07 Eylül 2015
6 ay önce, artık hangisini diyorsanız, “ateşkes, barış, çözüm süreci, çatışmasızlık, analar ağlamasın” diye yaşayan bir ülkenin birden ölüye dönüşmesinin sırrını iktidarda, PKK’da, seçim sonucunda arıyoruz elbette.
Herkes durduğu ve kımıldamadığı yere göre.
Tabii o arada polis, asker, vatandaş, çocuk, “etkisiz hale getirilen” olarak kaybettiklerimiz hariç!
Onlar bize bakıyor:
Ne dediniz ne oldu, diye…
Önce barış gördük, sonra birden öldük, diye!
***
Belki şunu da kabul etmeliyiz.
Bu memlekette “derin devlet” ve “derin PKK” refleksleri öyle geçici değil.
Çok komplo teorisine ihtiyaç yok ama hep “tam şey oldu” derken silahlar “nah” diyor!
AKP şu an yeni iktidar olsa her saniye “derin devlet” dinlerdik.
Ama ya o “derin devlet” yok oldu yahut AKP derinde kayboldu!
***
1992’de Özal ciddi düşüncelerle “ateşkes, barış, çözüm” diye kıpır kıpırken, sonuncusu Adnan Kahveci’ye olmak üzere raporlar hazırlatırken, tüm yıl çok çarpıcı katliam ve cinayetlerle idrak edilmişti.
Özal’ın Başbakan Demirel’le (hatta bazı generallerle) bir mutabakata varmakta olduğu ve Meclis’in bu yönde hareket edebileceği 1993 ise önce Özal’ın ölümüyle rengini belli etti belki. Kahveci de “kaza”da ölmüştü!
Demirel ve İnönü yine de bir noktaya yaklaşmıştı. Af dahil ciddi açılım yapmak üzere.
24 Mayıs’ta Bingöl patladı. PKK ateşkes ilan etmişken, “PKK, neredeyse hepsi sivil giymiş, silahsız 33 eri kurşuna dizdi.”
33 er vakası, 333 erin daha, 3333 insanın, çok daha fazlasının katledileceği yeni bir safhayı açtı; barış ihtimalini derine gömerek.
Ardında “Neden korumalar çekilmişti? Neden yardım çok çok geç gitti? Böyle iki otobüsün yola çıktığı nasıl duyuldu? Katliam kararını kim verdi, kim göz yumdu?”gibi sorular bıraktı.
***
1993’ün kendisi Uğur Mumcu suikastı, Orgeneral Eşref Bitlis “uçak kazası”, Bitlis’e yakın ve çözümden yana bazı subayların yok edilmesi gibi zincirleme suikast ve “kazalar”a, Sivas ve Başbağlar başta, katliamlara, “intiharlar”a yataklık etti.
Çiller “Bask modeli filan” diye mırıldanırken Lice’de karanlık “Bahtiyar Aydın suikastı” ve ardından 30 ölüyle ilçe enkaz oldu!
Bir çözüm umudu Bingöl’de daha büyük bir mezara gömülmüştü.
***
Aralık 1995 sonu “PKK ateşkesi”nin ardına Bingöl benzeri vaka koştu hemen.
İstanbul Sabancı ve Metin Göktepe cinayetleri ile meşgulken…
Güçlükonak’ta eski ve görevdeki korucu dolu bir minibüstekiler kurşuna dizildi. Katliam PKK ile Jitem ortasında kaldı. Minibüstekilerin zaten çoktan işkencede öldürülmüş olduğu iddiasıyla birlikte. Dönemin bakanlarından Adnan Ekmen sonradan “Jitem yaptı” diyecekti.
***
2008, 2009 ve 2010’da Erdoğan’ın “Kürt siyasetçiler”le temas anlarının önüne Beşağaç’ta sivillerin olduğu minibüstekilerin katledilmesi, Çukurca’da mayına “7 şehit” verilmesi, Hakkâri’de bir minibüs katliamı daha yerleşti.
