Futbolun beşiği İngiltere olarak bilinir. Oradaki futbol aşkı çok ama çok başkadır. Seyircilerinin fanatikliği de dünyaca ünlüdür bu yüzden. Futbol tutkuları nedeniyle başı çeken, tanınan ve bilinen diğer ülkeler ise Brezilya ve Arjantin’dir. Latin ekolüdür onlar ve Dünya Kupalarının hâkimidirler adeta. Nedense, Brezilyalılar sambacı ekolleriyle biraz daha öne çıkarlar. Yoksul çocukların güce ve özgürlüğe ulaşma sevdasıdır futbolun samba tarzı. Varoşlarda mahalle maçlarıyla başlayan süreç, önce ülke kulüplerine sonra da dünya kulüplerine varışla bir efsaneye dönüşür. Başarabilenler, adeta tanrılaşır.
Dünya Kupasına ipotek koyan bir ülke de Almanya’dır. Futbolu, kendilerine özgü disiplinleri sayesinde bir makine işleyişiyle oynadıklarından dolayı, Alman ekolü, fazla büyüleyici bulunmaz. Yine de futbolun atasözlerinden birisi şöyledir: “Futbol, 22 kişinin 90 dakika boyunca mücadele ettiği ve sonunda hep Almanların kazandığı bir oyundur. “ (Gary Lineeker)
İş futbolun gerçek bir sanayi dalına dönüşmesine geldiğinde, başı çeken iki ülke vardır: İspanya ve İtalya. Bugün dünyanın en büyük kulüpleri olarak tanınıp bilinen kulüpler, bu ülkelerin kulüpleridir. Real Madrid, Barcelona, Valencia, Milan, İnter, Juventus ve Roma…
Tüm dünyayı saran futbol çılgınlığı kimi zaman savaşları bile durduracak denli etkili bir güç olmayı başarabiliyor.
Bu belli başlı ülkelerden sonra akla gelen, futbolun tutkuyla sevildiği ilk ülke herhalde Türkiye’dir. Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş ve Trabzonspor sevgisi bu ülkede siyasetten de, ticaretten de üstün bir yerdedir. Asgari ücretle çalışanlar, haftalıkla ve sigortasız çalışanlar ve hâttâ hiçbir işi gücü olmayıp oradan buradan geçinerek yaşayanlar bile kendileri için çok değerli olan paralarının önemli bir bölümünü ya da tamamını hiç düşünmeksizin maç biletine harcayabilirler. Üstelik gerekirse bunu karaborsa bilet almak yoluyla da yapabilirler. Önemli olan o stadyuma girebilmek ve tribünlerin o ateşli büyüsünde alabildiğince haykırabilmektir. Heyecanı, tutkuyu, öfkeyi ve sevinci coşkun bir sel gibi doksan dakika boyunca yüreğinde hissedebilmektir.
Bugün Türkiye’de de futbol tam anlamıyla bir sanayi olmayı başarmıştır. Milyonlarca insan, gönül verdiği futbol kulübünün maçlarına gidiyor, stadyumları dolduruyor, kulübün renklerini taşıyan sembol ürünlere para harcıyor, gazetelerde yorumlar okuyor, televizyonlarda saatler süren tartışmaları soluksuz izliyor… Hâttâ kimi zaman oynanan maçlarda kulübüne haksızlık yapıldığını düşündüğünde sokaklara taşıyor, eylem ve protestolar yapıyor. O kadar ki, insanlar; mesleki haksızlıklara uğradıklarında bile bu denli organize olmayı başaramazken, futbolda işler değişiyor, akan sular duruyor. Kendisine yapılan haksızlığa ve zulme bu denli öfkelenmezken, kulübüne yapılana kesinlikle kayıtsız kalmıyor. Yakıyor, yıkıyor, dövüyor, sövüyor…
Futbolcular ise adeta ilahlaştırılıyor; kramponları, terli formaları, şortları kapışılıyor. Ünlü futbolcuların imzaları büyük değer taşıyor. Gençler, futbol yıldızlarına özeniyor, onlar gibi giyinmek, onlar gibi yaşamak istiyorlar. Futbolcular ise iç çamaşırlarından kramponlarına değin reklamlar alarak, güçlerine güç, paralarına da para katıyorlar.
Futbolu bu denli büyüleyici kılan unsurların en başında ise tartışılabilir ve konuşulabilir olması geliyor. Bunu da hakemler sağlıyor. Düşünün bir, bugünkü teknolojiyle, isterseniz maçları bilgisayarlarla ve belki de robotlarla yönetebilirsiniz. Böylece ofsayttı, goldü, penaltıydı, hayır yok değildi gibi tartışmaların hepsine son noktayı koyabilirsiniz. Fakat FİFA, futbolun etkileyici güzelliğinin tam da buradan kaynaklandığını düşünüyor. Kitleleri ateşlemesinin ana sebebi olarak tartışılabilir ve konuşulabilir olmasını görüyor. Bir futbol maçı belki de hayatı ve insanı en iyi anlatan en görkemli tiyatro gösterisidir… İnsanoğlunun tüm günah ve sevaplarıyla tam da bir insan olarak yer aldığı muhteşem bir gösteri! Daha fazla ne söylenebilir ki?
Yetmişli yıllarda ve tabii ki çocukluk çağlarımda ben de mahalle aralarında top oynardım. Üstelik her ailede olduğu gibi babamın karşı çıkmasına rağmen! Babalar futbolcudan adam olmayacağını düşünürler ve top tepmektense okumamızı isterlerdi. Biz ise mahalle pazarlarından aldığımız plastik toplarla, bulduğumuz her düzlükte maçlar yapardık. Gerçek futbol topuna sahip olmak bir ayrıcalıktı. O muhteşem topa sahip olanlar, tıpkı Romalı diktatörler gibi her türlü üstünlüğü ele geçirirlerdi. Takımı onlar kurar, istediği oyuncuyu onlar alır ve hâttâ tartışmalı pozisyonların doğrusuna onlar karar verirdi.
