biliyorsun?” diye sorsalar bana, “haddimi bilirim” dediği gibi, kimseyle, özelliklede subay’larla, komutanlarıyla yarış halinde olmadıklarını ve olmayacaklarını, bu görev bilinçlerinin de, hiçbir güç, haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik etkisiyle zayıflamayacağını, zayıflatılamayacağını da her fırsatta dile getiriyorlar…

Yarın sizlerle “Astsubay’lar Ne İstiyorlar? “Ne hak ediyorlar? Ne hak etmiyorlar?” konusunda düşüncelerimi paylaşacağım. 
Kaynak: http://www.kocaeligazetesi.com.tr/root.vol?exec=page&nid=537481
 

Astsubay’lar Ne İstiyor? “Ne hak ediyorlar..? Ne hak etmiyorlar..?   16.05.2013 Perşembe

Astsubay’lar Ne İstiyor?  “Ne hak ediyorlar..? Ne hak etmiyorlar..?

info@mustafakalabalik.com



İşte en zor konu bu diyor Ali Rıza Ünver astsubay… 

O kadar birikmiş, ötelenmiş ki sorunlar, insan nereden başlayacağına şaşırıyor diyor… 

Dünya küçüldü köy oldu ama ne yazık ki astsubayların sorunları her gelen yeni komutan ve verdiği direktiflerle çığ olarak büyümeye devam etti.

Her bir muhtıra, her bir ihtilal, astsubayların haklarından hak aldı…

Astsubaylar eşitlik değil adalet istiyorlar!

Haksızlıklara basit bir örnek; Sağlık bakanlığı hastaneye gidiş ve muayenede devrim yaptı ana TSK bağlısı GATA buna ayak uydurma altında yeni poliklinikler kurdu. A Polikliniği paşalara, B Polikliniği üstsubay (binbaşı-yarbay ve albay)’lara, diğerlerine ise normal poliklinikte muayene olma değişikliğine(!) gitti…

Dolayısıyla astsubaylar hangi rütbeye gelirse gelsin, hep normal poliklinikte muayene oluyorlar. Diyeceksiniz ki, şu poliklinikte, bu poliklinikte, yapılması o kadar önemli değil önemli olan muayene. Ama öğle değil! Normal poliklinikte vizite yapan doktorlar genellikle pratisyen veya asistan, yani yeni çıkmış doktorlar oluyor. Yani bizler eğitim ve tecrübe malzemesi olarak kullanılıyoruz…

Oysa A ve B polikliniklerinde çalışanlar doçent, profesör ve hepsi aynı çatı altıda hizmet veriyor. Kan, tahlil, film, mr, ultrasyon… Bir de paşalara ve ailelerine bu hizmetleri beklerlerken, çay, kahve, içecek, kek, pasta ikramı hizmete dahil… afiyet olsun!

Konuyu ele almadan önce sunu açıklıkla belirtelim. TSK belli bir hiyerarşiden oluşur. Bu olmazsa kaos olur. Subaylara verilen hak ve onların sahip oldukları ile bizlerinki aynı olmayabilir ama bu derecede adaletsiz olamaz. Bu eşitsizlikler ve hak kayıpları 1980’den beri işliyor ve gittikçe de artıyor. Yani, astsubaylar eşitlik değil adalet istiyor…

Görev Tazminatlarının Kendilerine de Verilmesini İstiyorlar!

Astsubayın subayın yardımcısı olduğunu belirtmiştik. Ama iş subayın yerine yapılsa da yardımcıya ek bir tazminat yok! Halen “Görev Tazminatı”; yarbay ve daha üst rütbedeki personele ve emeklilerine verilmektedir. Bu tazminattan 20 yıllık Kıdemli Başçavuş olsalar da, astsubaylar yararlanamıyor. Emekli olduklarında da maaşlarında %50 hak kaybına uğruyorlar..

Görev Tazminatı çalışmalarını üst subaylar yaptıkları için yapılan her teklifte kendilerine ve binbaşı rütbesini de teklif ettiklerinden maliye bakanlığı teklifi reddediyor. Aslında subaylar için pek değişen bir şey yok, nihayetinde onların hepsi yarbay olacak ve o tazminatı elbet alacak! Yine her çalışmada olduğu gibi kendileri de nasiplenmek istiyor “muş” gibi yapıyorlar ve kaybeden yine astsubaylar oluyor.

Yarbay ve Albayların Aldıkları Görev Tazminatını İstiyorlar!

‘Silahlı Kuvvetler Tazminatı’ bütün personele verilir. Bunun dışında general ve amirallere ‘Temsil Tazminatı’, daha alt rütbedekilere ‘Görev Tazminatı’ ödenir. Bu tazminatlar emekli yarbay ve albaylara da ödenmeye devam etmektedir. Bazı konumlarda 3 tazminat da aynı kişide birleşebilir. Örneğin; alay komutanı olan bir albay, hem ‘Komutanlık Tazminatı’, hem ‘Görev Tazminatı’, hem de ‘Silahlı Kuvvetler Tazminatı’ alır.

Astsubayları ve emeklilerini ilgilendiren, ‘Görev Tazminatı’dır. Çünkü, astsubaylara ve dolayısıyla emeklilerine bu tazminat ödenmemektedir. “Görev Tazminatı, Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile getirildi ve hangi kesimlere ne zaman, nasıl uygulanacağının tespiti Bakanlar Kurulu’na bırakıldı. KHK, 5 yılını doldurmuş bütün devlet memurlarını kapsamasına rağmen, bugüne kadar sadece astsubaylarla binbaşı ve kıdemli binbaşılara uygulanmıyor. Binbaşıları çok etkilemiyor. Çünkü, onlar nasıl olsa 1-2 yıl sonra yarbaylığa, albaylığa yükselecekleri için bu tazminatı elbette ki alabilecekler. Olan yine astsubaylara oluyor ve kaybediyor…

İntibak Yasasının Subaylar gibi Astsubaylar İçin de Çıkarılması

TSK’da lise mezunu olup emekli olan subaylar mevcut. Harp Okulları önceleri 1 (bir) yıllık eğitim süresiyle subay çıkıyorken, daha sonra Harp Okulları 2 (iki) yıla, sonra 3 (ü) yıla ve son olarak da 4 (dört) yıla çıkartıldı. (Her ihtilal sonrası)… Görevdeki ve emekli olan tüm subayların intibakları da yeni duruma göre hemen düzeltildi. 

Ama Astsubay okulları da Yüksek Okul seviyesine çıkartılmış olmasına, hatta kendi nam ve hesaplarına Lisans, Yüksek Lisans, Doktora vb eğitimlerle eğitim seviyelerinin yükselmesine rağmen, astsubayların intibakları konusunda hala nedense sonuç alınamadı ve kaybeden yine astsubaylar olmaya devam ediyor…

Silahlı Kuvvetler Tazminatının Emeklilikte de Yansıtılması

TSK Hizmet Tazminatı hiçbir statü için emekli maaşlarının hesaplanmasında dikkate alınmıyor. Subay emeklilerine ödenen tazminatlardan herhangi bir vergi kesintisi olmuyor. Maliye bakanlığı subay emeklilerine verilen tazminatlardan vergi kesse ve kestiği vergiyi astsubay emeklilerine verse en azından bu sorun da ortadan kalkar…

Askeri yargı

Üniversite bitirerek, astsubaylıktan subaylığa geçildiğinde kanun gereği Muharip Sınıflar değil de yardımcı sınıflara geçirilir. Askeri Hakim, Savcı da bu sınıflardandır. Yine kanun gereği astsubay, Hukuk Fakültesini 1.dahi bitirse, diğer tüm şartları sağlasa da Askeri Hakim- Savcı olamaz.. Astsubayın emrindeki sivil memur/işçi bu şartları sağlarsa, -hiyerarşik düzeni bozacağı düşünülmez- Askeri Hakim – Savcı olur, astsubay asla… ve kaybeden yine astsubay oluyor…

Güneydoğu başta olmak üzere tüm karakol ve sınır birliklerinin subay kadrolarına astsubaylar görevlendiriliyor. Sıkıntılı ve zor görevlere subay gönderilmiyor veya subay gitmiyor. Ama sahillerdeki görevlere her nedense subay atanacak personel bulunuyor. Gidilen bu zor görevlerdeki personele görev yeri tazminatını astsubay olunca verilmiyor, Antalya’da görev yapan albayıma veriliyor.. ve kaybeden yine astsubay oluyor…

OYAK

OYAK iştiraklerinde ve kuruluşlarında paşalara ve subaylar ile onların yakınlarına şimdiye kadar öncelik tanınmıştır. OYAK bile bu konuda net açıklama yapamamaktadır. Emekli paşalar OYAK ve iştiraklerinde belli rotasyonlar ile yönetim kurullarında görev yapıyor. Yani emekli olduklarında bile atamalar devam ediyor, ancak OYAK’ın %70 üye sayısını ve sermaye sahibini oluşturan astsubaylar OYAK ve şirketlerinden nemalandırılmıyor.. kaybeden yine astsubay oluyor…

Lojmanlar

Lojman dağılımında tüm kamu konutları, tahsisli ve puana dayalı olarak lojman dağıtımlarını yapar. Her nedense TSK’ da, önce subay – astsubay – sivil memur/uzman erbaşlara, TSK içindeki sayısal oranları ve yüzdeleri göz ardı edilerek, lojman sayılarını yüzdelik oranında adaletsizce paylaştırır!.. Bu paylaşımda da bölgelerdeki personel sayısına göre değil lojman sayısına göre ayarlanır ve kaybeden yine astsubay olur…

Orduevleri ve Askeri Kamplar

Personelinin moral motivasyonu için açılan orduevleri ve kampların dağıtımı da, personel sayılarına göre yapılması gerekmesine rağmen, ne yazık ki TSK’da yine tam tersi bir durum mevcuttur. Odaları veya dönemleri boş olarak geçiren orduevleri ve kamplar yedekte bekleyen astsubaylara tahsis edileceğine, tesislerin zarar etmesi pahasına hem boş tutulur, hem de yararlanamayan astsubayların motivasyonları bozulur… Sebep? subay ve astsubay aynı yerde kalamaz, yiyemez oturamaz… 

Rütbe Bekleme Süreleri

Rütbe bekleme sürelerindeki eşitsizliklerde son nokta.. 2008 yılında TSK bünyesinde yapılan çalışma ile subay ve astsubayların rütbe bekleme süreleri ele alındı. Amaç kısa sürede personel “Albay” ve “Kıdemli Başçavuş” oluyor ve bu sebeple yığılmalara sebep veriliyor! Sonuç ne oldu peki! Subayların hizmet süresi 2 yıl daha da düştü. Astsubayları ise hizmet süresi ise 9 yıl arttı. Yine çalışma subaya yaradı ve kaybeden yine astsubay oldu.

