Seksenli yıllardan bu yana bir terör batağına saplandık gidiyoruz. Ne yapsak, hangi çözümü üretsek olmuyor. Öyle bir hale geldik ki, artık tam anlamıyla şehit cenazelerini kanıksadık. Ay yıldızlı bayrağa sarılı tabutlar, her gün görmeye alıştığımız sıradan bir manzara oldu çıktı. İki gün yas tutup sonra unutmayı öğrettiler bize. Gazete manşetlerinde şehit hikayelerini okuyup “ah vah” çektik, sonrasında gözlerimizi yumduk. Bekledik… Biliyorduk ki birkaç gün sonra, bilemediniz birkaç ay sonra aynı sahne yine yaşanacak. Yine hamasi nutuklar atılacak… Yine birkaç emekli albay gazetelerde bu askerlerin nasıl şehit olduklarını resmi prosedüre uyduracak şekilde engin deneyimleriyle izahatlar verecek. Biz de öğreneceğiz; çocuklarımızın komutanlarının hiçbir suçu ve ihmali yok, devletimiz elinden geleni yapmış ama ne yaparsınız ki teröristler kalleş! Bu adamlar her türlü inliği, cinliği yapıyor ve ne yapıp edip bir punduna getirip zalimce ve haince vuruyor vatan evlatlarını.
Daimi Muhalefet Partisi liderimiz de fırsat bu fırsat taşı gediğine koyuyor. “Mehmedin ne kadar komutanı varsa içeri attınız ondan oluyor bunlar. Komutanları hapis diye Mehmedin morali çok bozuk!”
Belli ki bayağı kollamış bu fırsatı. Belli ki Mehmedimi iyi tanıyor. Ruh hallerini çözümlemiş iyicene.
Peki, şehit ailelerini bilir mi?
Giresun’lu bir şehit babası yıllardır oğlunun naaşını arıyordu bir ara. Buldu mu bilinmez. Koskoca Genelkurmay, şehidini ailesine teslim edememişti. Bir oraya, bir buraya gidip geliyordu adamcağız. O şehit babası, şimdilerde oğluna kavuştu mu bilinmez.
Peki, siz o şehit cenazeleri ile toprağa verilenlerin hepsinin gerçekten de şehit olduğunu mu düşünüyorsunuz? Sakın ha, bir de bürokratik yollardan geçmeniz lazım ki şehidiniz şehit sayılsın. Bakmayın siz, cenazelerde komutan gelir, aileye size hep destek çıkacağız, sahip çıkacağız der ama o iş o kadar kolay değildir. O gördüğünüz komutan iki gün sonra terfi alır ve o günleri unutur. Ordunun astları için kılını kıpırdatmaz. Onların hakkını, hukukunu koruyacak yasalar hazırlamaktan imtina eder. Görevi, sadece o acı yüklü aileyi bir nebze teselli etmektir. Rutine binmiş bir görevdir yapılan vesselam. Anlık olarak gerçekten samimidir ama ya sonra?
Cenazelerden birkaç gün ya da hafta sonra bürokrasi ile cebelleşme başlar. Mehmedin nasıl öldüğü, nerde öldüğü, neden öldüğü bir bir incelenir. Bürokratik kıstaslara göre şehit midir değil midir karara varılır. Evet, şehit diye bayrağa sarılı gömülmüştür ama iş devletin yerine getirmesi gereken yükümlülüklere gelince, bir sürü ince detay çıkar ortaya. Bir de bakarsınız ki, şehit aylığı alamıyorsunuz… Meğerse şehit değilmiş oğlunuz.
Peki, ne diye rahmetli oldu bizim Mehmet?
Bugünün gençleri askere gitmemek için açık öğretim fakültesini iki kere okur hale gelmiştir nitekim. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin komuta kademesinin üstün başarısı bu olsa gerektir.
Bir de bedelli sorunu vardır ki, sormayın gitsin. Eğer Edirne’nin ötesindeyseniz, bastırırsınız parayı ve dövizinizle bir güzel askerlik yaparsınız. Yok, Edirne’den içerdeyseniz vay halinize! Derler ki, bunca şehit varken ben size nasıl parayla askerlik yaptırayım! Ne yapsın vatandaş, futbolcu lisansı çıkartıp, Yunan takımlarında mı oynasın? Katakulli yapıp, dövizle askerlik etmenin yolunu mu açsın? Bir gün bunu da denerlerse şaşmam zaten!
Neyse biz büyük resme bakalım. 1980’li yıllardan bu yana dinmeyen bir yaramız var. Nice Mehmetleri bayrağa sarıyor ve gencecik yaşta gözyaşlarıyla uğurluyoruz. Kaç yıldır bu böyle. On değil, yirmi değil, yirmiyi aşkın yıldır böyle. Ölen genç sayısı da on binleri fersah fersah aştı.