Ailesi daha anlayışlı olanlar biraz daha şanslıydı. Babaları ellerinden tutar ve bir spor kulübünün altyapısına ya da futbol okuluna kaydettirirlerdi. Bir şekilde lisanslı futbolcu olmayı başarırlardı sonunda.
Birbirine yakın mahalleler, kendi aralarında, mahalle maçları tertiplerdi. Kadrolar belirlenir ve yeşil çimenler üstünde kıyasıya bir maç yapılırdı. En ufak bir tartışmada ise maç biter ve iş, mahalle kavgasına dönerdi. Taşlar ve sopalarla devam ederdi mücadele. O maçlardaki tartışmalı pozisyonların akıbetini hep güç belirlerdi. İşte o günlerde aslında hakemliğin ne denli önemli bir iş olduğunu da yaşayarak öğrenmiş oluyorduk. Eğer bir futbol maçı varsa, yirmi iki futbolcudan gayrı bir de hakem olmadığı takdirde o maç, kesinlikle kavgasız bitemezdi. Hakem, maçın otoritesiydi. Futbolun yaşamını sürdürebilmesi için en vazgeçilmez unsurdu.
Türkiyemizin futbol tarihine şöyle bir baktığımızda gördüğümüz şey, hakemlerin hep en tartışılan kişiler olduğuydu. Kimse, kendi futbol takımının yöneticisini, oyuncusunu ve hocasını bu kadar kolay suçlamıyordu. Çünkü onların yaptıkları o kadar gözler önünde değildi. Oysa hakemler onca seyircinin ortasında ve çok kısa bir zaman dilimi içerisinde karar vermekteydi. Yanlışıyla ve doğrusuyla, futbolun kurallarını anında uygulamakta ve sonuca da o denli tesir etmekteydi. Onun yaptıkları herkesin gözü önünde cereyan ettiğinden dolayı hep ilk önce o tartışılıyordu. Yenilgilerin sorumlusu kolayca hakem oluyordu. Hâttâ bir maç çığırından çıktığında, maçı çığırından çıkaranın hakem olduğu bile çok kolay söyleniyordu. Oysa onca futbolcu ve onca seyirci acaba kendi yaşamlarında bir futbol hakeminin davrandığı kadar adil ve eşit davranabiliyor muydu? O denli çabuk karar verip sorumluluğunu da alabiliyor muydu?
Keşke etkili ve yetkili mevki, makam sahibi kişiler de tıpkı bir futbol hakemi kadar adil olmayı başarabilselerdi diyor insan. Belki de bu ülkedeki adaletsizliğin, haksızlığın önü kesilirdi. Keşke karar vericiler, tıpkı hakemlerimiz gibi onca kalabalığın içinde, herkesin ortasında, herkesin gözü önünde karar verebilecek denli cesur olabilselerdi.
Türkiye’de futbol hakemliği söz konusu olunca akla ilk olarak asker kökenli hakemler geliyor ister istemez. Özellikle de asıl mesleği assubaylık olup onlarca yıl futbol sahalarında adalet dağıtan mümtaz kişiler ve kişilikler. Düşünün bir, ta 1960’lı yıllardan bu yana hakemlik camiasında etkin olmuşlar. Ses ve söz sahibi olmuşlar. Kimsenin gitmediği yerlere gitmiş, maçlar yönetmişler. Kimi zaman kavgaların ortasında kalmışlar. Kimi zaman verdikleri kararlar değil, kişilikleri ve hâttâ özel yaşamları tartışılmış. Tüm bunlara rağmen hem meslek yaşamlarını hem de spor yaşamlarını sürdürmeyi başarmışlar. Verdikleri kararları tartışabilirsiniz ama onurlu ve dik duruşlarını asla. Onları diğerlerinden ayıran en temel özellik de bu zaten. Verdikleri her kararın arkasında olabilecek denli cesur ve vicdan sahibi olmaları.
Futbolun yetkili ağızları açıkça söylüyor, asker hakemler olmasaydı, özellikle Türkiye’nin doğusunda futbol diye bir şey olmazdı. Olsa olsa futbol anarşisi olurdu. Bugün Türkiye’de doğudan batıya futbolda aynı standartlar söz konusuysa, bunda asker hakemlerin ve de özellikle assubay hakemlerin katkısı çok büyüktür.
Genelkurmay Başkanlığı, futboldaki bazı gelişmeler nedeniyle 2002-2003 Futbol sezonunun bitiminden itibaren, asker hakemlerin sayısını azaltma yönünde karar aldı ve uygulamaya koydu. Dönemin Genelkurmay başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, durumu şöyle açıklıyordu:
Bize, Anadolu’daki tüm maçların asker hakemler sayesinde yürütüldüğünü söylüyorlar. Asker hakemlerin sahalarda bulunuşu disiplini sağlıyor, diğerleri yürütemez, başka türlü maçlar bitmez diyorlar. Ancak, Genelkurmay olarak şu anki kararımız budur. Liglerde asker hakem kalmayacak. 2002-2003 sezonundan sonra futbol liglerinden asker hakemleri çekiyoruz, mevcut hakemlerimizin 3’te 1’ini çektik. 3’te 1’ini de bu sezon sonunda çekeceğiz. Gelecek sezon sonunda da liglerde asker hakem kalmayacak
Peki, neydi Genelkurmayı bu duruma yönlendiren sebepler? Elbette ki, öncelikle sahalardaki küfürlü, hakaretli ortam! Bir de şaibeli maç dedikoduları, şike hikâyeleri gibi durumlar. Genelkurmay tüm bunlardan rahatsız oluyordu. Sahada otoriteyi sağlayan hakem aynı zamanda Türk Silahlı Kuvvetleri’ni temsil ediyordu. Maçtan sonra, göreve gittiğinde, askeri üniformasını giyiyordu. Dolayısıyla, bu tip olaylarda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kurumsal kimliğinin zedelendiğini düşünüyordu. Türkiye halkının sevdiği, saydığı ve destanlaştırdığı ordusu, hakem olayları yüzünden saygı erozyonuna uğruyordu. Hâttâ bunun en bariz örneği, bir hava assubayı ve hakem olan Erol Ersoy ile Galatasaraylı dünya yıldızı futbolcu Hagi arasında yaşanan olaydı. 2001 yılında oynanan maçta Hagi, hakem Erol Ersoy’a tükürmüş ve olay yeşil sahalardan mahkemelere taşınmıştı. Basın ise işi iyice azıtmış, “Rumen Subay, Türk Subayına tükürdü” diyecek kadar sınırları zorlamıştı. Belki de asker hakemlerin yeşil sahalardan uzaklaştırılmasının en gerçekçi sebebi buydu.