***
Bu anların ve vakaların sayısını çoğaltabilirsiniz.
“Rastlantı” ile “denk getirme” arasındaki fark üzerine düşünebiliriz.
Ama düşünemiyoruz.
Çünkü devlet veya örgüt, kendi inanç halelerini yaratıyorlar.
Biz hakikat aramıyoruz; hakikat beğeniyoruz.
Fakat her iyi ihtimalde, hatta sonuncuda hakikaten herkesi inandırmış barış umudunda da “bir şey” oluyor işte.
Devletin planları var ama çoğu zaman pusuya, tuzağa düşen askerler, polisler bunu bilmiyor; çünkü en son barış var sanıyorlardı.
Örgütün planları var ama Cizre’de, Silvan’da çocuklar bunu bilmiyorlar; çünkü en son barış var, seçim oldu sanıyorlardı.
Bingöl’de 33 asker, Aktütün’de “lider konumundaki personel” denen astsubay ve uzman çavuşlar, Güçlükonak’ta korucular, Beşağaç’ta siviller, ah işte yine yeniden Dağlıca’dakiler bunları bilmiyor.
Bu kadar çokbilmişin, Türk veya Kürt, bu halka sunduğu bu:
Hayat değil, ölüm.
Mertlikten ziyade kalleşlik.
Umuttan çok yalan.
Baldıran deyip kan.
***
Bütün vakalar komplo filan değil elbet.
Tarih diye bir şey var. Devlet var. Örgüt var. Silah var. Hepsi zaten nefret, kin, ölüm için!
Fakat sorulması gereken şu:
Asker, polis, öğretmen, işçi, siyasetçi, köylü, esnaf, anne, eş, çocuk, genç, öğrenci, işsiz… Milyonlarca sıvasız hane, Türk, Kürt ve herkes; ağaların, efendilerin, reislerin, şeflerin, örgütlerin, otorite ve otoriterlerin, derin su kahramanlarının kendilerine, evlatlarına biçtiği hayatı ve ölümü, ömrü ve sonu kabullenmek zorunda mı?
Onlar lütfederse barışa, yok yine yarmak isterlerse birbirinin gırtlağına mı sarılmaktır “kıyıya vuran insanlık!”
Öyle işte:
Mazi hançer gibi derinden yaralar!
***
Dağlıca’da 2007’de 12 “şehit”, 10 kayıp ve 34 “etkisiz hale getirilen terörist…”
2012’de 8 “şehit” ve 20 “etkisiz hale getirilen terörist…”
2015…
Mazinin hançeri sanki bağrımızdan hiç çıkmadı; bir hayaldi işte bu kadar sıvasız hane çocuğunun yaşaması!
07 Eylül 2015
6 ay önce, artık hangisini diyorsanız, “ateşkes, barış, çözüm süreci, çatışmasızlık, analar ağlamasın” diye yaşayan bir ülkenin birden ölüye dönüşmesinin sırrını iktidarda, PKK’da, seçim sonucunda arıyoruz elbette.
Herkes durduğu ve kımıldamadığı yere göre.
Tabii o arada polis, asker, vatandaş, çocuk, “etkisiz hale getirilen” olarak kaybettiklerimiz hariç!
Onlar bize bakıyor:
Ne dediniz ne oldu, diye…
Önce barış gördük, sonra birden öldük, diye!
***
Belki şunu da kabul etmeliyiz.
Bu memlekette “derin devlet” ve “derin PKK” refleksleri öyle geçici değil.
Çok komplo teorisine ihtiyaç yok ama hep “tam şey oldu” derken silahlar “nah” diyor!
AKP şu an yeni iktidar olsa her saniye “derin devlet” dinlerdik.
Ama ya o “derin devlet” yok oldu yahut AKP derinde kayboldu!
***
1992’de Özal ciddi düşüncelerle “ateşkes, barış, çözüm” diye kıpır kıpırken, sonuncusu Adnan Kahveci’ye olmak üzere raporlar hazırlatırken, tüm yıl çok çarpıcı katliam ve cinayetlerle idrak edilmişti.
