Bundan yirmi yıl önceydi. Görev yaptığım Zonguldak vilayetinde hafta sonları mağazaları ve kitapçıları dolaşırdım. Emral Çarşısının hemen yanındaki Sergi Salonunda her hafta birkaç yayınevinin kitapları sergilenir ve satılırdı.
Bir gün yine kitap sergisini dolaşırken bir romana rastladım. Adı “Kıvırcık” idi. Kıvırcık romanını merak ettim. Zira daha önce de bu bölgenin insanına Kıvırcık diye bir lakap takıldığını işitmiştim. Anlatılana göre Atatürk trenle geçerken maden işçilerinin ağaç diplerinde kıvrılıp yattıklarını görmüş. Bu olaydan sonra kendisini Zonguldak’tan ziyarete gelenlere “Benim kıvırcıklarım ne yapıyor?” diyerek takılmış. Bu duyumların eşliğinde merak ettiğim bu kelimenin nerden geldiğini daha iyi öğrenmek için bu kitabı satın aldım.
Kitabı size kısaca özetlemek istiyorum. Roman 1930’lu yılları anlatıyor. Henüz taşkömürünün devletleştirilmediği dönemlerde, madenlerde çalışan işçileri anlatıyor. O yıllarda hem çiftçilik yaparak, hem de madenlerde çalışarak geçinen yöre halkının madenlere gelip gitme ve çalışma koşullarından bahseden bu romanı okurken oldukça garip hislere kapılmıştım. Bir yanda yokluk, diğer yanda cahillik…
Hepsi maden sezonu açıldığında köyünden kopup gelip, maden ocağının karşısına kamp kuruyorlar. Yanlarında köylerinden getirdikleri un ve şeker vardır. El yordamıyla yaptıkları sığınaklarda barınırlar. Sonra maden girişlerinde isim kaydettirip çalışmaya başlıyorlar. Amaaa ne çalışmak…. Hiç emniyetleri yok. Bol bol iş kazası var. Hiçbir sosyal hakları yok. Doktor yok. Madene girerken berberler tarafından saçları sıfır numara traş edilmek zorunda. Karşı koymak yok. Yiğit köy gençleri maden ağızlarında bir yevmiye uğruna belletilmiş bir çaresizliğin içine sürükleniyorlar. Ancak kitabın bir yerinde söz edilen bir olay var ki, yöresel bir adetle ilgili. Yani Berdel. Madende ölen bir gencin kardeşini başka bir ocakta çalışırken buluyorlar. Başın sağolsun, abin göçük altında kaldı diyorlar. Genç, abisinin acısıyla yanacağına sevinçle köye koşuyor. -Yaşasın Yengem bana kaldı!…
Kitabın içinde Kıvırcığın anlamı ve nereden geldiği hiç yazmıyordu. Ancak okuduktan sonra da, okumadan önceki anlamının aynı olduğunu anlamıştım.
Saygılarımla…
SAYIN AHMET ÇAM
MUHTEREM KARDEŞİM. ÖZENLİ BİR İNCELEME SONUCU ASTSUBAYLARA YAPILAN TÜM HAKSIZLIKLARI, SUBAYLARA YAPILAN HAKSIZ AYRICALIKLARI TEK,TEK İRDELEYİP TANIMLAMAN VE TOPLUMUN VE KENDİSİNİ İLGİLİ SAYANLARIN BİLGİSİNE SUNMAN TAKDİRİN ÜZERİNDE BİR OLGUDUR.
BU ARADA TESPİTLERİNİZE İLAVE EDİLMESİ GEREKEN GERÇEK OLGU YOK, SİZLERİN O İÇERİKLİ GÜÇLÜ YAZINIZ DONANIMLI OLGULARLA DOLU, EKLENEBİLECEK BİR TANIMLAMAYA YER YOK.
TÜM TAKDİR DUYGULARIMIN KABULÜNÜ DİLERİM. GÖZLERİNDEN ÖPERİM. KUTLARIM.
