Değerli meslektaşlarım
İstiklal savaşımızın kahraman pilotu assubay rahmetli Vecihi HÜRKUŞ bizim iftiharımızdır. Kendisi uçak sanayimizin ilk mimarıdır; www.tayyarecivecihi.com sitesinde yayınlanan bu yazı ile meslektaşımıza bir kez daha minnettarlığımızı sunmak ve ilk Türk Uçağı’nın serüvenini paylaşmak istedim, bu arada uçak sanayinin engellenmesindeki nedenlerden biri de assubay olmasıdır.
Bugüne kadar esirgenen vefanın yerine getirilmesi için büyük gayretlerle İstanbul’da yapılacak 3’üncü hava limanına Vecihi Hürkuş adının verilmesi için imza kampanyası düzenleyen fedakar insanlara katkı görevimiz olmalıdır. Lütfen http://www.tayyarecivecihi.com/imza.asp adresine girip bir dakikalık zamanınızla bu görevinizi yerine getirin. Ruhu şad mekanı cennet olsun. Saygılarımla.
Osman ADA E.Ord.Kd.Bşçvş.
Tarihler 28 Ocak 1925’i gösterirken, Vecihi Bey kendi yaptığı uçağını hangardan çıkarttı. Tasarımından imalatına alın teriyle hayata geçen projede kullandığı motor Yunan Hava Kuvvetleri’nden Kurtuluş Savaşı sırasında ele geçirilen bir uçağa aitti.
Vecihi Bey, K-VI’nın motorunu çalıştırdı. Pist başına gelerek kısa bir koşturmanın ardından uçağını havalandırdı. Türk Havacılığı’nda yeni bir sayfa açılıyordu. İlk Türk uçağı Vecihi K-VI gökyüzündeydi.
15 dakika sonra indiğinde onu ödül yerine onu ceza beklemekteydi. Vecihi uçuşunu izin verecek bir merci olmadığı için, izinsiz yapmışti.
Vecihi Hürkuş yılmadı. Ömrünün son günlerine kadar havacılıkta birçok ilkin altına imzasını atmaya devam etti.
Vecihi Bey, Resimli Ay dergisi’nin Nisan 1925’te yayınlanan 3. Sayısı’na Türk uçağının yapımı sırasında yaşadıklarını yazmıştı.
“İLK TÜRK TAYYARESİNİ NASIL YAPDIM VE NASIL TALTİF EDİLDİM.
Muharriri: Vecihi
“Bu satırları kendimi meth için yazmıyorum. Zaten Avrupa’nın tayyarecilikte fevkalade terakki etdiği, dünyayı dolaşabilecek tayyareler yaptıkları bu devirde küçük bir tayyare vücuda getirmek büyük bir maharet de sayılmamak icab eder. Binaen aleyh yaptığım tayyare haddı zatında büyük bir kıymeti haiz olan bir şey addedilmeyebilir. Fakat benden bu tayyareyi nasıl inşa ettiğimi ve bu sa’yimin (emeğimin) nasıl mükâfatlandırıldığını duyan Resimli Ay sahipleri onu karilerine de (okuyucularına) bildirmek istedikleri için aşağıdaki satırları ıztırar(mecburiyet, çaresizlik, ihtiyaç) ile yazmağa muvafakat ettim diyebilirim.
Memleketimiz tayyareci yetiştirmekte kısır değildir. Hele İstiklal Harbi’nden sonra tayyareciliğimiz hayli terakki etmiş, tayyare idaresinde muvaffakiyet ve maharet çoğalmıştır. Fakat tayyare ile uçmak otomobille gezmeğe benzer. Önünüze konulan makineyi idare etmesini öğrendikten sonra tayyare idare etmek basit bir iş kalır. Zaten bizde, büyük tehlikelere maruz tayyare seyahatleri yaparak cesaret ve maharetinizi göstermeğe imkân da yokdur. Binaen aleyh tayyare ile uçmağı basit ve adi bir iş addettim (saydım, kabul ettim) ve kendi kendime bir tayyare yapmağı düşündüm. Öteden beri makine ile meşgul olduğum için bunu başaracağıma emniyetim vardı. Uzun müddet tereddüd devresi geçirdim. Nihayet arkadaşlarımın teşvikiyle bir tecrübe yapmağa karar verdim.
Geceli gündüzlü çalışarak elimizde mevcut tayyarelerden tamamen farklı, onlardan daha basit fakat sürat ve mukavemet itibarıyle onlara faik (üstün) yeni bir proje vücuda getirdim. Bu projeyi mevkii faale koyabilmek için Kuvva-i Havaiye Müfettişliğinin tasvib etmesi lazımdı. Projemi Müfettişliğe verdim ve müsaade ettikleri takdirde bu proje dâhilinde yeni sistem bir Türk tayyaresi yapabileceğimi bildirdim. Müfettişlik, projemi eski bir tayyareci olan fen memuruna tetkik ettirdi. Fen Memurluğu projenin kabili tatbik olduğunu tasdik etti. Tayyarenin inşasına müsaade edildi.
Hayatımda o gün kadar mesud olduğumu hatırlamıyorum. Büsbütün yeni sistem bir tayyare yapacak, memleketime yeni bir şey hediye edecektim. İstikbalde tayyarenin oynayacağı mühim rolü herkesden iyi bildiğim için bu hediyenin ileride kıymet-i takdir edileceğine kani idim, inşaata başlamak için icab eden malzemeyi verdiler. Ben derhal faaliyete geçtim.