Futbol ve hakemlik konusunda (ve halde görev yapması nedeniyle, sebze ve meyve ile alakalı olarak halk sağlığı konusunda) büyük üstat sayılan en dobra ve en delikanlı hakemlerimizden Erman Toroğlu ise olaya çok farklı yaklaşıyordu.
Futbol oynadığım yıllarda, maçlarıma tayin edilen hakem ve yardımcılarına bakardım. Çok subay ve assubay hakem vardı. Sonralarda işin içine biraz daha girince baktım ki, assubay hakemler olaya hâkim olmuşlar. Türkiye’de hakemliği onlar yönlendiriyor. Yani iş neredeyse tekel olmuş. Orduda görev yapmak çok önemli bir faktör! Zaten işin çok zor… Nöbetin var, Türkiye konum itibariyle kritik bir yerde. İkinci bir meslek gibi hakemliği yapmak olmayacak bir işti. Nitekim Türk Silahlı Kuvvetleri’nin içinden sağduyu sahibi komutanlar da aynı fikirde oldu ve bu iş bitti.
Hâttâ daha da ileriye gidiyor, işi hakemlerin profesyonel olmasını isteme noktasından öte, asker ve polis düşmanlığına taşıyordu. Belli ki, yıllardır asker hakemlerin hakemlik müessesesine hâkim olması onu oldukça sinirlendirmiş ve her nedense içinde intikam kıvılcımları tutuşmuş:
Askeri hakemlerin görevden çekilmesini onaylıyorum. Türkiye’de hakemlik yıllardır asker hakemlerin hegemonyasında. O kadar spor akademileri var, mezunların hiçbiri hakem olamıyor. Bunların imtihanını yapan vatandaş asker kökenliyse, ona öncelik tanıyor. Sakın bana imtihan neticelerini bilgisayar belirliyor demesinler! Niye askeri yıpratıyorlar anlamıyorum. İlla hakemlik yapmak istiyorlarsa istifa ederler, hakemlik yaparlar.
Genelkurmay’ı yanlış yönlendiriyorlar. Asker hakemler olmazsa özellikle 2., 3. lig ve amatör küme yürümezmiş. Eğer asker hakemler olmayıp da bu ligler yürümeyecekse, zaten biz ölmüşüz demektir.
Askerin ve polisin liglerde görev alması mahsurludur. Bir assubay şehre maç yönetmeye gidiyor. Gittiği şehrin takımı da zor durumda! Kolordu komutanı da soyunma odasında girdi, ‘Nasılsın evladım’ dedi. Assubay arkadaşlar bundan etkilenir mi, etkilenmez mi? Assubaylık çok şerefli bir meslek, ama arada teknik bir konu var. Yıllarca assubaylık yapan bir arkadaş, üniversiteyi yeni bitirmiş 22 yaşında asteğmen olan birinin emrine otomatik olarak giriyor. Ne derseniz deyin, psikolojik olarak etki yapar. Bu haliyet-i ruhiye içinde olan bir insana Allah’tan sonra dünyadaki en etkili ve kararına itiraz edilemez olan hakem düdüğünü verirseniz, bu arkadaşlar psikolojik olarak otorite zaafına düşmezler mi? Bence düşerler. Yüzde bir hariç, hiçbiri sahadaki otorite konusunda (futbolcu, seyirci, basın hepsi dâhil) başarılı olamadılar.
Bir hakemin 24 saat hakemliği düşünmesi lazım. Günde iki kere antreman yapması, masaj yaptırması lazım. Takımların oyun sistemlerini kasetten seyretmesi, oyuncuların teknik yapısını bilmesi lazım. Peki, doğu hizmeti, özel durumlar, nöbetler derken bu kadar zor bir mesleği olan bir asker, hakemliğe nasıl vakit ayırabiliyor? Bir koltukta iki karpuzun biri kırılmaz mı? Kırılır.
Eğer Erman Hoca’nın söylediklerine katılacak olsak, Türkiye Liglerinin şampiyonlarını sahadaki maçlar belirlemeyecek. Peki, kim belirleyecek? Elbette ki, Genelkurmay Başkanı… Askeri Şura toplanacak, ordudaki amiral ve generallerin hangi takımları tuttukları belirlenecek. Hangi takımın daha çok seveni varsa o şampiyon olarak belirlenecek. Büyük komutanların tuttuğu takım daha torpilli olacak elbette. Hemen akabinde tüm liglerin şampiyonu olarak belirlenen takımlar, karar olarak kamuoyuna açıklanacak.