Atamalar

Atamalarda her astsubayın torpili bir subaydır. Yani astsubayı’da subay tayin eder. Neye göre belli değidir! ‘İhtiyaç’ adı altında astsubayın özelliklerine bakmadan atama yapılır. Oysa subay istediği yere gider. Kadrosu yoksa açılır ve atanır ve bu vasıflara uymadı komutanlıklardaki ARGE altına atanır. Astsubay ise atanan yere gider. Eğer gitmez, ya da mahkemeye verirse ihtiyaç sebebiyle yüksek ihtimalle kaybeder ve mobing devreye girer ve kaybeden yine astsubay olur…

Her subay rütbesine göre hangi göreve ne zaman gideceğini bilir. Ama astsubay ilk görev yerine 28
yıl sonra tekrar atanabilir ve atanır da.. Yılların tecrübesi, geçmişi yok sayılır, aldığı eğitimlerin, tecrübelerin, yıllarının kariyerine herhangi bir katkısı yoktur ve 28 yıl önceki aynı göreve döndürülür. Yani elde var sıfır. Ve kaybeden yine astsubay olur… (TSK ve ülkemizin işgücü, zihin kayıpları hesap edilmez)

Komutan Baskısı

Her kurumun kendine has esprisi vardır. Silahlı kuvvetlerde kural espri şudur… Md.1; Üst daima haklıdır. Md.2. Üstün haksız olduğu yerde 1’ nci madde geçerlidir. Yani komutan ne söylese haklıdır. Verdiği emirler mutlak itaat gerekir. Tabi ki sorgularsan kıldan tüyden başka sebeplerle ceza alır ve kaybedersin. Gözünün üstünde kaşın var!, ayakkabıların boyasız!, sakal tıraşın iyi değil!, verimli çalışmıyorsun! gibi gibi… 

Emeklilerine Sicil Affı

Bu niye önemlidir. Çünkü, sicil hep bir tehdit ve yaptırım aracıdır subay için. Sicili subay verir ve çoğu zaman tehdit olarak gösterilir.. Çok astsubay bundan zarar görmüştür. Terfi edemez ve gelecekteki maaşları bile etkilenir. Emekli personelin çoğu, sicilden dolayı 1. dereceye çıkamadığı için hak kaybına neden olmuş ve kaybetmiştir. Tabi eşi ve çocukları da…

Bu yüzden son yirmi yılda astsubaylar kendi nam ve hesaplarına lisans, yüksek lisans, hatta doktora eğitimlerini,-her türlü engelleme çabalarına rağmen-hedef olarak belirlemişlerdir kendilerine. Adaletin geçte olsa elbet bir gün yerini bulacağını, (sadece kendilerine hak görenlere rağmen) verilmeyenlerin onlara da verileceğine yürekten inanırlar…

İşte bu inanç, sadece kendilerine değil, ülkemizde yaşanan değişim ve gelişim süreciyle birlikte, özellikle de son zamanlarda Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği (TEMAD) ve Pes Diyen Astsubaylar adı altında sosyal medyada hak aramaya başlamaları da sadece bir başlangıçtır. Her türlü baskı, tehdit, dışlamaya rağmen, sorunlar dile getirilecek, verilmeyen haklar istenecektir..

Çünkü bizde anladık! 

‘HAK VERİLMEZ ALINIR’…

Yarın sizlerle “Spor Adamı Astsubay’lar gözüyle sorunlar!” konusunda düşüncelerimi paylaşacağım. 
 

Spor Adamı Astsubay’lar gözüyle sorunlar!         17.05.2013  Cuma

Spor Adamı Astsubay’lar gözüyle sorunlar!

info@mustafakalabalik.com

Bugün sizlerle spor camiasının çok yakından tanıdığı, yıllarca Birinci, İkinci ve Üçüncü Futbol Liglerinde görev almış, Avrupa Kupalarında maçlar yönetmiş, her hafta tüm klasmanlarda neredeyse binlerce müsabakada yer alan astsubay hakemlerin ağzından ve temsilen, spor hayatlarında meslekleri dolayısıyla yaşadığı haksızlıkları, adaletsizlikleri ve TSK üzerindeki aidiyet eksikliğine sebep olan uygulamaların örneklerini okuyacaksınız…

Aşağıdaki düşünceler, halen faal olarak hakemlik yapamasa da, hakemlerin görevlendirilmelerinde, atamalarında, eğitimlerinde, gelişmelerinde emek sahibi, söz sahibi, yetki sahibi olan bir emekli astsubay tarafından kelimelere dökülmüştür…

Futbol Hakemi.. Faal Gözlemci.. Faal Hakem Eğitmeni… 

18 yaşında astsubay okuluna girdiğimde, 12 – 18 yaşlarım arasında lisanslı olarak oynadığım futbol yaşantımın sona ermiş olduğunu üzülerek ve hayal kırıklığı ile benimsemiş oldum. Ancak askeri okulda kendi bünyemizde yapılan futbol müsabakaları ve atletizm yarışmaları ile askeri ve mesleki eğitimin yanında spor yaşantımı (futbol ve atletizm) sürdürdüm.

Astsubay olarak mesleğime başladığımda ise askeri personelin amatör kümede dahi herhangi bir kulüpte lisanslı olarak futbol oynaması yasak olduğundan, özel turnuvalarda ve 1990’lı yıllara kadar silahlı kuvvetlerin, kuvvet takımlarının turnuvalarında bir şekilde futbol oynamaya devam etmiş olduk.

Askeri birlikler ve kuvvetler arası müsabakalarda, spor yaşantınızda, eğer amiriniz sporu seviyorsa pek sorun yaşamıyorsunuz. Ancak, eğer amiriniz hayatında spor yapmamış, “spor sağlığa zararlıdır” anlayışında ise -o turnuvalara resmi olarak mesaj ile gitseniz dahi- hem gidiş esnasında hem de turnuva dönüşünüzde çeşitli sorunlarla, “iki dudak arası” alakasız mobing uygulamaları ve emirleriyle karşılaşıyorsunuz. Ancak gittiğiniz yarışma ve turnuvada kendi birliğinizden bir iki subay da mevcut ise işler biraz daha kolaylaşabiliyordu. O da onların senin başarılı bir sporcu olduğunu ve seni daha iyi tanımaları ve onlarında bu ekip içerisinde olmalarından kaynaklanıyordu sanırım. Siz başarılı bir sporcusunuz, hedefiniz daha üstün bir başarı ancak aklınız turnuva dönüşü ne gibi durumlarla karşılaşacağınızda…

Askeri bir turnuvada takım halinde kamp sonrası Ankara’daki bir üst yarışmalara gidecektik. Cuma günü kamp bitmişti ve pazartesi Ankara’da yeniden yarışmalar başlayacaktı.. Özel arabası ile gelenler bir grup olarak, diğerleri de askeri araçla Ankara’ya intikal etmeden bir gün önce, futbol hakemi olan ben Ankara’da hafta sonu oynanacak bir süper lig müsabakasına -tesadüfün böylesi- TFF (Türkiye Futbol Federasyonu) tarafından görevlendirilmiş olduğum için, yine TFF’nin verdiği ulaşım imkanları üzerine kafile komutanına; “ben uçakla gideceğim” diyerek bilgi verdim. Bir anda bozulduğunu hissettim. Şakayla karışık olmaz falan dese de, mantıksız olacağını bildiği için kabul etmek zorunda kaldı.. Sonuçta uçakla gittim ancak keşke gerçeği söylemeseydim de, ben pazar günü otobüsle yola çıkacağım deseydim… 

Nasıl olurdu da, bir astsubay olarak ben daha iyi şartlarda gidebilirdim! Ankara’da bir hafta süren yarışmalar boyunca kapris yaptı, katlandık.. Bu durum üzerine takım arkadaşlarımız arasında da bayağı sohbet malzemesi çıkmıştı. Takım olarak destekleniyordum. Başarılı olmam ve daha iyi yerlere gelebilmem için bana manevi destek sunuyorlardı ki, bu konuda astsubaylık görevim ve yaşantım süresince çoğunlukla destek ve taktir edilmişimdir… 

TSK’da askeri personelin amatör kümede dahi herhangi bir kulüpte lisanslı olarak futbol oynaması yasaktı ancak, tüm spor branşlarında hakemlik yapılabiliyordu. Futbol oynayamıyorsak o zaman futbol hakemi olabiliriz düşüncesiyle ve daha önce bu işe girmiş astsubay ağabeylerimizin de desteği ile futbol oynarken aklımızın ucundan dahi geçmeyen bu düşünceyi hayata geçirmemizde etkili oldu ve çok kısa bir sürede basamakları kısa sürede çıkmaya başladım. Başladım başlamasına ama astsubaysınız, nöbetlerinizi önceden tutmalısınız, hakemlik sezonu öncesi ve sezon aralarında harici görevleri yerine getirmelisiniz, çok mecbur kalmadıkça izin almamalısınız, amirlerinizle sorun yaşamamalısınız, mesleğinizi çok iyi ve üstün performansla icra etmelisiniz ki sorun yaşamadan hakemlik yapabilesiniz…

Buna rağmen siz futbol hakemliğinin ilk aşamalarında sorun yaşamamış olsanız dahi, üst klasmanlara çıktıkça, isminiz spor camiasında ve medyada yayıldıkça, gözler üzerinizde oluyor… Bu durumu, bu başarıyı takdir edenlerin yanında, yine sporu sevmeyen amirler ve birlik komutanları karşınıza çok basit nedenlerle ve görevlendirmeler yaparak kısmen de olsa zorluklarla karşılaşmamıza neden olabiliyorlardı…

Siz aday hakemsiniz, daha sonra il hakemi ve daha sonrasında klasman hakemi oluncaya kadar toz, toprak, güneş, çamur, kar, dolu gibi olumsuz hava ve saha şartlarında, antrenmanlara ve maçlara çıkıyorsunuz, yıllarca emek veriyorsunuz, her yıl atletik testler, sınavlar, seminerlere giriyorsunuz başarılı olmak zorundasınız.. Yoksa, o sezon kısmi olarak veya tamamen maçlara çıkamazsınız.

Bir şekilde sizin bu başarılarınız, sizden olumlu konuşulması, kısmen de olsa spor medyasında isminizin geçmesi, ayrıca bu işin ekonomik boyutu, sizin amirinizi veya birlik komutanınızı ve hatta mesai arkadaşlarınızın bir kısmını bile olumsuz şekilde rahatsız ediyorsa, o zaman işiniz iyice zorlaşırdı. Sizin bu başarılı durumunuz ve bu duruma gelinceye kadar yaptığınız özveri, özel yaşamınızdan, ailenizden ayırdığınız zaman, yaşadıklarınız, hayal kırıklıklarınız, çektiğiniz zorlukları düşünmeden sanki gökten direk üst klasmanlarda görev yapan bir hakem olarak gelmişsiniz ve bu işten nemalanıyor muşsunuz şeklinde bir bakış açısı, son derece yıkıcı ve yok edici bir yaklaşım ve önünüze getirilen zorluklar… Öğlen arası spor yapma imkanının kısıtlanması, futbol maçı yapana ve antrenman yapana olumsuz bakış açıları (oysa briç veya herhangi bir masa başı oyunu oynasanız amirleriniz veya üstleriniz ile aranızda sorun olmazdı)… 

Spor yapmamız olumsuz abartılıyordu.. Diyelim ki cuma akşamı maçı için tebligatı aldınız. Maç Trabzon’da ve perşembe akşamından mesai sonrası için plan yaptınız ancak cuma günü için izin almalısınız.. Özel bir işim için derseniz sorun yok! Gerçeği söyleyerek izin almanız lazım, o zaman “yarın şu iş vardı, bu yapılacaktı, şu görev vardı” gibi rahatsız edici ifadelerle karşılaşıyorduk.. 

Ve şu pozisyon ortaya çıkıyordu! Sen süper lig müsabakasında hakemlik yapacaksın ama benim iznimle gidebilirsin!!! Halbuki spor yapmayan hakemlik yapmayan, a sosyal bir meslektaşım tüm mesai günü bir şey yapmasa da sorun yoktu!

Bir amatör küme müsabakasında yardımcı hakemime saldırı olması sebebi ile maç yarım kalmış, olay mahkemeye intikal etmiş.. İleri bir tarihte duruşma var.. şahit olarak bulunmalısın, ancak o tarihinde içinde bulunduğu günlerde harici bir görev var. Amirinize bunu anlatıyorsunuz, sizden başka o göreve gidecek personel seçeneği var.. Ve size diyor ki, “aynı branştan nasıl olsa iki kişi geliyorsunuz, o tarihte gönderirim, izinli olursun”. Her şey tamam göreve gidiyorsunuz, mahkeme tarihi geliyor, amiriniz diyor ki “gidemezsiniz, birlikte geldik görev bitimine kadar buradayız”.. İşte bu kadar basit onun için… Yine “iki dudak arasına sıkışıp kalıyorduk”…

Askeri müsabakalar ve özel turnuvalarda oynadığımız futbolu izleyen resmi kulüp antrenör ve yöneticileri, ben ve benim gibi birkaç yetenekli astsubay arkadaşıma “yakında Gen.Kur.Bşk.lığı ve TFF Protokolü ile askeri personelin resmi sivil kulüplerde futbol oynayabilmesinin yolu açılacak aman başka kulüplere söz vermeyin” sözlerini bugünkü gibi hatırlıyorum! Yıl 1980’lerin sonları.. Bırakın bunun düzeltilmesi, daha da kısıtlanmış ve resmi olarak yapabildiğimiz tek hobi olan hakemlik dahi engellendi bildiğiniz gibi.. 

