17 Ekim Asssubaylar günü!
17 Ekim’i dünya assubaylar günü olarak evrenselleştirmeye çalışıyoruz, tutar mı tutmaz mı zaman gösterecek.
Ertesi günü Genel Kurul var, astsubaylar gününü kalabalık kutlamak ve iki amacı bir arada gerçekleştirmek için seçimin hemen 18 Ekim’de yapılması mantıklı. Muhalif kesimlere göre biraz baskın seçim gibi. Seçim tarihinin açıklanması için de yasal prosedür var, seçim tarihinin ne zaman açıklanacağı hem tüzükte, hem de Dernekler Kanununda belli. Eğer kanun ve tüzüğe uygunsa, bu kadarcık şark kurnazlığı varsa bile sineye çekilmeli! Kaldı ki seçimin yılı belli, sadece ay-gün belli değildi. Çalışmaların çok önceden başlatılması gerekiyordu.
17 Ekim’i sorunsuz atlatacağız İnşallah!
Muhalefet “çamur at, tutmazsa izi kalır” tarzı suçlamada bulunmamalı, elinde somut bilgi-belge varsa hiç çekinmeden ve tereddüt etmeden Genel Kurula sunmalıdır.
Dil ve Üslup çok önemli… Kürsü adabına uygun, bağırıp çağırmadan, üç-beş saat sonra genel kurulun biteceği, seçilecek başkan ve ekibi kim olursa olsun tüm toplumu temsil edeceği unutulmadan konuşulmalı. Yönetim muhalefete her türlü kolaylığı göstermeli… Kurallara uyulmalı, hiç kimse kimliğini, kişiliğini, şahsiyetini hakaretlerle kirletmemeli.
Yönetimin şeffaf ve hesap verebilir durumda olması ve hesabını şeffaf bir şekilde vermesi durduğu zemini sağlamlaştırabilmesinin tek yoludur. Şeffaf ve hesap vermekten kaçınan bir tutum yönetimin üzerinde durduğu zemini kirletecek, kayganlaştıracaktır.
Oy kullanırken vicdanın sesi mi, yoksa takım tutar gibi tuttuğu kesimin sesi mi baskın çıkacaktır, toplumsal çıkarlar mı, kişisel çıkarlar mı ön planda olacaktır! Orada söz sahibi delegedir ve delege aklın yolu ve vicdanının sesi ile hareket etmiyorsa sonuç hüsran olacaktır. Oy kullanan delegenin oy verme kriteri, aynı zamanda kendi şahsiyetinin, kişiliğinin de bir sınavı olacaktır.
Divan Başkanı tüm Genel Başkan adaylarının mutabakatı ile seçilmeli, Divan Başkanı kendisine duyulan güvenin bir onur olduğunu, onurunu kirletmemek için de kesinlikle tarafsız, herkese eşit mesafede ve adil olması gerektiğinin bilincinde olmalıdır.
Genel Kurul hepimizin, tüm emekli assubayların sınavı olacaktır. Olgunluğumuzun, toplumsal dayanışmamızın, birliğimizin yansıması olacaktır Genel Kurul sonuçları!
En çok utanmamız, utandığımız için de kaçınmamız gereken husus Genel Kurul sonuçlarının mahkemelere taşınması ve emekli assubayın emekli assubayla mahkeme önünde karşı karşıya gelmesidir.
Mevcut yönetim mutlaka çok hassas davranmalı, yalnızca tüzükte yazılanlara değil, genel geçer etik kurallara, akla, mantığa ve insani değerlere uygun davranmalıdır.
Bizler zor sınavlardan, zor hayat şartlarından, zor görev koşullarından süzülerek gelmiş insanlarız.
Ankara’da karga çoktur… Hele bu mevsimde!
Şöyle bir bakın etrafınıza, tellere tünemiş, kara gözlüklü, pardon kara gözlü kara kargalar gülmeye hazır bekliyorlar…
Bu sefer, hiç değilse bu sefer güldürmeyelim!
Genel Kurul sonucu her ne olursa olsun, şimdiden kutluyorum. Bu seçim kaybedeni olmayan bir seçimdir.
