Hürriyet Gazetesinin manşeti böyleyken, Milliyet Gazetesinde bambaşka bir haber yer alır o gün. Milli Savunma Bakanı İlhami Sançar, yan ödemeler kararnamesini savunmak üzere okkalı bir demeç patlatmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin 38. Hükumeti olarak tanımlanan Sadi Irmak Başbakanlığındaki ekibin Milli Savunma Bakanı İlhami Sançar’ın aslında bir hukukçu olması da bu demeci tam anlamıyla ironik kılmaktadır. Lütfen iyi okuyunuz ve demagojinin nasıl bir şey olduğunu görünüz:
Evet, bu demeci de ince eleyip sık dokumanın zamanı geldi ama yine pusulayı şaşırdık. Nereden başlayacağız, neresini düzelteceğiz, işin içinden nasıl aklıselimle çıkacağız doğrusu bilmek çok ama çok zor.
Görüldüğü gibi bu metindeki ağız, bir sivil bakanın ağzı değildir. Tam anlamıyla, bir kurmay subay tarafından kaleme alınmış ve bakanın eline tutuşturulmuş bir metindir. Daha ilk baştan, kokusundan dahi bu; net bir biçimde anlaşılmaktadır. Yoksa, aslı hukukçu olan bir adamın böylesi demagojiyi kurgulaması, hele hele hiç tanımadığı ya da az çok tanıdığı Silahlı Kuvvetler için böyle yorumlar getirebilmesi imkansızdır.
Gerçekten de böylesine haksız bir kararnameyi bir çırpıda hazırlamak mümkün değildir. Bunun için aylarca süren bir çaba ve efor gereklidir. Öyle ki, haksızlıklar mümkün olduğunca savunulabilecek aşamada olsun. Böyle bir çabayı da topyekün adaletsizlik olarak nitelemek gerçekten adaletsizlik kavramına karşı büyük, ama çok büyük bir haksızlıktır. Adaletsizlik, adaletsizlik olalı bu denli zulüm görmemiştir. Bu yüzden, bu kararnameyi adaletsizlik olarak nitelemek çok ayıptır. Çünkü söz konusu olan adaletsizlikten öte bir şeydir. Gasptır. Evet; gasptır, tahakkümdür.
Birde şöyle buyurmuş sevgili bakanımız; İç Hizmetleri Kanununda şikayet ve müracaat hakkı varmış. Bu yol açıkmış her daim. Bu mektupları yollayanlar bulanık suda balık avlıyorlarmış! Ah canım benim, gülüm benim sorsana dilekçeyi kime yazıyorsun diye? Sorsana dilekçeyi yazdıktan sonra başına neler geliyor diye! O kadar kolay mı amir ümera kısmına dilekçe arzetmek. Bir fişliyorlar adamı var ya, cenge gidip ömrün boyunca harp etsen, bin kez vurulup ölsen daha kolay geliyor vallahi. Vaktı zamanında bendeniz böyle bir hataya düşmüştüm de başıma neler gelmişti ah! Durumu toparlayana kadar ne entrikalara kurban edilmiştim, TCG Barbaros gemisinin dili olsa da konuşsa! Hadi hiçbir şey bilmiyorsunuz, Nazım’ın Donanma Davasını da mı okumadın hukukçu bakanım? Assubayların karşısındaki güçlerin dilediklerinde neler yapabileceğini oradan da mı öğrenemedin? Yazık ki, çok yazık!
Yan ödeme kararnamesi çıkar çıkmaz huzursuzluklar başlamış, tüm askeri birliklerde görev yapan assubaylar bu haksız uygulamaya nasıl tepki vereceklerini kararlaştırmak için beyin fırtınaları düzenlemişlerdir. Kanun onların doğrudan eylem ya da direniş yapmasına izin vermediği gibi, küçücük kıpırdanmaları bile bir başkaldırı olarak nitelemekte ve çok ağır cezalar öngörmektedir. Pek çok şehirde Assubay Gazinolarında veya birliklerin uygun yerlerinde toplantılar düzenlenmiş, adaletsizliğe karşı mutlaka bir tepki verilmesi konusunda kararlar alınmıştır. İlk akla gelen eylem biçimi; birliklerde işe gitmeme, işi yavaşlatma gibi pasif direniş örnekleri olmuştur.
Öte yandan emekli assubay örgütleri (TEMAY ve EMAS) de assubayların sayıca çok olduğu şehirler ile belli başlı büyük şehirlerde haksızlıkları en iyi şekilde dile getirecek yürüyüş ve miting eylemleri hazırlığına başlamıştır. Tıpkı 1970 baharında olduğu gibi asıl yük yine assubay eşlerinin omuzlarındadır.