Benim yeni tayyarem, tayyare karargâhında bir hadise olmuştu. Bütün arkadaşlarım başıma üşüşüyor, faaliyetimi merakla takip ediyordu. İş muvaffakiyetle ilerliyordu. Gövdeyi yapdık. Ayakları takdık. Kuyruğunu bitirmek üzere idim. Ben henüz muvaffak olmak ümidiyle gece sevincimden uyku uyuyamıyor, gündüz yorulmak bilmez bir faaliyetle çalışıyordum. Artık beş on güne kadar tayyare bitecek, eserim tamam olacaktı. Bu sırada fen memuru istifa ediyordu. Bunun üzerine tayyarenin inşası tehir edildi. Bu karar beni ta kalpgahımdan vurdu. O gün beynime bir kurşun sıksalardı bu kadar müteessir olmayacakdım.
Bu kadar meşakkate tehammül ettikten, bu kadar ümide düştükten sonra birdenbire tamam olmak üzere olan eserimi topraklar üzerinde terk edip çekilmek bana çok acı geldi. Günlerce tayyaremin yanına gittim, eserimin yavaş yavaş ölüşüne şahit oldum. Ölüme mahkûm hasta çocuğu yanında ağlayan bir baba vaziyetinde idim. Eserimi itmam etmeme (tamamlamama, bitirmeme) müsaade etmiyorlardı. Nihayet ızdıraba mukavemet edemedim. Bir gün bütün cesaretimi toplayarak Müfettişliğe müracaat ettim:
-“Beyefendi” dedim, “memleketime ufak bir hizmet ifa etmek, ona küçük bir eser hediye etmek istiyordum. Buna müsaade edilmeyecekse ben tayyarecilikten çekiliyorum“
Mesleğimden adeta nefret etmiştim. İnsan terakki eseri gösterince böyle önüne mânialar dikmek reva-ı hak mıdır? Bu müracaatım müfettişliği yumuşattı, tekrar inşaata devam etmekliğime müsaade ettiler.
Artık ikinci bir mânie uğramak korkusuyla var kuvvetimle tayyaremin nevakasını (eksikler, noksanlar) ikmale başladım. İhmal yüzünden hâsıl olan hasaratı tamir ettim.
Kanatları hazırladım. Motoru takdım. Tayyarem tamam olduğu gün dünyanın en büyük kâşifi kadar mesut ve bahtiyardım.
Müfettişliğe müracaat ettim. Tayyaremin hazır olduğunu ve tecrübeye amade bulunduğumu bildirdim. Tayyare ikiyüz beygirlik (beygirlik) bir motorla mücehhezdi ve saatte ikiyüz kilometre sürati vardı. Mukavemet itibarıyla da Avrupa’dan getirttiğimiz tayyarelerden hiç aşağı kalır yeri yokdu. Benim bu tecrübem daha ziyade kendi tayyarelerimizi kendi memleketimizde imal kabiliyetini göstermek itibarıyla haizi ehemmiyetti.
Fakat işte ikinci mânia ile mücadele etmek lazımdı. Müfettişlik, tayyarenin tecrübesine müsaade etmiyor, bir defa Heyet-i Fenniye tarafından tetkikine lüzum gösteriyordu. Tayyareyi ben yapmışdım. Üzerinde ben uçacak, hayatımı ben tehlikeye koyacakdım. Ben ne kadar sabırsızlanıyorsam onlar o kadar soğukkanlılık gösteriyorlardı. Heyet-i Fenniye tayyareyi tetkik etti. Uçmasına mani bir kusur görmedi. Fakat tecrübe yapılmasına da müsaade etmedi. Tetkikat bir aydan fazla sürdü. Bir türlü bir karar verilmiyor, tecrübe yapmama müsaade edilmiyordu.
Izdırabımdan çıldıracak bir hale gelmiştim. Müfettişlik kraldan ziyade kral taraftarlığı ediyor, benim hayatımı benden ziyade düşünüyordu. Ben tayyaremden emindim. Muvaffakiyetle uçacağımdan zerre kadar şüphem yoktu. Bunu Heyet-i Fenniye’ye fenni delillerle de ispat etmiştim. O halde neden bu eserimin tecrübe edilmesine müsaade etmiyorlardı? Artık tehammülüm kalmamıştı. Bir gün gizlice tayyaremi meydana çıkardım. Motoruna gaz doldurdum. Üzerine atladım. Ve makineleri tahrik ederek havalandım. Yükseldikçe ruhum açılıyor, muvaffakiyetimden ciğerlerim şişiyordu. Eminim ki ilk tayyare ile uçan mucitler bile bu kadar derin bir zevk duymamışlardır. İşte altımdaki makine aları şadman (sevinçli, şen) eden gürültülerle ilerliyor, semadan bütün cihana muvaffakiyetimi ilan ediyordu. Teyyareme son sürati verdim. Havada ikiyüz kilometre süratle uçuyordum. Yükselmek, aşağı inmek tecrübelerini yaptım. Tayyarem, elimizde mevcut tayyarelerin hepsinden daha büyük bir muvaffakiyetle işliyor, hepsinden iyi uçuyordu. Artık kalbim rahattı. Şimdi istedikleri kadar mümanaat edebilirlerdi. Tekrar geri döndüm, tayyaremi kaldırdığım yere indirdim.