04 Ekim 2014 tarihinde ulusal gazetelerde, 1980 ihtilali sonrası askeri derneklerin kapatılarak mallarına el konulması, daha sonra askeri derneklerin yeniden açılmasına izin verilince, TESUD’un yeniden ilk kurulan askeri dernek olarak kapatılan askeri derneklere ait gayrımenkulleri sahiplenmesine karşı 29 Yıl sonra TEMAD Genel Başkanlığı’nın açtığı davayı kazanması ile ilgili haber geniş olarak yer aldı.
Öncelikle bu davada emeği geçen her meslektaşımı “amasız”, “koşulsuz” yürekten kutluyorum.
Bu davanın kazanılmış olması bir çok bakımdan çok önemli!
Öncelikle bize izleyeceğimiz yolu göstermiş oldu. Bu sitenin yıllardır savunduğu, hâttâ TEMAD adına “hukuk için gönüllü maddi destek” kampanyası organize ettiği arşivlerdedir.
04 Ekim 2014 günü saat 23:30 sıralarında tesadüfen Halk TV’de yayınlanan günün manşetleri programını izliyordum. Sayın Karakuş Paşa programa canlı olarak bağlandı. Kelimesi kelimesine hatırlamam mümkün değil ama dava ile ilgili olarak özetle şunları söyledi;
1980 ihtilalinden sonra derneklerin yeniden açılması ile birlikte TESUD kuruldu ve kapatılan Muharipler Derneğine ait mallar TESUD’a devredildi. Muharipler Derneği’nin üyelerinin %85’i subay üyelerden oluşuyordu. %3 civarında da MİLİS subay emeklileri vardı, geriye kalan %12-15 civarında astsubay emeklisi Muharipler Derneği üyesi vardı. Halen genel merkez olarak kullandığımız binayı paramızla satın aldık, İstanbul’daki bazı gayrimenkulleri de öyle.
Bu gün TESUD Genel Merkezi olarak kullanılan bina kapatılan ADALET PARTİSİ’nin Genel Merkeziydi hafızam beni yanıltmıyorsa… Parti kapatılınca Hazine’ye devredilmiş, sonra da TESUD’a geçmişti bir şekilde!
Sayın Karakuş Paşam,
Uçtuğunuz uçakları astsubay tamir etti, onların sıktığı vidalara güvenerek uçtunuz,
Paraşütünüzü astsubay katladı, o paraşüte güvenip bindiniz uçağınıza,
Radar skobunda astsubay vardı, sizi göklerde milim milim takip eden,
Sizi meydana yaklaşma kontrol radarındaki assubay yaklaştırdı, tekerlek koyana kadar!
Uçağınıza mühimmatı yükleyen silah assubayıydı,
Dahası ve en önemlisi…Oksijen Maskeniz astsubay elinden geçerek size ulaştı…
O Oksijen maskesi ile nefes aldınız!
Son rütbenize varana kadarki tırmanışınızda kaç assubayın omzunda postal iziniz var, kaç assubayın omzuna basarak çıktınız, kimlere can, kimlere, vicdan borcunuz var düşündünüz mü?
Kendinizi “Üstün Irk” gibi görüyorsanız, aramızda kalsın gene de ama, yeminle değilsiniz! Siz de bizim gibi bu ulusun evlatlarısınız. Herhangi birimiz, herhangi birisi gibi!
Akademilerde, okullarda okuduğunuz strateji kitaplarına bir daha bakın, engin kurmay bilgilerinizi bir daha yoklayın hele, bu ayrımcılığın, bu bencilliğin sonu nereye varacak?
Bir düşünün isterseniz!
NOT: TEMAD YÖNETİMİNE MUHALİF ARKADAŞLARA BİR SÖZÜM OLACAK; Kazanılan hukuki başarıyı alkışlayamaz, doğruya doğru diyemezseniz, yanlışa yanlış deme hakkınız da olmaz!
Kimimizde Kurban Kesme telaşı, kimimizde son baharın son kaçamağı şöyle güneye ya da bir yerlere… Kısacık da olsa… Dedelerin, ninelerin eli öpülecek… Beklenenler gelirse mutluluktan, gelmezse burukluktan gözler yaşaracak yarın sabah…
Bayram evlat kokusudur, torun kokusudur, yaşlı ana-babanın, dedenin-ninenin fersiz gözlerindeki sevinç, iki damla yaştır bayram!
Çok zamandır görmediğimiz bir dostun telefondaki sağlıklı sesidir.