Pasif direnişler 9-15 Ocak 1975 tarihleri arasında pek çok birlikte uygulamaya konulur. Diyarbakır’da ise pasif direnişin tarihi 3-4 Şubat olur. Özellikle Hava Kuvvetleri bağlısı birliklerde çok etkin olarak uygulanır. Bazı Deniz Kuvvetleri birlikleri ile Kara Kuvvetleri birlikleri de bu direniş safhasına iştirak ederler. Kimi küçük yerlerde ise küçük çaplı etkin olmayan ya da bireysel eylemler yapılır.
Sorgu ve tutuklamalar daha ilk aşamada başlamıştır. Pasif eylemlere katılanlar bir bir hesaba çekilmektedir. Bir an önce sert bir tavır koyup işin daha ileriye gitmesini önlemektir düşünülen. O yüzden bir yıldırma harekatıdır ilk yapılan.
Emekli Hava Assubayı Bandırmalı Abdullah İ., şöyle anlatıyor pasif direnişle ilgili sorgusunu:
“Ve devam ediyor künye sorgum..
– Bak!..diyor yargıç övgü dolu mana içeren bir ses tonuyla.. Buradaki ifadende dürüst konuşmussun, Buradaki tüm bildiklerini söylersin…
-Evet diyorum içimden dürüst konuşurum dürüstlere karşı.
– 14 ve 15 Ocak 1975 tarihinde 2 gün mesaiye gitmemişsin, Niçin gitmedin.?
– Bize verilen yan ödemeler ve iş riski tazminatlarında yaratılan haksızlıklar nedeniyle moralim çok bozuldu … Onun için mesaiye gitmedim
– Bandırma Assubay Gazinosunda 13 Ocak 1975 tarihinde toplantı yapılmış, haberin varmı, orda mıydın.?
– Hayır haberim yoktu.
– Hiç duymadın mı?
– Hayır şimdi sizden duyuyorum..
– Yalan söylüyorsun.. Evde kaldığın arkadaşlarınla mesaiye gitmeme konusunda karar almışsınız. Arkadaşınızın ifadesi öyle..
– İçimden Ya K… ya da Kel T… dedim acaba hangisi sattı bizi? Evdeki arkadaşlarla o gün görüşmedim, onları hiç görmedim..
Savcı:
– Ama o konuşmuş o öyle diyor.
– Ben öyle bir konuşma hatırlamıyorum.
– Peki nasıl bir konuşma hatırlıyorsun
Ağzımda laf almağa çalışıyorlar, ‘açık vermemem lazım’ diyorum içimden..
– Birkaç gün önce görüşmemizde maç hakkında konuşmuştuk..
– Konu dışına çıkma diyor savcı.
– Ben öyle bir konuşma yapmadım.
– Arkadaşının ifadesi burada, o gece berabermişiniz.
– O gece kendisini hiç görmedim..
– Aynı evde kalıp da birbirinizi görmediniz, -sinirli bir şekilde- yalan söylüyorsun..
– Ben dışardaydım, eve geç geldim, herkesin odası ayrı,odama girip yattım..
– Gece geç vakitlere kadar toplantı yapmışsınız..
Tabii biz konuşurken zabıt katibide tüm konuştuklarımızı yazıyordu, savcı psikolojik baskı uyguluyor, bazen ses tonunu yükseltiyordu, beni kızdırıp çözülmemi bekliyordu. Ağızdan çıkacak yanlış bir kelime çözülmeye neden olabilirdi, ipin ucunu bir verdin mi gerisi çorap söküğü gibi gelirdi, sayılı dakikalar içinde sağlıklı karar vermem gerekiyordu.
Buradaki vereceğimiz ifadeler yapılan boykotun ceza kapsamı için çok önemli,
Bireysel suç işlediğimizi kanıtlarsak disiplin cezası alacağız, 2 günlük mesaiye gitmemem toplumsal bir eyleme girerse; sözleşerek firar, isyan, başkaldırı gibi suçlamaların cezası en az bir yıl hapis ve de ordudan ihraç.
– İş riski ve yan ödemelerdeki aşırı eşitsizlik nedeniyle moralim bozuktu ve kendimde işe gidecek gücü bulamadığım için mesaiye gelemedim. Bu kararı tek başıma aldım, hiç kimseyle konuşmadım, bahsettiğiniz o toplantıyı ne duydum ne de katıldım. Söyleyeceklerim bunlardır.
Kısacası söylediklerime inanmıyorlar, zaten bu yargılamaya inanan kim? Haklı olduğumuza biz ne kadar inansak da, verilen emir gereği, bir kaç suçlu bulunup, ipi çekilecek..