Olur mu böyle şey? Erman Hoca’nın söyledikleri bir kere hakemlik düsturuna ters! Yani kendi ilkeleri ile çelişiyor hoca. Evet, hakemlerin profesyonel olmasına katılmaktayız ama aç karnına kim hakemlik yapar, buyursun söylesin. Sadece polisler, assubaylar ve subaylar. Hakem ücretleri arttığında da zaten oraya kaymak tabaka gelir ve parsayı kapar. Emekçilik, assubay ve polise düşer, yemekçilik ise… Siz bilirsiniz onları.
Ona göre bir asker hakemin komutanı A takımını tutuyorsa, o hakem A takımının kazanması için elinden geleni yapacak, komutanının etkisi altında olacaktır. Bu söylem aslında gerçeğin inkârıdır. Kirli bir söylemdir. Çünkü 1960’lı yıllardan bu yana Türk Futboluna hakem olarak hizmet etmiş onlarca assubay, liglerde dürüst, tarafsız, şaibesiz maçların sembolü olmuştur. Bayrağı yıllarca onurla taşımışlardır. Özellikle doğudaki maçların olaysız oynanmasında etkileri büyük olmuştur. Asker ve komutan olmaları nedeniyle, kavgaları, faciaları önlemişlerdir. Otorite sağlamada son derece etkin olmuşlardır. Üstelik bu işi göstermelik ücretlerle ve hâttâ ceplerinden para harcayarak yapmışlardır. Şimdi futbol dünyanın en büyük endüstrisi haline gelip hakemlik de iyi para getirir olunca, sahalardan assubayların el ayak çekmesi sağlanmıştır. Bu oyun, bu yönüyle düşünüldüğünde, belli ki bir başka türlü oyundur.
Futbol Federasyonu ilgilileri de hakemlik konusunda özellikle amatör liglerde ve alt liglerde sorun yaşanacağını ama karara saygılı olduklarını belirtmekle durumu sineye çektiler. Gerçek duygularını açıklayamadılar. Konuya en anlamlı katkıyı ise spor tarihçisi Cem Atabeyoğlu yaptı:
Cumhuriyet’in ilanından önce de asker hakemler vardı. Bunların başında Vefalı Sudi Ağabey gelir. Subay elbisesiyle hakemlik yapardı. Sonra generalliğe kadar yükseldi. Cumhuriyet döneminin başlarında Harbiyeli Niyazi Taşdelen vardı. Ondan sonra Binbaşı Nazım. Soyadı Atınç’tı ama kimse bilmez. Binbaşı Nazım diye tanır. Daha sonra Bahriyeli Sıtkı Eryar vardı. O da amiral oldu. Bunlar hep derbi maçlarını idare eden hakemlerdi. Bahriyeli Kenan Çelik vardı. Albaylığa kadar yükseldi. Bahriyeli Tarık Yamaç vardı. Astsubaylar 60’ların başlarında başladı ve devam etti. Neden asker? Ordunun bütün spor dallarında hakemleri vardır. Basketbol, voleybol, atletizm, yelken… Çünkü bütün yurda yayılmış olan bir meslek. Hangi şehre gidersen git, bir askeri birlik var. Orada spor da var. Spor müsabakalarında hakeme ihtiyaç var. İhtiyaçtan doğuyor bu. Bir de şu var: Askerlerin cumartesi pazar boş vakitleri var. Assubaysa en az lise mezunu, subaysa üniversite mezunu. Kültür ve tahsil bakımından avantajlılar. Asayiş durumu da ilginçtir tabii. Basketbol federasyon asbaşkanlığı yaparken olay çıkması muhtemel maçlarda bir emniyet müdürü hakemimiz vardı, onu görevlendirirdik. Bunlar psikolojik nedenler.
Gerçeği tam anlamıyla ortaya koymak gerekirse, asker ve polis hakemler ve bu kapsamda özellikle assubay hakemler Türkiye’de futbolun futbol gibi oynanmasına, futbol endüstrisinin uluslararası standartlara taşınmasına, futbol anarşisinin önlenmesine çok büyük ve onurlu katkılar sunmuşlardır. Bir de şu tespiti yapmak gerekir; nasıl sanayi batıda daha yaygınsa, milli gelir nasıl batıda daha yüksekse; futbolun sahalardaki uygulanışı da buna benzer özellikler taşır. Yani yıllar önce ülkemizin doğusunda oynanan futbol, uluslararası futbol standardından oldukça uzaktır. Mahalle ve şehir kavgaları, tribün faciaları, hakem dövmeler, misafir takımlara fena muamele ve daha niceleri… Arzu edenler, ülkemizde yaşanan futbol terörüne ilişkin geçmiş kayıtlara göz atabilirler. İşte asker ve polis hakemlerin Türk futboluna yaptığı en büyük katkı da burada ortaya çıkıyor. Onlar fedakârca yaptıkları görevleri nedeniyle, batı ve doğu arasındaki bu zihniyet ve standart farklılığını önlemişlerdir. Yani bugün Van’da ve İzmir’de, Hatay’da ve Sinop’da aynı kurallar işliyorsa, hakemin ve misafir takımın başına bir şey gelmiyorsa ya da önceki durumlara göre çok daha az olay yaşanıyorsa, buradaki en büyük pay bu hakemlerimizindir. Türkiye; sanayide, istihdamda ve milli gelir paylaşımında yakalayamadığı bölgesel dengeyi, futbolda yakalamıştır ve bu, kimilerinin hâlâ burun kıvırdığı asker ve polis hakemler sayesindedir.