Sağlıkla uyanmışsak, sevdiklerimizden iyi haberler almışsak eğer, bayram demektir, daha ne olsun!
Karamsarlık yok, yaşam kırık testideki su gibi… İçsek de tükenecek yavaş yavaş, içmesek de! Biz, testideki su tükenmeden kana kana, dolu dolu içelim!
Haklı da, haksız da olsak, "bir yerde ben de yanlış yapmış olabilirim" diyerek kırgınlık yaşadıklarımızın gönlünü alsak?
Sevdiklerimizle son kez görüşüyormuşçasına sevdiğimizi söylesek... Sevdiklerimize sanki son bayramımız gibi sarılsak... Son bayram olmadığını kim garanti edebilir ki?
Türk Silahlı Kuvvetlerinin kahraman, vefakar, cefakar, yiğit mensupları yine sınır boylarında, Süleyman Şah Türbesinde… Sınırın sıfır noktasında gözü sınırımızda, ölümü gelen itlerin mescit duvarına pislemesini beklemekte… Eşlerin, anaların, babaların, çocukların gözü haberlerde, kulakları telefonda… Telefonun çalmasından hep korkulur böyle anlarda, ya kötü haber gelirse diye endişe edilir. Görevdeki babanın, eşin, oğulun buruk sesi varsa telefonda, derin bir “OHH!” çekilir… İşte o an bayramdır!
Özellikle görevdeki tüm Silahlı Kuvvetler Mensuplarının, gazilerimizin, şehit yakınlarının, emeklilerimizin ve ailelerinin bayramlarını içten dileklerle kutluyorum.
Bir çift sözüm de bu ülkeyi yönetme iddiasında olanlara var;
Bu güne kadar yerden yere vurduğunuz, evlatlarınızı kaçırıp esirgediğiniz Türk Silahlı Kuvvetlerine güvenerek sağa sola babalanıyorsunuz. Eğer zerre kadar samimi Allah inancınız, göğsünüzde vicdanınız, hiç biri yoksa insanlığınız varsa, şu bayram gününde oturup bir kere daha ön yargısız düşünün. Çıkarın kara gözlüklerinizi, çıkarın da neler yaptıklarınızı görün. İlahi adaletin asla şaşmayacağını, hesabın hem orada, hem de burada mutlaka görüleceğini unutmayın!
Bayram yüreklerinize gelsin… Bayramınız kutlu olsun…!
Adının açıklanmasını istemeyen bu yetkiliyi hepimiz çok iyi tanırız… Yıllardır adının açıklanmasını istemeyen yetkili açıklamalarda bulunur.
Bu tür haberler genelde “yönlendirme” haberlerdir. Asparagas haberden de kötüdür. Asparagasın asparagas olduğu kısa zamanda ortaya çıkar. Yönlendirme haber öylece ortada kalır.
Hafızalarımızı yoklayalım… Bir 23 yıl öncesine gidelim isterseniz!
Gazetede bir haber çıkar; “adının açıklanmasını istemeyen bir üst düzey yetkili astsubayların özlük haklarının iyileştireceğini söyledi…!”
Bir umut dalgası yayılır…
Astsubaylar arasında fısıltı gazetesi hızla harekete geçer… Bizim bacanağın, yeğeninin sınıf arkadaşının babası MSB’de birinden duymuş. Kararname imzaya açılmış. Tepki çekmesin diye açıklanmıyormuş, her astsubaya en az 500 Tl zam yoldaymış!
Polislere zam yapılır!
Sayın Savunma Bakanı seçim öncesi çıkar, “astsubayların özlük haklarında düzeltmeler yapılacak, seçim öncesi açıklamam etik olmaz”
Polislere bir zam daha yapılır!
Birkaç ay geçer, adının açıklanmasını istemeyen üst düzey yetkili yine konuşur bir başka gazeteye… Yine umut dalgası…Yine fısıltı gazetesi…
Yine polislere zam yapılır…
Bu günkü Milliyet Gazetesinde benzer bir haber var. Muhabir arkadaşa sıkı tembih edilmiş olacak ki, kimden öğrenildiği belirtilmeden askerler için torba yasadan bahsedilmiş.
Göz gezdirdim, bazı astsubay siteleri memnuniyet ifade eden ifadelerle habere sarılmışlar.