Toplumu bu duruma getiren, bu yasaları hep kendi lehine yapan, insanların emeğini sömürenlerin hiç mi suçu yok?
‘Hak böyle aranmaz’ diyor askeri savcı herşeyin bir yasal yönü var..”
Pasif eylemler sürecinde, Genkur Ges K.lığı 1. Elk. Brl. K.lığı’nda görevli assubaylar ve onlarla aynı ortamı soluyan sivil memurlar elele vermiş ve tepeden inme haksızlığa birlikte direnmişlerdir. Bu kader birlikteliği, yıldırma harekatında da sürmüş, hep birlikte mahkemeye çıkmış ve hesap vermişlerdir. Bazen kelimelerin anlatamadığını belgeler anlatır diye söyleriz hep. O yüzden burada o olayın belgesini sunalım arzu ederseniz. İşte o birlikteki eyleme katılan E. Deniz Assubayı N. Töre’nin arşivinden, mahkeme tutanakları:
“Gereği Düşünüldü:
….Birliğinde görevli Astsubay ve sivil memurun 11.1.1975 tarihinden 14.1.1975 tarihine kadar … dinleme yapması gerekirken, sanki hiç yayın yokmuşçasına hareket ederek, haber kaydetmedikleri, bu pasif eylemin iş riski ve iş güçlüğü adı altında tesbit olunan yan ödemelerin Astsubaylara isabet eden göstergelerin miktar yönünden yetersizliği nedeni ile önceden aldıkları bir kararın uygulaması mahiyetinde olduğu, sanıkların 3 ayrı kategoride mütalaa edildikleri 68 kişinin mors operatörü olduğu ve bunların mani bir hal olmamasına rağmen kayıt yapmadıkları, telem operatörlerinin de kayıt yapmadıkları ancak gösterilen süre içinde karşı merkezlerin yayın yapıp yapmadıklarının tesbit edilemediği, 8-10 kişilik gruplara nezaretle yükümlü şef operatörlerin de mecbur oldukları murakebe görevini yapmadıkları, Astsb.Çvş. A.Ş.’nin dinleme işini bırakıp başka bir odada bir bildiri çoğaltmakla meşgulken yakalandığı, bildirinin subay ve astsubaylar arasındaki eşitsizliğin (eşitsizliği) izah eder mahiyette olduğu ve muhtevası itibarıyla arkadaşlarını hoşnutsuzluğa kışkırtmayı hedef aldığı, ancak fiilin nakıs teşebbüs derecesinde kaldığı, şu hale göre ….takdir mahkemeye ait olmak üzere maddeler gereğince cezalandırılmaları, A.Ş.’nin ayrıca….gereğince cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır.
Dosyanın …dizilerinde mevcut belgelerden de anlaşılacağı üzere, Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarına verilen iş riski ve iş güçlüğü ödeneklerinin yeterli görülmeyişi nedeniyle, bir kısım Astsubay eşleri ile birlikte 1975 yılı Ocak ayı başlarında yurt çapında gösteriler yapmış ve bu yoldan isteklerine ulaşmak istemişlerdir.
Bu isteklerinde haklı olup olmadıkları dava konumuz dışında kalmaktadır. Ancak benimsenen hareket tarzının, kanun vesair mevzuat hükümleri karşısında suç teşkil ettiği izahtan varestedir. Nitekim fiili tesbit edilenler hakkında derhal kanuni kovuşturmaya geçilmiş, bu arada …dizilerinde isimleri bulunan sanıkların da, bu harekete fiilen iştirak ettikleri ilgili makamlarca saptanmıştır.
Neticeten, oluş ve kabule göre sanıklar, yukarıda izah edilen nedenlerle ve davalarına müspet yönde tesir icra edeceği kanaatiyle görevlerini aksatmaya karar vermişler ve olaya tekaddüm eden tarihlerde bu kararlarını uygulamışlardır.
Yapılan birlik toplantılarında söz konusu zamların yeterli görülmeyişi yüzünden görevlerini aksattıkları görüşü ileri sürüldüğü halde, toplantıda bulunanlardan tek bir kişi dahi bu isnada itiraz etmemiştir. Nitekim aradan bir kaç gün geçtikten sonra, 18.1.1975 tarihinde Ankara’da yapılan gösterilere, bu sanıklardan bir kısmının fiilen iştirak etmeleri, isnada neden itirazda bulunulmadığını izah etmektedir.
Bu meyanda, görevin aksatılması yönünde verilen kararın, sohbet tarzında sürdürülen konuşmalar esnasında kendiliğinden oluştuğu, bir ya da bir kaç kişinin öncülüğü sayesinde alınmış bir karar olmadığı…Bir başka deyişle, olayda kimlerin öncülük yaptığı tesbit edilememiştir.