Bugüne baktığımızda karşımıza çıkan manzara, futbolun artık spor olmaktan öte anlamlar taşımaya başladığıdır. Elbette futbol sadece futbol değildir, barışa ve dostluğa pek çok olumlu katkısı vardır, buna katılıyoruz fakat kastettiğimiz, futbolun tam bir kapitalist oyuncak oluşudur. Bugün ortalık bahis furyasından geçilmiyor. İlk golü kim atacak, ilk kart ne zaman çıkacak, ilk yarı kaç kaç bitecek, favori takıma avans uygulamaları, maç kaç golle bitecek gibi nice bahis olanakları, futbolu kapitalizmin ana kalesi yapmıştır. Ticari zihniyet ve kumar, ne yazık ki futbolu yenmiştir. Böylesine dev bir bahis sektöründe asker ya da polis hakemler görevlendirmeniz, elbette onlara zarar verecektir. Onların ait oldukları kurumsal yapıya da… Fakat Süper Lig’de olmasa da alt liglerde asker ve polis hakemlerin görev yapmasının futbolumuza önemli katkılar sağlayacağını bugün dahi savunmaktayım.
Dolayısıyla, bugün itibarıyla asker ve polis hakemlerin Süper Lig’de görevlendirilmesini savunmak gibi bir derdimiz yok. Derdimiz, onların tarihe not düşülmesi ve bu meyanda haklarının teslim edilmesi. Sevgiyle ve hürmetle yâd edilmeleri…
Spor tarihçisi Cem Atabeyoğlu’nun da belirtmiş olduğu üzere, özellikle 1960’lı yıllardan itibaren futbol sahalarında hakemlik düdüğü genellikle assubay hakemlerin elinde olmuştur. Fakat futbol tarihimizin her anında asker hakemlere karşı radikal bakış ortaya konmuştur. Asker hakemlere yönelik bu radikal bakışlar neticesinde Genelkurmay Başkanlığı pek çok defa asker hakemleri sahalardan çekmeyi denemiş ama futbolun yetkili mercileri, asker hakemler olmaksızın Türkiye’de futbolun yürümeyeceği konusunda Genelkurmay Başkanlığı’nı ikna edince, her seferinde geri adım atılmıştır.
1969-70 sezonunda Genelkurmay, asker hakemlerin azaltılması ve her yıl 1/3 oranında sahalardan kademeli olarak çekilmesi yönünde bir talimat çıkarmıştır. O dönem liglerde düdük çalan asker hakem sayısı 400 civarındadır ve çoğunluğu assubaydır. Bu talimata göre, 3 yıl sonra liglerde hiç asker hakem kalmayacaktır. Fakat dönemin MHK Asbaşkanı Halim Çorbalı, bu talimata karşı çıkar. Böyle bir talimat uygulamaya konulduğu takdirde, müsabakaları yönetmekte büyük güçlükler yaşayacaklarını bildirir ve geri adım atılır.
1975 yılına gelindiğinde Halim Çorbalı, elinde 2000 kişilik bir hakem kadrosu olduğunu ve bunun 378’inin asker olduğunu açıklar. Klasmana giren 644 hakemin 134’ü asker kökenlidir. Birinci Lig’de 2, İkinci Lig’de 12 asker kökenli klasman hakemi vardır. Geri kalanları ise Üçüncü Lig hakemidirler.
1979 yılına varıldığında asker hakemler, hakem camiasına o denli hâkim duruma gelmiştir ki, 19. Uluslararası Futbol Hakem Semineri bir askeri okulda yapılır. 10 Ağustos 1979 yılında başlayan bu seminer, İstanbul’da, Beylerbeyi’nde ve Deniz Assubay Hazırlama Okulu’nda icra edilir.
23 Mayıs 1980 tarihinde Genelkurmay, bir kez daha düğmeye basar. Altmış yedi vilayette görev yapan ve sayıları 600’ü geçen asker hakemlerin futbol sahalarından geri çekileceğini açıklar. Basın bu konuda tavrını ortaya koyar ve bu uygulama sebebiyle, Türkiye’de lig maçlarının yapılmasının zorlaşacağını fakat bilhassa Türkiye’nin diğer illerindeki amatör maçların oynanmasının tehlikeye gireceğini yazar.
12 Temmuz 1980 tarihine gelindiğinde, Genelkurmay geri adım atar ve kararda yeni bir düzenlemeye gider. Buna göre asker hakemler, Ankara ve Birinci Lig maçlarının dışında hiçbir yerde görev yapmayacaktır. Bu dönemde Türkiye Birinci Lig maçlarını yöneten hakemlerin büyük çoğunluğunun mesleği assubaylıktır. Öyle ki, 33 hakemin 11’i assubaydır ve bu 11 assubayın 7’si emekli assubaydır.
Araya ihtilal girince her şey sil baştan olur. 1987 yılına gelindiğinde ise A Klasmanda yer alan 39 hakemin 7’si assubay ve emeklisidir. Bu isimler; İbrahim Acar, Fikri Kuştemir, İhsan Türe, Sezai Temel, Ahmet Akçay, Yavuz Karaozan ve Yusuf Ziya Abaday gibi önemli isimlerdir.
MHK, 1990-91 sezonunun hakem klasmanını 23.07.1990 tarihinde açıklar. Ortaya konan tablo, gerçek bir faciadır. MHK, tam bir assubay kıyımı yapmıştır. Assubay kökenli asker hakemlerin hepsi klasman düşürülmüş ve bertaraf edilmiştir. Bu nedenle, basında çarpıcı manşetler ortaya çıkar. Büyük tepkiler oluşur. Hani hakemliği falan bırakın, “assubay kıyımı” diye atılmaktadır manşetler…
Kendisini savunmaya çalışan MHK, meslek ayrımı yapmadıklarını, hakemlerde aranan özelliklere önem verdiklerini beyan eder. MHK Genel Sekreteri Mazhar Kerestecioğlu, assubaylara karşı bir önyargıları olmadığını, üniversite mezunlarına ve yabancı lisan bilenlere öncelik tanıdıklarını bildirir. Burada ortaya çıkmaktadır ki, assubaylar yurt içi müsabakalarda düdük çalmayı kendileri için yeterli görmekte, daha fazlası için çaba göstermeyi önemsememektedirler. Bunun en büyük nedeni ise askeri personelin yurt dışına çıkışında yaşanan bürokratik sorunlardır. O dönemlerde, ne için olursa olsun, eğer yurt dışına çıkacaksanız, tıpkı Demirperde ülkelerinde olduğu gibi, kalacağınız yerin krokisi dahi sizden talep edilmekteydi. İşlemler aylarca sürmekteydi. Assubayların yurt içinde dahi maç yönetmelerine karşı çıkan bir Genelkurmay müessesesinin yurt dışı maçlar için pek de sıcak davranmayacağı aşikârdır.