Yıl 1993,
Yıl 2014, ne torbalar, ne poşetler geldi geçti, bize hiçbir şey çıkmadı… O yıl doğan çocuklar şimdi asker… Bizim umutlar hâlâ teskere alamadı!
Bir bizim umutlar, bir de adının açıklanmasını istemeyen üst düzey yetkili aynı noktada…
Bir de biz emekli assubaylar değişmedik. O gün de birbirimizle uğraşıyorduk, bu gün de uğraşıyoruz.
Velev ki Ekim ayında askerlerin torba yasası çıkmış olsun, ben sonucu şimdiden adının açıklanmasını istemeyen üst düzey bir yetkiliye dayanarak açıklayayım.
Adının açıklanmasını istemeyen üst düzey yetkili aynen şöyle diyor;
Siz zaten birbirinizle uğraşıyorsunuz, bu durumda kimse sizi kâle almaz!
Torbadan sizin için çıkacaklar konusunda bir iyimser bir de kötümser ihtimal var!
İyisini söyle dedim…
“Kendilerine üç almak için size bir verebilirler” dedi
“Bunun neresi iyi?” dedim
Güldü…
“Ya da üçün birini alırsınız!”
Cep telefonumuza gelen mesajı genelde mekanik bir ses haber verir…Gelen haber iyi de olsa, kötü de olsa aynı mekanik uyarıyı alırız…
Şubemiz üyesi Emekli Hv.Kd.Bçvş. Bilmem kim hakkın rahmetine kavuşmuştur. Cenazesi yarın öğle namazını müteakip kılınacak cenaze namazından sonra bilmem ne mezarlığına defnedilecektir. Ailesine ve camiamıza baş sağlığı dileriz… Taziyeler için telefon…
Bir hüzün duyarız, yakından tanısak da tanımasak da!
Yakından tanıdıklarımızın acısı bir başka olur… En çok da çektiklerini bildiğimiz için, “vay be “ deriz… “Sonunda onu da aldı kara toprak!”
Kayhan BAYDUR Abimiz 1934 doğumlu… 1956 yılında Teknisyen astsubay olarak göreve başlar, astsubay hastalığına, yani mide hastalığına yakalanır, sınıf değiştirmek zorunda kalır… Personelci olur, ama asıl mesleğini özler, bir türlü adapte olamamıştır. Kendi içinde çelişki yaşar, 1974 yılında 3. derecenin birinci kademesinden emekli olur.
Emekli olduktan sonra gerek ekonomik zorluklar, gerekse evde oturmak onu sıkar, bir süre bakkal işletir Muğla’da… Ondan da vazgeçer.
MUĞLA TEMAD Şubesi açıldıktan sonra ilk üye olanlardandır. Bastonuna dayanarak gelip ilk aidat ödeyenlerden ve de her etkinliğe, her milli bayrama canla başla katılan büyük çınardır.
Eşinin ciddi sağlık sorunları ile uğraşır bir yandan da… Eşi onun yardımına muhtaç durumdadır. Şikayet etmez, tevekkülle hayata katlanır.
Güzelbahçe’de oturan evlatları onlara yakın olabilmek, yardım edebilmek adına yakınlarından ev alırlar birkaç ay önce.
Belki de desteğe muhtaç eşini emin ellere teslim edince, yorgun yüreği durur.
Hep umutla, hep mücadele ile, hep zorluklarla geçen bir ömür sona erer.
Umalım ki gittiği yerde huzur bulsun, mekanı cennet olsun!
Hayatından kim bilir kaç roman, kaç hikaye çıkardı… Sizin, bizim, hepimizin olduğu gibi!
Yukarıdaki resme bakınca insanın aklına rahmetli Abdurrahim KARAKOÇ’un şiiri geliyor…
Yıllarca bir tapu meselesi için mahkemeye gidip gelen vatandaşın mahkeme hakimine feryadı sanki bizim astsubay sorunlarını anlatır gibidir…
Gene tehir etme üç ay öteye,
Bu dava dedemden kaldı hakim bey,
Otuz yılda babam düştü ardına,
Siz sağ olun, o da öldü hakim bey!Canıma tak dedi, buraya gel git,
Bini geçti burda yediğim zılgıt,
Eğer ki diyorsan bana ne, öl git,
Oğlumun bir oğlu oldu hakim Bey,
Kayhan Abi ile aynı karede bir küçük çocuk var… Kayhan Abi, hakkın rahmetine kavuştu ama kim bilir, belki de bu genç kardeşimiz günü geldiğinde bu davayı sırtlayıp götürecektir.