Sn Çam, bir haksızlığın giderilmesinin yolu, bir başka haksızlığa bel bağlamak, ona sevinmek gibi insana yakışmayan olgularla olmaz elbette. Tespitlerinize aynen katılıyorum, hapiste haksız yere yatanlar kadar değil bizim uğradığımız haksızlık, onlar özgürlüklerini kaybettiler, en yakınlarına dokunamamanın acısını yaşıyorlar. Bizler ise, ekonomik bir çıkmaza sürüklendik, 2002’den bu yana çalışmaların sürdüğünü(!!)söyleyip bizi avuttuklarını sanıyorlar. Her haksızlığa uğrayanın, haksızlığı yapanın cezasını bu dünyadayken görmesini diliyor, size teşekkürlerimi sunuyorum.
SAYIN AHMET ÇAM KARDEŞİM
TÜM DUYGU VE DÜŞÜNCELERİMİZİ YORUMSUZ YANSITMIŞSIN.
SENİ TÜM KALBİMLE TAKDİR EDER, SORUNLARIMIZI YANSITAN YAZILARININ DEVAMINI DİLEYEREK GÖZLERİNDEN ÖPERİM.
Bu kahrolası ön yargılı zihniyeti anlamak mümkün değil. Her kurum kendi personelini koruyup kollarken TSK assubaylarına haksızlık hukuksuzluk yapıyor. Daha göreve başlarken dakika bir gol bir; bir üniforması kefen olan assubay mahalle bekçilerinden daha alt kademeden göreve başlatılıyor diğerleri bunu takip ediyor bu adaletsizliği kabile devletlerinde bile göremezsiniz. Büyük çoğunluğumuzun vicdanında yer bulmayan Silivri davalarının ordumuzda adalet duygusunun önemini biraz daha geliştirmesini diliyoruz. Adalet herkese gereklidir.
1-2. madde emekli aylığı bağlanma oranı subayda %80 assubayda %50 oluyorsa?olmalı diye düşünüyorum 2-ayrıca 1. dereceye yükselmek için 90 ve üstü sicilin 70 ve üstü olarak değiştirilmesi gerektiği kanaatindeyim,3- rütbe bekleme sürelerinin subayda kısaltılıp assubayda uzatılmasını da ilk 5 madde içinde olması gereken konular olduğunu ,lojman,gazino ve kamp gibi sosyal konuların başka platformlarda dile getirilmesi gerektiğini zira halkın bu tesislere zaten olumsuz hatta antipatiyle baktığını ayrımcılığa kendisinin uğratıldığını bizim buralardan ÜCRETSİZ YARARLANDIĞIMIZI DÜŞÜNDÜKLERİNİ birçok yerde dinledim ve gözlemledim ,bu tesislerin satılması fikrine çok sıcak baktıklarını da, bunlar hakikaten halkın çok gözüne batan yerler…
Sayın Çam saymış olduğunuz ayrımcılıklar şunu ortaya çıkarmaktadır. Sistem daha başından itibaren yapılanırken subay olgusuna göre yapılanmıştır. Astsubay sınıfının komuta kademesindeki yeri maalesef oturmamıştır. Biz NATO’ya girdiğimizden beri yaklaşık altmış yıl geçmiştir. Amerikan standartlarında yapılanmamızdan önce bildiğiniz gibi Osmanlı İmparatorluğunda Prusya modeli hakim idi. Bu model maalesef assubayların haklarını çok kısıtlamakta ve subayı ana unsur olarak görmektedir. Biz maalesef hala o günleri yaşıyoruz. Devrim gerektiren kararlar alınması lazım. Ancak bu kolay değil. Bazen kendi kendime soruyorum. Suç subaylarda mı diye? Galiba hayır. Çünkü bizler de şu an hasbelkader assubayız. Subaylar da hasbelkader subay. Onların kafası bizden az çalışmıyor. Ayrıca bir çok assubaylıktan emekli olmuş subay tanırım. Yanlarına, iş yerlerine gittiğimde emekli subay olduklarını çok vurgularlar. Hatta çoğunun bir yerinde asılı subay üniformalı resimleri vardır. Oysa en genç en yakışıklı oldukları dönem mesleklerinin en az on yılını geçirdikleri assubaylık dönemidir. Neredeyse hatırlamak bile istemezler. Onlara da kızmamak lazım.
Yazılarınızın genelinde gördüğüm gibi yine bir konunun altını çizmişsiniz. Devrim niteliğinde değişikliklerin yapılması şart.
Sloganımız, “Rütbede liyakat, Görevde disiplin, sosyal alanda eşitlik”