Özellikle iki binli yıllardan beri farklı bir iktidar var. Kürtçe serbest oldu. Televizyon kanalı bile açıldı. Kürtçe şarkıları da doyasıya dinlemeye başladık. Kürtçe kitaplar da vitrinlerde yerini aldı. Üniversitelerde Kürt Dili ve Edebiyatı Fakülteleri bile kuruldu.
Demek ki bu adamların Kürtçeyle ve Kürt diliyle bir dertleri yokmuş. Olsaydı tatmin olurlardı.
Aflar çıktı. Pişmanlık yasaları yapıldı. Sınırlarda karşılama törenleri yapıldı. Bölgeye dünyanın yatırımı yapıldı. Hava alanları açıldı, duble yol yapıldı, iş geldi, aş geldi, hastane geldi… Halka hizmet geldi.
O halde bunların derdi Kürt halkı da değilmiş. Öyle olsaydı bunca bereketten sonra, silah bırakır ve terörün kanlı beslemesi olmaktan cayarlar, güzel ülkemin kalkınmasına alınteri ve emekle katkı sunmayı denerlerdi.
Terörle bağlantıları görmezden gelinen partilerine göz yumuldu. Bölünelim dediler kimse bir şey demedi. Yerel özerklik dediler tıs çıkmadı, tartışıldı. Kürdistan dediler göz yumuldu. Eski tarihi yer isimlerinin kullanılmasına hak verildi. Ölülerini terör örgütünün bayraklarıyla ve törenle gömmelerine izin verildi. Polise taş ve Molotof atmalarına göz yumuldu. Serapları cayır cayır yakmaları unutturuldu.
Yani demokrasi kulvarında da elden ne geliyorsa yapıldı. O kadar ki, yemin krizinde bile Meclis Başkanı onlarla özel görüştü. Onları demokratik ortama çekmeye çalıştı. Sonuç, koca bir sıfır.
Demek ki dertleri demokrasi de değilmiş. Öyle olsaydı, bölünelim, birleşelim, ayrışalım diyebildikleri bir mecliste yerlerini rahatça alırlardı.
Peki, büyük resim ne? Bunca yıldır bize yutturulan şey ne?
Devam eden vatan kurtarma davaları da bu şehitlerden beslenmek istiyor. Şehitlerin ardından yapılan protesto yürüyüşlerinin belirli yöne kaydırılması umuluyor ve böylece güç kazanılacağı düşünülüyor. En son İzmir’deki Şehit Aileleri Derneği böyle bir yürüyüşe katılamayacağını, çünkü amacın görünenden çok daha başka olduğunu açıkladı.
Bazen bazıları için “Kaos” en güzel sistemdir. Tipik bir derebeylik ya da krallık kursanız bile yapamayacağınız şeyleri, adı demokrasi olan sistemlerde kaos ortamı yaratarak ve bunu daim kılarak çok güzel yaparsınız. Amaç kaosu vazgeçilmez kılmak, tıpkı bir esrarkeşe hap verir gibi topluma bunu alıştırmak, müptela yapmaktır. O zaman devlet ve vatan vazgeçilmez olacak, tartışılmaz olacaktır. Burada çatışan her iki taraf da durumdan şikayetçidir ama aslında öyle değildir. Paylaşılan büyük nimetler vardır ama kimin bu paylaşımı yaptığına ulaşmak asla mümkün değildir. Sistemin kurbanları sadece gariban vatan çocuklarıdır ki, onları da anlı şanlı törenlerle ebediyete uğurladığınızda, bu muhteşem seremoni toplumun vicdanını rahatlatır. Halkın isyan duyguları bayrakla, kahramanlık hikayeleri ile ve vatansever basın yorumcularının katkıları ile gerçek bir yurtseverliğe dönüştürülür, biat etme kültürüne evrilmesi sağlanır. Ve siyasete, ekonomiye katkı sunacak, çizilen o kaos dairesini tamamlayacak şekle sokulur. Devir daim yoluyla bu iş böyle sürer gider…
Bizler de böylece kanıksayarak yaşar gideriz.
Peki, bir gün kaosun o fesat dairesi yıkılacak mı? Yıkılır mı?
Ben fikrimi kendime saklıyorum. Sizler de şöyle bir geçmişten geleceğe doğru yaşananları gözden geçirin ve bu soruyu kendinize tekrar sorun:
Acaba bir gün kaosun o fesat dairesi yıkılacak mı?
Yıkılır mı sizce?
Aydın Kulak
Sn. Günşer, cesur bir yazı, kutluyorum.