Bu dönemde A Klasmandan B’ye düşürülen assubay hakemler, Turgut Sığıç, Galip Bitigen, Sefer Altuntaş, Rıza Saraç ve Hüseyin Kuzuoğlu’dur. B Klasmanından C’ye düşürülenler ise Nihat Yücel, Kahraman Ölçer, Celal Mutlu, Selahattin Alptekin, Y. Ziya Abaday, Faruk Ürkünç, Mehmet Tokça, Bekir Tavacı, Bilal Bentli, Rahim Onar ve Fazıl Dorsan’dır.
Yapılan bu kıyıma rağmen ne MHK, assubay hakemlerden vazgeçebilmiş ne de assubaylar, hakemlik sevdasını bırakabilmişlerdir.
1999 yılına geldiğimizde karşımıza çıkan tablo şöyledir: Birinci Futbol Ligi’nde görev yapan 40 hakemin 13’ü asker kökenlidir ki bunların çoğunluğu assubay veya emeklisidir. Tüm liglere bakıldığında ise 3’ü FİFA kokartlı 11 A Klasman, 28 B Klasman, 171 C Klasman ve 6 da Yan Klasman hakemi asker kökenlidir. Toplamda 842 hakemin 252’si halen askeri personel olarak görev yapmaktadır.
Bu yılın Kasım ayına gelindiğinde Genelkurmay yine asker hakemler konusunda geri çekme kararına varır. Başta futbol olmak üzere, tüm branşlardaki asker kökenli hakem, gözlemci ve yöneticilerin üç yıl içinde görevlerini bırakmalarına ilişkin kararın 2000 yılından itibaren uygulanacağını ve bu uygulamada kademeli geçiş yapılacağını kamuoyuna duyurdu. Yani daha önce de gündeme gelen her yıl için %30 ya da 1/3 oranında azatlıma gidilmesi ve kademeli geçişin 3 yıl içinde tamamlanması hikâyesi… Böylece 2002 yılına gelindiğinde, askeri personelin Türk sporundan tamamıyla el ayak çekmesi sağlanmış olacaktır.
Genelkurmay “Spor sahalarında son dönemlerde yaşanılan çirkinliklerin önlenemez boyutlara ulaşması, asker kökenli hakemlerin de küfür ve saldırılara hedef olması “ nedeniyle bu karara varıldığını bildirir. Dolayısıyla tam 252 hakem doğrudan bu karardan etkilenecektir ki bu sadece futbol için geçerlidir. Diğer spor dallarını da hesaba kattığınızda Türk sporunun bu karardan son derece olumsuz etkileneceği kaçınılmaz görünmektedir.
Genelkurmay’ın bu kararına hiç umulmadık yerden bir itiraz gelir. Amatör spor branşlarının temsilcileri, “küfür ve kötü tezahuratın futbol için geçerli olduğunu, amatör spor dallarında böyle bir durumun söz konusu olmadığını” vurgulayarak, asker hakemlerin amatör branşlardan çekilmesi kararına tepki gösterdi. O dönem itibarıyla, amatör branşlardaki asker hakem sayısı 200’ün üzerindeydi ve amatör branşlar için bu yasak kararı çok ağırdı.
Amatör branşların bu haklı tepkisi nedeniyle Genelkurmay, yasak kararını bir kez daha gözden geçirme ihtiyacı hissetti. Yapılan değerlendirmeler neticesinde, futbol dışındaki branşlardaki asker hakemlere izin verilmesi hükmüne varıldı. Genelkurmay’ın 5 Ocak 2000 tarihinde basına duyurduğu açıklamaya göre, sadece futbolda sorun olduğu tespit edilmiş ve bu yüzden amatör branşlarda yasak kararı kaldırılmıştı. Futbol konusunda varılan karar da bir nevi geri adım niteliğindeydi. Genelkurmay, sezon sonuna kadar sahalardaki gelişmelerin izleneceğini ve buna göre bir değerlendirme yapılacağını, nihai kararın bu değerlendirmeye göre verileceğini bildirmekteydi.
18 Ağustos 2000 tarihine geldiğimizde, yeni futbol sezonu açılırken Birinci Lig’de görev yapan 37 hakemin 11’i assubay ya da emeklisidir. Bunlardan Mustafa Çulcu, assubaylıktan subaylığa terfi etmiş bir askeri personeldir. Asker hakem listesine muvazzaf bir subay ile emekli bir subayı da kattığımızda, tüm hakemler içindeki asker hakemlerin oranı %35 gibi bir rakama ulaşmaktadır. 2000-2001 sezonunda futbol sahalarında düdük çalan assubay kökenli hakemlerimiz şu isimlerden oluşmaktadır: Sabahattin Bitirim, Şahin Taşkınsoy, İsmet Arzuman, Sabahattin Şahin, Sadık İlhan, Harun Yiğit, İbrahim Çınar, Ali Uluyol, Bülent Uzun, Erol Ersoy ve Mustafa Çulcu.