Benim gibi yüzlerce astsubay hakem, hakemlikten ayrılmak zorunda kalmıştır… 

Yılların beşeri sermayesi, tecrübesi, spor alanındaki bir milli sermayemiz değil midir?

Birde baktık, hakemliğiniz bir anda bitmiş.. Oysa diğer branşlarda hakemlikler devam ediyor.. Ancak futbol hakemliğinde bir dönemde ön planda olan hakemlerin çoğu astsubaylardı.. Bir iki subay hakem vardı, ancak onlarda yardımcı hakemlik yapıyordu.

2002 yılı, emirle spor yapması yasaklanan tek devlet memuru olan askerler için önemli bir yıldı.. Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, futboldaki bazı gelişmeler nedeniyle (ne tür bir gelişme ise?) 2002-2003 futbol sezonunun bitiminden itibaren, asker hakemlerin sayısını azaltma yönünde karar aldı ve uygulamaya koydu.,. 

Neden Yasaklandı?

Peki, neydi Genelkurmayı bu duruma yönlendiren sebepler? Açıklamalar ne derece tatmin edici gerçeklerdi acaba? Genelkurmay, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kurumsal kimliğinin zedelendiğini ne gibi duyarlılıkla(!), özellikle astsubayların hangi sorunlarından rahatsız oluyordu da, maçlardaki olumsuzluklar bahanesinin arkasına sığınarak böyle bir karar almıştı! Şu an Türkiye’de futbol hakemliği yapan çeşitli ve önemli görevlere sahip kişiler (avukat, doktor, polis, mühendis, öğretmen vb) küfürü veya hakareti hak ettikleri için mi hala yeşil sahadalar! Halbuki, Türk hakemlik tarihine baktığımızda döneme damgasını vuran birçok ismin asker hakemler (astsubaylar) olduğunu görüyoruz…

Spor yapmak, sporun her dalına ilgi duymak, rolünüz ne olursa olsun ister futbolcu olun ister antrenör, isterseniz de hakem olun, bir şekilde spor yapabilmek öncelikle tüm vatandaşların hakkı olduğuna inanıyoruz.. Aslında, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında bunu destekleyen maddeler olduğunu da görüyorsunuz. (Madde 59.– Devlet, her yaştaki Türk vatandaşlarının beden ve ruh sağlığını geliştirecek tedbirleri alır, sporun kitlelere yayılmasını teşvik eder. Devlet başarılı sporcuyu korur)

Ama maalesef ki, statükocu, oligarşik, vesayetçi düzen eliyle Türk sporunu zor duruma sokma bahasına da olsa, TSK’nın aidiyetine zarar da vermiş olsa, astsubayların spor adamı kimliklerine rağmen yaşadıkları sıkıntılar, sorunlar, haksızlıklar, adaletsizliklere sebep olan onlar, yüzlerce, binlerce yasaktan sadece birisini bizlerde yaşadık, hala da yaşıyoruz…

Yetki ve sorumluluk sahipleri ise gördüğünüz gibi; bırakın teşvik etmeyi, tam tersi köstek oldular, olmaya da devam ediyorlar maalesef!

Yarın sizlere “Spor Adamı Astsubay’ Hakemlerimiz” konusunda bazı bilgiler aktaracağım. 

 
 

Spor Adamlarımız İçindeki ASTSUBAY Hakemler…   18 Mayıs 2013  Cumartesi

Spor Adamlarımız İçindeki ASTSUBAY Hakemler…

Yazı Dizisi
info@mustafakalabalik.com

Spor camiasını şöyle bir hatırlamak ve hatırlatmak istediğimizde, malum olduğu gibi toplumun neredeyse tamamının ilgi duyduğu futbol camiası akla gelir. Bugün bile hala, futbol dışında sportif faaliyetler, spor adamları, yorumcular vs neredeyse hiç gündeme gelmez.. Bu nedenle de, futbol camiasındaki önemli isimleri ve bunlar arasındaki astsubay olan isimleri, emekliassubaylar.org sitesinden Aydın Kulak’ın çalışmalarından da yararlanarak sizlerle paylaşmak istedim.. 

İsmine ilk rastladığımız astsubay hakem Sıddık Babakol’dur. Sıddık Babakol, hem futbol hem de atletizm hakemiydi. Asker hakemlerin içinde efsaneleşmiş bazı isimler de var ki herhalde bunların en başında Talat Tokat gelir. 1960 yılında hakemliğe başlamış ve faal hakemlik yaşamını 1986 yılına kadar sürdürmüştür. Oğlu Metin Tokat da Türkiye’nin en bilinen hakemleri arasındadır. Talat Tokat, faal hakemlik dönemi sonrasında MHK üyeliği yaptığı gibi, mentörlük (istikbal vaat eden hakemleri izleme ve raporlama) görevi de ifa etmiştir. Türkiye Liglerinde pek çok maç yönetmenin dışında, kırkın üzerinde uluslararası maçta da ülkemizi temsil etmiştir. UEFA Kupası, Şampiyon Kulüpler Kupası, Avrupa ve Dünya Kupası Eleme müsabakalarında defalarca düdük çalmıştır. 110 bin kişi önünde yönettiği UEFA Kupası çeyrek final maçı (İnter-Real Madrid/02.03.1983) uluslararası alanda yönettiği maçların herhalde en görkemlisidir…

Önde gelen isimlerden birisi de kuşkusuz İhsan Türe’dir. 1975 yılına gelindiğinde 2000 kişilik bir hakem kadrosu içinde, 378’inin asker (astsubay) olduğu bilinmektedir. Klasmana giren 644 hakemin 134’ü de asker (astsubay) kökenlidir. 1979 yılına varıldığında ise asker (astsubay) hakemler, hakem camiasına o denli hakim duruma gelmişti ki; 19. Uluslararası Futbol Hakem Semineri bir askeri okulda yapılmıştı. 10 Ağustos 1979 yılında başlayan bu seminer, İstanbul – Beylerbeyi’ndeki Deniz Astsubay Hazırlama Okulu’nda icra edildi..

12 Temmuz 1980 tarihine gelindiğinde, Türk Futboluna ve spor camiasına Genelkurmay’ın ilk müdahalesi gelir ve alınan kararla, asker (astsubay) hakemler, Ankara ve Birinci Lig maçlarının dışında hiçbir yerde görev yapmayacaktır. Hatırlatalım; bu dönemde Türkiye Birinci Lig maçlarını yöneten hakemlerin büyük çoğunluğunun mesleği de yine astsubay’dır.. 

Astsubay hakem deyince akla gelen bir diğer duayen isim ise Hamza Alan’dır.. 1936 doğumlu olan Hamza Alan’ın oldukça uzun bir hakemlik kariyeri oldu ve hakem camiasının saygı duyulan isimlerinden birisiydi.

1987 yılına gelindiğinde ise A Klasmanda yer alan 39 hakemin 7’si astsubay ve emeklisidir. Bu isimler; İbrahim Acar, Fikri Kuştemir, İhsan Türe, Sezai Temel, Ahmet Akçay, Yavuz Karaozan ve Yusuf Ziya Abaday gibi önemli isimlerdir.

YIL 1990…

Bu dönemde A Klasmandan B’ye düşürülen astsubay hakemler; Turgut Sığıç, Galip Bitigen, Sefer Altuntaş, Rıza Saraç ve Hüseyin Kuzuoğlu’dur. B Klasmanından C’ye düşürülenler ise Nihat Yücel, Kahraman Ölçer, Celal Mutlu, Selahattin Alptekin, Y. Ziya Abaday, Faruk Ürkünç, Mehmet Tokça, Bekir Tavacı, Bilal Bentli, Rahim Onar ve Fazıl Dorsan’dır.

2000-2001 sezonunda futbol sahalarında düdük çalan astsubay kökenli hakemlerimiz ise şu isimlerden oluşmaktadır: Sabahattin Bitirim, Şahin Taşkınsoy, İsmet Arzuman, Sabahattin Şahin, Sadık İlhan, Harun Yiğit, Ziya Fidan, İzzet Karaağaç, Ali Rıza Çakmak, İbrahim Çınar, Ali Uluyol, Bülent Uzun, Erol Ersoy ve Mustafa Çulcu…

Erol Ersoy, sıra dışı bir futbol hakemi olarak, yıldızı parlayan isimlerden birisiydi. Kuşkusuz asker hakemler konusunda alınan kararlardan olumsuz etkilendi ve belki de sırf bu nedenle 2002 yılında FİFA listesinden çıkarıldı

2006-2007 yılları arasında MHK başkanlığı da yapan Mustafa Çulcu, göze çarpan asker hakemlerden birisiydi. Asker hakemler konusunda verilen karar nedeniyle, yasal süresini tamamlayan şanslılar arasında olduğundan emekliye ayrıldı ve hakemliği seçti.. Hakemlik sonrasında 1,5 yıl MHK Başkanlığı yaptı. FİFA Kokartlı hakemlerimizdendi ve Kocaeli bölgesini temsil etmekteydi. Türkiye’de Lig ve Kupa maçları haricinde, uluslararası maçlarda da düdük çaldı. Milli müsabakalarda, özellikle dostluk maçlarında hakemlik görevi yaptı. Bunun yanında, UEFA Kupası maçları, Şampiyonlar Ligi Ön Elemeleri ve U-21 maçlarında (UEFA) görev aldı.

FİFA kokartı taşıyan İsmet Arzuman’da astsubay hakemlerimizden birisidir. 2003-2004 sezonunda yılın hakemi seçildiğinde Süper Lig’de 24 müsabaka yönetmişti. Toplamda 130 Süper Lig müsabakası yönetti. Ne yazık ki uluslararası hakemlik kariyeri beklentilerin aksine, asker hakem olması ve bazı kısıtlamalarının bulunması, asker hakemler üzerinden yapılan tartışmalar ve futbol camiasında vuku bulan cepheleşmeler onu da yıprattı ve FİFA kokartı çok kısa sürdü. Asker hakemler konusunda alınan Genelkurmay kararı sonrasında ikileme düştü. Ya Mustafa Çulcu ve Erol Ersoy gibi emekli olup, hakemliğe devam edecek, ya da hakemliği bırakıp mesleğini yapacaktı. Sonunda o da hakemlikte karar kıldı. 2003-2004 sezonunda, emekli olana değin listede gösterilmedi. Ancak, emeklilik dilekçesini verdikten sonra hakemlik kariyerine geri dönebildi. 

Bir başka astsubay hakem de Bülent Uzun’dur. İzmir bölgesi temsilcilerinden olan Uzun, hakemlik kariyeri için emekli olmayı seçen isimlerden bir diğeri. Uzun, 5 yıl FİFA Kokartı (1999-2004)taşıdı.

Hakemlik kariyerinde iz bırakan isimlerden birisi de astsubay Galip Bitigen’dir. Spora atletizmle başlayan Bitigen, hakemlik kariyerine 1980 yılında başlamıştı. 

Görüldüğü gibi birçok isim yapmış astsubay kökenli hakemler, hem ülkemizde hem de uluslararası arenada çok başarılı olmuşlardır. Kariyerlerinin en parlak olduğu dönemlerde getirilen yasaktan dolayı hem kendileri hem de spor kamuoyu olumsuz etkilenmişler, alınan kararın yanlışlığının en somut örnekleri olmuşlardır..