A.Ş. İsmindeki sanık görevi başından ayrılıp başka bir odada “Assubayların dert ve dilekleri” başlığını taşıyan bir bildiriyi çoğaltırken Yzb… tarafından yakalanmış ve bildiri elinden alınmıştır. Bildiri mahiyeti itibarıyla 1632 sayılı As.C. K.nunu, Emeklilik Kanunu, Lojman Talimatı, kadro ve yetki, OYAK Kanunu, Emireri parası, Orduevleri ile ilgili bazı konuların astsubaylar aleyhine bazı hükümler bulunduğunu belirtmektedir. Altı sahifeden ibaret yazının sonunda “Not: Bu yazı tüm bakanlar ve bir kısım milletvekillerine gönderilmiştir.” kaydı bulunmaktadır.
…Sivil memurların da bu vesil ile teşekkül eden zımni anlaşmaya fiilen katıldıkları..toplam 81 kişinin iddianame gereğince cezalandırılmalarına…”
Açılan bu dava sonrasında, sırf söz konusu birlikten 177 kişi yargılanmıştır. Kara Kuvvetlerinden 45, Deniz Kuvvetlerinden 31, Hava Kuvvetlerinden ise 24 Assubay. Tuhafınıza gidecek ama geri kalan tam 77 kişi sivil memur. Assubaylarla dayanışma yürekliliğini gösteren ve bu haksızlığı kendilerine yapılmış gibi hissedip tepki koyan tam 77 kişi. Mahkeme heyetini bile şaşırtan bu cesur adamlar, anca beraber kanca beraber diyerek assubaylara candaşlık yapmışlardır.
Suçlama açık ve nettir: “Birlikte karar alarak görevi kasten aksatmak ve bu karara fiilen uymak!”
İçlerinden 45 Assubay ilk adımda hemen tutuklanır, yaklaşık 45 gün boyunca Mamak Askeri Ceza Evinde tutulur. Mahkeme sonrasında bu 45 assubaya 2 ay ağır hapis, 200 lira ağır para cezası verilir. Ceza aldıklarından dolayı elbette ki bir yıl geç terfi edeceklerdir bundan böyle! Sivil memurların 52’si suçlu bulunur ve aynı cezayı assubaylarla paylaşırlar.
Assubayların yan ödemeleri haksız ve adaletsiz bularak eyleme geçmeleri en çok genç subayları rahatsız eder. Tabi, bu genç subaylar hakiki genç subaylar. Öyle gazetelere başka türlü ilanlar veren kodaman genç subaylar değil!
Çünkü assubaylar haksızlığı dile getirirken, bir Kıdemli Başçavuş’un nasıl olup da bir yüzbaşıdan, bir üsteğmenden, teğmen ve asteğmenden daha az yan ödeme aldığını sorgulamaktadır. Bu durumda kıyaslama genç subaylar üzerinden yapılmaktadır. Bu kıyaslama da onları rahatsız etmektedir.
Harp Okulları kurulduğundan bu yana onlar lider ve komutan olarak yetiştirilmekte, onlara “ordudaki astların farklı bir dünyanın insanı” oldukları öğretilmektedir. Astlara kumanda eden bir subayın rütbesi ve konumu ne olursa olsun; onlardan daha üstün olması ve bu ilkenin, her alanda olduğu gibi, özlük haklarında da sağlanması ana gayedir. Yıllardan beri bu gaye doğrultusunda çalışılmış ve epey mesafe alınmıştır. 1970 yılında denenmiş ama assubaylar eşleriyle bir olup sokaklara inince bu deneme tam olarak başarıya ulaşamamıştır. Şimdi oyunun ikinci perdesi yaşanmaktadır.
Genç subayların rahatsızlığı nedeniyle assubaylarla aralarında zaman zaman çekişmeler, atışmalar yaşanır. Özellikle eylemlere destek verenler taciz edilir. Fakat çok ileri de gidilmez.
Pasif eylemlerle başlayan sürecin hemen ardından bir kez daha sokaklara, caddelere ve meydanlara inme zamanı gelmiştir. Bir kez daha Assubay eşleri ve Assubay çocukları; ailelerinin ekmek davası için, onur davası için sahaya inmiştir artık.