2001 yılında Galatasaray-Gençlerbirliği müsabakasında yaşanan Hagi- Erol Ersoy gerginliği mahkemelere taşınınca, asker hakemlerin sahalardan çekilmesi de adeta kaçınılmaz olmuştu. Genelkurmay, durum değerlendirmesi yapacağını bildirmişti ama yaşanan bu centilmenlik dışı olay, Genelkurmay’ın asker hakemler konusunda olumsuz düşüneceğinin ilk ipucuydu. İstenmeyen bir şey yaşanmıştı, hem de dünya çapında ünlü bir futbolcu yapmıştı bu hareketi. Türkiye’nin en güvenilir hakemine yapılmıştı bu uygunsuz hareket…
Özellikle Galatasaraylı Hagi’nin açıklamaları futbol kamuoyuna bomba gibi düşmüştü. Hagi şöyle diyordu: “Olayları bütün Türkiye gördü. Hakemler, Fenerbahçe’nin şampiyon olmasını istiyorlar. Bizim şampiyon olmamızı istemiyorlar.”
İşte Genelkurmay’ı asker hakemler konusunda karar almaya iten sebeplerden birisi de bu söylemdi. 27 Mart 2001 tarihinde medyaya yansıyan bir haber bu gerçeği de gözler önüne seriyordu. Hani TEMAD Genel Başkanı Ahmet Keser, “Fenerbahçeli Büyükanıt, Jay Jay Okacha’yı sevdiği kadar assubaylarını sevseydi, bunların hiç biri olmayacaktı!” diyordu ya, işte bu haber bu gerçeği de çarpıcı bir şekilde açığa çıkartmaktaydı. Assubaylar hakkında hiçbir değerlendirmede bulunmayan, hiçbir yenilikten bahsetmeyen generallerimiz sahiden de Fenerbahçe’nin şampiyonluğu konusunda filozofça beyanatlar vermekte bir sakınca görmüyorlardı. Hürriyet Gazetesi’nden Uğur Ergan’ın bu ilginç haberi aynen şöyleydi:
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu gibi koyu bir Fenerbahçe taraftarı olan Orgeneral Büyükanıt, bu yıl antrenörü, malzemecisi, futbolcusuyla Fenerbahçe’nin şampiyonluğu hak ettiğini söyledi. Asker hakemler konusuna da değinen Büyükanıt, ‘Asker hakemlere yönelik eleştiriler çirkin. Bu insanları yıpratmamak lazım… Hakemlik diye bir meslek yok. Eczacı da, doktor da hakem olabiliyor. Asker hakemler Fenerbahçe’yi tutuyor diye eleştiriler, yorumlar yapılınca futbol çirkinleştiriliyor. O zaman stadyumlara döner bıçakları, palalar sokuluyor. Futbol Federasyonu’nun belirleyeceği çerçeve içerisinde asker hakem sayısı azaltılacak. Zaten asker hakemlerin azaltılması yönünde iki yıl önce alınmış karar var. Bir süre sonra da asker hakem kalmayacak’ dedi.
Büyükanıt’ın hakemler konusundaki tavrı doğruydu, lakin Fenerbahçe konusundaki yorumu ilginçti. Fenerbahçe’nin antrenörüyle, futbolcusuyla ve malzemecisiyle şampiyonluğu hak ettiğini söyleyen ağız, ordunun belkemiği olan assubaylar konusunda benzer tespitler yapmaktan ve onların hakkını teslim etmekten nedense kaçınıyordu.
MHK, kara kara düşünmeye başlamıştı. Asker hakemler olmadan liglerin yürümesi imkânsızdı. Kısa vadeli bir çözüm gerekiyordu ve hülle yolunu seçtiler ve bunu kamuoyuna yeni formül diye sundular. 2001 yılının Mart ayı sonlarına gelindiğinde, MHK; asker hakem sorununun emeklilik formülü ile çözüleceğini dile getirdi. Buna göre, Ağustos ayı itibarıyla emeklilik hakkını kazanan asker hakemler, Genelkurmay listesine dâhil edilmeyecekti. Yani onlar Genelkurmay’a asker hakem olarak bildirilmeyecekti. Daha sonrasında ise bu isimler yeniden hakemlik kadrosuna alınacak ve yaş hadleri dolana kadar görevlendirilecekti. Yani emekli olacaklar ve listeye öyle alınacaklardı. Böylece asker hakem sayısı görünürde düşürülmüş olacaktı. MHK, ister istemez böyle bir seçim yapmak durumundaydı çünkü bir de “Şike Çetesi Skandalı” ortaya çıkmış ve futbol dünyasını alt üst etmişti.
Mahkemeye taşınan Erol Ersoy-Hagi olayı sonrasında ortaya çıkan Mafya-Şike Çetesi söylemleri, asker hakemler konusunda MHK’yı son derece çaresiz bırakmıştı. 2002 yılının Şubat ayında Ali Fevzi Bir, Dilek Uzun ve asker kökenli hakemlerden Sadık İlhan, Ali Uluyol, Harun Yiğit ve Selahattin Bitirim’in adının geçtiği Şike Çetesi Skandalı sonrasında, Genelkurmay; sezon sonunda tüm asker kökenli hakemlerin ligden çekileceğini bildirmişti. Bu karar nedeniyle, halen klasmanda yer alan 195 asker hakem ister istemez ya emekli olacak-şartları uyuyorsa- ya da hakemliği bırakmak zorunda kalacaktı. MHK zor durumdaydı, çünkü özellikle Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da düdük çalan hakem kadrolarını, bölgede görev yapan ordu mensupları oluşturmaktaydı. Üstelik bu isimler, ağırlıklı olarak İkinci ve Üçüncü Lig’de hakemlik yapıyorlardı. Bu liglerin tüm yükü onların sırtındaydı. Bu süreci atlatmak gerçekten zor olacaktı. Fakat bunca skandaldan sonra geri dönüş olmayacak gibi görünüyordu. Kaçınılmaz son gelmiş ve Türk Futbolunda asker hakemler devri bitmişti.