Dilerim ki yetkili merciler bu antidemokratik uygulamaya biran önce son verirler ve bu sayede spora gönül vermiş birçok astsubay ve asker hem ülkemizde hem de uluslararası arenada Türk Silahlı Kuvvetlerini ve Türkiye’yi en iyi şekilde temsil etmeye devam ederler…


Astsubay çocuğu olmak!             19.05.2013          Pazar

Astsubay çocuğu olmak!

info@mustafakalabalik.com



Değerli okuyucular, yazı dizimde asker eşleri, çocukları gözüyle olumlu ya da olumsuz düşünceleri de sizlerle paylaşmak istedim.

Yaşam içindeki “iyi” ya da “kötü”, “başarılı” ya da “başarısız”, “mutlu” ya da “mutsuz” yaşanmışlıkların her zaman topluma örnek olduğuna inanıyorum. Yapılan bir hata varsa ve onu gören, hisseden birisiysek eğer, aynı hataya düşmemek için mücadele edebilmek, alacağımız örneğinde etkisinde olur.

Sadece başarılı örnekler yaşamı olumlu etkilemez… Aynı şekilde başarısızlık hikayelerini de kendimize bir ders olarak örnekleme yapabiliriz, yapmalıyız..! 

Bugün astsubay çocuklarının düşüncelerini, hissiyatlarını, kendi oğlumun kelimeleriyle sizlere aktarmaya çalışacağım. 

Şu anda Mimar Sinan Üniversitesi, Güzel sanatlar Fakültesi, Tiyatro bölümünde eğitimlerine devam eden oğlumdan, hür iradesiyle, görev yaptığım illeri, ilçeleri, görev yerlerini değerlendirerek, buralarda yaşadıklarını, hissettiklerini, dostluklarını, arkadaşlıklarını kaleme almasını istedim.

Sağ olsun beni kırmadı ve yoğun dersleri arasında düşüncelerini benimle paylaştı.

Bakalım neler söylemiş Furkan !

Asker Çocuğu Olmak

Ben 1988 mezunu Deniz İkmal Astsubayı Mustafa Kalabalık’ın oğlu Furkan Kalabalık.

Yazının başlığını ‘Astsubay Çocuğu Olmak’ olarak da düşündüm, ama genel konulardan bahsedeceğimden dolayı Asker Çocuğu Olmak başlığını daha uygun buldum.

Gelelim açılışta geçen Asker-Astsubay ikilemime. Çok uzun uzadıya bir açıklama olmayacak ama yine de; Subay-Astsubay ayrımının askeriye içindeki sosyal üstünlük dereceleri arasındaki farklar yüzünden böyle bir ikilemde kaldım.

Yazının devamında bu ikilemi bir kenara bırakarak ‘Asker Çocuğu’ tamlamasını kullanacağım.

Önce bu durumun olumlu yanlarından bahsetmek gerekirse eğer; sosyal getirilerinin sivil bir aile bireyinden -çocuk, büyük ayırt etmeksizin- çok daha rahat ve ucuz olduğu açıkça ortada.

Örnek vermek gerekirse, babam Marmaris/Aksaz’da 5 yıl görev yaptı. 

Aksaz, Türkiye’deki askeri sosyal tesisler arasında en büyüklerinden ve en iyilerden birisi. Biraz daha açmak gerekirse, sivil bireylerin yüklü miktarda paralar vererek kısa bir süre -Bir iki hafta, belki bir iki ay- gideceği tatil beldeleri ya da oteller derecesinde bir yer. 

Orada 5 yıl yaşamış olmayı büyük bir avantaj olarak görüyorum. Sadece tatil beldesi olarak değil, lojman içinde yaşama dair eğitiminden eğlencesine, kütüphanesinden kültür merkezlerine, yemekhanesine kadar her şeyiyle bakmak lazım tabii. 

İşte bu avantajlardan -argo tabiriyle- şaka gibi, hatta neredeyse bedava denecek bir ücret karşılığında ve rahatlığında faydalanıyor olmak mükemmel bir duygu. (Örn: Dışarıda bir traş, bir yıkamaya 25-30 TL hatta daha fazla para verirken askeri tesiste 1 TL karşılığında ikisi birden yapılabiliyor.)

Gelelim diğer meselelere…

7/24 güvende olduğunu bilmek insanı inanılmaz derecede rahatlatıyor.

Asker çocukları olarak aramızda Subay-Astsubay ayrımını bir tek halı saha maçlarında fark ederdik. Çünkü lojmanlar ayrıydı. O farkı da bir tek bu yüzden anlayabilirdik zaten. 

Subay-Astsubay kazançları ve yaşam kalitesini, Subay-Astsubay olan baba/annelerimizin diğer personellerle arasındaki ilişkileri ve zorlukları işin içine katıp konuşmayı dallandırıp budaklandırmak istemiyorum.

Tabii yetiştirilme tarzıyla alakalı olan bazı subay çocuğu arkadaşlarımız, ne kadar adı ‘arkadaş’ da olsa, ne kadar ‘çocuk’ da olsak, kendilerini ilişkimiz boyunca hep belli etmişlerdi zaten.

Bir diğer yandan; Kara Kuvvetleri, Hava Kuvvetleri, Jandarma ve Sahil Güvenlik Komutanlığı bünyesinde olan ailelerin çocuklarının bu konudaki düşünceleri nelerdir bilemem ama, Türkiye’nin İzmir, Marmaris, Gölcük, Ankara vb. güzel yerlerini -yine sivil toplum bireylerine nazaran- gezmek, farklı kültürlerden insanlar, aşklar, dostlar, büyükler, küçükler, yaşamlar tanımak benim için her zaman bir avantaj oldu. 

Kişisel gelişim olarak görüyorum, ve bu durumdan oldukça memnunum…

Yaşıtlarımızın doğup-büyüdükleri yerlerden ‘çocukluk arkadaşı’, ‘bebeklik arkadaşı’ olarak tanımladığı 15-20 yıllık dostları, kardeşleri var. 

Bizler asker çocukları olarak -ki daha 20 yaşındayım- her 5 yılda bir -belki daha az- tayin olunan şehirlerde o kısacık dönem içinde bir ömre bedel kat kat daha fazla dostluklar, karakterler tanıyoruz.

Büyükler tarafından sosyal tesisin ya da görev yerlerinin içinde yaşananlar bizlere yansımadı (çoğunlukla) ve biz askeriyenin olumlu yanlarını gerek maddi gerek manevi olarak tattık. 

Tatmaya da devam ediyoruz. En basit örneği, Türkiye’nin her yerinde kalabileceğimiz bir yuvamızın olduğunu bilmek çok ayrı bir duygu.. 

Tabi bu imkanları, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Milletinin verdiğini de hiçbir zaman unutmadık, unutmuyoruz… Allah devlete millete zaval vermesin…

Başka bir örnek vermek gerekirse geleceğimize atacağımız en büyük adım olan üniversite kuruluşlarının bazılarının ‘asker çocuğu’ olan bizlere maddi olarak ayrı kolaylıklar sağlıyor olması.

Bahsedilebilecek ve anılardan yararlanılabilecek bir çok olumlu örneği, bu yazıyı okuyan diğer asker çocuğu arkadaşlarımın ve asker olan büyüklerimin bildiğini varsayarak uzatmak istemiyorum.

Bize yansıtılmayan olumsuzluklar konusunda; gerek bahsettiğim gibi fazla yansımadığından dolayı, gerekse işin derinine inince konunun siyasete, yaşam biçimlerine, insani kararlara ve karakterlere yansıyacağını bildiğimden tek bir paragrafta yüzeysel bir şekilde bahsedeceğim..

Subay-Astsubay ayrımını yaşayan ailelerimizin sıkıntılarını bir nebze de olsa hissetmek, bir Astsubay çocuğu olarak maddi farklılıkların farkına varmak ve ailelerin çocuklarını yetiştirme tarzından dolayı ortaya çıkan ‘kendini beğenmişlik’ yönlerini görmek canımı sıkmıyor değildi… 

Babam emekli de olmuş olsa, profesyonellikte iktisatçı, yönetici, gazeteci, yazar, tv program yapımcılığı da yapsa, kamu yönetimi uzmanı, siyaset bilimci de olsa, bu bir birey olarak ve bakış açısı olarak hala canımı sıkıyor…

Ama her ne olursa olsun, biz bize yettik. Yeteceğiz…

Astsubay-Subay ayrımının -gün olur da başta maddi olarak, daha sonra tesis içindeki tavır ve yaşam olarak ortadan kalktığını görebilmek ve hepimizin bir bütün olduğunu görmek umuduyla……

Saygı ve sevgiler.

Bence Astsubay…        20.05.2013  Pazartesi

Bence Astsubay…

Değerli okuyucular, yazı dizimizin bugünkü bölümünde, astsubay’lar kendilerini nasıl tanımlıyor sorusunun cevaplarını almak ve sizlerle paylaşmak istedim. 

Özellikle son günlerde artan intiharlar hakkında, TEMAD Genel Başkanlığı tarafından yapılan basın duyurusunda; ciddi mesleki baskılarının, mobing ve ekonomik yetersizliklerin, adaletsizliklerin ve kurum içindeki haksız, hukuksuz, adaletsiz uygulamaların başta astsubay’lar olmak üzere tüm personeli bunalttığını, buhran sonucunda ailevi sorunların ortaya çıkmasına, ilerlemesine yol açtığı dile getirilmektedir.

Toplumu cinnet noktasına iten, itmeyi amaçladığına inanılan bu adaletsiz ve ayrımcı uygulamalara artık bir son verilmesinin gerektiği oldukça açıktır.

Kamuoyunun astsubayların seslerinin yükselmesin karşısındaki yorumu nasıldır bilemiyoruz, ancak bazı kesimlerce, sadece ekonomik arayış içinde olunduğuna dair bir kanı oluşturulmaya çalışılıyor gibi.. 

Gerçek bu değil ! 

Astsubay’lar; yapılan bu haksız, adaletsiz, aidiyet tüketen uygulamaların, ülkemizin en değerli, önemli, tüm dünyaya korku salan kurumu olan “ordu”muzun, “TSK”nin, gittikçe aidiyetlerinin yok olmasına yönelik uygulamalar olarak görmektedir ve bunu da ikaz etmektedir…

Ordu içindeki manevi birlikteliği bozmaya yönelik, inançları, güvenleri yok ötmeye götüren, sevgisizliği saygısızlık boyutuna doğru itmeye çabalayan adımlar olarak görüldüğü hatırlardan çıkarılmamalıdır…

Bu düşüncelerle birlikte, yazı dizimizin daha düşünce aşamasındayken ve başladığı günden bugüne kadar gelen e-mailleri derlediğimizde, okuyacağınız ortak düşünce ürünü bir “Bence Astsubay” tanımlaması belirdi…

Bakalım Astsubay’lar kendilerini nasıl tanımlıyor…! 

Bence Astsubay, ordunun bel kemiği, dengesi, teknik/taktik arasında uyum faktörü, kısım amiri, subayın en yakın yardımcısı, teknik uzman, tecrübeli asker, kurum hafızası, demirbaş sorumlusu, nöbetçi heyetinin odak noktası..

Uçakların ana bakım/tamircisi, gemi teknik, makine, sevk, idare, muhabere, idaresinin ana veri ve hareket kaynağı, ana kuvvet faktörü..

Az yatırımla çok getiri alınan insan kaynağı, hem fakülte/meslek yüksek okulu mezunu, subay kadar bilgili, yetkin, % 99 sorumluluk ile hiç yetki vermeden ancak cezai durumda rütbeli olduğu akla gelen, mali/idari teftişin ana unsuru..

Pratisyen-uzmanlık öğrencisi tabip subayın kobayı..