Pasif direnişe katılanlar tutuklanmış ve ordunun üst kademesi; assubayların yan ödemeleri konusunda kolay kolay taviz vermeyeceğini, bu uğurda çok katı tedbirler alacağını ve askeri ceza kanununun tüm yaptırımlarını sonuna kadar uygulayacağını ayan beyan belli etmiştir. Yapılacak olan ya pes etmek ya da eylemleri daha ileriye taşımaktır. Seçim zor olanı yapmak ve meydanlara inmek, özellikle büyük şehirlerde ve bilhassa Ankara’da ses getirecek bir yürüyüş gerçekleştirmektir.
Eylem günü 18 Ocak 1975, Cumartesi’dir. Soğuk bir kış günüdür. İnsanları tir tir titreten bir hava vardır. Bu soğuğa rağmen; eşler, çocuklar, komşular, akrabalar, anneler, babalar, sivil olup assubayların haksızlığa uğradığına inananlar ve üniversiteli öğrenciler hepsi o gün Ulus’ta Atatürk Anıtı önünde toplanmış ve Ankara’da inançlı bir yürüyüş başlamıştır. Görevdeki assubaylar yine sivil kıyafetli olarak kortejin kenarında yol almaktadır.
Güzergah Sıhhiye üzerinden Kızılay’dır. Oradan da Büyük Millet meclisi’nin önü. Amaç haksızlığı Yüce Türk Meclisine duyurmaktır. Oysa yollar kontrol altındadır. Çok sıkı önlemler alınmıştır. Polisler kesin talimat aldıklarını, Sıhhiye Köprüsü’nden ileriye geçit vermeyeceklerini ve gerekirse zor kullanacaklarını açıkça söylerler. Fakat ok yaydan çıkmıştır artık. Bu yürüyüş mutlaka yapılacak ve hedeflenen gayeye, ne pahasına olursa olsun, ulaşılacaktır. Assubaylara yapılan haksızlık mutlaka Türkiye’nin gündemine taşınacaktır.
Gerçekten de Sıhhiye’de geçilmesi zor bir polis barikatı vardır. Standart polis senfonisi başlamıştır. Önce kalabalığa su sıkılır, ardından panzerler yürür. En coşkulu an jop sesinin duyulduğu andır. Polisin sanatsal senfonisinin en can alıcı yeridir bu jop kısmı nedense. Artık eylemciyle polis yüzyüze, nefes nefese gelmiş ve duygusal bağ kurulmuştur. Ateşli bir aşk başlayacaktır şimdi. Öldüresiye sevecektir polis sevgili halkını. Bu sahnenin sonunda en tutkulu aşıklar kalabalıktan koparılacak ve karakollarda göze yakın tutulacaktır. Sonrası ise malum hikaye. Talihsiz aşık tutuklanacak ve hapishanede günlükler yazmaya başlayacaktır.
Ortalık karışmıştır. Polisler, Assubay eşleri ve sivil kıyafetli assubaylar ve tüm yürüyüş ekibi hallaç pamuğu gibi birbirine karışmış ve sarmaş dolaş olmuştur. Sivil kıyafetli assubaylar tıpkı 1970 Mayıs yürüyüşünde olduğu gibi olayların içine girmek zorunda kalmıştır. Polisin aşırı sert müdahalesi her şeyi değiştirmiş, huzur içinde yapılması planlanan hak arama eylemi bir arbedeye dönüştürülmüştür. Eşlerinin, çocuklarının ve yakınlarının polis jopu altında inlediğini gören assubaylar, ister istemez eylemin bir parçası haline gelmiştir. Sistemin istediği suç işlenmiştir hemen o anda. Artık o assubayların adı isyancıdır, ordunun içine nifak sokandır; iddianameler böyle yazacaktır askeri mahkemelerde!
Yürüyüş ekibi tüm baskılara rağmen inatla eylemini sürdürür ve Kızılay’a ulaşır. Burada artık olanlar olmuş, grup dağılmaya başlamıştır. Dağılan kalabalığın arasından çıkan bir grup son bir gayretle ilerlemeye devam eder. Fakat onlar da küçük bir grup olarak fazla direnemez. Yürüyen o koca grup artık tamamen dağılmıştır.
Atatürkçü Komutanlarımız ne olur ne olmaz diyerek bir emniyet tedbiri daha almışlardır; Adalet Bakanlığı civarında bir “Hazır Kıta Birliği” beklemektedir. Olur ya işgal güçleri Meclis önüne kadar dayanırsa, süngü savaşına da hazır olmak lazımdır. Daha önce hiçbir yürüyüşte görülmeyen bu tutum; Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları’nın assubaylara karşı hissettikleri derin aşktan kaynaklanmaktadır büyük ihtimal. Çünkü İç Hizmetler Kanunu böyle buyuruyor: astını seveceksin, koruyacaksın, gözeteceksin, hakkına ve hukukuna bir Komutan olarak mutlaka sahip çıkacaksın!
