11 Mayıs 2014
Öncelikle onca kayıp anasından, onca kayıp anadan özür dilerim.
Şahsi bir yazı çünkü.
7 yıl önceki yazının bir bölümüyle, müsaadenizle annemi ona son sözlerimle anayım.
Yazılması gereken günlük bir yazının arasına, taş basarak kalbime, bir hastanede bir veda ortasında, mecburi cenaze telaşında yazılmış, adeta saplanmıştı.
O zaman belki okuyamamıştır diye, 7 yıl önce anneyle vedalaşmanın içinden kalan kelimelerdir aşağıdakiler:
***
Bu yazıya da önceki gibi bir hastane odasında, salı sabaha karşı başlamıştım.
Ben yukarıdaki bölümü yazarken, nefesi hızlandı.
Sanki soluk soluğa bir koşunun sonu çok yaklaştı.
Yanı başımda annem yatıyordu.
Yazıyı orada bıraktım; kaç gündür olduğu gibi yanına sokuldum, elini tuttum.
Onca aydınlık yılının ardından bilincine perde inmişti.
Perdenin aralığından gözlerimin içine içine baktı.
Ağlayamıyordu da, belki gülümsedi.
Güçsüz eline son bir kuvvet geldi.
Bebekken benim onun parmağını sıktığım gibi, o da bana sıkı sıkı tutundu.
Sonra öyle eli elimde, hızlanan nefesini tüketerek adeta vedalaştı, birdenbire dinginleşti.
Eli elimdeyken öylece uçuverdi.
Hep birlikte verdiğimiz tam üç yıllık savaşın sonunda yenilmiştik.
Yok; şöyle de denebilir.
Babamı 50’sinin başlarında, ablamı 40’larında kaybettikten sonra, şimdi de belki son anda yeniktik; ama tamüç yıl hemen her gün nice muharebeyi de kazanmıştık.
Belki o yüzden, alnından öptüğümde huzurla uyumuştu bile.
İnsan ağlıyor, ağlıyor; sonra “lüzumlu işlemler”i yapmaya başlıyor.
Bir tanesi de dün başlayan yazıyı devam ettirmek.
***
Ne diyebilirim anne.
Çocuklar büyüdü; biz iyiyiz. Merak etme!
Tüm kayıp anneler gibi huzur içinde uyu…
Tüm kayıp anneleri ise bir gün huzur bulsun!
Düğünden hemen sonra ölümden hemen önce
Yukarıdaki veda için arşive bakınca, ondan hemen önce yazdığım yazıyı da buldum.
Başlığı böyle.
Kendi hanemizdeki ölümü de bilircesine.
Ama ondaki düğün ve cenaze, başka hanelerinki. Şöyle yazmışım:
“Haber ne diyordu?
İki aylık evli uzman çavuş, 15 gün önce geldiği Şırnak’ta tuttuğu evi eşi ve annesiyle yerleştiriyordu.
Çünkü yeterli lojman yoktu.
Olanlarda da bu yaşta, bu rütbede sıra gelmesine imkân yoktu.
Herhangi bir orduevine girebilme ihtimalleri de yoktu.”
O gün 10 annenin daha hanesine ateş düşüren kanlı dağda “10 teröristin ölü ele geçirildiğini” duyuran haberler, yine sıvasız hanelerden iki anneyi yıkan şu ölümleri de iletmişti. Şöyle yazmışım:
“ Gazete manşetinde iki düğün fotoğrafı.
Büyük acılarda albümden kopup gazetelere sığınan o ‘mutlu anlar’.
Felakete, “ölü ele geçirilen 10 terörist” ile “iki kahraman şehit” manşetine bir pazar eşlik eden, insanın acısını katlayan iki gelin, iki damat.
Bunları hayat ile ölümün birbirini çekiştirip durduğu, köşe bucak birlikte dolandığı bir hastanede yazıyorum.
Hiçbir düğün fotoğrafı, iki ay sonra ölüm haberine eşlik etsin diye çekilmez.
Hiçbir bebek, daha kendisi doğmadan babası ölsün diye düşmez ana rahmine.”
Dikkatinizi çekti mi?
“Tuttuğu evi, eşi ve annesiyle yerleştiriyordu” diye yazmışım.
Çünkü lojman yok. İhtimali de yok.
“Barış süreci”ne hakikaten sarılalım, çünkü bunca cenazeyi yeniden omuzlayacak takatimiz de belki yok.
Çünkü sıvasız hanelerde öldürülen köylüler ülkesinde; lojman verilmediği için kiralık evinde, kapı önünde öldürülen sıvasız hane çocuğu asker de var.
***
Bu yazıya sadece rastlamadım, “yeterli lojman yoktu” cümlesinden 7 yıl sonraki yeni bir haberi de vermek istedim:
Bir astsubay, avukatı Meral Akkuş’la “lojman adaletsizliği”ne karşı dava açtı.
Davanın ana fikri şu: “Uzman erbaş ve sivil memurlar TSK personelinin yüzde 48 kadarı ama lojman tahsis payları yüzde 5. Subay oranı yüzde 16, lojman payı yüzde 55. Lojman dağıtımı Anayasa’ya aykırıdır.”
Bu tür davalar genellikle şu gerekçeyle reddediliyor:
“Anayasa’da eşitlik mutlak anlamda eşitlik olmayıp farklı uygulamalara olanak veren bir ilkedir.”
Yani Askeri Mahkemeler diyor ki: Anayasa’da zümre egemenliği ve imtiyaz olamaz diye yazar ama “statü hukuku” diye bir şey de var!
Dava dilekçesi buna karşı, “O zaman lojman bulunamadığı için ev kiralayan, evde veya önünde öldürülen astsubay ve uzman çavuşları hatırlatıyoruz. En kutsal hak yaşam hakkıdır!”
Bunu en iyi anneler bilir işte!
Anneler Günü arifesinde, önceki gün Ankara’da kendini asan 25yaşında, bir çocuk babası Emrah Avcı’nın ve erkenden kayıp gitmiş tüm evlatların anneleri de!
***
İnsanları, fikirleri, umutları, haysiyetleri tüketen azarlama ve ezme kültürü aşırı militer bir kültürdür.
İsterse sandıktan çıksın, kimse bir başkasından daha üstün, daha imtiyazlı, daha egemen olamaz.
Başbakan da öyle!