Özal’ın Başbakan Demirel’le (hatta bazı generallerle) bir mutabakata varmakta olduğu ve Meclis’in bu yönde hareket edebileceği 1993 ise önce Özal’ın ölümüyle rengini belli etti belki. Kahveci de “kaza”da ölmüştü!
Demirel ve İnönü yine de bir noktaya yaklaşmıştı. Af dahil ciddi açılım yapmak üzere.
24 Mayıs’ta Bingöl patladı. PKK ateşkes ilan etmişken, “PKK, neredeyse hepsi sivil giymiş, silahsız 33 eri kurşuna dizdi.”
33 er vakası, 333 erin daha, 3333 insanın, çok daha fazlasının katledileceği yeni bir safhayı açtı; barış ihtimalini derine gömerek.
Ardında “Neden korumalar çekilmişti? Neden yardım çok çok geç gitti? Böyle iki otobüsün yola çıktığı nasıl duyuldu? Katliam kararını kim verdi, kim göz yumdu?”gibi sorular bıraktı.
***
1993’ün kendisi Uğur Mumcu suikastı, Orgeneral Eşref Bitlis “uçak kazası”, Bitlis’e yakın ve çözümden yana bazı subayların yok edilmesi gibi zincirleme suikast ve “kazalar”a, Sivas ve Başbağlar başta, katliamlara, “intiharlar”a yataklık etti.
Çiller “Bask modeli filan” diye mırıldanırken Lice’de karanlık “Bahtiyar Aydın suikastı” ve ardından 30 ölüyle ilçe enkaz oldu!
Bir çözüm umudu Bingöl’de daha büyük bir mezara gömülmüştü.
***
Aralık 1995 sonu “PKK ateşkesi”nin ardına Bingöl benzeri vaka koştu hemen.
İstanbul Sabancı ve Metin Göktepe cinayetleri ile meşgulken…
Güçlükonak’ta eski ve görevdeki korucu dolu bir minibüstekiler kurşuna dizildi. Katliam PKK ile Jitem ortasında kaldı. Minibüstekilerin zaten çoktan işkencede öldürülmüş olduğu iddiasıyla birlikte. Dönemin bakanlarından Adnan Ekmen sonradan “Jitem yaptı” diyecekti.
***
2008, 2009 ve 2010’da Erdoğan’ın “Kürt siyasetçiler”le temas anlarının önüne Beşağaç’ta sivillerin olduğu minibüstekilerin katledilmesi, Çukurca’da mayına “7 şehit” verilmesi, Hakkâri’de bir minibüs katliamı daha yerleşti.
***
Bu anların ve vakaların sayısını çoğaltabilirsiniz.
“Rastlantı” ile “denk getirme” arasındaki fark üzerine düşünebiliriz.
Ama düşünemiyoruz.
Çünkü devlet veya örgüt, kendi inanç halelerini yaratıyorlar.
Biz hakikat aramıyoruz; hakikat beğeniyoruz.
Fakat her iyi ihtimalde, hatta sonuncuda hakikaten herkesi inandırmış barış umudunda da “bir şey” oluyor işte.
Devletin planları var ama çoğu zaman pusuya, tuzağa düşen askerler, polisler bunu bilmiyor; çünkü en son barış var sanıyorlardı.
Örgütün planları var ama Cizre’de, Silvan’da çocuklar bunu bilmiyorlar; çünkü en son barış var, seçim oldu sanıyorlardı.
Bingöl’de 33 asker, Aktütün’de “lider konumundaki personel” denen astsubay ve uzman çavuşlar, Güçlükonak’ta korucular, Beşağaç’ta siviller, ah işte yine yeniden Dağlıca’dakiler bunları bilmiyor.
Bu kadar çokbilmişin, Türk veya Kürt, bu halka sunduğu bu:
Hayat değil, ölüm.
Mertlikten ziyade kalleşlik.
Umuttan çok yalan.
Baldıran deyip kan.