Kurmay subayların aklına gelen dahiyane bir fikirle kalabalığın sık sık fotoğrafı çekilmiş ve eyleme karışan assubaylar bir bir tespit edilmeye çalışılmıştır. Hatta gazetecilerin çektikleri resimler dahi incelenmiş ve hesap günü için isimler fişlenmiştir. Aslında sevgiliye yazılmış hüzün ve sitem kokulu bir aşk şiirine ne kadar da benzer o an yaşananlar:
“Saçların dağılırdı rüzgarda
Ve hüzün hiç yakışmazdı gözlerine
Aşkımızı vurdular bir çıkmaz sokakta
Gün ışığını görmeden,
Acımadan vurdular
Nasıl söylüyorlarsa, alnının tam ortasından…Unutmadım
Seni sevdiğimi defalarca yazdığım mektupları
Bir parça kan ve bir parça aşk hepsi bu
Ertesi gün gazeteler yazdı aşkımızın vurulduğunu
….. (Aydın Kulak-Terör Şiirinden Alıntı)”
“Kocalarına daha fazla hak sağlamak için assubay eşleri dün Ulus’tan Kızılay’a kadar yürümüşlerdir. Yürüyüşçü kadınlar daha ileri gitmek isteyince polis kendilerine engel olmuştur. Kadınların yürüyüşüne bazı erkekler de katılmıştır.
Polisin uyarmasını dinlemeyen ve dağılma ihtarına uymayan 17 siville sivil giyinmiş bir assubay Emniyet Müdürlüğüne götürülmüş, Merkez Komutanlığı mensuplarınca tanınan 10 sivil giyinmiş assubay da Merkez Komutanlığında göz altına alınmıştır. Kızılay’da polisin su sıkması üzerine dağılanlardan bir grup Milli Savunma Bakanlığına doğru yürümek istemişlerse de, toplum polisi burada panzer ve öbür zırhlı araçlarla sıkı güvenlik tedbirleri alarak yürüyüşü önlemiştir. Ayrıca, bir askeri birlik de Adalet Bakanlığı yakınında hazır durumda beklemiştir. Alınan bu tedbirlerden sonra kalabalık dağılmıştır.”
1975 eylemlerinin en çok ses getireni Ankara’da yapılanı olmuştur. Fakat başka pek çok şehirde de 18 Ocak tarihinden itibaren peşpeşe eylemler, yürüyüşler yapılmış, hükumete ve başbakana protesto telgrafları çekilmiştir.
Ankara ile aynı tarihte İstanbul’da Taksim Atatürk Anıtı önünde toplanan Assubay eşleri ve sivil giyimli bazı assubaylar yan ödeme kanunnamesini protesto ederek yürüyüşlerine başlarlar. Burada da polisle sürtüşmeler yaşanır ve Ankara’da olanlar Taksim’de de sahnelenir.
Diyarbakır ve Kayseri’de de hak arama eylemleri yine protesto yürüyüşü olarak sergilenir. Assubayların ve özellikle Havacı assubayların bulunduğu Eskişehir, Malatya, Merzifon, Konya, Balıkesir, Bandırma ve denizcilerin kadim yuvası Gölcük’te de bir takım eylemler, gösteri ve protesto yürüyüşleri düzenlenir. Fakat Ankara’dan sonra en çok ses getiren ve necip Türk basınında da yer bulan eylem; Şanlıurfa’da gerçekleştirilir. Tabi, o zamanki adıyla sadece Urfa!
20 Ocak günü vilayet önüne kadar yürüyen Assubay eşleri yine polisle sürtüşmüş fakat amacına ulaşarak, dağılmıştır. Gazetelerde bu eylem aşağıdaki gibi yer almıştır:
“Kocalarına daha çok hak tanınması için dün sabah yürüyüş yapmak isteyen assubay eşleriyle polisler arasında olaylar çıkmış, bir polis memuru başından yaralanmıştır.
Assubay Gazinosunda toplanan assubay eşleri vilayete kadar bir yürüyüş yapmak istemişlerdir. Olayı önceden haber alan Güvenlik Kuvvetleri yürüyüşe engel olmak isteyince aralarında tartışma çıkmış, bu arada bir polis başından hafif yaralanmıştır. Daha sonra 40 kadar assubay eşi, Vilayete kadar yürümüş ve İstiklal Marşını söyledikten sonra dağılmıştır.” (Milliyet-21.01.1975)
Diyarbakır’da düzenlenen yürüyüşü Umur Talu’nun da köşesinde anlattığı gibi bir assubayın lise öğretmeni olan eşi organize etmektedir. Yürüyüş yapılacağı istihbaratı bir şekilde komuta katına ulaşır. Kimlerin işin içinde olduğunu öğrenen Garnizon Komutanı Korgeneral, öncü konumdaki hanımefendinin assubay olan eşini yüce makamına çağırtır. İlginç bir diyalog yaşanır aralarında.