Az maaşla daha çok ve her konuda, her alanda çalışabilen-çalıştırılabilen, her konuda iş verilen ancak hiç güvenilmeyen, yaptığı işler takdir/taltif edilmeden ödüllendirmesi subaya aktarılan, uzun yıllar istemediği, hatta hiç istemediği bölgelerde, görev yerlerinde, uzun süre çalıştırılarak, subayın yapması görevler yaptırılarak subay rahatlatan..

Baba olarak birçok subay yetiştiren, orta zeka düzeyi istenerek orta direği temsil eden, ancak diğer kamu görevlileri nazarında en alt düzeyde, statüde kabul edilen..

Subay olsa da iki arada bir derede bırakılan, en çok şehit olan, ölme, sakat olma halinde subay, er, uzman erbaş, sivil memur, işçi kadar sorun çıkarmayan, çok veren, çok özveride bulunan, az isteyebilen, hazır ol deyip unutulan, memur, işçi mesai sonu gittiğinde bile yeri geldiğinde halen verilen işi bırakamayan..

Gemilerde, denizaltılarda, 12 ayın 11 ayında 24 saat çalıştırılan, az kurs ve eğitimle çok mecburi hizmete mahkum bırakılan, uzun sureli zor görevlerde çalıştırılan..

Önce iş, ancak sonra her şey mantığı zerk edilen.. 

Personel arasında enson da değer ve kulak verilen.. Yaptığı iş sadece bağlı bulunduğu subay nazarında değerlendirilen..

Çok çalışanı cezalandırılan, atamada istediği bölge ve yer dışında her yere verilen, subay tarafından seçilen, eğitilen, motive edilen, değerlendirilen..

Olan adli olaylarda baş suçlu olarak cezalandırılan, bir subay karşısında her zaman subay haklıdır mantığı ile cezalandırılan..

OYAK’ı finanse eden, ancak emeklilikte aynı hizmet yılı ve kesinti toplamında subayın aldığı maddiyatın ancak yarısını alabilen, OYAK kurum yönetim ve denetim kurullarında bulun(a)mayan..

OYAK şirket yönetim ve denetim kurumlarında subaylarca temsil edilen, OYAK şirketlerinde iş hakkı olduğunda, emekli subayın kendisi, eşi, yakınları tarafından yine önceliksiz bırakılan..

TSK Vakıf yönetim, denetim ve genel kurullarında bulun(a)mayan..

TSK bağlısı onlarca şirket yönetim, denetim kurullarında sadece subaylarca temsil edilen, TSK bağlısı Vakıf bağlısı onlarca şirketlerdeki iş hakları çoğunlukla emekli subay, eş ve yakınları tarafından kullanılmasına rağmen, yine önceliksiz bırakılan..

Askeri Ceza kanununda “erbaş”.. 926 Sayılı Personel Kanununda “subay yardımcısı” olarak tanımlanan, ancak subaylara tanınan lehte tüm hükümlerden her zaman hariç tutulan..

Ancak subaylara isnat edilmeyen kanuni olumsuz hükümlerin tümüne muhatap olan, subayın yaptığı tüm hataların ve suçların yüklendiği kişi olan..

T.C. Anayasası tarafından Türk Vatandaşına tanınan temel haklardan bile Askeri yasa hükümleriyle istisna tutularak vatandaş olarak bile kabul edilmeyen…

Ama PES ETMEYEN büyük bir zümredir.

Gazeteci-Yazar Astsubay’lar gözüyle sorunlar!        21.05.2013   Salı

Gazeteci-Yazar Astsubay’lar gözüyle sorunlar!

Yazılarımızın bugünkü bölümünde, askerlik dışında başarılarına başarılar katan, gönülden ve sevgiyle topluma faydalar üretmekle keyiflenen, birkaç mesleği bir arada yürüterek enerjisini halen verimli ve ülke insanı için harcayan, hiçbir zaman kibir içinde olmayan, “Emekli Astsubay”, “Gölcük Belediyesi Yarhisar Müze Gemi Müdürü”, “Gazeteci”, “Sunucu”, “NLP Uzmanı”, “Diksiyon eğitmeni” olarak yaşamını son derece pozitif alanlarda sürdüren Sayın İlhan Akbulut’un kaleminden, astsubay’ların sorunlarını (aslında sorunlar ve sorunlular tartışılmalıdır!) yine farklı pencereden sizlere aktarmaya çalışacağım… 

İlhan Akbulut diyor ki!
1980 yılın da, yirmi yaşında iken Deniz Kuvvetleri Komutanlığında başladığım profesyonel askerlik meslek yaşamımın on yedi yılını donanmamızın çeşitli gemilerinde Makine Astsubayı ve Başçarkçı olarak yürütmemin ardından, denizin kara birliklerinde de, lokal yangın merkezi amiri olarak çalışıp, 2004 yılında kendi isteğimle emekliliğe ayrıldım.

Askerlik mesleğini sürdürürken bazı hedeflerim vardı. Bunlardan bir tanesi ve en önemlisi gazeteci olmaktı! Bu isteğimi on altı yıl önce, görev yaptığım Donanma Komutanlığı’nda, garnizon içerisinde hafta da bir yayınlanan: Haftalık Bülten’de yazarak gerçekleştirdim. Aynı dönemde A.Ö.F.Halkla İlişkiler bölümünü kazanarak; o dönemde halkla ilişkiler ile birlikte; basın-yayın ve teknikleri ile radyo, televizyon, reklam gibi dersleri de görerek eğitimi mi tamamladım.

Ailemle ile birlikte aldığımız kararla donanma kenti Gölcük’e yerleştim. Bu tarihten itibaren Gölcük yazılı basınında köşe yazarı olarak yerimi aldım. Aynı dönemde muhabir olarak ta çalıştım. Altı yıl önce, Kocaeli Gazeteciler Cemiyeti üyesi oldum. Halen bir internet TV’nin Genel Koordinatörü olarak faal gazetecilik görevimi sürdürüyorum.

2006 yılında, Gölcük’te açılan: Diksiyon-güzel konuşma, beden dili kursları ile birlikte NLP ve Kişisel Gelişim üzerine; önce practıtıoner ve master practıtıoner eğitimlerini tamamlayarak, NLP ve kişisel gelişim uzmanı sertifikamla seminerler vermeye başladım. Halen kişisel gelişim ve diksiyon eğitmeni olarak, Gölcük’te eğitim ve seminerler vermekteyim. Bununla birlikte, Gölcük Belediyesinin sunuculuk görevini de yürütmekteyim. Ayrıca bir amatör tiyatro grubunda amatör oyuncu olarak ta çalışmalarımı, fırsat buldukça devam ettirme gayretindeyim. 
Tüm bunları, isteyerek ve gönülden yerine getirmeye çalışıyorum. Seminerlerin çoğunu ücretsiz ve gönülden veriyorum. Amacım aldığım bilgileri başkalarıyla paylaşırken, ben de onlardan bir şeyler öğrenerek, kendi kişisel gelişimimi de sağlamak!.

Elli dört yaşımdayım. Sevdiğim işleri yapmanın keyfini yaşarken, çevremdeki insanlara ve dostlarıma da, yürüttüğüm işlerle ilgili katkı sağlayabildikçe mutlu oluyorum. Askerlik mesleğini yürütürken; neredeyse çoğu zaman yedi yirmi dört çalışmaya alışkın biri olarak, bu gün,bir birine yakın olan, iletişimle ilgili tüm bu işlerin hepsini de bir arada;ara- ara yürütmeye çalışıyorum ve bundan büyük haz alıyorum!
Zaman zaman ilginç olaylarla karşılaşıyorum!
Ömür boyu “Ast” olduğumuzu düşünmek mi istiyorlar!
İki yıl kadar önceydi; TEMA Kocaeli sorumlusu, değerli arkadaşım Nermin Tol hanımefendi, o yıl Kocaeli Sabancı Kültür Merkezinde gerçekleşecek olan TEMA Çocuk şenliğinde sunucu olarak görev yapmamı istemişti. Gönülden, severek, koşarak gittiğim o gün, yaşadığım ilginç bir olay beni hem çok şaşırttı, hem de çok üzmüştü!
Nermin Tol hanım efendi, kültür merkezinin salon girişinde beni kibarca karşıladı. TEMA vakfında yönetici pozisyonunda, İstanbul’dan görevli olarak geldiğini öğrendiğim bir beyefendiyle tanıştırdı, 
”İlhan beyde sizin gibi emekli asker “ dedi. 

Nermin hanıma sonradan sorduğumda, o kişinin emekli albay olduğunu öğrendim. Emekli albayım, kendisine tanıtıldığım andan itibaren, benimle hiç konuşmadan, beni kuşku ile izlemeye başladı. Bu durumdan çok rahatsız olmasam da, bir süre sonra; sanki bir patlama yaşanacakmış gibi olumsuz bir hava oluştuğunu hissettim. Birinci bölümü başarıyla sunup, on beş dakika aradan sonra ikinci bölümü sunmak üzere sahneye çıktığımda ilginç bir durumla karşılaştım. 
Birinci bölümde protokol gereği ön sırada oturan bu beyefendi, ikinci bölümün başlaması ile birlikte sahneye çıktı ve seyyar mikrofonla konuşmaya başladı. Bende, her halde kısa bir tanıtım yapıp mikrofonu bana verecek diye düşünüyordum. Programa başlamadan önce Nermin hanımla sunum akışını birlikte hazırlamıştık çünkü. Beyefendinin konuşması sonlanıyormuş gibi yavaşladığında, yanına gidip mikrofonu istedim. 

O anda beklenen patlama gerçekleşti! Bana elinin tersiyle kovma işareti yaparak,
”tamam senin işin bitti, sen gidebilirsin“ dedi.
Bir insanın hiç tanımadığı ve arasında hiçbir diyalog yaşamadığı bir insana bundan büyük hakaret yapılabilir mi?! Bu aşağılayıcı davranışının nedenini anlamakta fazla zorlanmadım. Birinci bölümde, koltukta otururken, bir ara yanına gelip oturan Nermin Tol hanımefendinin eşinden benim emekli astsubay olduğumu öğrenmiş olmalıydı! Ve bir astsubay, bir albayın önünde nasıl mikrofonu alıp ta, sunuculuk yapabilirdi’ gibi bir kompleks oluşmuş olmalıydı! 
Askerlik meslek yaşamımız da;bu gün mobing ‘diye adlandırılan, bu ve buna benzer bir çok olayla karşılaşmış olmam, net bir şekilde böyle düşünmeme neden oldu!
O anda, kafamdan bir sürü şey geçse de, almış olduğum NLP ve kişisel gelişim eğitimlerinin yararı burada ortaya çıktı. Böyle durumlarda kişiler çevre boyutunda davranarak; etkiye-tepki, yani ilkel davranış modeli ile sert tepkiyle saldırıya geçer! 

Ben olayı davranış boyutunda değerlendirerek sessizce oradan ayrılıp, en doğru ve etkili davranış modelini belirlemeye çalıştım. Çok kızgın ve kırgın olmama rağmen, o kişiye hiçbir şey söylemedim. Aşağıya inip, karşısında ki koltuğa oturup, onu izlemeye başladım. Benim bu tavrım ve onun suçluluk duygusu, onu çok rahatsız etmiş olmalı ki, mikrofonu bırakıp, öndeki başka bir koltuğa oturdu..
Program bitti.. Bu konudan Nermin Tol hanımefendiye hiç bahsetmedim. Sahip olduğum basın avantajını kullanmaktan kaçınarak, konuyu köşeme de almadım. 

Ogün ona sadece, Reiki tekniği ile gönderdiğim;
“hakkın olmayan bu davranış şekilleriyle hiçbir zaman mutlu olamazsın! Askerlik bitti; sende ben de artık siviliz. Ben ve benim gibi astsubayların, senin ömür boyu astın olduğunu ve onlara her istediğini yapabileceğine hakkın olduğunu mu düşünüyorsun” gibi Reiki enerji mesajları gönderdim. 
Her insan “vicdan” duygusuyla yaratılmıştır. Bu olaydan sonra, eminim ki; benim gönderdiğim olumlu enerji mesajlarını aldı ve vicdan muhakemesinden geçirerek sağlıklı bir sonuca vardı! Ve ona, hala şu enerji mesajlarını göndermeye devam ediyorum.” 