Bu gün temsil makamında olanlar, ya da olmayanlar, sorunlarımızla ilgilenen herkesin birazcık Kayhan Abiye ve onun gibilere vicdan borcu yok mudur?
Elini vicanına koyup birazcık düşünüp, daha sorumlu davranmamız gerekmez mi?
Meslek hayatın boyunca horlandın, haklı haksız azarlandın…
Dışlandın, yok sayıldın!
Kaderin kanunlarla değil, birilerinin iki dudağından çıkacak sözlerle çiziliyordu…
Sustun, çünkü ekmek parasıydı…
Sustun, 15 yıla mahkûmdun!
Emekli olunca, “kazasız belasız emekli oldum” diye kurban kesen tek meslek bizimkisi!
Emekli oldun, çile devam ediyor!
Seni anlıyorum, hıncını, hırsını, öfkeni anlıyorum!
Emek senin, yemek başkasınındı, külfet sana nimet başkasınaydı, haklısın!
Yıllar boyu sustun, yıllar boyu içine attın, tamam!
Ama Allah aşkına, insanlık adına bunun acısını senin gibi, seninle aynı, belki de senden daha fazla acı çekmiş meslektaşından çıkarma!Meslektaşların tüm bu yaşananların ne sebebi ne de sonucu, sadece senin gibi mağduru!
Meslektaşlarınla uğraşma, çünkü sorunlarının çözümü meslektaşlarınla uğraşmakta değil!
Ola ki bir tartışma çıktı meslektaşlar arasında, taraf olma, ortada kal ve uzlaştır!
Haklısın, haklı kal!
Kimseye hakaret ederek bir yere, bir sonuca varamazsın!
Meslektaşının farklı düşüncesi olabilir, olmalıdır da… En fazla ben de “şöyle” düşünüyorum de… Bildiğin doğru varsa paylaş, olmadı görmezden gel!
Yıllardan beri, birbirimizi kırmaya, incitmeye, üzmeye doymadık mı?
Yetmedi mi?
Yetmez mi?
Yönetimler gelir geçer, kimse koltuğu mezara götürmüyor… Göreve adaysan bile kırmadan, dökmeden, hakaret etmeden, kutuplaşmadan, kutuplaştırmadan aday ol!
Yönetimdeysen sonsuza kadar orada kalmayacağını unutma!
Seçimden sonra yine yüz yüze bakabilesin!
Koca dünyada yalnızsın, esnafı, memuru, mühendisi, okumuşu, okumamışı hep seni hedefe koyar!
Assubaylığı herkes kötüler, ama aldığın üç kuruş da herkesin gözüne batar. Hep seni örnek gösterirler, “astsubay kadar maaş alamıyoruz” diye…15 Ay askerliği yapmamak için de kaçacak sıçan deliği ararlar!
Tek dayanağın, seni anlayacak, derdini paylaşacak yine meslektaşın!
Güldürme birilerini sana malum yeriyle!
Adamsan, yiğitsen, yürekliysen vurma emekli assubaya, hedefini iyi belirle!
Unutma, meslektaşına attığın taş döner sana gelir.
Ettiğin hakaretin bir parçası da sana gider!
Unutma!
21'inci Yüzyıl Sürat çağı…
Hızlı tren, hızlı uçak, hızlı araba, hızlı internet, hızlı yaşam!
Yaşamın her alanında bir hız tutkusu…Daha hızlı, hep daha hızlı…
Ve kaçınılmaz olarak hızlı yaşamın getirdiği HIZLI TÜKETİM…
Hızlı tüketimin en canavarlaştığı alan ise SOSYAL MEDYA!
Uzak, yakın, çok yakın, çok uzak, herkesten anında haberdar oluyorsunuz, bu gün öğle yemeğinde kim ne yemiş, hangi yoldan nereye gidiyormuş, kiminle kahve içiyormuş, kim üzgün, kim mutlu hissediyor, kimin oğlu üniversite kazanmış, kimin kızı iş bulmuş!