***
Bütün vakalar komplo filan değil elbet.
Tarih diye bir şey var. Devlet var. Örgüt var. Silah var. Hepsi zaten nefret, kin, ölüm için!
Fakat sorulması gereken şu:
Asker, polis, öğretmen, işçi, siyasetçi, köylü, esnaf, anne, eş, çocuk, genç, öğrenci, işsiz… Milyonlarca sıvasız hane, Türk, Kürt ve herkes; ağaların, efendilerin, reislerin, şeflerin, örgütlerin, otorite ve otoriterlerin, derin su kahramanlarının kendilerine, evlatlarına biçtiği hayatı ve ölümü, ömrü ve sonu kabullenmek zorunda mı?
Onlar lütfederse barışa, yok yine yarmak isterlerse birbirinin gırtlağına mı sarılmaktır “kıyıya vuran insanlık!”
Öyle işte:
Mazi hançer gibi derinden yaralar!
***
Dağlıca’da 2007’de 12 “şehit”, 10 kayıp ve 34 “etkisiz hale getirilen terörist…”
2012’de 8 “şehit” ve 20 “etkisiz hale getirilen terörist…”
2015…
Mazinin hançeri sanki bağrımızdan hiç çıkmadı; bir hayaldi işte bu kadar sıvasız hane çocuğunun yaşaması!
07 Eylül 2015
6 ay önce, artık hangisini diyorsanız, “ateşkes, barış, çözüm süreci, çatışmasızlık, analar ağlamasın” diye yaşayan bir ülkenin birden ölüye dönüşmesinin sırrını iktidarda, PKK’da, seçim sonucunda arıyoruz elbette.
Herkes durduğu ve kımıldamadığı yere göre.
Tabii o arada polis, asker, vatandaş, çocuk, “etkisiz hale getirilen” olarak kaybettiklerimiz hariç!
Onlar bize bakıyor:
Ne dediniz ne oldu, diye…
Önce barış gördük, sonra birden öldük, diye!
***
Belki şunu da kabul etmeliyiz.
Bu memlekette “derin devlet” ve “derin PKK” refleksleri öyle geçici değil.
Çok komplo teorisine ihtiyaç yok ama hep “tam şey oldu” derken silahlar “nah” diyor!
AKP şu an yeni iktidar olsa her saniye “derin devlet” dinlerdik.
Ama ya o “derin devlet” yok oldu yahut AKP derinde kayboldu!
***
1992’de Özal ciddi düşüncelerle “ateşkes, barış, çözüm” diye kıpır kıpırken, sonuncusu Adnan Kahveci’ye olmak üzere raporlar hazırlatırken, tüm yıl çok çarpıcı katliam ve cinayetlerle idrak edilmişti.
Özal’ın Başbakan Demirel’le (hatta bazı generallerle) bir mutabakata varmakta olduğu ve Meclis’in bu yönde hareket edebileceği 1993 ise önce Özal’ın ölümüyle rengini belli etti belki. Kahveci de “kaza”da ölmüştü!
Demirel ve İnönü yine de bir noktaya yaklaşmıştı. Af dahil ciddi açılım yapmak üzere.
24 Mayıs’ta Bingöl patladı. PKK ateşkes ilan etmişken, “PKK, neredeyse hepsi sivil giymiş, silahsız 33 eri kurşuna dizdi.”
33 er vakası, 333 erin daha, 3333 insanın, çok daha fazlasının katledileceği yeni bir safhayı açtı; barış ihtimalini derine gömerek.
Ardında “Neden korumalar çekilmişti? Neden yardım çok çok geç gitti? Böyle iki otobüsün yola çıktığı nasıl duyuldu? Katliam kararını kim verdi, kim göz yumdu?”gibi sorular bıraktı.
***
1993’ün kendisi Uğur Mumcu suikastı, Orgeneral Eşref Bitlis “uçak kazası”, Bitlis’e yakın ve çözümden yana bazı subayların yok edilmesi gibi zincirleme suikast ve “kazalar”a, Sivas ve Başbağlar başta, katliamlara, “intiharlar”a yataklık etti.
