Sosyal medyada karşılaştığımız ve bizleri en çok üzen konulardan biri de, şahsımıza yapılan hakaretler, iftiralar. Özellikle, sahte hesaplar veya nadiren de olsa, gerçek hesaplar üzerinden ayarsızca yapılan hakaretleri, fütursuzca atılan iftiraları kesinlikle sineye çekmeyin. İki satır dilekçe ile en yakın Cumhuriyet Savcılığına müracaat edin. Bakın neler oluyor!
Kendini bulunmaz, erişilmez sanan koftiden kahramanlar, nasıl cezalar alıyor? nasıl adalete hesap veriyor? göreceksiniz! Tek sıkıntı, bu tip davaların uzun sürmesi ve epey zaman alması. Ancak yapanın yanına kar kalmadığını görünce, zaman mefhumu önemini yitiriyor.
Bu tip hakaret makinelerinin ortak özelliği; klavye başına geçince aslan kesilirler, ağzından çıkanı kulakları duymaz, uyarıları, ikazları dinlemezler, herşeyi yazabileceğini, kimseden korkmadığını söylerler. Hatta daha da küstahlaşarak hakaret ve iftiraların dozunu artırırlar.
Ancak, Yazdıklarına sahip çıkacak kadar mertlikleri ve cesaretleri olmayan bu tipler, ettiği hakaretler nedeni ile savcının veya polisin karşısına geçince nefesi kesiliyor, adeta süt dökmüş gibi oluyorlar. “Aman şikayetten vazgeç, yok alkollüydüm, yok eşim ile sorunum var, yok psikolojik sıkıntım var” gibi mazeretlere sığınarak, duygu sömürüsü yapmaya çalışırlar.
Bu tipler, karşısındakini çocuk veya saf sanıyor, Kendini savunmaya çalışırken “onu tanımıyorum, ismen duydum, facebook hesabım yok veya twitter kullanıcısıyım” gibi komik savunmalara girişiyorlar.
Onlara hatırlatmak lazım; Adam olan yazdığını inkar etmez, mertçe “ben yazdım” der!
Şahsen, hakkımda şikayette bulunanlar ile ilgili hiç bir yazımı “ben yazmadım mükü yazdı, hesabım hacklendi” veya “benim adıma sahte hesap açmışlar” gibi inkarcı savunmalar yapmadım. Hele hesabımı hiç kapatmadım. Her şey yerli yerinde duruyor. “Evet bu yazıyı ben yazdım, belgelerim şunlar dedim” ve hepsinden takipsizlik kararı çıktı.
Tabi sosyal medyada olunca, benzer olaylar bizim de başımıza geldi. Örneğin iş yargıya yansıyınca, yaptığını inkar eden birkaç kişiye sormak lazım?
Tanımadığın biri ile “abi beraber bir resim çektirelim” diyerek, Ankara da neden fotoğraf çektirirsin? veya Eskişehir de yine tanımadığım dediğin kişiye “Ersel’ciğim” diyerek fotoğraf çektirip, neden sohbet etmek istersin?
Peki hiç tanımadığın kişiyi, adına kayıtlı telefondan 2 yıldır defalarca arayıp, dakikalarca neden konuşursun? Yada bayramlaşma mesajlarını neden atarsın? Telefon döküm kayıtlarını da sahtekarlar hazırlamış herhalde? Onlarca emekli assubayın şahit olduğu bir durumu, bu kadar ispat ve delil var iken, inkar ederek paçanı kurtaracağını mı sanırsın?
Şimdi bunlara şunu sormak gerekir? Aynanın karşısına geçince kendi yüzünüze nasıl bakıyorsunuz? Ya eşinizin ya da çocuklarınızın masum yüzüne nasıl bakıyorsun? Armudun bile ilk hecesi “Ar” ile başlarken…
Kısacası, bazılarının sizlere, bizlere yaptığı hakaretlerin aynısını, hatta daha fazlasını, onlara bizler de yapabiliriz ama bu bizler için kazançtan çok kayıp olur. Onlardan farkımız kalmaz. Biz hiçbir zaman düşmanlarımızın bize karşı kullandıkları silahları kullanmayacağız. Çünkü bu silahlar, bizim elimizi süremeyeceğimiz kadar kirli ve korkakçadır.(*)
Bu konu da tek çare hukuk. Bu güruhun aklının başına gelmesi için, hapis cezası ve para cezası alması yeterli oluyor. Öyle ki bazılarına karakola veya savcılığa gitmesi bile kafi geliyor. Herkes yazdığının yaptığının bedelini hukuk karşısında gecikerek de olsa öder. Korkmayın ve hakkınızı arayın. En azından onlar kadar cesaretli olun. Unutmayın, zamanında sesinizi çıkarmazsanız, bir gün sizin de sesinizi keserler!
Dede Ersel AKSU
(*) S. Ali