Şöyle kağıt-mürekkep kokan gazeteleri, “bir ekmek bir gazete” isteyerek koltuğumuzun altına sıkıştırıp, eve gelince elimize alıp evire çevire okumayı neredeyse unuttuk!
Gazeteyi alsak bile manşetler, flaş haberler biz büfeden eve gelene kadar değişmiş oluyor… Gir internete, yandaş, candaş gazetelerin manşetleri siz haberin sonuna gelene kadar değişiyor.
Henüz TWITER’lı olamadım ama, facebook’un book’unu çıkardık. Bir resim koyuyorsun facebook’a bir dakika sonra sayfalarca altta kalıyor, yenileri geliyor…
Bir de “beğen – paylaş” cenderesi var… Çok hayati, ulusal ya da uluslar arası bir konuda bir resim – bir yorum yazıyor vatandaş ve ekliyor “insansan, türksen, müslümansan “beğen” dahası “paylaş”. Beğenip paylaşmazsan ya intihar edecek, ya da içip içip gecenin üçünde kapına dayanacak!
Aslında kendince sosyal sorumluluğunu yerine getirdiğini düşünüyor, ya da bir konuda kendini sorumlu hissediyorsa, yazdığı üç cümle beğenip paylaşılınca kendince sorumluluğunu yerine getirmiş olacak.
Suriye’deki kafa avcılarına ilişkin bir ileti, ya da açlıktan susuzluktan ölen Türkmen çocukları ile ilgili bir ileti bin kere paylaşılıp, beş bin beğeni alınca sorunun çözüleceğini düşünüyor olmalı iletiyi koyan. Öyle bir şey yok! Suriye’deki kafa avcıları göreve, Türkmen çocukları ölmeye devam ediyor.
İletiyi gönderen arkadaş, iletinin bin kere paylaşılıp, beş bin kere beğenilmesinden memnun, başını yastığa koyar koymaz derin ve huzurlu bir uykuya dalıyor.
Aslında gece mi uyuyoruz, yoksa sanal alemde “beğen” & “Paylaş” oynayarak mı uyutuluyoruz, düşünmek gerek.
Müzminleşmiş, Kıbrıs ve Filistin sorunları ile yaşıt, şerefli ama bir o kadar da sorunlu mesleğimizin, her şeye karşı sabırlı ama kendi meslektaşına karşı her nedense tahammülsüz meslektaşlarımızın sorunlarına keşke “beğen” & “paylaş” beğenip paylaşmazsan ölümü gör diyerek çözüm bulabilsek.
Oysa çözümü, bir avuç meslektaşımızın desteği ile “tek başına” mütevazı emekli maaşından mahkeme masrafları ödeyerek, yüzlerce kilometre kat edip mahkemelere gelerek, sadece meslektaşlarımızın değil, aynı zamanda yıpranma alan gazetecisinden itfaiyecisine, polisinden postacısına birçok meslek mensubuna çığır açan İsmail Abimiz gösterdi.
İsmail Abinin yaptıklarını facebook’ta değil, aklımızda, vicdanımızda, sorumluluk duygularımızda paylaşırsak en azından çözüm için doğru yolu bulmuş oluruz.
TEMAD Üyesi değilim, dernekten atıldım, emekli assubaylıktan atmaya da kimsenin sanırım gücü yetmez.
Neden üye olmadım?
TEMAD Genel Başkanı Sayın Ahmet KESER imzasıyla yayınlanan ve EAHP’ta yer alan bir yazıya göre “TEMAD üyeliğinden atılanların affedildiği” yazıyordu. Ben ne toplumuma, ne de TEMAD Yönetimlerine en küçük bir saygısızlıkta bulunmadım.
Şahısların kişiliklerine asla dil uzatmadım, icraatlardan yanlış gördüklerimi kılı kırk yararak, asla saygısızlığa vardırmadan eleştirdim.
Bu gün affedildiğimi kabul etmem demek, geçmişte suç işlediğimi kabul anlamına gelir. Mevcut yönetim atılanların hangi nedenlerden atıldığını çok iyi bilmektedir. Kararın “İhraç kararlarının yok hükmünde sayıldığı” şeklinde olması gerektiği kanısındayım. Bu yalnız benim için değil, ihraç edilenlerin hepsi için geçerlidir.
