“ Bir yabancı kanalı izliyorum.
Genç bir anne 3 tane küçük oğlu ve çok sevdiği bir eşi var. O anne yakalandığı çok amansız türden meme kanseri ile mücadele ediyor.
Kanal, bunu saatlik bir belgesele dönüştürmüş. Azmin, iradenin ,savaşın, yaşama tutunmanın inanılmaz gücünü izletiyor ,izlerken gözleriniz yaşarıyor.
Bu amansız illet hastalığa karşı o kadının yanında kimlerin de onunla birlikte savaşması gerektiğini,
İnanılmaz bir sevgi ile nasıl ayakta kalındığını,
Adım adım bir yudumluk umudun nasıl sarmal bir yaşam çabasına dönüştüğünü, soluksuz bir hikaye gibi izliyorsunuz.
Anne hamile idi ve kanser çok hızlı yayılıyordu. Annenin onu yaşatabilmek adına zamanla yaptığı yarışı ne acı ki erken doğum yaptığı minik bebeği kaybetti.
Akciğerleri tam gelişemediği için yaşam savaşını kazanamadı.
Ama anne diğer iki çocuğunu annesiz bırakmadı, kanserli iki göğsünü de masada bırakıp illet kanserden geçici de olsa kurtuldu.
Belgesel bitti.”
Dünyada insanlar;
gündemi, yaşamı, geleceği nasıl yaşayarak ve insanlara bir ders gibi yaşatarak paylaşıyorlar, insanı, sevgiyi, mücadeleyi ekranlarda kurguluyorlar,
Bunu medeni çağdaş batının medyası, televizyonu, kanalları yapıyor. Sosyal ve insani sorumluluk adına; verilen yaşam çabalarını ölümsüzleştirip halka, topluma izletiyorlar.
Bizim kanallarımız ise, survivorlarda zengin çocuklarını eğlendirip, stüdyolarda bekarlara çöpçatanlık yapıyorlar, mağazaları dolaştırıp, kızlarımıza elbiseler giydirip, tüketimi özendirme yarışmaları düzenliyorlar.
Halkın yiyecek ekmek parası, çalışacak işi yokken konaklarda, saraylarda sosyete dizisi çekiyorlar, evlerden uşaklar, aşçılar, hizmetçiler eksik olmuyor, en kötüsünün altında 100 binlik araba boğazda racon kesiyorlar.
Burası Türkiye işte.
Ya biz ne yapıyoruz, yaşamlarımızı, bilincimizi ve ruhlarımızı nelerle dolduruyoruz derseniz……
Ağızlarımızda her gün,
fetö, fetöcü, vatan haini, bölücü, terörist, alçak, satılık, örgütçü, dinsiz, imansız, allahsız, millet düşmanı, yasadışı militan, devlet ve hükümet düşmanı, dış mihrak, odak, işbirlikçi, kanı bozuk, şehit, şüheda, el bab, rakka, külliye, iki başlı devlet, tek adamlık, başkan, yeni Türkiye, yeni sistem, parlamenter düzen, padişahlık, şeyhlik, tarikat, ensar, rabıa, sultan, saray, Osmanlı ocakları, Külliye, Cumhuriyet, bayrak, kuran, millet, hudut, asayiş, canlı bomba, mülteci, Suriyeli,operasyon, bademleme, taciz, tecavüz, sübyan, anayasa, kanun, kanun hükmünde kararname, gözaltı,Ohal, akademisyen, baskın, gözaltı, toma, gaz, cop, yasadışı gösteri, asayiş, gösteri, korsan, eylem,vs………..uzayıp giden acaip kelimeler, bu kelimelerden üstümüze sıçrayan gerginlik, bunalım, patlama, çatışma, kavga,
sabah olunca kim gözaltı olacak, gece kimin evi, basılacak, kim işini kaybedecek, kimin kapısı Askeri araç ve ambulansla çalınıp vatan sağolsun denilecek…?
Bizim yıllardır, aylardır duyduğumuz ,gördüğümüz, yaşadığımız şeyler bunlar.
Tüm organlarımızın muhatap olduğu dış etkilerde bunlar.
Ne uzay, ne bilim, ne teknoloji, ne kanserle yaşayanların umulmaz mücadelesi, ne o sevginin zafer hikayesi, ne yaşamların, hayatların kutsallığı, ne sevgi ile aşk ne mutlu gülen insanlar, kadınlar çocuklar…..
Hiç sevgimiz, sarılmamız yok artık, hiç acılarımızı paylaşmak ta yok artık. Olmuyorlar da.
İşte bizim ülkemiz.
İşte insan farkımız.
Tek bildiğimiz, tek öğretilen ve dayatılan ise bir din sarmalına bulanmış kafalarımız.
Şükret, zikret, dua et, biat et.
Hayat görüşümüz, bakışımız bu işte…….
Ne gelirse gelsin sistemden, düzenin çarkından değil de , Allahın bir karış alnına yazdığı 30 bin sayfalık kaderinden.
Ne diyeyim.
Ben utanıyorum artık.
Benden, bizden, çilesini, acısını, ezilmişliğini kabullenen bu toplumdan,
Yaşamı sadece şükürle , korkunun biatı ile kutsanmış bu kafalardan.
Dayatılan zindan hayatlardan.
Saygımla.
Adnan Fuat ÖZDEMİR.