Korgeneral assubaya “eşinin protesto eylemlerinde etkin rol aldığını öğrenmiş bulunduğunu” söyler ve bu sevdadan vazgeçmelerini ister. Hanımefendiye “gerekirse baskı uygulamasını” ve “bölücü yürüyüş emelinden” vazgeçirilmesini emreder. Türk Silahlı Kuvvetlerinin subayı, assubayı, erbaş ve eri ile bölünmez bir bütün olduğunu, araya nifak sokulmak istendiğini ve asıl hedefin ülkenin koruyucu, kollayıcısı olan ordu olduğunu güzelce açıklar. Assubayların dış mihrakların emellerine alet olduğunu ve kendilerini kullandırdıklarını vurgular.
Öğretmen Hanımın kocası olan Assubay, gayet soğukkanlı yaklaşır olaya: “Sayın komutanım, haklı olabilirsiniz ama eşim benden tahsillidir. Üniversite mezunudur. Benden daha duyarlı ve bilgilidir. Sözüm geçmez kendisine” der.
Korgeneral, elinden geldiğince kızmamaya, sinirlenmemeye çalışır ama gözlerindeki anlayışlı ve bilge komutan bakışı ister istemez kendiliğinden değişmiştir:
“Sen erkek değil misin, nasıl karına söz geçiremezsin?” diyerek, yeni bir soru yöneltir. Bizim Assubay eş, hala soğukkanlılığını ve ilkeli duruşunu korumaktadır:
“Komutanım, ben öyle çağ dışı kafalı bir erkek değilim. Atatürkçü ve çağdaşım. Siz de bilirsiniz ki, Atatürkçü düşüncede kadın ve erkek eşittir. Ben nasıl olur da hem Atatürkçüyüm deyip hem de sevgili eşime baskı uygularım?“
Assubay hala soğukkanlı ve hala dimdiktir. Hazrolda beklemekte ve en ufak bir saygısızlık belirtisi göstermemektedir. Üstelik verdiği cevap da yenilir yutulur cinsten değildir. Artık Korgeneralin fren balataları kopmuştur, alabildiğince hiddetli ve kızgın olarak dışardakilere seslenir:
“Atın ulan şu kılıbığı içeriye, gözüm görmesin..gerici değilmiş! Hemen gönderin hemen hemen…”
Olayın sonu bellidir. Astsubay apar topar, savunmasız, yargısız ve mahkemesiz hapishaneye gönderilir. Komutan böyle dilemiş, böyle emir telakki eylemiştir.
Yaşanan bu ilginç olay görgü tanıklarının anlatımıyla dilden dile yıldan yıla anlatıla anlatıla efsaneleşmiş ve günümüze değin varlığını korumuştur. Bizler biliyoruz ki, böyle komutanlar oldukça bu hikaye; daha çoook uzun yıllar anlatılacak, yaşayacak ve nesillere örnek olacaktır. Bize bu yaşanmış öyküyü ulaştıranlara selam olsun!
Aydın Kulak
Göreve başladığım ilk aylarda, benim gibi ilk yılında, genç bir subayla, şapkam elimde bina çıkışında karşılaştım. Kendi şapkası da elinde olduğu halde “Şapkanızı giyer misiniz, astsubayım?” diyerek beni ikaz etti.
Umduğu karşılığı vermeyerek, üzerimden puan almasına fırsat vermediğimi düşünüyorum.
“Tencere dibin kara, seninki benden kara” deyişi gibi.
İşte Astsubay…
Sayın Günşer yazılarınızı okurken yıllar öncesine aklım takıldı..