Seni affediyorum, ama yaptığını unutmadım!”

info@mustafakalabalik.com

Ordu, gerçekten profesyonel mi?          22.05.2013   Çarşamba

Ordu, gerçekten profesyonel mi?

Bugünkü yazımızı, değişen ve gelişen, küreselleşen bir dünyaya uyumlu, daha etkin, güçlü, güvenilir olmasıyla yenilemesi gereken, toplumun her kesimince özellikle son yıllarda gündeme getirilen, ordunun profesyonelliği konusuna ayırmak istedim. 

Aslına bakarsanız her bir konumuz birer tez konusu olabilecek genişliklere açık konular. Ancak bu yazı dizimizin amacı, TSK’nın ötekileştirilen, öteki görülen asli unsurlarının duygu, düşünce, fikir ve tecrübelerinin kamuoyuna aktarılmasıdır. Taleplerin, isteklerin, yüksek sesli uyarıların altındaki temel düşüncenin de bu olduğunu, farklı açılardan değerlendirmelerle gün yüzüne çıkarabilmek, yine ordumuzun gücüne güç katabilmek en büyük hayalimizdir… 

Öncelikle Genelkurmay’ın açıklamalarından yola çıkarsak, 346 ‘i general/amiral, 39 bini subay, 95 bini astsubay, 70 bini de uzman erbaş ve er olmak üzere, 600 bin kişilik bu ordunun profesyonel orduya geçmeye hazır olduğu ortaya çıkar mı?

Hayır, çıkmaz. Çünkü kadrolar şişmiş durumda. Geçmişte yapılan her çalışmanın, özellikle piramit sistemi uygulaması, sicil ve sınav ile bir üst rütbeye terfide, personel başarılı olamayınca, yine personel lehine sistemin iptal olması, zaman içinde özellikle yönetici statüsündeki subay rütbe bekleme sürelerinin kısaltılması (Yüzbaşı 9 yıldan 6 yıla, Binbaşı 6 yıldan 5 yıla, Albay 6 yıldan 3 yıla düşürülerek 2 yıllık Albayın Kıdemli Albay olması), sırası gelen, süresi biten her personelin terfisi sebebiyle de bu profesyonel kadrolar şiştikçe şişmiştir. 

Yapılan her teşkilat (!) çalışması, zümresel ve kişisel menfaatler doğrultusunda devasa ihtiyaç fazlası kadroları oluşturmuştur.

Rütbe bekleme sürelerinin zaman içinde düşürülmesi, bekleme yıllarını tamamlayan her personelin rütbe alması sebebiyle kadroları da şişirdikçe şişirdi… Piramit bozuldu. Buna birde tazminatların öne alınması özellikle subay emeklilikleri önledi ve sistem bozuldu…

Örneğin Dz.K.K.lığında her 100 subaydan 18 tanesi albaydır. 

Düşünün, profesyonel ve uluslararası bir şirketteki üst yönetici konumunda, 100 çalışandan 18 tanesi yönetici olabilir mi? Hangi şirket buna Müsaade eder?

Acaba bu 200 bin profesyonelden % kaçı sabah postal giyip araziye çıkar, % kaçı gemilerdedir, % kaçı eğitim ve tatbikat alanlarına çıkar. 

Ancak Türkiye’nin başkentinde, Anıtkabir’deki törenlerde, mevcutlarıyla avluyu dolduran personel sayısıyla ordunun profesyonelliği belli olmaktadır…

Devamlılık arz eden kadroların uzman sivil personel olması gerekirken, mevcut fazlalığı ve menfaatler sebebiyle arazide, gemide, uçakta eğitim alanında olması gereken personel işgal etmektedir.

Denizi olmayan Ankara’da, denizci subay ve astsubayların sayısı, sanki gemilerdekilerden daha fazladır. Üslerde, kışlalara hep karşılaşılan manzara, eksik personel ile çalışmadır…

Ordu’nun profesyonelleşmesinin önündeki en büyük engel, yine kendi içindeki profesyonelleridir..!

Bir litre süt için inek beslenir mi?

Eğitim öğretimde, askeri liseler harp okullarının % kaçını karşılar acaba? Örneğin Heybeliada’da bulunan Deniz Lisesi’nde kaç öğrenci vardır? Bu öğrenciye hizmet veren kaç personel vardır? Buraya verilen ödenek nedir? MEB.lığının yatılı devlet okulları ile karşılaşıldığında ne fark var? Eğitim ise aynı eğitim, müfredat ise aynı müfredat… O zaman fark nedir? Niçin askeri liseler kapatılması düşünülmez veya değerlendirilmez. Acaba profesyonellerin manevi duygusu ağır bastığı, ben kapattım dememek için, yani profesyonellik dışı kararlardan mı, buralar ihtiyaç olmadığı halde kapanmıyor!

Ordu kendi içinde zamanla halkından, yazın kamplardan, kışın orduevlerinden, lojmanları sayesinde soyutlaşmış, yapılan ihtilal ve muhtıralarla ulusalcılığı ve Kemalistliği arkasına alarak, kendi menfaatleri ile birleştirerek bu günlere gelmiştir. Yapılan her türlü yapılanma ve teşkilat çalışmaları profesyonel kadrolarca profesyonelleşmenin önüne geçmiştir…

Bilim ve teknoloji TSK’nın önüne geçmiştir. Personel, özellikle üst rütbeliler buna ayak uyduramamış teknolojinin esiri olmuştur. Biriken kadroları üs ve kışlaya göndererek sonuca ulaşılması imkansızdır..!

Örneğin ülkemizde yiyecek-içecek sektöründeki iyileşmeler ve yemek fabrikalarındaki artışlar ordunun ihtiyaçlarına cevap verebilecek düzeye gelmiştir.. Ancak bu sistemde bile hala ikmal teşekkülleri devam ettirilmekte personel alımları hızla sürmektedir..

Artık dünya köy olmuştur.. 

Silah altında asker tutmanın bir anlamı kalmamıştır. Muhtemel bir savaş bir gecede çıkmamakta, siyasi otoritelerin yaptığı masa başlarından sonuç çıkmaz ise kademeli olarak çıkmaktadır.. İnternet, iletişim teknolojileri ve basın yayın gelişmiştir. İnsan toplama, diye bir şey kalmamıştır. 

Peki niye silah altında bu kadar asker vardır…?

Etrafımıza baktığımızda şehirlerin, kasabaların en güzel yerlerinde üs ve kışlalar yaratılmış, bırakılmış, karargahlar şehirlerin en merkezinde ve yedi yıldızlı oteller gibi ihtişamlıdır. Ama esas görev yerleri olması gereken eğitim alanlarında ve tatbikatlarda kimse yoktur.

Gösteriş, hep insanları “o gününü mutlu eder”, gerçekler ise “her gününü mutlu eder”…

Ülkemizin siyasi ve idari yapılanmasına baktığımızda, sivil kesim üst yöneticilerle 81 ilimizin idaresi; 81 Vali, 81 İl Emniyet Müdürü ile sağlanırken, hükümeti oluşturan sadece 25 bakanlar kurulu üyesi varken, askeri kesim 346 general/amiral ve 39.000 subay ile sağlanmaya çalışılmaktadır.. 

Bütün bunlara bakıldığında, profesyonel kadroların neden profesyonelleşemediğini ortaya çıkmaktadır. Ordunun profesyonelleşmesi talep ediliyorsa eğer; mevcut yapısının teknolojisi ile uyumlu hale getirilmesi, bütün kadrolarının yeniden tarif edilmesi, iş analizleri, görev tanımlamalarının yenilenmesi, zümresel ve kişisel menfaatler düşünülmeden genç subay astsubaylarından oluşan ve hatta yaşı 40’larında general ve amiralleriyle oluşan 100 binlik bir ordu gerekmektedir…

Her zaman geçerli bir söz vardır.

‘TEŞKİLAT İLE OYNANIRSA TEŞKİLAT HEP BÜYÜR’…

info@mustafakalabalik.com

Ayrımcılık, TSK’nın bütünlüğüne zarar vermez mi? (1)              23.05.2013   Perşembe

Ayrımcılık, TSK’nın bütünlüğüne zarar vermez mi? (1)

Bugünkü yazı dizimizde, “Güçlü Türkiye, Güçlü Ordu” sloganının altının doldurulmadığına dair düşünceleri, uygulamaları, yasaları, haksızlık ve adaletsizlik dolu süreçleri sizlere aktarmaya çalışacağım. Bu ordu hepimizin ordusu. Ne bir zümrenin, ne de bir kişi veya meslek mensuplarının olmadı, olamaz..

Yurdun dört bir yanında görev yapan astsubaylar adına, sınırlı günde, sınırlı sayıda yazıyla sizlere farklı düşünceler aktararak, astsubayların zümre sorunları gibi anlaşılan ama aslında TSK’nın güvenilirliği, şeffaflığı, hesap verebilirliği, adaletli olup olmamasının ülkemize nasıl olumsuz etkilere sebep olacağını hatırlatmak, ikaz etmek gibi bir misyonda yükleyebileceğimiz bugünkü yazımızı, TEMAD Muğla İl Başkanı Sayın Halil Ergenli’nin kaleminden sizlere aktarmaya çalışacağım. 

Tanımlamalardan başlamak önemli!

Ayrımcılık tarih boyunca toplumları ve kurumları, çeşitli biçimlerle olumsuz anlamda etkilemiştir. Ayrımcılığı; aynı durumdaki bireylere farklı, farklı durumdaki bireylere aynı muamele yapmak şeklinde tanımlayabiliriz.



Ayrımcılık çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir, bunlardan bazıları şunlardır;

Doğrudan Ayrımcılık: Devlet Kurumları da dahil olmak üzere tüzel kişiler ile gerçek kişilerin; cinsiyet, ırk, renk, dil, din, inanç, ulusal köken, etnik köken, cinsel kimlik, felsefi ve siyasi görüş, sosyal statü, medeni hal, hemşericilik ve benzeri temellere dayalı olarak, düzenlenen hak ve özgürlüklerden, karşılaştırılabilir durumdakilere kıyasla eşit şekilde yararlanmasını engelleyen veya zorlaştıran her türlü farklı muameleyi ifade eder. 

Dolaylı Ayrımcılık: Kamu tüzel kişileri ile özel gerçek ve tüzel kişilerden kaynaklanan ve görünüşte ayrımcı olmayan her türlü eylem, işlem ve uygulamalar sonucunda, bir gerçek veya tüzel kişinin veya topluluğun, düzenlenen hak ve özgürlüklerden yararlanması bakımından hak kaybına uğradığı bir konuma sokulmasıdır. 

Taciz veya Mobbing: İnsan onurunun çiğnenmesi amacını taşıyan veya böyle bir sonucu doğuran, yıldırıcı, düşmanca, onur kırıcı, aşağılayıcı veya saldırganca bir ortam yaratan veya kişi tarafından bu şekilde addedilen ve istenilmeyen her türlü davranıştır. 

Mobbing, özellikle hiyerarşik bir yapılaşmanın olduğu gruplarda, zayıf bir kontrolün olduğu örgütlerde, güçlünün altta kalanlara psikolojik yollardan baskı yapmasıdır. 

Bireyler kendi gruplarına bağlılık duyuyorsa iç grubu, diğer gruplarla dostane olmayan ilişkiler içerisindeyse şayet, bu onlar için dış grubu oluşturmaktadır.

Ayrımcılıklar en nihayetinde gruplaşmaya, “biz” ve “onlar” şeklinde sosyolojide geçen kavramların yaşama geçmesine sebep olur. Konuyu davranış bilimleri açısından ele alırsak ABD’li sosyolog William Graham Summer tarafından tanımlanan iç ve dış grup kavramları ayrımcılıkları da kapsar.