Gelelim asıl konuya, EAHP’ta çıkan yazılara!
E.Kd.Bçvş.Sayın Ahmet KESER’i, kişiliği oturmuş, geniş görüşlü, birikimli, geçmiş yönetimlerin hatalarına düşmeyecek kadar dikkatli, taraftar olanlar kadar muhalefet edenlere de sabırla, saygıyla yaklaşacağına inandığım, toplumun tüm kesimlerini kucaklayabilecek kadar hoşgörü sahibi bir meslektaş olarak tanıdım.
TEMAD Genel Başkanı E.Kd.Bçvş. Sayın Ahmet KESER’in, kimliğini, kişiliğini şahsiyetini seçildiği gün bir kenara bırakıp o makama çıktığını düşünmek dahi istemiyorum. İstemiyorum çünkü kişilik, şahsiyet vestiyere bırakılıp, sonra geri dönüp alınacak bir şey değildir.
Çelişki bu noktada başlıyor. TEMAD’ın yarı resmi yayın organı konumundaki EAHP’ta çıkan yazılara, tehditlere, ayrıştırıcı ifadelere ve kişiliğine asla yakıştıramadığım pohpohlamalara neden engel olmadığını anlamakta güçlük çekiyorum!
Sayın KESER Mahmut ERDEMLERİN faturasının Mahmut ERDEMLERE değil, TEMAD Yönetimine ve doğrudan TEMAD Başkanına kesileceğini çok iyi bilir.
Bu toplum için taş üstüne taş koyanın her zaman başımızın üstünde yeri var, iyi niyetle yapılan yapıcı (ve hâttâ yıkıcı bile olsa) eleştirilere açık olmak da TEMAD Yönetimine düşer. Hormonlu Mahmut ERDEMLERİ sahaya sürmek geçmişin hatalarını tekrar etmek olur.
Toplumumuz iyi niyetini, umudunu yitirmeden, taleplerinin muhatabı Genelkurmay ve Siyasi İktidarın ne yazık ki karşımızda olduğunun bilincinde, hukuktan ayrılmadan ve en önemlisi enerjimizi birbirimize karşı harcamadan, hiç değilse gelecek nesillere onurlu bir gelecek için çaba harcayalım.
Bize yakışan budur!
Bu günlerde hiç iyi değilim…
Halüsinasyon mu görüyorum, yaşadıklarım mı halüsinasyon, halüsinasyonlar mı yaşıyorum belli değil… Çözemedim bir türlü.
İşsiz adam ne yapar?
Eskiden olsa kahvede pişpirik oynardı, e bu sıcakta o da olmaz… En iyisi oturup bilgisayarda aylak aylak dolaşmak. Ben de öyle yapıyordum ve bir yazıya rastladım…
Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği Genel Başkanı Ahmet Keser Türk Astsubay tarihinde olmayacak şekilde haklarımızın kazanımına yönelik mücadeleye başlamış ve astsubayın şanlı ismini tarihin en güzel sayfalarında yerini almasını sağlamıştır.
Tam bu cümleyi okurken, klavye üzerindeki parmaklarım yağlanmıştı, sanki ekrandan yağ gibi bir şeyler akıyordu, gene halüsinasyonlar mı başlamıştı? Bilgisayarın başından kalktım, bir anda her şey eski haline döndü.
Üç ihlâs bir Fatiha okuyup tekrar masama döndüm!
Yazıyı okumaya devam ettim.
Genelkurmay Başkanımızın havalesiyle PERSONEL DAİRESİNE ile sıralı başkanlarına havale edilen TEMAD ve Yönetiminin söyledikleri not alındı. Genkur'un girişinde güzel giyimli kontrol elamanının telsizinin kulaklığında bile astsubayın beklentileri madde madde duyuldu..
Yazar arkadaş “güzel giyimli kontrol elemanının telsizinin kulaklığında bile astsubayın beklentilerinin madde madde duyulduğundan” diyordu. Demek ki oraya bile nüfuz etmişti, helal olsundu. Kendisine bir de şu Genelkurmayda bizimle ilgili bir şey var mı bi bakıversen diyesim geldi, okuduğum yazıyı bırakmak olmazdı.
Ağlaşanlar bizken memeyi başkasına vermeleri hayatın olağan akışına tersti.