– İran Şahı Türkiye’ye geliyor harp okulunu ziyaret edecek ve harp okulunda bir gösteri düzenleniyor bando eşliğinde…Harp okul bandosu yeterli personeli olmadığı için mızıka okulundan takviye istenmiş okuldan benimle beraber 10 kişi seçilmişti, arada bir tel örgüsü olan aynı bahçede yaşadığımız ama hiç görmediğimiz harp okuluna gittik.Çalışmalar başladı bir kaç gün olmuştu harp okulu komutanı geleceğini ve yerinde yapılan gösterileri seyredeceğini ifade edildi.Biz bir taraftan çalıyoruz öğrenciler müzik ritmine göre harketlerini yapmaktaydı,yapılan hareketlerde bir uyum olmuyor dışardan dağınık yetersiz görünüyordu. Hareketler bitti,içimden “şimdi komutan öğrencilere fırça atacak onlara bağarcak ” diye beklerken, komutan konuşmasına başladı “evlatlarım,geleceğin subay adayları hareketleriniz muhteşem ama sizden daha iyi olmanızı bekliyorum,gözlerinizden öperim,allasmarladık…” Bu konuşmayı yapınca şaşırmıştım. Bizim de ağustos için diploma tören hazırlığı yapılmakta bütün devrelerim yürüyüşlerini kaz adımda ve tam bir uyum içinde yapmakta ama sınıf subayının ve okul komutanı albayın bir türlü beğenisini kazanamıyor “eş…oğ..eş ler daha yürümesini bile bilmiyorlar, hay.. oğl.. hay..ları bir daha yürüt.” daha bir sürü hakarete maruz kalmıştık…Ayrımcılığı ve aradaki farkı kıtalarımıza gitmeden hafızalarımıza kazımışlardı…
Teşekkür ederim.
SAYIN MESLEKTAŞIM KAABİLİYET VE YETENEK YÖNÜNDEN BİNLERCESİNDEN İYİ ÇALIŞKAN VE İŞBİTİRİCİ OLDUĞUMUZU BİLİYORUM. MEHMETCİĞİN YANINDA SORUNLARININ ÇÖZÜMÜNE YARDIMCI OLMAMIZ VE ONLARI EĞİTMEMİZ KOL KANAT GERMEMİZ HATTA BU YAPTIKLARIMIZDAN DOLAYI ÇOK ZOR DURUMLARA DÜŞTÜĞÜMÜZ ZAMANLAR DA OLDU AMA GÖREVİMİZİ YAPMANIN VERDİĞİ HAZI HEP DUYDUM MESLEK HAYATIM BOYUNCA GÖREVİMİ LAYIKIYLA YAPTIM EMEKLİ OLDUKTAN SONRA DA BU YAPTIKLARIMIN KARŞILIĞI NE YAZIK Kİ ELİNİ TAŞIN ALTINA SOKMAYANLARIN HEP ALTINDA KALDI, ONUN İÇİN HER YERDE BUNLARI DİLE GETİRİYOR YAPILAN TÜM ÇALIŞMALARI DESTEKLİYOR SELAM VE SAYGILARIMI SUNUYORUM.
Güzel bir yazı, emeğinize sağlık. İyi bir assubay olmak mesleki bilgimizin en üst düzeyde olmasıdır. Emekli olana kadar görevimi elimden gelenin daha üstünde yaptım, yaptığım görevden de taviz vermedim. Şunu gördüm mesleğini iyi icra eden bir assubaya subayların bakış ve davranışlarının farklı olduğunu gördüm. Hazımsız olanlar da hep karşılığını benden aldılar. Biraz da suçu kendimizde aramamızı öneriyorum, ütüsüz elbise ile, günlerce boyanmayan bot/ayakkabılar ile mesaiye gelen çok assubay gördüm. Bizlerin sığınacak tek limanımız mesleki bilgimiz ve kılık/kıyafetimizdir. Assubay olmakla kendimi küçük görmedim, onur duydum, çünkü biz subayların değil bu milletin assubaylarıyız.
Bu akıl almaz mantık kabul etmez uygulamaları statü adı altında bize sıradan bir davranış gibi sergileyen zihniyeti hepimiz yaşadık biliyoruz.
İnsan olmanın üst olmaktan önemli olduğunun bilincinde olmayanlar, küçük dağları ben yarattım diyenler, yumurtadan çıkıp kabuğunu beğenmeyenlerin kompleksleri bizlerin bu ordudan kaçar gibi uzaklaşmamıza neden olmuştur.
Böyle bir ordunun ayakta kalması bizlerin vatanseverlik duyguları ile mümkün olmuştur.Bu olumsuz tavır sistemin dayatması ile oluşmuştur.
Ordunun olmazsa olmaz kuralı disiplinin tarifinde ASTIN VE ÜSTÜN HUKUKUNA RİAYET ilkesi olduğunu hatırlayıp ön yargılardan vazgeçildiği zaman bu ordu gerçek anlamda Cumhuriyetin ordusu olacaktır.
İş yerindeki statüko farklılığı ile iş dışındaki herhangi bir insan farkını bile yakalayamayan bu zihniyet aslında kendinden korkuttuğu içindir ki onlar değil midir ki koydukları kuralları delmek için “komutan ne derse odur” diyerek kendi adaletsiz dünyalarını yaratan ve bu yarattıkları dünyada kendi ya da başkalarının yarattığı kaprisler sonucu için için yok olan.