Geçmişten günümüze kadar aynı kurum içerisinde olunmasına rağmen katılaşmış tutumlardan kaynaklı gruplaşmanın ne yazık ki TSK’da bulunduğunu artık bilmeyen yoktur.

Grup kültürü sonradan öğrenilen ve sürdürülen bir kavramdır. Hakim gruplar ise ezici grupları oluşturmaktadır. Yazı dizimize konu olan as(t)subaylar (*) açısından konuya baktığımızda; idareye hakim olan grubun, as(t)subayların beklentilerini karşılamaktan uzak olmasının yanı sıra, kanunlardan kaynaklı beklentilerin, sosyalleşilmesi gereken ortamlarda da sürdürülmesi ve istenmesi bir tarafa; benzer hatta tamamen aynı içerikte işlerin yapılmasına rağmen ücretlerde adaletsizlikler meydana getirilmesi, çıkarılan kanunlarda sürekli olarak hakim grubun haklarında ilerleme yolunun izlenmesi, as(t)subayların tekliflerinin dikkate alınmaması alışkanlığının sürdürülmesi ayrımcılıklara, ayrımcılıklar da beraberinde ayrılıklara, ayrılıklar ise kurum içerisinde mutsuz ve gelecek kaygısı taşıyan insanlar oluşmasına sebep olmaktadır.

Halbuki devletin en önemli kurumu olan Türk Silahlı Kuvvetleri, diğer devletlerce yakinen takip edilmektedir. Öncelikle dış güvenlikten sorumlu olan böylesine önemli bir kurum içindeki ayrımcılıktan kaynaklı mutsuzluk ve huzursuzluk, hiçbir şekilde diğer devletlerin dikkatlerinden kaçmaz.

As(t)subaylar özlük haklarında iyileştirmeler beklerken Nisan 2012’de açıklanan ve TSK’nın bazı personeline zam yapan ayrımcılık as(t)subaylara “Bu Kadarına da Pes” dedirtmiş ve “PES” hareketi görsel medya ve yerli basının yanı sıra yabancı basında da geniş şekilde yer almıştır.

Bazı akademik çalışmalarda ise “Bu kadarına da PES Diyen Astsubaylar ” hareketinin Türkiye’nin Suriye Politikaları ve Suriye’ye müdahale isteği üzerinde negatif yönde etkili olduğu iddia edilmiştir. 

Suriye’ye Müdahale ve savaş As(t)subay Toplumu açısından arzulanan bir durum değildir. Ancak 
AYRIMCI uygulamalar sonucunda ortaya çıkan huzursuzluk ve tepki hareketlerinin TSK’nin savaşma yeteneğini olumsuz etkileyeceği gerçeğinin gözden kaçırılmaması gerekir.

Türk Silahlı Kuvvetlerinde ayrımcı uygulamaların en belirgin şekli STATÜ gerekçesine bağlı olarak, özlük hakları ile ilgili konularda ve kurum olanakları ile sunulan hizmetlerden (lojman, kamp, sosyal tesisler vb.) yararlanma hususlarında ortaya çıkmaktadır. 

Özlük hakları anlamında, özellikle TSK içinde maaşlara etki edecek tazminatlar konusundaki ayrımcı uygulamalardan kaynaklanan ciddi sıkıntılar ve buna bağlı olarak gelişen huzursuzluklar kuruma aidiyet duygusunun kaybolmasına, maddi nedenlere dayalı gelecek kaygısı ise iş yerinde olduğu gibi, aile yaşamına da yansıyan huzursuzluklara yol açmaktadır.

Askeri Ceza ve Disiplin Mahkemeleri Kanununun geçmişteki uygulamaları ile Kurum içinde birçok olumsuz uygulama nedeniyle ayrımcılığa maruz bırakılan astsubay, uzman jandarma ve uzman erbaşların Kuruma olan aidiyet duygusunu kaybetmesine yol açacak uygulamalar ortaya çıkmıştır.

Geçmişte verilen keyfi oda hapsi cezaları ile Türkiye Cumhuriyeti, AİHM’nde birçok kez tazminata mahkum edilmiştir. 

16 Şubat 2013 Günü Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 6413 Sayılı TSK Disiplin Kanunu (1) ile TSK içindeki ayrımcılığı belirgin hale getirecek keyfi uygulamalar ve mobbinge yasal dayanak oluşturarak, evrensel hukuk ilkelerini hiçe sayan bir durum ortaya çıkmıştır. 

Yeni yasa kamuoyuna güllük gülistanlık bir şekilde anlatılmış ancak bunun böyle olmadığı, kısa zamanda artan intiharlar ve yasanın birçok amir tarafından, keyfi uygulanmasına dair sıkıntılarla ortaya çıkmıştır. 

İntiharlar konusu, TEMAD Genel Başkanlığınca 02 Mayıs ve 16 Mayıs 2013 günlerinde iki ayrı basın açıklaması ile kamuoyuna ve ilgililere duyurulmuştur. (2)

(*) Yazımızda As(t)subay yazım şekli Türkçe dil kuralları gereği ortadaki (t) harfinin olmaması gerektiği halde bu şekilde kullanılmasına tepki olarak kullanılmıştır. 

Ayrıntılı bilgi için; https://www.emekliassubaylar.org/nicin-astsubay
(1) http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2013/02/20130216-1.htm
(2) http://www.temad.org/basinDetay.php?h=miagukyp
http://www.temad.org/basinDetay.php?h=idpxheym


Yarın “Ayrımcılık, TSK’nın bütünlüğüne zarar vermez mi? (2) ile devam edeceğiz…

info@mustafakalabalik.com

Ayrımcılık, TSK’nın bütünlüğüne zarar vermez mi? (2)      24.05.2013   Cuma

Ayrımcılık, TSK’nın bütünlüğüne zarar vermez mi? (2)

Bugün, Türkiye’nin Güçlü Ordu’suna katkılar sağlayacağına inandığımız konunun devamını, yine sizlere TEMAD Muğla İl Başkanı Sayın Halil Ergenli’nin kaleminden aktarmaya çalışacağım.

Dünya As(t)subaylar Günü

17-20 EKİM 2012 tarihleri arasında TEMAD tarafından ilk kez düzenlenen Dünya As(t)subaylar Günü etkinliklerine ve özellikle Ankara Hilton’da icra edilen kokteyle birçok yabancı Askeri Misyon Temsilcisi katılırken, TSK’nin adına gün düzenlenen As(t)subaylar dahil olmak üzere resmen hiçbir temsilci göndermemesi de AYRIMCI uygulamalara önemli bir örnek teşkil etmektedir. 

Bu husus TEMAD’ı dikkatle izleyen Emekli ve Muvazzaf As(t)subayların gözünden kaçmamış ÖTEKİLEŞTİRME anlayışının bir ürünü olarak tarihe geçmiştir.

Ayrımcılık uygulamaları bazen SEMBOLLER üzerinden gerçekleştirilmektedir. 

Geçmişte büyük rahatsızlık yaratan astsubay şapka sakındıraklarının siyah renkli olması, pantolon zıhlarındaki subaylarda kırmızı, as(t)subaylarda siyah renk uygulaması önemsiz gibi görünse de sembolik anlamda ayrımcılığın göstergesi idi. Bu yanlıştan geçtiğimiz yıllarda dönülmüştür.

Semboller konusunda devam eden günümüz ayrımcı uygulamalarını örneklemek gerekirse; uçucu personelin subaylarda çift kanat, as(t)subaylarda tek kanatlı bröve uygulaması, komutanı as(t)subay olan askeri gemilerde komutanlık makamının sembolü olan flandra’nın kullandırılmaması gösterilebilir. 



Flandraların ebatları gemilerin tonajlarına göre belirlenir, gemi komutanı olan as(t)subaylar da bu görevi ifa ettikleri için flandra sembollü şerit rozet takarlar. Ancak aynı tonajdaki iki gemiden, komutanı subay olan geminin direğine flandra çekilmesine rağmen, komutanı as(t)subay olan gemiye bu flandra çektirilmez. Bu ayrımcı uygulamanın gerekçesini de kimse bilmez.

Bir diğer konu ise Askeri Gemilerin isimlerinde kullanılan Türkiye Cumhuriyeti Gemisi anlamına gelen TCG kısaltmasıdır. 

2006 yılından bu yana yeni hizmete giren gemilerin komutanı As(t)subay olacaksa, bu gemiler deniz aracı statüsünde değerlendirilmekte, aynı özelliklere sahip iki gemiden komutanı subay olanı Gemi olarak değerlendirilmekte Bölük eşidi kabul edilerek Komutanlık tazminatı verilmektedir. 

Komutanı As(t)subay olanı ise deniz aracı olarak değerlendirilmekte ve Gemi komutanı olan As(t)subaylar Komutanlık tazminatı alamamaktadır.

TSK içindeki ayrımcı uygulamaları Kuvvetler bazında birçok örnekle çoğaltmak mümkündür. İnternet ortamında www.emekliassubaylar.org sitesinde ve facebook üzerinde aktif olan Bu Kadarına da Pes Diyen As(t)subaylar (https://www.facebook.com/groups/astsb.lar/) grubunda birçok paylaşımda bunları görebilmek mümkündür. 

EMEKLİ ASSUBAYLAR Sitesinde yayında olan “Biz Kimiz Ne İstiyoruz” (3) başlıklı metinde dile getirilen gerçekler, “TSK’nin ÖTEKİLERİ” başlığıyla bu yazı dizisine konu olan As(t)subayları daha iyi tanımak ve haklı taleplerini öğrenmek isteyenler için önemli bir kaynaktır.

Birçok kaynakta, Atatürk İlkelerinden Halkçılık ilkesi şu şekilde tanımlanmaktadır; Cumhuriyet ile yönetilen bir ülkede, siyasal açıdan kalkınmada, yönetimde, ulus ve devlet imkânlarının kullanılmasında halk yararının gözetilmesi demektir. Halkçılık ilkesi, Türk toplumunda birey, aile, zümre ve sınıf egemenliğinin olamayacağı, bütün millet bireylerinin yasa önünde eşitliği esasına dayanır. 

Atatürkçü Düşünce Sistemine bağlılığını her fırsatta ifade eden bir kurumun kendi içinde statüye dayalı ayrımcı uygulamalarla bu önemli ilkeye ters düşmesi kabul edilemez bir durumdur.

TSK içinde rütbeleri taşıyanların yanında, rütbe ve hiyerarşi ile ilgisi olmayan eş ve çocuklar da ayrımcı uygulamalardan sosyal tesislerde, lojmanlarda, kamplarda, askeri servislerde ve hatta bazı yerlerde birlik içinde yer alan Milli Eğitime bağlı okullarda bile nasibini almaktadır.

TSK, bilimin ışığında, insanların kendini gerçekleştirme isteklerine ket vurmadan, gruplaşmayı önlemenin, kurum personelini kaynaştırıcı, gelir adaletini sağlayıcı, mesai dışında mesaideymiş gibi davranışların beklenmemesinin yolunu biran evvel aramalı ve birleştirici kültürü öğretmeye başlamalıdır. 

Aksi durumda, mevcut ayrımcılıklardan kaynaklı gruplaşmalar derinleşerek sürebilir ki bu durum silahlı kuvvetlerimizin yanı sıra devletimize de zarar verici durumları meydana getirebilir.

Ayrımcı uygulamaların etkilerini görebilmek ve önlem alabilmek için TSK içinde hiyerarşik yapıdan bağımsız olayları bilimsel olarak sosyolojik ve psikolojik yönden inceleyerek çözüm önerilerinde bulunacak birimlerin gerekliliği gözden kaçırılmamalıdır.