“İşte budur” diye bağırmışım, kendi sesimden ürktüm, eğer bu cümleyi de anlamazlarsa “yuh artık, yuh!” dedim… Ama dahası da vardı!
İşte burada TEMAD ın eliyüzü düzgün Ahlaken sağlam karakterli ne dediğin bilen özü sözü doğru sadece astsubayların sorunlarına ve beklentilerine yönelik söylemler yapan bir dernek başkanı ortaya çıktı.
BU AHMET KESER DEN BAŞKASI DEĞİLDİ…
E, memleket münafık dolu… Bazıları da değil diyorlar demek! Ama Allah için bu cümleleri okuduktan sonra kesin fikirleri değişmiştir o münafıkların!
GERİLENLER, İSTEK VE BEKLENTİLERİMİZİ VERECEK OLAN ETKİLİ VE YETKİLİLERKEN.
DİKKAT!
GENEL BAŞKANIMIZA KARŞI AYAK OYUNLARINA BAŞLAYANLAR İSE BAZI EMEKLİ
ASTSUBAYLARDI.
Birinci cümleyi çözemedim, ama ikinci cümle çok net anlamlar içeriyordu!
“Kahretsin” dedim, “gene bu emekliassubaylar yaaa!”
Neler yapmışlar neler… Hele 18 MASTIR’lı olanlar… Bunlar hayvan falan da yemlememişler üstelik!
BİZ GEÇMİŞTE OLDUĞU GİBİ BUGÜN DE SALIRGAN TUTUMUNDA SINIR TANIMAYAN NARSİST VE ŞİZOFREN KILIKLI EMEKLİ ASTSUBAYLARDAN NASIL KURTULACAĞIMIZI BİLİYORUZ
Bu cümle hem felsefe hem de derin psikolojik değerlendirmeler içerdiğinden yorum yapabilmem mümkün değil… Ancak; şunu anladım, bu NARSİST ve ŞİZOFREN kılıklılar için planlar mevcutmuş, bence onlar hemen tedavi olmalı, titreyip kendilerine dönmeliler, yoksa tedbir hazır, benden söylemesi.
O ,AJAN PROVOKATÖR OLAN SİZLERİN DIŞINDA
İşte şimdi enselendiniz!
Provokatörü az-çok tahmin ediyorum da, bu ajanlar kim?
MUĞLA TEMAD Başkanı Sayın Halil ERGENLİ, hem bir ara sakal bırakmıştı, hem de gözlükleri var, o olabilir mi? Ama gözlükleri numaralı, siyah gözlük değil! Mehmet ATILGAN Kardeşim biraz gizemli duruyor, az konuşuyor, hem de iri kıyım o olabilir mi? Yer altı bağlantıları varsa kesin Semih KOÇ işin içindedir.
Provokatörü söylemedim değil mi? Kesin Ersen Abidir… Genelkurmay Ordu evlerini yasakladı, arkadaş da provokatör olduğunu tespit etmiş işte…
CEFAKAR VE FEDAKAR CA MÜCADELE VEREN KAHRAMAN ASTSUBAYLARIZ.
Gazan mübarek olsun yiğidim, acıma, kes kellelerini, tut saçlarından resim çektir!
BU GÜÇ SİZİ HAM YAPAR.
DENEMESİ BEDAVA
Yok artık!
Vur, kır, tepele bu emekli assubayları, ama ham da yapma artık!
Bir yerde de aynı arkadaşım “HODRİ MEYDAN” diyordu…
İşte onu okuyunca kendimi kanepenin arkasına Şahadet getirerek nasıl attıysam, dirseğim duvara çarpmış… Etrafa bakındım kimse yok!
Bilgisayarı kapattım, büyük bir vicdan azabı içindeydim.
Bir zamanların Mahmut ERDEM’ine haksızlık ettiğimi düşündüm. Heykeli dikilecek adammış, kıymetini bilmemişim. Kendisini hasretle, özlemle andım. Heykeli dikilseydi kesin bir koşu gider çelenk koyardım.
Not 1: Yazıdan yapılan alıntılar aynen yazıda olduğu gibi alınmıştır.
Not 2: Mizah, ciddiyetin vardığı son noktanın bir adım daha ötesidir. Artık ciddiyetle anlatılamayan şeyler mizahla anlatılır.
Not 3: Yazı devam edecek.