Çiller “Bask modeli filan” diye mırıldanırken Lice’de karanlık “Bahtiyar Aydın suikastı” ve ardından 30 ölüyle ilçe enkaz oldu!
Bir çözüm umudu Bingöl’de daha büyük bir mezara gömülmüştü.
***
Aralık 1995 sonu “PKK ateşkesi”nin ardına Bingöl benzeri vaka koştu hemen.
İstanbul Sabancı ve Metin Göktepe cinayetleri ile meşgulken…
Güçlükonak’ta eski ve görevdeki korucu dolu bir minibüstekiler kurşuna dizildi. Katliam PKK ile Jitem ortasında kaldı. Minibüstekilerin zaten çoktan işkencede öldürülmüş olduğu iddiasıyla birlikte. Dönemin bakanlarından Adnan Ekmen sonradan “Jitem yaptı” diyecekti.
***
2008, 2009 ve 2010’da Erdoğan’ın “Kürt siyasetçiler”le temas anlarının önüne Beşağaç’ta sivillerin olduğu minibüstekilerin katledilmesi, Çukurca’da mayına “7 şehit” verilmesi, Hakkâri’de bir minibüs katliamı daha yerleşti.
***
Bu anların ve vakaların sayısını çoğaltabilirsiniz.
“Rastlantı” ile “denk getirme” arasındaki fark üzerine düşünebiliriz.
Ama düşünemiyoruz.
Çünkü devlet veya örgüt, kendi inanç halelerini yaratıyorlar.
Biz hakikat aramıyoruz; hakikat beğeniyoruz.
Fakat her iyi ihtimalde, hatta sonuncuda hakikaten herkesi inandırmış barış umudunda da “bir şey” oluyor işte.
Devletin planları var ama çoğu zaman pusuya, tuzağa düşen askerler, polisler bunu bilmiyor; çünkü en son barış var sanıyorlardı.
Örgütün planları var ama Cizre’de, Silvan’da çocuklar bunu bilmiyorlar; çünkü en son barış var, seçim oldu sanıyorlardı.
Bingöl’de 33 asker, Aktütün’de “lider konumundaki personel” denen astsubay ve uzman çavuşlar, Güçlükonak’ta korucular, Beşağaç’ta siviller, ah işte yine yeniden Dağlıca’dakiler bunları bilmiyor.
Bu kadar çokbilmişin, Türk veya Kürt, bu halka sunduğu bu:
Hayat değil, ölüm.
Mertlikten ziyade kalleşlik.
Umuttan çok yalan.
Baldıran deyip kan.
***
Bütün vakalar komplo filan değil elbet.
Tarih diye bir şey var. Devlet var. Örgüt var. Silah var. Hepsi zaten nefret, kin, ölüm için!
Fakat sorulması gereken şu:
Asker, polis, öğretmen, işçi, siyasetçi, köylü, esnaf, anne, eş, çocuk, genç, öğrenci, işsiz… Milyonlarca sıvasız hane, Türk, Kürt ve herkes; ağaların, efendilerin, reislerin, şeflerin, örgütlerin, otorite ve otoriterlerin, derin su kahramanlarının kendilerine, evlatlarına biçtiği hayatı ve ölümü, ömrü ve sonu kabullenmek zorunda mı?
Onlar lütfederse barışa, yok yine yarmak isterlerse birbirinin gırtlağına mı sarılmaktır “kıyıya vuran insanlık!”
Öyle işte:
Mazi hançer gibi derinden yaralar!
***
Dağlıca’da 2007’de 12 “şehit”, 10 kayıp ve 34 “etkisiz hale getirilen terörist…”
2012’de 8 “şehit” ve 20 “etkisiz hale getirilen terörist…”
2015…
Mazinin hançeri sanki bağrımızdan hiç çıkmadı; bir hayaldi işte bu kadar sıvasız hane çocuğunun yaşaması!