2011 Ekim ayında TEMAD Genel Merkez Yönetiminin değişmesinin ardından, TSK içindeki ayrımcı uygulamalar ve çözüm önerileri, çözüme katkı sunabilmek amacıyla, askeri ve siyasi muhataplara birçok kez anlatılmış, çözüm yönünde irade gösterilmediği görüldüğünde de, medyada bu durum kamuoyu ile paylaşılmıştır. 

Bu nedenle TEMAD Genel Başkanı hakkında hukuki süreç başlatılmış ancak kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. TSK’yı yönetenler ayrımcılığa uğrayan ve bunu dile getirenlerin değil, ayrımcılığı yapanların kuruma en büyük zararı verdiği gerçeğini görmelidir.

Türkiye Cumhuriyetini ve TSK’yı yönetenler, TSK’da ayrımcı uygulamalarla As(t)subay toplumunun aidiyet duygusunu yitirdiğini, bunun, TSK’nın savaşma kabiliyetini olumsuz etkilediğini görüyor ve hala bu konuda tedbir geliştirmeyerek oyalanıyorsa, bu durum telafisi mümkün olmayan, hiç beklenmedik sonuçlar doğurabilir.

Son günlerde devam etmekte olan TSK Personel Kanunu çalışmalarında, birçok ayrımcı uygulamanın ortadan kaldırılmasına yönelik bir taslak hazırlandığı yönündeki açık kaynaklardaki paylaşımlar, muvazzaf ve emekli as(t)subaylar tarafından dikkatle izlenmektedir. 

Göreve başlangıç dereceleri, tazminatlar ve rütbe bekleme süreleri ile ilgili hususlarda, aksak ve eksik yönleri bulunmasına rağmen bunların giderilmesi halinde TSK’nın ötekileştirilen personelinin muvazzafı ve emeklisi ile yeniden kazanılması ile ortaya çıkacak olumlu etkilerini dost düşman herkes görecektir.

Ayrıntılı bilgi için; 
(3) https://www.emekliassubaylar.org/component/content/article/4


Yarın yine farklı bir konu ile sizlerleyiz…

info@mustafakalabalik.com

Astsubay’ların TSK ve Siyasi İradeden Beklentileri…           26.05.2013     Pazar

Astsubay’ların TSK ve Siyasi İradeden Beklentileri…

Bugün “Motivasyon&Astsubaylar” konusuna, Yrd. Doç.Dr. Murat AYAN’ın hazırladığı anlatımla devam ediyoruz. Özellikle TSK’ya olan aidiyet duygusunun, kurumsal mutluluğun çok önem kazandığı son yıllarda, artan mesleki ve ekonomik tatminsizlik ve mutsuzlukların da, TSK’da artan intiharlarda etkili olduğuna inanılan ve söylenen bu dönemde, motivasyonun ne kadar önemli bir konu olduğunu siz değerli okuyucuların takdirlerine bırakıyorum.. 

Yrd. Doç. Dr. Ayan’ın ifadeleriyle; bekleyiş, belirli bir düzeyde çaba gösterilmesi sonucunda belirli bir sonuca ulaşılacağına dair duyulan inancı ifade eder. “Çaba gösterirsem, arzulanan sonuçlara ulaşabilecek miyim?” gibi. Araçsallık, kişinin arzulanan sonuçlara ulaşması halinde bunun kendisi açısından sağlayacağı faydaya dair algısı olarak tanımlanabilir. Kişinin kendi kendisine “Arzulanan sonuçlara ulaşmam halinde bunun bana ne gibi bir faydası olacak?” gibi soruların sorması ile ilgilidir… 

TSK Yönetimi ve siyasi irade, yukarıdaki sorulara vereceği olumlu cevap ve uygulamalarla kendi başarısını ortaya koyacağı gibi TSK’nın gövdesini (astsubay camiası) oluşturan büyük bir kitlenin de verimliliğini artıracaktır. Yönetenler açısından kaygıya sebep olan ve devamlı olarak ifade edilen “Biz, sizi astsubay olarak yetiştirdik” söylemi havada kalmakta…kişi çalıştığı, katma değer sağladığı ölçüde içinde bulunduğu kurumdan ve yöneticilerinden saygı görmeli ve bunun karşılığı hem maddi hem de manevi olarak kişinin eforu ölçüsünde O’na yansıtılmalıdır ki personel kendini kurumuna ait hissetsin, kendini geliştirsin ve kendine çoklukla kurum haricinde başka hedefler geliştirmesin.

İyi bir ücret, statü, iş güvenliği, ek ödemeler dışsal ödüllere örnektir. İçsel ödüller ise başarma duygusu ve kişisel gelişme gibidir. “…Tatminin, başarıyı değil. Başarıdan sonra elde edilecek ödüller ve bunların eşit olarak algılanması tatmini doğuracaktır.” Başarıdan sonra elde edilen ödüller, hangi ölçüde eşit olarak dağıtılmaktadır? Bunlara örnek; sosyal haklar, lojmanlar, ücret, statü ve diğerlerini söyleyebiliriz. Bunu, yöneticilerin bireysel tercihlerinden ziyade, kurum içinde sistematik bir yapıya kavuşturulması “başarı-tatmin” ilişkisini doğuracak, tatmin olan çalışan (astlar) yaptıkları işlerde daha fazla başarılı sonuçlar alacaklardır.

Ödülün tatmine yol açması için ödülün hem çalışanların beklentisini karşılaması hem de adil olarak dağıtılmış olması gerekmektedir. Bu yaklaşım insan kaynakları yönetiminin önemini arttırmıştır. TSK’daki mevcut sistem her kademede çalışanla çalışmayanı aynı kefede değerlendirmektedir (ödül ya da cezalandırmaktadır). Adil olan, kişinin kuruma katkı sağladığı oranda ödüllendirilmesi, verimli olanın önünün açılmasıdır. Katma değer sağlamayan personel içinse gerekli yaptırımların yapılmasıdır.

Yazı dizimizin “Akademisyen Astsubay’lar Gözüyle Sorunlar!” başlıklı bu bölümlerinden çıkarabileceğimiz sonuç; motivasyonla ilgili bu bilgiler kapsamında bizlere, kişisel ve kurumsal hayatımıza yönelik bazı değişikliklerin yapılmasını zorunlu kılmakta ve ifade etmektedir. Günümüz insan kaynakları pazarında iyi personeli çekmek ve elde tutmak büyük bir başarıdır. 

Bu açıdan; bir işyerinde, motivasyona niçin ihtiyacımız var? Sağlıklı bir iletişim ortamına kavuşmak, çalışanlar arası yakınlaşmayı sağlamak, kurum kültürünü oluşturmak ve pekiştirmek, üretim ve hizmet hatalarını en aza indirmek, çalışanların çalışma kalitesini arttırmak, verimliliği arttırmak, yaratıcı fikirlerin önünü açmak, çalışanları hedeflere kilitlemektir. Motivasyon gerçek başarının ve mutluluğun anahtarıdır. 

Bunu sağlamış bir (TSK mensubu) çalışan kitlesi, ilk olarak kendine ve çevresine olumlu döngü sağladığı gibi ait olduğu kuruma da bunu pek tabii ki bu durumu yansıtacaktır. Yapılan işin zorluğu yadsınamaz bir gerçektir. Akılcı olan mevcut olan işin zorluğunu yanlış, eskimiş iş modelleri ve yönetim şekilleri ile görmezden/ duymazdan gelmek ve geçiştirmek değil… mantıklı, akılcı ve bilimsel metotlarla azınlığın değil çoğunluğun sesine kulak vererek çözümler üretmek, iyileştirme ve geliştirmektir. 

“Gözümüzü kapatmakla sadece çevremizi göremeyiz, ama çevremizde olan yaşam devam eder.” Gerçekleri, gözleri kapatarak, kulakları tıkayarak çözmek geçmişte nasıl mümkün olmamışsa, bugün ve yarınlarda da mümkün olmayacaktır. 

Sonuç; zaman kaybı ve kaynakların israfıdır…

* * * * *


Astsubay’ların TSK ve Siyasi İradeden Beklentileri…

2002 yılından itibaren gücüne güç katarak iktidarını sürdüren hükümet tarafından yapılan çalışmalarla, ülkemizin ekonomik ve sosyal yaşamına dair yapılan çalışmalar ortada.. 

Astsubaylar, yapılan çalışmaları takdirle karşılamasına rağmen, kamuda çalışan memur ve emeklilerin özlük haklarında iyileştirmeler yapmış olan hükümetin, astsubay ve emeklilerine neden herhangi bir iyileştirme yap(a)madığını da anlamakta zorlanıyor! 

Astsubaylar bu konudaki rahatsızlıklarını da, değişik mecralarla, sosyal medya, ulusal, yerel görsel ve basılı medyanın ilgisi ve desteğiyle defalarca dile getirseler de, hala bir türlü istediklerini elde edemediler… 

Baş sorumlunun Genelkurmay Başkanlığı olduğunun bilincinde olan astsubayların, on dört gündür devam eden yazı dizimizdeki farklı konularla birlikte değerlendirdiğimizde, ordumuzun güveni, gücü, manevi bütünlüğü ve aidiyet duygu eksikliğine sebep olan inanılmaz inadın ve haksızlıkların vatanseverlik mi? Yoksa..!! sorusunun cevaplarını, değerli okuyucularımızın iradelerine ve vicdanlarına bırakıyorum… 

Siyasi iktidarı elinde bulunduran ve şimdiye kadar gerçekleştirdiği değişim ve gelişim hedefleriyle elde edilen kazanımlarla, ülkemizin küreselleşen dünyada özlenen güçlü ve istikrarlı konuma taşıma yolunda yaptığı çalışmalara, aşağıdaki taleplerle gücüne güç, güvenine güven, aidiyetine aidiyet katacağına inandığımız aşağıdaki “astsubaylarımızın talepleri”nin “Siyasi İrade” tarafından artık görülmesini, değerlendirilmesini ve giderilmesini bekliyoruz…

Astsubay’ların TSK ve Siyasi İradeden Beklentileri…

• “Maaş adaletsizlikleri”nin giderilmesi..
• “İntibaklar”ın muvazzaf ve emekli astsubaylara da yapılarak, adaletsizliğe son verilmesi..
• “Tazminatlar”da adaletsizliklerinin giderilmesi..
• Oyak ve Vakıflarda “Temsilde Adalet” ilkelerine uyulmasının sağlanması.. 
• Mobbing uygulamalarına güç katan “Disiplin kanunu””Askeri Ceza Kanunu” gibi hukuksuzlukların önüne geçilmesi.. 
• “Lojmanlar”ın dağıtılmasındaki adaletsizliklerinin giderilmesi..
• Cezaevleri ve hüküm giymişlere yapılanlar kadar astsubaylara da “Sicil Affı” getirilmesi..
• Gayri insani “Fazla Mesai” uygulamalarına çözüm bulunması.. 
• “Rütbe Süreleri”nde yaratılan haksızlıkların ve sonuçlarındaki maddi kayıpların giderilmesi..
• “Mecburi Hizmet” sürelerindeki adaletsizliklerinin giderilmesi..
• Atamalar konusunda özel ve ailevi durumların, kişisel gelişimlerin dikkate alınması…
• “Yurtdışı Kurslar”,”Yurtdışı Görevler” konusunda subayları kayıran adaletsizliklerinin giderilmesi..
• “Personel Rejimi”nin gerçekleştirilmesi…

Evet.. İki haftadır devam eden bu yazı dizimizin hazırlanmasında emeği ve desteği olan tüm astsubaylarımız adına, böyle bir çalışma içinde bulunmama vesile olan, desteklerini esirgemeyen, astsubayların ve de TSK’nın sayısal güç anlamındaki çoğunluğunun, sorununu dile getirerek belki de tarihi bir sürece katkı sağlayabilmeme olanak sunan, Kocaeli Gazetesinin yöneticilerine, ekibine ve tüm paydaşlarına, tabiî ki de siz değerli okuyucularımıza sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

SON… 

Ve “Yeni Bir Başlangıç” olması dileğiyle… 


YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.