Uygulamanın ilk ateşleyicisi Hava Kuvvetleri’nde görev yapan Mustafa Çulcu oldu. Assubaylıktan subaylığa terfi etmiş olan Mustafa Çulcu, o dönem İzmit’te Hava Trafik Subayı olarak görev yapmaktaydı. Yüzbaşı rütbesindeydi. Genelkurmay’ın asker hakemleri çekme kararı nedeniyle Şubat 2002’de emekliliğini istedi. Kararını vermişti, hakemlik kariyerine devam edecekti.
Türk futbolunda asker hakemler devri kapanırken MHK Başkanı Bülent Yavuz, yine de umudunu geleceğe taşımak istiyordu: “Özellikle İkinci ve Üçüncü lig’de ve Anadolu’da en kritik dönemlerde görev yaptılar. Umarım Genelkurmay, soruşturma sonunda, kararını yeniden gözden geçirir…”
Ne yazık ki, yeniden bir gözden geçirme olmadı. Uzun yıllar bir yap-boz oyununa dönen asker hakemler dönemi 2002 yılı sonundan itibaren -kademeli bir geçişle- kapandı. O dönemin asker hakemleri seçimlerini yaptılar. Daha doğrusu yapmak zorunda bırakıldılar.
2002-2003 futbol sezonu başladığında asker hakem sayısı oldukça azaltılmıştı. A Klasman hakemlerin içinde ikisi emekli olmak üzere altı asker kökenli hakem kalmıştı. Bunlar; Erol Ersoy, Mustafa Çulcu (Emekli), Bülent Uzun, Ali Uluyol, İsmet Arzuman ve Sebahattin Şahin (Emekli) gibi vazgeçilmesi çok zor olan önemli isimlerdi.
2003-2004 futbol sezonunda ise asker hakemler tamamen sahalardan silinmişti. Bir tek Hava assubayı olarak görev yapan ve FİFA kokartı taşıyan İsmet Arzuman kalmıştı ki, o da emeklilik işlemlerini başlatmıştı. Operasyon tamamlanmıştı. Bundan sonraki süreçte yeni hedef polis hakemler oldu ki, o operasyon da yaklaşık olarak 2005 yılında tamamlandı. 2006 yılından itibaren liglerde emekliler hariç, ne asker ne de doğru dürüst polis hakem kalmıştı.
Bugüne uzanan yolda gördük ki, özellikle bahis faktörü (iddia)futbolu kirletmeye devam ediyor. Hatta Erman Hoca’nın kulakları çınlasın; şikenin, maç satın almanın daniskası konuşuluyor. Yani şaibeli işlerin askeri, sivili olmaz. Bu işler karakter işidir, maya işidir. Bugün futbol kamuoyu asker hakemleri özlemle arıyor. “Yönetmek onların işidir” diyerek olaya pozitif bakıyor.
Tarih gelip 2010 yılına dayandığında, geriye doğru bakarak, asker hakem olayını geniş bir şekilde değerlendiren Bülent Yavuz, son tahlilde şunları söylemekteydi:
-Siz Türk Silahları Kuvvetleri mensubuydunuz. Sizin MHK başkanlığınız döneminde de TSK mensupları hakemlik yapıyorlardı. O dönemde asker hakemlerin eleştirilmesinden dolayı TSK, bundan rahatsızlık duymaya başladı. Ve TSK bir karar aldı ardından da asker hakemler revize edildi. Doğru mu yapıldı, yanlış mı yapıldı. Bugün gelinen noktada ne düşünüyorsunuz?
-Kesinlikle yanlış oldu. Türk spor tarihinin geçmişine bakın. Bütün branşların temelinde kurucusu silahlı kuvvetlerdir. Güreşinden, atletizmine, voleybolundan basketboluna, 3 adımından yüzmesine, futbol dâhil temelinde askerlerin büyük katkıları vardır. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ana görevlerinden biri de budur zaten. Spora katkı yapmak… TSK’nin Türkiye’nin her tarafında personeli var. Dolayısıyla bu coğrafi bölgede İstanbul’dan Kars’a, İstanbul’dan Gaziantep’e, hakem göndermek zordur. Keza Hakkâri’deki, Siirt’teki hakemi Edirne’ye İstanbul’a göndermek zordur. Dolayısıyla burada görev yapan askeri personelin hakem olması çok büyük avantajdır. Ben eğer olmasaydım o revizyon 5 sene 10 sene önce olacaktı. Ben karşı çıktım sürekli. Ben onu hep tuttum. Ben Genel Kurmay’da çok önemli yerde görev yapıyordum. Ben orada Genel Kurmay II. Başkanıyla ilgili birimlerde hizmet yapıyordum. Her gün istişarede bulunuyorduk. Bir kere askerleri çekemiyorlardı, şikâyet ediyorlardı. Askerler çok başarılıydılar. Çünkü otoriter kimlik futbol hakeminin yönetimine direk katkı yapan bir faktör! Otoriter olmak, taviz vermemek, disiplin, insan yönetmek… Bu sanat askerlerde temel prensiplerden biridir. Bunun bir katkısı vardı.
Komuta kademesinin emriyle maç sonuçlarının belirlenebileceğini söylemek gafletinde bulunanlara ise tarihten bir anekdotumuz var. 12 Eylül Darbesi’nin lideri Kenan Evren, bizzat emir-direktifle bir başkent takımını (Ankaragücü)Birinci Lig’e yükseltmişti de kimsenin gıkı çıkmamıştı. Üstelik Bolusporlu bir futbolcunun golü (Kupa Finalinde) yine emir-komuta kararıyla iptal edilmişti de yine kimsede tıs yoktu. Bugün o futbolcu, 12 Eylül Darbesi’nin yargılanmasına müdahil olmaya çalışıyor. Hakkını, hukukunu arıyor. Futbolun ahkâm kesenlerinden ise hâlâ ses seda yok!
Çok seviyoruz biz sonradan olma delikanlıları çoook!